banner banner banner
Yunan ve roma mitolojisi
Yunan ve roma mitolojisi
Оценить:
 Рейтинг: 0

Yunan ve roma mitolojisi


Rüyalar genelde aşağı dünyadan geldiği için, Hermes doğal olarak rüyaları türeten ilah olarak görülmüştür. Bu sebeple insanlar uyumadan önce kendisinden iyi rüyalar istemeyi alışkanlık haline getirmişlerdir.

Hermes hakkındaki en yüce görüş, kendisinin çocukların yetiştirilmesini yöneten bir tanrı olmasıdır. Üstelik Yunan gençleri için hangi tanrı, aklı ve bedeniyle eşit derecede maharetli olan bu tanrıların habercisinden daha iyi bir örnek olabilirdi ki? O, atletlerin en hızlısı, disk atıcılar ve boksörlerin en beceriklisidir. Apollon gibi entelektüel yaşamın yüce davranışlarından hiçbirini temsil etmese de Yunanlar arasında fazlasıyla değer verilen en üst seviye pratik sağduyuya sahiptir. Güreş okulu ve jimnastik salonu da bu sebeple onun tesisleri olarak görülmüş ve heykelleriyle süslenmiştir. Hatta gençlerin eğitimiyle bağlantısını daha da kalkındırmak adına sonraki dönemlerin ozanları onu dilin, alfabenin ve dilleri çevirme sanatının mucidi kılmıştır. Yunanlar arasında yaygın olan ölü hayvanların dillerini sunma geleneği, açıkça Hermes’i etkili konuşma sanatının efendisi olarak gördüklerini gösterir.

Romalıların Merkür’ü hakkında söylenecek çok fazla şey yoktur. İsminden anlaşılacağı üzere (Latincede satın almak anlamına gelen mercari) Romalılar tarafından yalnızca ticaret tanrısı olarak görülmüştür. Kendisine tapınma, Ceres ile aynı dönemde, büyük kıtlık döneminde Tarquinius’un kovulmasından birkaç yıl sonra başlamış fakat görünüşe göre Pleblerle sınırlı kalmıştır. Tüccarlar birliği onu kendilerinin koruyucu ilahı olarak görmüş ve mayısın ortasında Merkür ile annesi Maia adına kurban sunmuşlardır.

Hermes’in plastik sanatlarda betimlemesi düşünsel gelişimi ile eşit bir ilerleme göstermiştir. Tanrının daha önce bahsettiğimiz antik hermalar üzerine dökülmüş ilk heykelleri onu bir çoban, bazen de tanrıların habercisi ya da elçisi olarak betimlemiştir. Ancak daima güçlü ve sakallıdır. Sonraları daha genç bir görünüme bürünmüş ve gücünün doruğunda, geniş göğüslü, esnek ancak güçlü uzuvları olan, kıvırcık saçlı ve küçük kulakları, ağzı ve gözleriyle sakalsız bir genç halinde tasvir edilmiştir. Tüm bu özellikleriyle mükemmel bir zarafet ve dinçlik birleşimi oluşturuyordu. İncecik yontulmuş dudaklarının etrafındaki içten cömertlik ve düşünceli bir biçimde öne doğru eğildiğinde ortaya çıkan meraklı yüz ifadesini de eklersek tanrının kendine has başlıca özelliklerini elde etmiş oluruz.

Mevcut heykelleri arasında Herkulaneum’da bulunan ve şu anda Napoli Müzesi’nde sergilenen bronzdan gerçek boyutlardaki Dinlenen Hermes muhtemelen en bahsedilmeye değer olandır. Burada tanrıların elçisi olarak görünür ve dinlenmek için bir kayanın üzerine oturmuştur. Kanatlı sandaletleri üzerindeki tek kıyafettir. Aslında gerçek anlamda sandalet değillerdir, ayak bileklerine yakın bir yerden kanatların sıkıca bağlandığı ayaklarını saran kayışlardan ibaretlerdir (19. Şekil).

19. Şekil: Dinlenen Hermes. Napoli’deki Bronz Heykel.

Bir zamanlar Antinous’un olduğu sanılan Vatikan koleksiyonundan olağanüstü mermerden bir heykel, tanrıyı güreşin efendisi olarak resmetmektedir. Ne var ki sol elinde tuttuğu Caduceus modern bir eklentidir. Roma’daki Hermes Ludovisi heykelinde konuşma sanatının efendisi Hermes Logius’un zarif bir tasvirini görüyoruz. Bu heykelde kanatlar ayaklarına yerleştirilmemiştir. Hatta her zaman olduğu gibi doğrudan başına, aslında tam olarak yuvarlak, alçak bir seyahat şapkasının üstüne kondurulmuştur.

British Museum’daki şirin, bronz bir heykelcik ticaret ve alışveriş tanrısını elinde dopdolu bir keseyle tasvir eder. Benzer bir anlayış Roma’daki Capitoline koleksiyonundaki bir heykelde de karşımıza çıkar (20. Şekil). Hermes’in başlıca simgelerinden zaten bahsetmiştik: ayaklarındaki, başındaki ya da şapkasındaki kanatlar, elçi asası, adak kâsesi ve para kesesi.

20. Şekil: Hermes Heykeli. Capitoline Koleksiyonu.

9. Hephaistos (Vulkanus):

Ateş ve demircilik tanrısı Hephaistos, genellikle Zeus ve Hera’nın oğlu olarak kabul edilir. Öyle çirkin ve sakattır ki annesi utancından onu cennetten denize atar. Ancak Okeanidlerden Eurynome ve Thetis, ona acıyıp denizlerin dibindeki bir mağarada dokuz yıl boyunca bakmışlardır. Bunun karşılığında Hephaistos onlara birçok süs yapmış. Annesine alıştırıldıktan sonra Dionysos’un kılavuzluğunda Olimpos’a geri dönmüştür. Neredeyse bunun kadar yaygın olan bir anlatıya göre, ona bu kadar zalimce davranan annesi değil Zeus’tu. Zeus ile Hera arasındaki bir tartışma üzerine Hephaistos annesine yardım etmeye gelmiş ve göklerin tanrısı öfkelenerek onu ayağından tutup Olimpos’tan fırlatmış. Talihsiz Hephaistos bütün bir gün boyunca düşmüş. Sonunda günbatımında, vücudunda kalan azıcık nefesle Limni Adası’na inmiş. Burada adanın sakinleri olan Sintianlar, iyileşene kadar ona bakmışlar. Sonraki yazarlar onun bu düşüş sebebiyle sakat kaldığını dile getirir. Aynı temel fikir, ateşin ilk kez cennetten şimşek biçiminde indiği gibi, buna benzer çeşitli efsanelerin kökeninde yatar. Hephaistos aslında ateş elementini temsil eder ve ateşin tüm etkileri ona atfedilir. Yerin altındaki ateşler, volkanların açık kraterlerinden dışarı çıkar. Bunun nedeni demir ocağı ve demirhanelerinin bulunduğu kızgın dağın ortasında çalışan Hephaistos olmalıdır. Onun başlıca tapınma yeri olan Limni Adası’ndaki Moskilos Dağı efsanesi de aynı şeyleri anlatır. Onunla bağlantısından dolayı Sicilya’daki Etna da neredeyse bir o kadar meşhurdur. Volkanik dağların yakınlarında şarabın özellikle kaliteli olduğu fark edildikten sonra Hephaistos ile Dionysos arasındaki samimi dostluk hikâyesi uydurulmuştur.

Ateşin en yararlı işlevi, metalleri eritip her türden alet edevat biçiminde insanlar için yararlı hale getirmedeki gücünde açığa çıkar. Bu nedenle Hephaistos karakterinin algılanma biçimi giderek onun metallerle çalışan bütün beceriklilerin ustası ve ateş kullanan sanatkârla zanaatkârların efendisi olarak temsil edilmesine neden olmuştur. Bu özelliğiyle sanat seven tanrıça Athena ile yakından ilişkilendirilmiştir. Buradan, her iki ilahın neden Yunan bilim ve sanatının esas merkezi olan Atina’da bu kadar benzer derecede onura layık görüldüklerini ve bu denli çok sayıda ortak festivale sahip olduklarını anlayabiliyoruz. Ayrıca Hephaistos’u içinde zekice tasarlanmış yirmi çift körüğe sahip devasa bir atölye bulunan ve kendi başına Olimpos’ta inşa ettiği muhteşem bronzdan bir sarayda tasvir etmekten hoşlanan ozanlar, ondan genellikle zanaatkâr sıfatıyla bahsetmiştir. Burada tanrıların ölümsüz konutlarını da inşa etmiştir. Örneğin, kendiliğinden tanrıların ziyafet salonlarına giden ve yemek bittikten sonra yerlerine dönen yürüyen-masalar ya da üçayaklı sehpalar gibi yaptığı birçok yaratıcı alet edevat vardı. Ayrıca kendisine yürüyüşlerinde eşlik etmesi için altından iki tane bakire heykeli yapmış, onlara hareket etme ve konuşma becerisi bahşetmişti. Ozanlar tarafından bahsedilen diğer eserleri arasında Zeus’un aegisi (kalkanı) ve asası, Poseidon’un üç uçlu mızrağı, aralarında sıradışı güzelliğe sahip birinin bulunduğu Herakles ve Akhilleus’un kalkanları bulunur.

Hephaistos’a tapınma Yunanistan’da pek yaygın değildi. En önemli tapınma merkezi Limni Adası’ydı. Burada, Moskilos Dağı’nda Etna’nın Kikloplarına misilleme yapan işçileri Kabiriler ile yaşadığı sanılıyordu. Onuruna meşale yarışları gibi farklı festivallerin gerçekleştirildiği Atina’da büyük saygı görüyordu. Genç erkekler ellerine yanan meşalelerle koşuyorlar ve hedefe sönmemiş meşalesiyle varan ilk kişi ödülü kazanıyordu. Buna ek olarak Campania ve Sicilya’daki Yunanlar tarafından son derece kutsal sayılıyordu ki bu da buralarda bulunan kızgın dağlar ile kolayca açıklanabilecek bir gerçekti.

Romalılar bu tanrıya Vulkanus ya da daha antik dönemlerdeki yazılışına göre Volkanus ismini vermişlerdir. Onu iyi dilekleri ve ateşin faydalı işleriyle onurlandırmışlardı. Ayrıca yangın felaketlerin karşı ondan kendilerini korumasını talep etmişlerdir. Yunan yazarların etkisi altında şekillenen tanrıya dair asıl ve daha yaygın olan görüş, yerini Etna ya da Lipari adalarında demir ocakları olan ve çekiç kullanmada arkadaşlarıyla yarışan demirci tanrı ya da Mulciber imgesine bırakmıştır. Yunan söylencelerine göre Venüs ona eş olarak verilmiştir. Bununla insanlar şüphesiz, hakiki sanatsal eserlerin yalnızca güzellik ve uyum halinde yaratılabileceği düşüncesini yaymayı istemişlerdir.

Tanrının Roma’daki başlıca tapınma yeri aslında gerçek anlamda bir tapınaktan ziyade üstü kapalı bir ocak olan Comitium’daki Volcanal’dı. Bununla birlikte Campus Martius’da, Volcanalia Festivali’nin Ağustos’un 23’ünde her türden oyunla kutlandığı Flaminian Sirki’nin yakınlarında gerçek bir tapınağı bulunuyordu.

21. Şekil: Hephaistos. British Museum’daki Bronz Figür.

Yunan ve Romalı sanatçılar genellikle bu tanrıyı güçlü, yetişkin ve sakallı bir adam olarak tasvir etmişlerdir. Sol bacağının kısalığı, kurnaz gözlerindeki keskin ve sert bakışı ve sıkı ağzı ayırt edici özellikleridir. Simgeleri arasında demirci aletleri, sivri tepeli oval işçi kepi ve işçilere ya da sıradan vatandaşlara özel uzun kıyafeti bulunur.

Londra ve Berlin’deki birkaç küçük bronz heykelin ve Vatikan koleksiyonunda bulunan yeni keşfedilmiş mermer büstün dışında bu tanrıya ait bahsedilmeye değer hiçbir antik heykel bulunmaz. 21. Şekil’deki gravür, British Museum’daki mermer bir heykele aittir.

10. Hestia (Vesta):

Kronos ile Rhea’nın kızları olan Hestia, isminden ne İlyada’da ne de Odysseia’da bahsedildiği için genellikle görece geç bir dönemde saygı görmüş olmalıdır. Hestia, konutların güvenliğini sağlar ve bütün insanlığın koruyucu meleğidir. Bunun sonucu olarak aile yaşamının merkezi olan evdeki ocağın tanrıçası olarak görülür. Ocak, modern yaşamla kıyaslandığında antik insanlar için son derece önemliydi. Sadece yemeklerin hazırlanmasını sağlamakla kalmıyor, evin kutsal sunağı olarak da saygın bir yere sahipti. Üstüne meskenle ilgili tanrıların heykelleri konulurdu. Eski ataerkil âdetlere göre evin babası ve rahibi, ev yaşamıyla ilgili tüm önemli günlerde burada kurban adardı. Hiçbir adak, bütün ev hayatının tam anlamıyla merkezinde olan Hestia’nın payı olmadan tanrılara sunulmazdı.

Üstelik devlet ailelerden oluştuğu için ev çevresinin tanrıçası doğal olarak her siyasi topluluğun koruyucusu oluyordu. Bu nedenle Yunan devletlerinde, Prytaneum ya da yönetim kurulu makamı Hestia’ya tahsis edilmişti. Burada bir sunağı bulunuyordu ve üzerinde her zaman ateş yanardı. Anavatandan yeni yurtlar arayışı içinde ayrılmak üzere olan koloniciler her zaman bu sunaktan bir parça ateş alırdı. Bu, koloniler ile ana yurt arasında kurulan manevi bağın hoş bir göstergesiydi.

Prytaneum’un ocak ateşi, devlet üyelerine büyük bir aile olduklarının gözle görülür ve aleni bir işaretini veriyordu. Bu sebeple Delfi tapınağındaki Hestia, Yunanlar için ulusal bağlarında ve ibadetlerinde birlik oldukları anlamına geliyordu. Bu tapınaktaki sunağı, kâhinin mağarasının önündeki salona yerleştirilmişti. Üzerine meşhur omphalos (yeryüzünün göbek deliği, keza tanrıçanın amblemi) yerleştirilmişti. Böylece Delfi, Yunanlar tarafından tüm yeryüzünün merkezi olarak görülüyordu. Burada da Hestia onuruna sürekli bir ateş yanar durumdaydı. Tanrıçanın karakteri, alevin kendisi kadar saf ve lekesizdi. Her ne kadar hem Poseidon hem de Apollon tarafından baştan çıkarılmaya çalışılsa da bakire kalmıştı. Ayrıca adına yapılan dinsel törenler de sadece iffetli bakireler tarafından gerçekleştirilebilirdi. Her tapınakta belirli bir yer edindiği için Yunanistan’da kendi adına ayrı bir tapınağa sahip olmadığını görüyoruz.

Vesta’ya ibadet etmek Romalıların sosyal hayatında çok daha önemli bir yere sahipti. Numa Pompilius tarafından inşa ettirildiği düşünülen en eski tapınağı Forum’un karşısındaki Palatino Tepesi’nin yamacında bulunur. Daire biçiminde inşa edilmiş ve orta büyüklüktedir. Aslında üstü kapalı bir ocaktan biraz daha büyük görünür. Devletin varlığının sembolü olan ebedi ateş sürekli yanar vaziyettedir. Burada önceleri sayıları dört olan ancak sonra altıya çıkarılan bakireler tarafından ayinler gerçekleştirilirdi. Başlıca görevleri kutsal ateşi beslemek ve Roma halkının refahı için tanrıçanın sunağında dua etmekti. Kutsal alevin sönmesi büyük bir belanın geleceğini haber veren bir kehanet olarak görülürdü. Buna sebep olan ihmalkâr rahibe için katı cezalar vardı. İffetli rahibeleri seçme işi Pontifex Maximus’un sorumluluğundaydı. Her zaman en iyi Romalı ailelerin altı ila on yaşları arasındaki kızlarından seçilirdi. Otuz yıl boyunca kutsal görevlerine bağlı kalırlardı ve bu süre boyunca bakireliklerini sıkıca korumak zorundaydılar. Otuz yılın tamamlanmasının ardından sivil hayata dönerler ve isterlerse evlenmelerine izin verilirdi.

Vesta’nın bir başka mabedi ise Latinlerin başkenti olan Lavinium’daydı. Burada Romalı konsül üyelerinin göreve başladıktan sonra dinsel bir adakta bulunmaları gerekiyordu. Vesta festivali 9 Haziran’da kutlanıyordu. Romalı kadınlar festivalde çıplak ayakla tanrıçanın tapınağına hac ziyaretinde bulunmayı ve onun huzuruna yiyecek adamayı alışkanlık haline getirmişlerdi.

Romalıların ev hayatında ocak ile ocak tanrıçası Vesta, Yunanlar arasındaki kadar önemli bir yer edinmişti. Vesta’ya tapınmak hayatın gündelik ihtiyaçlarını sağlayan ve tanrılar konusunu kapatmadan önce hakkında daha fazla bahsedeceğimiz merhametli, koruyucu mesken tanrılarından Penates ile yakından ilişkilendirilmiştir.

İffetli ve saf karakterine uygun olarak Vesta, sanatta en katı türden ahlaki saflık ifadesiyle temsil edilebilirdi. Genellikle oturur ya da ayakta durur vaziyette ve yüzünde düşünceli ve ağırbaşlı bir ifadeyle betimlenir. Başlıca simgeleri arasında adak tası, meşale, toprağa şarap dökmek (işret) için kullanılan kepçe ya da küçük bir kap ve asa bulunur. Karakterinin yüceliğinin ve kutsallığının sonucu olarak daima tamamen giyinmiş vaziyette tasvir edilmiştir. Bu da antik dönemlerde tanrıçanın neden bu kadar az heykelinin bulunduğunu açıklayabilir. Dolayısıyla Roma’da Prens Torlonia’nın özel koleksiyonuna ait Vesta Giustiniani gibi mükemmel bir örneği günümüze ulaştığı için kendimizi şanslı hissedebiliriz. Yunan sanatının en iyi dönemine ait orijinal bir eser olduğu düşünülür. Heykelde tanrıça sakin bir pozda ayakta durmakta, sağ elini bir tarafına dayamış, sol eli ise sanki tüm insanlığa dua ve tefekkürlerini yönlendirmeleri gereken yeri vurgulamak istercesine anlamlı bir biçimde gökyüzünü işaret etmektedir (22. Şekil).

22. Şekil: Vesta Giustiniani. Torlonia Koleksiyonu.

11. Janus:

Romalıların en önemli tanrıları arasında Yunanların neredeyse hiç bilmediği bir ilah olan meşhur Janus bulunur. Özgün kişiliği bakımından muhtemelen bir ışık ve güneş tanrısıdır. Aslında Jana ya da Diana’nın erkek emsalidir ve bu sebeple Yunanların Apollonu’na çok benzer. Doğadan edindiği özgün kişiliğini koruduğu müddetçe tüm tohumların ve başlangıçların tanrısı olarak görülmüştür. Sonuç olarak Romalıların hem kamusal hem de özel hayatı üzerinde önemli bir etkisi olmuştur. Kişiliğine dair, görüntüsünden doğan en önemli özelliklerin bazılarından bahsetmekle yetinmeliyiz. Öncelikle Janus zamana dair tüm başlangıçların tanrısıdır. İlk ayına onun isminden esinlenerek January (Ocak) denilen ve kendisine adanan yeni yılı başlatır. Bu sebeple yılbaşı günü (Kalenda Januaria[19 - Latincede Ocak ayının ilk günü anlamına gelir (ç.n.).]) onun en önemli festivalidir. Bu kutlama gününde evler ve kapılar çelenkler ve defne dalları ile süslenir. Defnenin tüm kötü büyü ve hastalıklara karşı kuvvetli bir etkisinin olduğuna inanılır. Akrabalar ve dostlar birbirlerine küçük hediyeler alıp (çoğunlukla defne yapraklarına sarılmış olan hurma ve incir gibi şekerlemeler) yeni yıl için iyi dileklerde bulunurlar. Tanrıya da pasta, şarap ve tütsü sunulur; heykelleri taze defne dallarıyla süslenirdi. Janus her ayı başlattığı için bu sunuş ve tören her ayın başında tekrarlanırdı.

Kalends[20 - Latincedeki Kalendae sözcüğünden gelir ve her ayın ilk günü anlamındadır.] Juno için kutsal sayıldığı için Janus’a Junonius ismi de verilmiştir. Benzer biçimde, Janus’un her günü başlattığı düşünüldüğünden kendisine Matutinus Pater yani “sabah ışığının babası” denilir. Diğer yandan sabahları kapılarını açıp akşamları kapattığı cennetin kapıcısı olarak da karşımıza çıkar.

Zamana dair tüm başlangıçların tanrısı olmasından kısa süre sonra, insan etkinliklerine dair tüm başlangıçların efendisi ve koruyucusu halini aldı. Romalıların her işe iyi bir başlangıç yapmanın önemli olduğuna ve bunun gerçekleştirilen işin iyi mi yoksa kötü mü sonuçlanacağını fevkalade etkilediğine dair oldukça batıl bir inançları vardı. Bu nedenle ister umumi isterse özel olsun önemli herhangi bir işe Janus’un korumasına başvurmadan girişmiyorlardı. Siyasi hayatın en önemli olayları arasında gençlerin savaş için yurtlarından ayrılması bulunuyordu. Dolayısıyla ayrılan ordunun generali tarafından tanrıya adak adanıyordu. Tanrının askeri birliklerle beraber yola çıktığının ve onları koruması altına aldığının işareti olarak tapınak ya da tanrı için kutsal sayılan kapalı yol, savaş boyunca açık bırakılıyordu. Göreve başladığında konsül Janus’a dua etmeyi asla ihmal etmezdi ve meclis üyeleri görüşmelerine Janus’a yakarmadan asla başlamazdı. Benzer biçimde vatandaşlar da özel hayatlarında önemli tüm iş ve uğraşlarında Janus’un onayını almak için dua edip adak adarlardı. Aile reisleri tarlaya tohum ekmeden ya da mahsullerini hasat etmeden önce Janus Consivius’a pasta ve şarap sunarlardı. İş seyahatine çıkan tüccar ve demir alıp uzun ve tehlikeli bir deniz seferine çıkan denizci, tanrının hayır duasını almayı asla ihmal etmezdi. Tanrının bu görüntüsü her duada ve verilen her kurbanda ilk olarak Janus’un adının anılması geleneğini açıklar. Çünkü cennetin kapılarının bekçisi olarak Janus, insanların dualarını da kabul ediyor gibi görünür.

Başlangıçların tanrısı olarak Janus yeryüzünün tüm su pınarlarının, nehirlerinin ve derelerinin kaynağıdır. Bu sebepten, genel olarak pınar perilerinden eşleri ve Fontus ile Tiberinus’dan oğulları olarak bahsedilir.

Janus’un pınarların yeryüzünden birdenbire fışkırmasını sağlamadaki gücünü Sabinler kendi zararlarına tecrübe etmişlerdir. Kadınlarına tecavüz edilmesinin sonucu olarak genç Roma devletinin her tarafına yayılmışlardı. Açık bir geçitten kendilerini tam Palatine kasabasına sokacaklardı ki yerden şiddetle fışkıran sülfür kaynağıyla ıslanıp geri çekilmek zorunda kaldılar.

Bahsedilen efsanede Janus şehrin kapılarının koruyucusu olarak karşımıza çıkar. Tüm evlerin, caddelerin ve kasabaların kısmetli giriş ve çıkışlarını yöneten tanrı olarak Janus, halk arasında büyük saygı görüyordu. Geçitlerin ve kapıların koruyucusu olarak karakteri onu Penates ve diğer mesken tanrılarıyla yakından ilişkilendirmiştir. Böylece tanrının biri dışarı diğeri içeri bakan meşhur iki suratlı heykelinin kapıların üzerine asılması geleneği ortaya çıkmıştır.

Janus’un Roma’da kelimenin tam anlamıyla tek bir tapınağı dahi yoktu. Mabetleri daha çok heykellerinin dikildiği sıradan dinlence yerleri ve kavşaklardaki giriş kapılarından oluşuyordu. Daha önce bahsetmiş olduğumuz Roma’daki Forum’da bulunan Janus Tapınağı, kapalı kapıları olan bu türden bir mabetti ve muhtemelen şehrin içindeki en eski tapınaktı. Kapıları sadece savaş zamanlarında açık olurdu.

Roma sanatı hiçbir zaman Janus’a özgü bir plastik sanat eseri ortaya çıkaramadı. Çift başlı heykel yalnızca Yunanların çift Herma’sının imitasyonudur. Zamanla Janus’un heykelleri ortaya çıksa da daima çift yüze sahip olmuştur. Genellikle sakallı olarak tasvir edilmişler fakat ileriki dönemlerde yüzlerden biri sakallı diğeri ise daha dinç görünmüştür. Bu sanat eserlerinin hiçbir örneği muhafaza edilememiştir. Bu yüzden suretlerini yalnızca madeni paralardan tanıyoruz. Janus’un olağan simgeleri anahtarlar ve asaydı.

12. Quirinus:

Quirinus aslında yalnızca bir Roma ilahıydı ama göklerin büyük tanrıları arasında sayıldığından burada ondan da bahsetmek gerekir. Simgesel anlamıyla Mars’la aralarında büyük bir benzerlik vardır. Mars, Roma’daki Latin nüfusun ulusal tanrısı olduğu için Quirinus da Roma’ya Titus Tatius tarafından getirilen Sabinlerin ulusal tanrısı olmuştur. Jüpiter, Mars ve Quirinus, Roma İmparatorluğu’nun koruyucu kutsal üçlemesini oluşturuyordu. Mabedi Sabinlerin ilk başta yerleştikleri ve adını ondan alan Quirinal Tepesi’ndeydi. Numa kendi rahiplerinden birini ona verdi. Şubat ayının 17’sinde özel bir festivali vardı ancak ibadeti kendini gittikçe Mars’ınkine benzetmiştir. Sonradan Romulus ile özdeşleştirilmiştir.

İkinci Derece İlahlar

I. Hizmetli ve Yardımcı İlahlar

1. Eros (Amor):

Afrodit’in ardından ortaya çıkan ilahlar arasında Eros, tek başına çok fazla ilahi saygınlık görmüştür. Arzu ve Şehvet artık aşk tanrısından yayılan etkilerin bazılarını temsil eden alegorik figürlerden öte bir şey değildi. Eros yaygın olarak Afrodit ile Ares’in oğlu olarak kabul edilmişti. Genellikle gençliğinin eşiğinde ve şaşılacak derecede yakışıklı bir genç olarak tasvir ediliyordu. Kendine has silahı altın bir yaydı ve bununla gizli saklı yerlerden tatlı ancak şiddetli aşk acısını temsil eden, sonsuz etkiye sahip oklarını fırlatırdı. Zeus’un bile onun tesirine karşı koymaya gücü yetmez. Bu tasvir, aşkın doğadaki en korkunç ve en büyük güçlerden biri olduğunu ima eder.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 1270 форматов)