banner banner banner
Hz. Muhammed, Halifelik, Dört Halife ve Hz. Hasan
Hz. Muhammed, Halifelik, Dört Halife ve Hz. Hasan
Оценить:
 Рейтинг: 0

Hz. Muhammed, Halifelik, Dört Halife ve Hz. Hasan

Ebedî Işık 571’de Doğdu

İnsanlara gönderilen peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed böyle bir toplumun içinden çıktı. Kur’an’da da anlatılan Fil olayından elli beş gün sonra, 571 yılında, 20 Nisan gününe karşılık gelen Rebiyülevvel’in 12’sinde, pazartesi günü Mekke’de dünyaya geldi.

Soyu, Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’e nispetle İsmailîler diye de anılan ve iki büyük Arap topluluğundan birini teşkil eden Adnaniler’e dayanmaktadır.

Dedesi Abdülmuttalib, Mekke’nin en değerli su kaynağı olan Zemzem Kuyusu’nu yeniden ortaya çıkarıp onardığı sırada Kureyş’in bir kısım eşrafı tarafından hakarete uğrayınca, Allah’a yemin etti ve on oğlu olduğu takdirde birini kurban etmeyi adadı. Çocukları dünyaya gelip verdiği sözü yerine getirmek istediğinde aralarında kura çekti ve kura en küçük oğlu Abdullah’a çıkınca onu kurban etmek istedi. Kararını uygulamak için harekete geçtiğinde yakınlarının tepkisiyle karşılaştı. O da sözüne diyet olarak oğlunun yerine yüz deve kurban etti. Hz. Muhammed, bu olayı ve büyük dedesi Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kastederek kendisini, “Ben iki kurbanlığın çocuğuyum.” diye tanıtmıştır.

Abdullah da babası gibi ticaret ile uğraşan bir insandı. On sekiz yaşına geldiğinde Amine ile evlendi. Amine, Kureyş kabilesi’nin Beni Zühre koluna mensup Vehb b. Abdümenaf’ın kızıdır. Abdullah, Amine ile evlendikten kısa bir süre sonra ticaret yapmak için gittiği Şam’dan dönerken Medine’de vefat etti.

Dünyaya gelmeden önce babasını kaybeden Hz. Muhammed’in adı, annesine rüyasında telkin edilmiştir. Doğumu öncesinde görülen olağanüstü olaylar dışında sünnetli bir şekilde dünyaya gelmesi nedeniyle onun özel bir kişi olduğu konuşulmuştur. Abdülmuttalib torununun doğumu şerefine bir ziyafet vermiştir.

Araplar arasında yeni doğan çocukları süt anneye verme âdetine Amine de uymuş ve emzirmesi için oğlunu önce Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe’ye vermiştir. Daha sonra çölün sağlıklı havasında büyüyüp fasih Arapça öğrenmesi için Hevazin kabilesi’nden Halime’ye verildi.

Hz. Muhammed’e iki yıl süreyle bakan Halime, iki yılın sonunda annesine teslim etmek üzere onu Mekke’ye getirir. O sırada Mekke’de veba salgını olduğu için oğlunu korumak isteyen Amine, oğlunun bir süre daha Halime’de kalmasını ister. Hz. Muhammed’i yanına aldıktan sonra bolluğa kavuşan Halime, beş yaşına kadar ona bakar.

Hz. Muhammed altı yaşına girdiğinde cariyesi Ümmü Eymen’le birlikte onu yanına alan Amine, akrabalarını ve eşinin kabrini ziyaret etmek üzere Medine’ye gitti. Eski adı Yesrib olan Medine’de bir ay kadar kalan Amine, Mekke’ye dönmek için yola çıktığında Medine’nin 190 kilometre dışında kalan Ebva mevkisinde hastalanıp hayatını kaybetti. Böylece Hz. Muhammed, yetim olarak geldiği dünyada altı yaşında öksüz kaldı.

Torununun sorumluluğunu üstlenen Abdülmuttalib, ona öksüzlüğü hissettirmemeye çalıştı. Abdülmuttalib, Hz. Muhammed sekiz yaşına geldiğinde hayata gözlerini kapadı. Ölmeden önce de torununu oğlu Ebu Talib’e emanet etti. Ebu Talib, çocukları çok seven biriydi. Muhammed’i de kendi çocuklarından ayrı tutmadı.

Mensubu olduğu Kureyş Kabilesi’nden olan kişiler ticaretle uğraşıyordu. O da kumaş ve tahıl ticareti yapan amcası Ebu Talib’e yardım ederek ticaret hayatına başladı. Mekkeli diğer erkekler gibi ilk ticaret seferine dokuz yaşında çıktı. Suriye’ye giden bir kervan ile yola çıkan Hz. Muhammed, burada Busra denilen köyde konakladı. O konaklama esnasında kendisindeki olağanüstü özellikleri fark eden Bahira adındaki rahibin, Şam’da bulunan Yahudilerin ona zarar verebilecekleri uyarısıyla Busra’dan daha ileri gitmedi.

Büyüdüğü ortamda Ebu Talib’in işlerine yardım etti. On yaşında iken onun koyunlarını da güttü. Peygamber olduktan sonra kendisine yöneltilen bir soru üzerine her peygamberin koyun güttüğünü söylemiştir.

Mekke, coğrafi konumu yanında toprak yapısı ve bitki örtüsü yönünden ziraat ve hayvancılık yapmaya uygun değildi. Aşırı sıcak oluşu ve yeterli su kaynağı bulunmaması nedeniyle tarım ve hayvancılık yapmak mümkün değildi. İnsanlar, bu nedenle ticaret yaparak geçimlerini temin etmek zorundaydı. Tarım, daha çok güneyde, doğuda ve Hicaz’ın Medine, Hayber, Taif ve Vadilkura gibi vahalarında yapılabiliyordu.

Arabistan’da ticaretin en canlı olduğu dönemler, fuar zamanları idi. Habeşistan ve Yemen gibi Mekke’den uzak bölgelerde yapılan fuarlara katılmak için o da yolculuklar yaptı. Böylece bir yandan ticaret ile uğraşırken, diğer yandan Arabistan’ın ekonomik, sosyal ve kültürel yapısını öğrenme imkânı buldu.

Yaşı yirmiye geldiğinde büyük mal sahiplerinden, kendi malını işletmesi için ona teklifte bulunanlar oldu. Dürüstlüğü, samimiyeti ve emaneti koruması ona olan güveni giderek arttırdı. Onun Hz. Hatice ile evlenmesine de ticaret vesile oldu.

Hz. Hatice, önceki iki kocasını kaybetmiş, dul bir kadındı. Zengin ve soylu bir hanım olan Hz. Hatice, çevresindeki insanların tavsiyesi ile Hz. Muhammed’e malını işletmesi karşılığında ortaklık teklifinde bulundu. Aralarında yaptıkları anlaşma sonrasında Suriye’ye götürdüğü kervanla kârlı bir ticaret yaptı. Sonuç Hz. Hatice’nin ona olan güvenini arttırdı. Hz. Muhammed 25 yaşına girdiğinde Hz. Hatice’den, Nefise binti Ümeyye adlı kadın aracılığı ile evlilik teklifi aldı. Evlendikten sonra Hz. Muhammed, bir rivayete göre kendisinden 15, diğer bir rivayete göre 3 yaş büyük olan Hz. Hatice’nin evine taşındı.

Hz. Muhammed, kendisine peygamberlik görevi verilene kadar adına leke getirmeden yaşamış bir insandı. Hep doğruyu söylemesi sebebiyle “Emin” lakabını alan Hz. Muhammed’in hayatında peygamberlikten önceki en önemli olaylardan biri 605 yılında meydana geldi. O yıl, Kâbe, Kureyşliler tarafından yeniden inşa edilmeye başlandı. İnşaat tamamlanınca Hacerülesved denilen siyah taşı yerine kimin koyacağı konusunda anlaşmazlık çıktı ve bu nedenle kabileler birbiriyle çatışma noktasına geldi. Kureyş Kabilesi’nin önde gelen isimlerinden Ebu Ümeyye b. Mugire, Beni Şeybe kapısından Kâbe’ye ilk girecek kimsenin vereceği karara uyulmasını teklif etti. Beni Şeybe kapısından ilk giren kişi Hz. Muhammed oldu. Hacerülesved ona verildi. O da taşı bir örtü içine koyup, bütün kabile üyelerine örtünün bir ucundan tutturarak kaldırdıktan sonra taşı bugünkü yerine koydu. Böylece anlaşmazlığı sona erdirmiş oldu.

“Yaradan Rabb’inin Adıyla Oku!” Emri Geldiğinde Çok Korktu

Ünlü İslam bilginlerinden Muhammed Hamidullah, Hz. Muhammed’e ilk ayet indirilmeden önce Mekke ortamını şöyle anlatmıştır:

“İslam’ın ortaya çıkışından önce Mekkeliler putperest olmakla birlikte, aslında mutlak kudret sahibi, yüce ve tek bir Allah düşüncesine de sahiptiler. Putlar ise Allah’la aralarında aracı durumundaydılar. Merak duygusu, tabii olarak çok az sayıda insanı kendisine çeken Hristiyanlık, Zerdüşt ateşperestliği gibi ‘yabancı’ dinlerin ve ateizm vb. felsefi düşüncelerin girişini kolaylaştırıyordu. Ne tuhaftır ki bu insanlar arasında hiç beklenmeyen bir hoşgörü vardı. Nitekim aynı aile farklı dinlerden bireyleri barındırabiliyordu. Dahası Kâbe’nin çevresinde, Arabistan’ın çok sayıda kabilesini temsil eden yüzlerce put bulunuyordu. Kâbe’nin iç duvarlarına işlenmiş resimler arasında İbrahim’i (a.s.), İsmail’i, (a.s), İsa’yı (a.s), Hz. Meryem’i tasvir eden resimler de bulunmaktaydı.”

Kâbe’de Arabistan’daki her bir kabileye ait üç yüz altmış put bulunmaktaydı ve o, hiçbir putun önünde eğilmedi. Bu putların en büyükleri, Lat, Uzza, Menat ve Hubel idi. Menat’a; Ensar kabileleri, Sa’d ve Huza kabileleri tapardı. Lat putu Taiflilerindi. Uzza; Gatafan, Gânî ve Bahîle kabilelerine aitti. Kırmızı akikten yapılmış Hubel ise Kureyş Kabilesi’ne aitti. Bunların dışında İs’af, Naile, Vedd, Suva, Yağûs ve Ya’ûk vb. adlarla meşhur başka putları da vardı.

O, Hz. İbrahim’in dini üzere yaşamaya çalışan az sayıdaki Hanif inancına mensup insan gibi inanıyordu. Hanifler, Allah’ın birliğine inanırlar, putlara ibadeti reddederler, hesap gününe itikat ederler, cahiliye âdetlerini kabul etmezlerdi. O nedenle ibadet etmek için çoklukla Mekke dışına çıkarlardı. Hz. Muhammed de ibadet etmek istediği zaman Hira Dağı’nda kendisiyle baş başa kalıyordu. Peygamberlik görevinden birkaç yıl önce Hira Dağı’na daha sık çıkmaya başladı. Yiyeceği tükenince Mekke’ye iniyor, Kâbe’yi tavaf ediyor ve yiyecek alarak mağaraya dönüyordu. Bazı zamanlar Hz. Hatice’yi de yanına alıyordu.

610 yılının Ramazan ayında, Kadir Gecesi ilk vahiy indirildi. Vahiy meleği olan Cebrail, Hira Dağı’nda bulunduğu gün, “Yaratan Rabb’inin adıyla oku!” anlamındaki ilk ayeti ona tebliğ etti. Bu olay onda korku, endişe ve heyecan uyandırdı. Hira Dağı’ndan inip Hz. Hatice’nin yanına gitti ve yatağa girerek Hz. Hatice’den üstünü örtmesini istedi. Kalktığında sakinleşti ve başına gelenleri teker teker anlattı. Ona ilk inanan Hz. Hatice oldu.

Hz. Hatice’nin amcası Varaka bin Nevfel, kutsal inançları bilen, bilge bir kişiydi. Hz. Hatice, Hz. Muhammed’i ona götürdü. Hira Dağı’nda başından geçenleri dinledikten sonra kendisine gelen meleğin bütün peygamberlere vahiy getiren melek olduğunu söyledi.

Varaka bin Nevfel’in açıklamalarıyla gönlü sakinleşen Hz. Muhammed, Cebrail’in ikici kez gelişini beklemek için sık sık Hira Dağı’na gitmeye başladı. Uzun süre Cebrail’in gelmeyişinden ümitsizliğe kapılan Hz. Muhammed, bir gün Hira’daki mağaradan dönerken Cebrail’i tekrar görünce korku ile evine gitti. Cebrail evinde karşısına çıkarak ona Müddessir suresi’nin ilk ayetlerini okudu. Bu ayetlerde artık ilahi tebliğleri insanlara ulaştırma zamanının geldiği haber verildi.

Hz. Peygamber, o andan itibaren insanları gizli gizli İslam’a davet etmeye başladı. Üç yıl süren bu davet sırasında İslam’a ilk inananlar, eşi Hz. Hatice, ardından yakın dostu Ebu Bekir, amcası Ebu Talib’in oğlu Ali, Zeyd b. Harise, kızları Zeyneb, Rukiyye ve Ümmü Gülsüm oldu.

Üç yıl süren gizli davet sırasında cennetle müjdelenen sahibiler de ona inandılar. Bu dönemde kendine inananlarla evinde veya Mekke dışındaki tenha yerlerde buluşan Hz. Muhammed, kendisine gönderilen ayetleri de onlara izah ediyordu.

İslam inancının gizli gizli yayılışı Ömer b. Hattab’ın Müslüman olmasına kadar devam etti. Hz. Ömer’in Müslüman oluşu ile birlikte İslam’a davet açıktan yapılmaya başlandı. Müslümanlar ile müşriklerin ilk çatışmaları da bu aşamada başladı.

Mekke bir ticaret merkeziydi. Kâbe, Mekke dışındaki kabilelerin putlarını sakladıkları merkez idi. Kureyşliler, Hz. İbrahim ve İsmail’den beri devam eden hac ve umre ibadetlerini idare ediyor ve bu faaliyetten dolayı ciddi bir gelir elde ediyorlardı. Hz. Muhammed’in Allah’a şirk koşulmamasını tebliğ etmesi, Mekke’nin iktisadi gelir kapısına bir darbe anlamına da geliyordu.

Hz. Muhammed hakikat sözcülüğüne, akrabalarını davet ile başladı. Kureyş kabilesi’nden Haşimoğulları ve Muttaliboğulları’ndan kırk beş kişiyi bir davette buluşturdu ve peygamberliğini tebliğ etti. Amcası Ebu Leheb, “Kabilesine senin getirdiğin gibi kötü şey getiren birini görmedim!” diyerek ortamı terörize edip daha fazla konuşmasına fırsat vermedi. Hz. Muhammed’in bu davetini, Mekke’nin diğer ileri gelenlerine verdiği davetler takip etti. Bu davetlerde her seferinde karşısına amcası Ebu Leheb çıktı. Onu amcasının muhalefetine karşı koruyan ise diğer amcası Ebu Talib oldu.

Kur’an’da da anlatıldığı üzere Ebu Leheb karısıyla birlikte Resul-i Ekrem’e daima muhalefet etti. Mekke’ye dışarıdan gelen kişilerin onunla temasını engellemeye çalıştılar. Onlar karşı çıktıkça insanların Hz. Muhammed’in anlattıklarına ilgisi giderek artıyordu. İnsanların artan ilgisi, Kureyş’in ileri gelenlerini iyice endişeye sevk ediyordu. Puta tapıcılığın ortadan kalkması, Araplar arasındaki saygınlıklarının ve ticari gelir kapılarının yitirilmesi demekti. Onlar ısrarla atalarının dininde yaşamak istiyorlardı.

Dönemin Arap toplumunda maddi güç ve kabile asabiyesine dayalı bir üstünlük anlayışı hâkimdi. Fakirlerin emeğinin sömürüldüğü adaletsiz bir düzen vardı. Hz. Muhammed, toplumun ezilen kesimlerinin sözcüsü gibi ortaya çıkınca, değişim için bir umut ışığı doğmuştu. Alkolizmin, kadın istismarının yaygın olduğu toplumdaki bu davranışları yeni peygamber eleştiriyordu. Bütün insanların doğuştan birbirlerine eşit oldukları söylemi Arap toplumundaki dengeleri sarsacak nitelikteydi. Bu nedenle statükoyu korumak isteyenler yeni dine inananlara eziyet etmeye başlamışlardı. Öncelikle onu hakaret ve alay yoluyla sindirmeye çalışanlar, süreç içinde tepkilerinin dozunu şiddet boyutuna ulaştırdılar.

Kureyşliler, yaptıkları eziyetlerden sonuç alamayınca bir çare olarak Ebu Talib’den yardım istediler. Ebu Talib, yardım taleplerinin ilkini gönül alıcı sözlerle geçiştirdi. Yardım talebinde bulunanlar ikinci seferde tehdit edici ifadeler kullandılar. Bunun üzerine Ebu Talib, Hz. Muhammed’i yanına davet etti ve baskılara daha fazla direnemeyeceğini söyledi. Amcasının da kendisini yalnız bıraktığı hissine kapılan Hz. Muhammed o an, “Bu işten vazgeçmem için güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler hiçbir şey değişmez, Allah bu dini üstün kılıncaya kadar çalışacağım veya bu uğurda öleceğim!” dedi. Yeğeninin sözlerinden etkilenen Ebu Talib, ona hak verdi ve “Git istediğini söyle, Allah’a and olsun ki seni asla onlara teslim etmeyeceğim!” dedi.

Ebu Talib’e son gelişlerinde Hz. Muhammed’i kendilerine teslim etmesini isteyen Kureyşliler, “Yeğenini bize teslim et, onun yerine Velid b. Mugire’nin oğlu Umare’yi sana evlat olarak verelim.” dediler. Tabii Ebu Talib, bu öneriyi de reddetti. Bunun üzerine Kureyşliler Hz. Muhammed’e doğrudan öneride bulunup, Mekke’deki düzeni bozmaması karşılığında her türlü imkânı kendisi için seferber edecekleri sözünü verdiler. Yaptıkları tüm bu girişimlerden sonuç alamayınca Müslümanlara karşı tavırlarını sertleştirmeye başladılar. Sertleşen tavırların başında Müslümanlarla her türlü temasın kesilmesi, onların tecrit edilmesi ve yaşadıkları mahallenin ablukaya alınıp aç bırakılması da vardı.

Hz. Muhammed, kendisine inanan kimselere yapılan işkencelerin dozu artınca, Hz. Osman ve eşi Rukiyye’nin de aralarında bulunduğu on beş kişilik grubun 615 yılında Habeşistan’a göç etmesine izin verdi. İslam’da ilk hicret olarak önem taşıyan bu olay üzerine İslam inanışının ilk mesajları da Afrika’ya ulaşmış oldu. Hz. Osman bir yıl sonra Mekke’ye döndükten sonra karşılaştıkları durumu Hz. Muhammed’e anlattı. Bunun üzerine yüz sekiz kişilik ikinci bir grup Habeşistan’a göç etti.

Kureyşliler, maddi ve manevi işkencelerle Hz. Muhammed’e inananların önünü kesmeye çalışırken, diğer yandan Habeşistan’a göç edenleri geri almak için Kral Necaşi’ye elçi gönderdiler. Necaşi’nin kendisine sığınanları iade etmemesi üzerine hayal kırıklığına uğrayan Mekkeliler, bir süre sonra Ebu Talib’in mahallesindeki ablukayı gevşettiler. Müslümanlara karşı boykotun gevşemesi üzerine Habeşistan’a giden göçmenlerden otuz üçü 620 yılında Mekke’ye döndü. Habeşistan’daki göçmenlerin kalan kısmı da 628 yılında Medine’ye döndü.

Hz. Hamza ile Hz. Ömer’in Müslüman olması ile Mekkelilerin morali çok bozulmuştu. Bu nedenle Hz. Muhammed taraftarlarına karşı daha şiddetli mücadele kararı aldılar. Gözlerini iyice karartan Mekkeliler, Hz. Muhammed’in mensup olduğu Haşimoğulları ve Muttaliboğulları ailelerini de düşman ilan ettiler. Hz. Muhammed’in, inadından ötürü peygamberlik iddiasında bulunduğunu düşünen Mekkeliler, akrabalarına baskı yaptıkları takdirde sonuç alabilecekleri vehmine kapıldılar. Mekkelilerin ilan ettiği düşmanlık çerçevesinde Ebu Leheb ve ailesi dışında bütün Haşimoğulları ve Muttaliboğulları ablukaya alındı. 616 yılında başlayan abluka döneminde Hz. Hatice’nin ve Ebu Talib’in bütün serveti tükendi. Hac mevsimi dışında onlarla her türlü ticari ilişki yasaklandı. Büyük yokluk ve açlığa sebep olan abluka, 619 yılında kaldırıldı.

Amcasını ve Eşini Aynı Yıl Kaybetti

Hz. Muhammed’in hayatının en sıkıntılı yılı, vahyin gönderilişinin onuncu yılı oldu. O yıl, Hz. Hatice ve amcası Ebu Talib üçer gün arayla vefat etti. “Hüzün Yılı” denilen 620 yılında Kureyşlilerin Hz. Muhammed’e karşı tavırları giderek sertleşti. Mekke içinde tebliğ imkânının kalmaması üzerine Hz. Muhammed, Mekke dışındaki kabilelere İslam’ı anlatmaya başladı. Zeyd b. Harise’yi yanına alarak önce Taif’e giden Hz. Muhammed, burada saldırı ve hakarete uğradı. Mekke’ye döndüğünde Nevfeloğulları’nın reisi Mut’im b. Adî’nin himayesiyle Mekke’ye girebildi.

İslam’da üç aylar denilen recep, şaban ve ramazan ayları aynı zamanda haram ayları olarak kabul ediliyordu. Araplar arasında bu üç aylık dönemde savaş yapılması yasaktı. Aynı zamanda bu aylar alışverişin arttığı panayır aylarıydı. Arabistan’ın dört bir yanından insanlar Mekke’ye geliyor, ticaret yapıyor, Kâbe’deki putlarına tapınıyorlardı. Hz. Muhammed’in de Arabistan dışından gelenlerle en yoğun temas ettiği dönem bu aylarda oluyordu. Bu temaslarının en verimlisini 620 yılında Medine’den gelenlerle kurdu. Hazrec Kabilesi’ne mensup altı kişilik bir grup İslam inancını benimsedi. İçlerinden Es’ad b. Zürare, Yesrib’e dönerek bu yeni dini anlatıp bir yıl sonra tekrar Akabe’de Resul-i Ekrem’le buluşma sözü verdi. Yardım edenler anlamına gelen ensar toplumunun nüvesini oluşturan bu altı kişinin faaliyetleri neticesinde 621 yılında onu Hazrec Kabilesi’nden, ikisi Evs Kabilesi’nden olmak üzere on iki Medineli Hz. Muhammed ile gizlice Akabe’de buluştu. Birinci Akabe Biatı denilen bu buluşmada Medineli Müslümanlar, Hz. Muhammed’e Allah’a ortak koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, birbirlerine iftirada bulunmayacaklarına, Resulullah’ın emirlerine uyacaklarına dair söz verdiler. Hz. Muhammed, Medinelilere İslam’ı öğretmesi ve namaz kıldırması için Mus’ab b. Umeyr’i onlarla birlikte gönderdi. Mus’ab bin Umeyr’in çalışmaları neticesinde Medine’deki Müslümanların sayısı arttı.

Medine’ye Göç Etmek Zorunda Kaldı

Vahyin on üçüncü yılı, İslam tarihinde bir dönüm noktasını teşkil etti. 622 yılında Medine’den Mekke’ye gelen Müslümanların sayısı 25’i buldu. Onlar, Akabe’de buluştukları Hz. Muhammed’e yeniden biat ettiler. İkinci Akabe Biatı denilen bu buluşma sırasında Medineli Müslümanlar Hz. Muhammed’i kendi şehirlerine davet ettiler.

Artık Mekke’den göç etmenin zamanı gelmişti. Bunun için önce Mekke’deki Müslümanların emniyetli bir şekilde Medine’ye göç ettirilmeleri gerekiyordu. Bunun toplu bir göç olduğunun anlaşılmaması için belirli aralıklarla yola çıkıldı. Buna rağmen Mekkeli müşrikler Müslümanların kendilerini terk ettiklerini anladılar. Gidenleri durdurmak için hapis dâhil her türlü engeli çıkartmaya çalıştılar. Yine de engel olamadılar. Geride sadece Hz. Muhammed, Ebu Bekir ve ailesi, Hz. Ali ve annesi, ayrıca göç etmeye gücü olmayanlar ile hapsedilerek göç etmeleri engellenenler kaldı.

Müslümanların Medine’ye göç etmeleri, müşrikleri geleceğe ilişkin iyice endişeye sevk etti. Medine’ye göç eden Müslümanların gün gelip orada çoğalacağını ve kendileri için tehdide dönüşeceğini düşünüyorlardı. Bu nedenle Darünnedve’de toplanıp Ebu Cehil’in teklifiyle Hz. Muhammed’i öldürmeye karar verdiler. Bu son çare olarak görüyorlardı. Allah, onların bu planını vahiy yoluyla Hz. Muhammed’e bildirdi.

Kendisine ilişkin planlardan haberdar olan Hz. Muhammed, Hz. Ebu bekir ile göç hazırlıklarını sürdürdü. Bir gece sabaha karşı, yatağına Hz. Ali’yi bırakarak mucizevi bir şekilde Mekkelilerin arasından geçerek Mekke’den ayrılıp Sevr Dağı’ndaki bir mağaraya ulaştı. Mekkelilerin aramalarından kurtulmak için burada üç gün saklandı. Üç gün sonra kılavuzlarının getirdiği develere binerek 13 Eylül 622 tarihinde Medine’ye doğru yola çıktı.

Kureyş Kabilesi’nin mensupları, Hz. Muhammed’in başına yüz deve ödül koysalar da sonuç alamadılar. Hz. Muhammed ve Ebu Bekir, sekiz gün süren yolculuktan sonra Medine’ye bir saat mesafedeki Kuba’ya ulaştılar. Burada Mekke’den gelecek Hz. Ali’yi ve diğer muhacirleri beklediler. Peygamber birkaç gün kaldığı Kuba’da bir mescit yaptırdı. 24 Eylül 622 Cuma günü Medine’ye hareket eden Hz. Muhammed, Ranuna Vadisi’nde ilk cuma hutbesini okudu ve cuma namazını kıldırdı. Medine’ye vardığında büyük bir coşku ile karşılandı.

Göç anlamına gelen hicret olayı dünya tarihini etkileyecek önemli gelişmelerin önünü açtı. Hz. Muhammed’in amacı tevhit inancını bütün insanlara ulaştırmaktı. Bu amaçla bazı düzenlemelerin yapılması gerekiyordu. Bu düzenlemeleri yapmak için Medine’de uygun bir ortam oluşmuştu. Mekke’deyken müslümanların birlikte ibadet etme ve Hz. Muhammed ile sohbette bulunma imkânları çok kısıtlıydı. Medine’de endişelerinden arınan Müslümanlar, önce kendilerine bir mescit yaptılar. Peygamber Mescidi anlamına gelen ve kıblesi Kudüs olan Mescid-i Nebevi’de cemaat ile namaz kılmaya başladılar. İnşaatı yedi ay süren mescit, Hz. Muhammed’in karargâhı gibiydi. Müslümanların bütün işlerini, Mescid-i Nebevi’den veya bitişiğindeki evinden yürütüyor, yeni indirilen Kur’an ayetlerini burada tebliğ ediyordu. Kimsesiz Müslümanlarla ilim tahsil etmek isteyen sahabilerin barınması için Mescid-i Nebevi’nin arka kısmında Suffe inşa edildi. Hz. Muhammed, Medine dışına gönderilecek tebliğ heyetlerini Suffe’de yetiştirdi.

Hz. Muhammed, Medine’ye geldiğinde yaptığı ilk işlerden biri de Mekkeli göçmen Müslümanlar ile Evs ve Hazrec kabilelerinden oluşan Medineli Müslümanları kardeş ilan etmek oldu. İnançları uğruna bütün varlıklarını Mekke’de bırakan muhacirlerin yeni hayata uyum sağlamaları için maddi ve manevi desteğe ihtiyaçları vardı. Medineli Müslümanlar muhacirleri öz kardeşleri gibi kabul ettiler. Hz. Muhammed, ilan ettiği bu kardeşlik ile “bütün inananlar kardeştir.” düsturunu hayata geçirmiş oldu.

Arabistan’daki İlk Devlet Örgütü Medine’de Ortaya Çıktı

Araplar Hz. Muhammed’den önce Himyeriler, Gassaniler, Petra Krallığı gibi bazı devletler kurmuşlardı. Ancak coğrafi, kültürel ve sosyolojik şartlar gereği genelde kabileler hâlinde yaşamışlardır ve her kabilenin başında şeyh, emir benzeri liderler bulunmaktadır. Hz. Muhammed’in Medine’ye göç etmesinden sonra Arap Yarımadası’nda yeni bir devletin ışığı görülmeye başlandı.