banner banner banner
Devlet
Devlet
Оценить:
 Рейтинг: 0

Devlet

“Buraya kadar seninle aynı fikirdeyim. Ama şimdi, girişi bırakıp millî marşa geçelim. Öyleyse diyalektiğin doğası ve oraya ulaştıran yollar nelerdir?” Sevgili Glaukon, beni burada takip edemezsin. Önceki bilimlerde disipline sokulmamış birine mutlak doğrunun sunulması mümkün değildir. Ama mutlak doğrunun bir bilimi olduğu ve uygulananlardan çok farklı olduğuna inanıyorum. Çünkü diğer bütün sanatlar ve bilimler insan ihtiyaçları, fikirleri ile ilgilidir. Matematiksel bilimler gerçek varlığın bir hayal veya hipotezidir ve asla kendi ilkelerini analiz etmezler. Yalnızca diyalektik, ruhun gözünü cehaletin barbar bataklığından yukarıdaki dünyanın ışığına, betimlediğimiz bilimlerin yardımıyla dönüştürerek ve ona yönlendirerek hipotezlerin üstündeki ilkelere yükselir. Bilimler, bir fikirden daha büyük ama bilimden daha az bir netlik gösteren ve bir önceki betimimizde anlayış dediğimiz başka bir ada gerek olsa da genelde böyle söyleniyor. Böylece dört tane adımız oluyor; iki tanesi akıllı insana, iki tanesi fikre: Mantık veya zihin, anlayış, inanç, gölgelerin uyum yaratan algısı -olmak; dönüşmek, akıllı kimse; fikir- ve bilim; inanç, anlayış; gölgelerin algısı. Diyalektik belki her yaradılışın varlığını veya özünü açıklayan, tanımlayan, iyiyi ayıran ve soyutlayan, iyi uğruna bütün rakipleriyle savaşmaya hazır bir bilim olarak tanımlanabilir. Diyalektikçi olmayan birine göre hayat uyuşuk bir rüyadır ve o uyanmadan önce bir sürü insan onun mezarındadır. İdeal devletinin gelecek yöneticilerinin zeki varlıklar olmasını mı yoksa direkler kadar salak olmasını mı tercih edersin? “Kesinlikle ikincisi değil.” Öyleyse onlara soru sormayı, cevaplamayı öğretecek ve bilimlerin saçak taşı olan diyalektikle eğitmelisin.

Diyebilirim ki yöneticilerimizin nasıl seçildiğini ve seçim aşamasının bir adım ileriye götürülmesi gerektiğini unutmuşsun. Önceki gibi daimi ve yürekli, hoş görünümlü ve asil davranışlı olmalılar ama şimdi eğitimin iyileştireceği doğal bir yetenekleri de olmalı. Bu demek oluyor ki çabuk öğrenen, zihinsel zahmete dayanıklı, kuvvetli hafızalı, sağlam, çalışkan, zihinsel becerilerle ahlaki becerileri birleştirebilen, kusurlu ve taraflı olmayan, bedensel egzersizlerde sapasağlam, zihinsel olanlarda uyuşuk ya da tam tersi olmayan; sahtelikten nefret eden ama bilinçsizce sürekli cahilliğin bataklığında debelenen yaralı bir ruh değil; alçak ya da çürük biri değil ama kolları bacakları güçlü ve zihnin büyük jimnastik denemelerine hazır durumda olmalı. Adalet bu tür kişilerde kolayca bulunabilir ve bu kişiler devletimizin kurtarıcısı olur. Başka türden öğrenciler felsefeyi yalnızca şu an olduğundan daha gülünç duruma sokarlar. Coşkum için bağışlayın, heyecanlanıyorum fakat onu ayaklar altına alınıp ezilmiş hâlde görünce onu bu rezil duruma sokanlara öfkeleniyorum. “Olman gerekenden daha heyecanlı olduğunu fark etmemiştim.” Ama öyle hissettim. Şimdi, öğrencilerimizin seçiminde başka bir hususu unutmayalım: Genç olmalılar, yaşlı değil. Çünkü Solon’un, yaşlı bir adamın sürekli öğrenebileceği sözü yanlış anlaşılmıştır. Gençlik öğrenme ve çalışma zamanıdır, zihnin, özgür ve narin olduğunu ve vücudun öyle olmadığını, ayrıca, kabul edilmeyecek kadar zor şartlarda çalışmaması gerektiğini unutmayalım. Öğrenme, ilk etapta doğal eğilimin keşfedildiği bir tür oyun olmalıdır. Savaşa hazırlanırken genç köpekler önce yalnızca kan tadı almalıdırlar fakat iki üç yıl boyunca yaşamı yalnızca uyku ve bedensel egzersize bölen gerekli beden eğitimi bittiğinde ruhun eğitimi ciddi bir mesele olur. Yirmili yaşlara gelindiğinde eğitimlerinde yeni bir dönem başlayacak olan, gelecek vadeden öğrenciler seçilmelidir. Şimdiye dek parçalar hâlinde öğrendikleri bilimler birbirleriyle ve gerçek varlık ile ilişkilendirilecektir çünkü bunları birleştirme kuvveti, kuramsal ve diyalektik becerinin sınavıdır. Ve sonrasında otuzlara gelinince duyular dünyasından çıkıp ideaların soyut dünyasına geçebileceklerini belirlemek için bir seçim daha yapılır. Fakat bu noktada, mevcut tecrübeyle değerlendirildiğinde, diyalektiğin birçok kötülüğün kaynağı olma tehlikesi vardır. Tehlike, benzer bir durumda gösterilebilir: Servet ve lüks içindeki bir toplulukta yetişmiş bir insan düşünün. Bir anda öz çocuk olmadığı bilgisini alıyor. O güne kadar tanınmış anne babasını hep onurlandırdı, diğerlerini, yağcıları umursamadı. Şimdi ise tersini yapıyor. İşte bir insanın prensiplerine bu olur. Evde öğrendiği ve üstünde anne baba hâkimiyeti kuran belirli öğretiler vardır. Şimdi onlara suç atıldığını öğrenir. Sıkıntılı bir kişi ona gelir ve “Adil ve iyi nedir?” diye sorar ya da erdemlerin kötü, kötülerin erdem olduğunu ispatlar ve zihni tedirgin olur. Bugüne kadar yaptığı gibi sevmeyi, onurlandırmayı ve onlara itaat etmeyi bırakır. Hazlarla dolu bir hayata ayartılır, kuralsız bir insan ve bir serseri olur. Böyle aferistlerin durumu çok acınasıdır ve otuz yaşındaki öğrencilerimizin bu acımaya ihtiyacı olmaması için genç insanların henüz çok erken felsefe ile uğraşmaması için elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü genç bir adam yalnızca bir görüşle oynayan bir tür köpektir ve her gün fikirlerini çözümleyip durur. Yakında hiçbir şeye inanmamaya başlar, kendinin ve felsefenin itibarını sarsar. Otuz yaşında bir adam bu yolda ilerlemez. Tartışır ve yalnızca karşı çıkmaz. Tutumunun ciddiyeti ile felsefeyi onurlandırır. Ruhun bu ikinci jimnastik eğitimine ne zaman izin vermeliyiz? Diyelim ki beden eğitimi için iki katı süre gereklidir. Otuzda, beş altı yıl ile başlanır ve on beş yıl boyunca öğrencinin mağaraya inmesine ve hayat tecrübesi kazanmasına izin verin. Ellide, nesnelerin sonuna dönsünler ve gözlerini iyi ideasına diksinler, bu düzenden sonra hayatlarını düzenlesinler. Gerekirse devletin dümenine geçsinler ve diğerlerini peşinden gelmeleri için eğitsinler. Zamanı geldiğinde kutsanmış adalara huzur içinde gidecektir. Kurbanlarla onurlandırılacaktır ve Pythia kâhininin onayladığı şekilde bir ibadeti kabul edecektir.

“Sen bir heykeltıraşsın Sokrates ve yöneticilerimiz için kusursuz bir resim çizdin.” Evet ve dadılarımız için çünkü kadınlar erkeklerle her şeyi paylaşacaklar. Ve sen de devletimizin sadece bir heves değil, dünyevi beyhudelikleri küçümseyip yalnızca adalete hizmet eden filozof-krallar yetiştiğinde gerçekleşebileceğini anlayacaksın. “Peki çalışmalarına nasıl başlayacaklar?” İlk adımları on yaşından büyükleri köylere gönderip kalanlarla devam etmek olacak…

Altıncı kitabın başında, Platon filozof ile dünyanın ilişkisine yaptığı açıklamayı önceden yaptı ve bunda, diğer bölümlerde olduğu gibi eğitimde öngördüğü düzeni izledi ve somuttan soyuta doğru ilerledi. Yedinci kitabın sonunda, mağaranın gerçek ışığa ve ateşe açılması ile bilginin bölünmesi görüşüne geri döner. Aynı anda karanlıktan aydınlığa çıkaran bir yol olarak gösterilen diyalektik sürece şöyle bir bakarak önceki konuşmada büyük bir düşünce çabasıyla ancak kazanılmış sonucu samimiyetle bir resimde sergiler. Gölgeler, görüntüler, güneş ve yıldızların sudaki yansımaları, yıldızlar ve güneşin kendisi ayrı ayrı önce, hayal gücü ve şiire; ikinci olarak duyular dünyasına; üçüncü olarak matematiksel bilimlerin donattığı duyuların soyut düşünceleri veya genel olgularına; dördüncü ve son olarak da yeni bir anlam ve güç türeyen birlik ideasında görüldüğündeki aynı soyut düşüncelere karşılık gelir. Gerçek diyalektik süreç, gerçek yıldızların derin düşünceleriyle başlar, önemsiz yansımalarıyla değil ve güneşin ya da iyi ideasının yalnızca ışığın değil sıcaklık ve büyümenin de kaynağı olarak fark edilmesiyle biter. Bilginin bölümlerine eğitimin aşamaları kısmen cevap verir: İlk olarak, şairlerin düşüncesinde ve devletin yasaları ile geleneklerinde çocukluk ve gençlik çağında başlayan bir ilk eğitim vardır. Daha sonra, savaşçı bir sporcu ve zihne hizmet eden biri olmak için verilen beden eğitimi; üçüncü olarak da bir müddetten sonra hayatın sonraki döneminde, matematikle başlayıp genellikle felsefe ile devam eden bir eğitim bunu takip eder.

Platon için felsefenin iki büyük amacı olduğu görünür: Öncelikle, soyut düşünceleri gerçekleştirmek; ikinci olarak onları birleştirmek. Ona göre, gerçek eğitim insanı “dönüşmek”ten “olma”ya ve bütün varlığın kapsamlı bir araştırması olmaya götüren şeydir. Duyular azalana ve yalnızca genel olgu kalana kadar insan, zihninde her şeyin içinde evrensel olanı görme becerisini geliştirmeyi arzular. Daha sonra ise, duyudan bağlantısı kesilen ve onların aralarındaki ilişkilerin dilin ortak kullanımından başka temeli olmadığını algılayamayan evrensel olguları birleştirmeye çalışır. Soyut düşüncelerin, Hegel’in dediğine göre, “sadece soyut düşünceler” olduğunu asla anlamaz. Bilgilerin düzenlenmesinde kullanıldığında faydalı olduklarını ama ondan ayrı veya herhangi bir hayalî iyi ideası ile ilgili olarak sürdürüldüğünde bilginin özetine hiçbir şey eklemediğini anlamaz. Yine de soyut düşünceler becerisinin uygulanması, gerçeklerden ayrı olarak zihni genişletmiş ve insan ırkının eğitiminde önemli bir rol oynamıştır. Platon, bu becerinin önemini takdir etmiş, sayı ve bağıntı çalışmalarıyla ona ivme kazandırılabileceğini görmüştür. İçinde karşıtlık veya oran olan her şey yansıma ile akıl çeler. Sadece duyuların etkisi hiçbir düşünce ya da zihin gücüne yol açmaz fakat fark edilir nesneler kıyaslanmayı ve ayırt edilmeyi hak ettiğinde felsefe başlar. Aritmetik bilimi ilk olarak bu ayrımları ortaya atar. Sıralamada sonra gelenler düz geometri ve katı cisimler geometrisinin bilimleridir, daha sonra ise bir branşı da astronomi ya da katmanların uyumu olan hareket eden katı cisimler gelir ki buna, seslerin uyumu olan kardeş bilim de eklenir. Platon aynı zamanda, kimyada ve doğa felsefesinde de kullandığımız, Pisagorcular, hatta Aristo’nun da ahlak ve siyasette kullandığı, aritmetik ve geometrik oranın ahlaktaki ayrımı, (V. Kitap) sayısal ve oransal eşitliğin siyasetteki ayrımı gibi aritmetik ve matematiksel oranların farklı uygulamalarını da üstü kapalı söyler.

Günümüz matematikçisi Platon’un saf matematiğin niteliklerine duyduğu sevinci kolaylıkla anlayabilir. Şunları onunla birlikte söylemeye gönülsüz değildir: Cenneti rahat bırakın ve sayılar ile şekillerin içindeki güzellikleri çalışın. Onların uygulamalarını sanata da düşürmeye meyilli olacaktır. Platon’un, içinde şekillerden vazgeçildiği bir geometri algısı olduğunu; böylece uzak ve karanlık bir şekilde genel bir analiz tarzıyla çalışan geometrik problemlerin ihtimalini öngörüyor gibi göründüğünü gözlemleyecektir. Hay Allah! Platon döneminde devletin yardımıyla teşvik edilmeyen katı cisimler geometrisinin tersten durumunu ilgiyle belirtecektir ve Platon’un zihninin kavrayışını, onun dünya ve gök kubbe de dâhil bir katı cisimlerin hareket bilimini anlama becerisinden fark edecektir, kinayenin zaten yapıldığı üstü kapalı anlamı, astronomiye ve harmoniğe ek olarak katı cisimlerin hareketi biliminin başka uygulamaları da olabileceğini de unutmadan. Yine de Platon’u, bilimlerin zar zor var olduğu o zamanlarda birbirleriyle, iyi ideasıyla veya gerçek ve var oluşun yaygın prensibi ile ilişki içinde incelenmeleri gerektiğini söylemeye iten kapsamlılıkta takılı kalacaktır. Fakat aynı zamanda, (belki de şaşkınlık duymadan) fiziksel ve matematiksel bilginin o aşamasında Platon’un gök kubbeyi matematiksel problemlerle önsel olarak inşa edebileceğini ve seslerin insan kulağına uyumuna bakmaksızın ahenk prensiplerini belirleyebileceğini düşünme hatasına düştüğünü görecektir. Aldanma, o dönemde ve ülkede doğal bir şeydi. Astronomi ve harmoniğin basitliği, kesinliği, duyular dünyasının çeşitliliği ve karışıklığına karşıt gibi göründü. Böylece Platon, orta seviye gerçek temeli olduğu durumu, bazı sonunda test edilmesi gereken uzaklık, zaman veya titreşim ölçülerini gözünden kaçırmıştı. Newton’ın çağdaş eskileri de aynı büyüklükte hatalara düşmüşlerdir ve günümüz astronomisinin büyük bir kısmının yardımıyla astronomik keşiflerin yapıldığı soyut dinamikten oluştuğunu göz önünde bulundurduğumuzda, Platon’un çok fazla yanıldığı ve konuya kâhince bir tür bakış açısı getirdiği neredeyse hiç söylenemez.

Metafizik filozofu bu açıdan bakıldığında matematiği; dikkat gücünü arttıran, düzen hissi ve yapım becerisi geliştiren, zihnin basit bir formül altında fiziksel fenomenlerin nitel farklarını kavramasını sağlayan bir eğitim aracı olarak görür. Fakat onların eğitimdeki değerini kabullenirken aynı zamanda onların bizim yüksek ahlaki ve düşünsel fikirlerimizle bir yakınlığı olmadığını görür. Platon’un onları bağlamak için yaptığı girişimde, eski Pisagorsal fikirlerin etkilerini kolayca görebiliyoruz. İdeal sayılardan bahsettiğini varsaymanın bir nedeni yoktur. Gerçek ve ayrı bir varlığı bağladığı, “bu sanatın hocaları”nın (büyük ihtimalle Pisagorculardan bahsediyor) da onaylayacağı gibi daha alt bölünme girişimlerinin hepsini geri püskürten ve birlik ile tüm diğer sayıların mutlak olarak algılandığı, salt soyut düşünce olan sayıları tarif etmektedir. Sayıların gerçeği ve kesinliği, fenomenlerden bağlantısız tutulduğunda, onlara eski bir filozofun gözlerinde bir tür kutsallık vermiştir. Düzen ve sabitlik idealarının, Timaeus’a göre “hatalı yaşamlarını onlara göre düzenlemeyi öğrenebilecek” insanların zihinlerinde ne kadar fazla ahlaki ve yücelten bir etkisi olduğunu söylemek de kolay değildir. Eski Pisagorcu ahlak sembollerinin bugün bizde mecazlar olarak hâlâ var olduğu gerçeği dikkate değer. Ve modern zamanlarda dünyanın evrensel yasalarla kaplı olduğunu görenler aynı zamanda çağdaş felsefenin Platon’un, her şeyin kaynağı ve ölçüsü, aynı zamanda sadece soyut bir fikir (Philebus) olan iyi ideasındaki bu son sözünün öngörüsünü de görebilirler.

İki paragrafın daha özel açıklamalar gerektirdiği görülür. İlk olarak, görüş analizi ile ilgisi olan. Bu kısımdaki güçlük diğer birçoğu gibi eski ve modern düşünürlerin arasında yaygın olan düşünce biçimleri arasındaki farklarla açıklanabilir. Bize göre duyu algıları, onlara eşlik eden zihin eylemlerinden ayrılamaz. Şekil, renk, mesafe bilinci, onlara aracı olan basit algılamadan ayırt edilemez. Oysaki Platon’a göre algı, Heraklitosçu algı akışıdır; nesnelerin görüntüsü kendilerini deneyimlenen görüşe sundukları düzende değil, bir yenidoğanın yarı uyanık gözüne karışık ve bulanık görünmeleridir. Zihnin ilk hareketi bu kaosu düzene sokma denemesinden çıkar ve algının etkilerinin düzenlenebileceği farklı fikirleri şekillendirmek için mantık gereklidir. Böylece şu soru ortaya çıkar: “Büyük olan nedir? Küçük olan nedir?” ve görünen ile anlaşılır olanın ayrımı başlar.

İkinci zorluk Platon’un harmonik ile ilgili düşüncesiyle alakalıdır. Harmonistlerin üç sınıfı onun tarafından şöyle ayrılır: İlk önce, bir önceki müzik tartışmasında Damon’a yaptığı gibi danışmayı teklif ettiği Pisagorcular. Sanatın uzmanları olarak kabul edilirler fakat hep birlikte onun daha ileri öneminin ve iyiyle ilişkisinin bilgisinde eksiktirler. İkinci olarak, Glaukon’un kafası karışmış görünen ve hem onun hem Sokrates’in sesler arasındaki boşluklarla sadece oskültasyonla deney yaptıklarını söylediği salt empirikler. Bu iki grup da Platon’un, tamamen soyut bir şekilde çalışılması gereken ahenk ideasını açıklamakta, önce problemler yöntemiyle, ikinci olarak da evrensel bilginin iyi ideasıyla ilişkisinin bir parçası olarak açıklayarak çeşitli derecelerde yetersiz kalırlar.

Alegorinin felsefi olduğu kadar siyasi bir anlamı da vardır. Mağara, siyaset veya hukukun dar bir kısmını temsil eder (Theaitetos’taki filozof ve avukat tanımıyla kıyaslayın.) ve sonsuz fikirlerin ışığının, alt dünyaya dönenlerin zihinlerinde rahatsız edici bir etki bırakması gerekmektedir. Diğer bir deyişle, onların prensipleri pratikte uygulamak için çok geniştir. İşleri bugünleyken geçmişte ve gelecekte çok uzağa bakmaktalardır. İdeal olan, gerçek hayatın koşullarına indirgenemez ve genellikle onlarla uyumsuzdur. Ve ilk olarak geri dönenler, gölgelerin ölçüsünde mağaradakilerle rekabet edemezler ve onlar tarafından alaya alınıp eziyet edilirler. Fakat bir süre sonra mağaradaki şeyleri hiç yukarı çıkmamış olanlardan daha gerçek oranlarda görürler. Filozof olmuş siyasetçi ile siyasetçi olmuş filozof arasındaki fark, iki tür bozuk görüşle sembolize edilir; biri karanlıktan aydınlığa geçmiş bir tutsak iken diğeri mağaraya inen ahbaplarının iyiliği için kendi isteğiyle ilahi elçidir. Parlak ışığın aşağıdaki dünyanın sakinlerine ne şekilde doğduğu veya iyi ideasının siyasetin nasıl yol gösterici ilkesi olduğunu Platon açıklamamıştır. Glaukon’un ısrarla bilgilenmek istediği diyalektiğin özellikleri ve bölümleri gibi, belki açıklamanın önceki bilimlerden bir öğrenci hariç kimseye verilemeyeceğidir. (Sempozyum)

Devlet’in bu kısmındaki pek çok örnek, günlük hayatta ve çağdaş siyasatte de görülebilir. Çünkü bizim aramızda da görüşü iki farklı şekilde bozulmuş iki tür siyasetçi veya devlet adamları olmuştur. İlk olarak, Burke’ün deyişiyle “genel ilkelerin atfedildiği” büyük adamlar olmuştur. Bunlardan bazıları, J. S. Mill veya Burke’ün kendisi, siyasetçi olmadan önce kuramcı veya filozof olmuşlardır. Ya da tarih öğrencileri olup 1688’deki İngiliz Devrimi gibi büyük tarihi benzerliklere yol açmışlardır. Ya da muhtemelen Atina demokrasisi veya Roma Emperyalizmi’nin, modern olaylara baktıkları araç olmasına yol açmışlardır. Ya da belki bazı var olan kurumların uzun, çıkıntılı gölgeleri onların görüşlerini bulandırmıştır. Geleceğin Kilisesi, geleceğin Milletler Topluluğu, geleceğin “Toplum”u onların zihinlerini o kadar aldı ki o günün siyasetinin gerçek büyüklüğünü göremez oldular. Özgürlük, eşitlik, büyük kitlelerin büyük mutluluğu ya da bütün insanlığın kardeşliği gibi büyük fikirlerle kendilerinden geçtiler ve artık fikirlerin uygulamada sınırlandırılması ya da insan hayatının koşullarıyla uyumlu olması gerektiğini düşünmeye önem vermediler. Işıkla doludurlar fakat ışık onlar için yalnızca parlak bir sis veya körlüktür. Neredeyse herkes, her şeyi yanlış mesafede ve yanlış büyüklükte gören yarı eğitimli ve coşkulu bir insan tanımıştır.

Bu göz bozukluğu bir diğeriyle zıt olabilir: Çok uzak mesafeyi göremeyen ama yakını görebilen biri; bütün hayatını bir işe veya mesleğe adamış biri; kendi grupları veya cemaatleriyle sınırlı olan biri. Bu tür insanlar için kendilerinin veya sınıflarının çıkarından başka evrensel bir olgu, kendi gibilerinin fikirleri dışında ilkeleri ya da sokaklarda veya derneklerinde öğrendiklerinden öte bilgi yoktur. Yüksek bir görev üstlenmek için, esnaflıktan generallere ya da siyasetçilere dönüşmek, öğretmenlikten filozofa dönüşecekleri daha büyük bir dünyaya gönderildiklerini varsayalım. Ya da bir anda hayatlarında ilk kez onlara daha üst bir Tanrı fikri ve manevi bir dünyanın varlığını gösteren içsel bir ışık aldıklarını hayal edin, bu ani dönüşüm veya değişim ile onların günlük hayatları bozulmaz ve öte yandan, insani konulara daha kapsamlı bir görüş benimsemelerine rağmen onların pek çok eski ön yargıları ve darlıkları hâlâ onlara yapışık kalır mı? Bunlara benzeyen örneklerden Platon’un iki tür bozukluğa maruz kalan görüş ile neyi kastettiğini öğrenebiliriz.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 1161 форматов)