banner banner banner
Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim
Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim
Оценить:
 Рейтинг: 0

Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim

1.

Zerdüşt (M.Ö. VII – VI. yüzyıl)

Zerdüştî kaynak ve rivayetlere göre; Zerdüşt, Azerbaycan’da dünyaya gelmiş, Urumiye yakınlarında, Aryanvioçe (Aryan Gölü) civarında çocukluğu geçmiştir. Urumiye civarından olduğu için Kürtler onu kendilerine nispet ederler. Benim kanaatim Medlerden olduğu yönündedir. Bir süre sonra Zerdüşt, kendi dinini yaymaya başladı ve bunun üzerine hücumlara maruz kaldı, yaşadığı bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Ardından bugün Afganistan içinde yer alan Belh’e gitti ve buraya yerleşti.

Batılı yazarlar, Zerdüşt kelimesinin “İştar”dan (eski Mezopotamya’da Yıldız Tanrısı) geldiğini düşünürler. İranî kaynaklarda bu “Ester” olarak söylenir. Bugünkü Kürtçeyi esas alarak, bu kelimenin “istar” olduğunu (gök, yıldız anlamında) düşünüyorum. “Zar” da Kürtçede ‘kul ya da erkek çocuk’ anlamına gelir. Benim çıkarımım; “Zerdüşt” kelimesinin bu Kürtçe altyapı üzerinde, “İştar’ın kulu” anlamına geldiğidir. Bazı Batılı kaynaklar, Zerdüşt’ün hayvancılıkla geçinen bir topluma gelmiş bir peygamber olduğunu ve “Ester’in çocuğu” anlamında (Devenin Çocuğu) olduğunu savunur.

Zerdüşt, Belh’e göçünce dinini orada tebliğ etmeye başlamış. Yine kendi kaynaklarının bildirdiğine göre, Pers Hükümdarı Viştasp zamanında dinini yaymaya başlamış, Viştasp da onun dinini kabullenip kendisine destek olmuştur; bu dönem yaklaşık olarak M.Ö. 600 yıllarına tekabül etmektedir. Avrupalılar buna itiraz etmektedir; zira Avesta’nın ilk ayetlerinin dilinden hareketle, bu dilin Persler zamanındaki dille uyuşmadığı ortaya çıkmaktadır, bu dilin daha eski bir dil olması gerekir. Avesta’nın bu ilk bölümlerinin dili kadim bir dildir ve Sanskritçeye de yakındır. Bu gerçeği göz önünde bulundurunca, Zerdüşt’ü zaman ve mekân konusunda bir yere oturtmak pek mümkün olmamaktadır.

Zerdüşt’le ilgili bu farklılıklar, Avesta’nın sıhhati ve eklektik yapısı konusunda da şüpheler doğurmaktadır. Zira o dönemlere dair elde çok sayıda Persçe malzeme bulunmasına rağmen, Avesta’nın dili bu metinlerle hiç uyuşmamaktadır. Batılılar buna dayanarak Zerdüşt’ün dönemini M.Ö. 800 ve hatta M.Ö. 1000’den daha erken tarihlere yerleştirmektedir.

Viştasp, Zerdüşt’ü himaye etmiş ve evlendirmiş, sonra da onun dinini Pers Devleti’nin resmî dini hâline getirmiştir. Onun ardından dini devam ederek, İran’daki devletlerin inancını oluşturmuştur. Zerdüştî rivayetlere göre onun nutfesi (sperm) Aryan Gölü’ne düşmüştür, Zerdüşt’ten üç bin yıl sonra bir genç kız o gölde yüzecek ve bu sırada Zerdüşt’ten hamile kalmış olacak; bu hamilelikten de Zerdüştîlerin kurtarıcısı dünyaya gelecektir.

Bu kurtarıcının vasıfları ile halk muhayyilesindeki Mehdi’ye dair söylemler birbiriyle örtüşmektedir. Şiilikteki bu ümit ve beklentilerin kaynağı söz konusu Zerdüştî rivayetlerdir.

2.

Ali b. Ebu Talib (600 – 661)

Hz. Ali konusu çok geniş bir konu olmakla birlikte, bu kitap çalışması kapsamında, tarihsel hususiyeti ve günümüze bakan yönleri itibarıyla ele alınacaktır.

Ali; Abdulmuttalib’in oğlu Ebu Talib’in oğludur ve Hz. Peygamber’e ilk inanan insanlardan biridir, Müslüman olduğunda büluğ çağına bile ermiş değildir. Çocukluk çağından itibaren Hz. Peygamber’den hiç ayrılmadı ve hep yanında olarak doğrudan irşadına mazhar oldu. İslam dünyasının en güzide bir şahsiyeti olarak tanınır.

Bedir Savaşı’nda Ebu Süfyan’ın oğlu ve kavminin kendisine çok güvendiği pehlivan Hanzele meydana çıktığında, onun karşısına İslam ordusundan Hz. Ali çıktı. Daha ince yapılı bir savaşçı olan Ali çevikliğiyle, meşhur Muaviye’nin de ağabeyi olan Hanzele’yi mağlup etti ve onu öldürdü. Ebu Süfyan ailesinin Ali’ye düşmanlığı büyük ölçüde bu karşılaşmadan kaynaklanır.

Hz. Peygamber diğer sahabelere de yaptığı gibi Ali’ye de çeşitli görevler verdi, onu Kuzey Yemen’de Kızıldeniz’e yakın bir bölgeye zekât memuru olarak tayin etti. Burada görevliyken, Hz. Peygamber Veda Haccı’na çıktı, bundan önce çevrede bulunan görevli sahabelerin de Hacc’a katılmalarını emretti, bu görevdeki sahabeler yerlerine vekâleten birini bırakarak bu Hacc’a katılmak üzere Mekke’ye geldiler. Hz. Ali’nin yerine vekil olarak tayin ettiği adam sahtekâr çıktı, toplanan zekât paralarını alarak Kızıldeniz üzerinden firar etti. Bu hadise Mekke’de duyulunca Ebu Süfyan ailesi Ali’ye olan aleyhtarlıklarını bunun üzerine inşa etmeye başladılar; hatta Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer dahi bu söylenti ve suçlamalara prim verecek oldular ve Ali’nin yanlış bir adam seçmiş olduğuna hükmettiler.

Ali’nin aleyhinde olanlar, Hz. Peygamber’in Veda Hutbesi’nde bu konuyu dile getireceğini umuyorlardı, ancak Peygamber bu konuya değinmedi. Ardından Mekke’ye veda tavafı yapmak üzere döndü, oradan da Medine yoluna çıktı. Mekke’den ayrıldıktan sonra bu söylentiler farklı kanallardan yayılarak Peygamber’e kadar intikal etti; yol üzerinden Gadir-i Hum denilen bölgede yolculuğa mola verdi ve develerin eyerlerinden bir minber yaparak üstüne çıktı. Yanına da Ali’yi aldı, minberin üstünde yaptığı konuşmasında Hz. Ali’yi tebrik etti ve suçsuz olduğunu ilan etti: “Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır.” şeklindeki sözünü burada sarf etti. Kürsüden inince, sahabelerin çoğu Ali’nin yanına gelerek kendisini tebrik ettiler. Şiilerin inancına göre Hz. Peygamber’in Hz. Ali’yi halifeliğe tayinini haber veren meşhur hadise budur. Maide suresinin çokça bilinen “Bugün sizin için dinimi tamamladım.” ayetinin de bu halife tayininden dolayı indiğini savunurlar.

Bu hadiseden bir müddet sonra Hz. Peygamber vefat edince, sahabeler cenazenin defni hususunun yanı sıra onun halefi konusunda da istişarelerde bulundular, birbiriyle ihtilaflı çeşitli görüşler belirdi. “Emir’ul-Müminin kimden olacak?” sorunu ortaya çıkınca, insanların bir bölümü Hz. Ali’nin bu iş için zaten işaret edildiğini savundu. Medine’deki yerli Müslümanlar ise Ensar’dan olması gerektiği üzerinde durdu ve bu amaçla Sa’d b. Ubade’nin ismini ortaya attı. Bir başka grup halifenin Kureyş’ten birisi olması gerekliliğini müdafaa etti.

O an hayattaki en yakın akrabası olması hasebiyle Hz. Peygamber’in teçhiz ve tedfin işi Hz. Ali’nin üzerine kaldı. İki binden fazla sahabe o ortama gelerek serbestçe fikirlerini söylediler. En sonunda, Hz. Ebubekir’in akli ve mantıki konuşması (“Kim Allah’a inanıyorsa bilmelidir ki Allah ölmez ve ebedîdir; her kim Muhammed’e inanıyorsa bilmelidir ki o da her beşer gibi ölümlüdür; onun ölümünün ardından da ümmeti idare edecek bir yöneticiye ihtiyaç var.” mealindeki sözleri) kalabalık üzerinde etkili oldu, başta Hz. Ömer olmak üzere pek çok sahabe Hz. Ebubekir’e biat ederek onun halife olmasına razı oldular.

Şii iddialarına göre, başlarında Ebu Süfyan olmak üzere bazı kimseler Hz. Ali’ye müracaat ederek, onu bir an önce Beni Saide’ye gitmeye ve halifelik üzerindeki kendi hakkını savunması konusunda ısrar ederek, harekete geçmeye çağırdılar. Ama ben şahsen bu haberin sahih ve makul olmadığını zira Ebu Süfyan ve yanındakilerin zaten Ali’ye düşmanlık içinde bulunduklarını, bu haberin uydurma olduğunu düşünüyorum.

Hz. Ali’nin ne Hz. Ebubekir’in ne de Hz. Ömer’in halifeliğine hiçbir itirazı olmadı, hatta onlara müşavirlik bile yaptı; ancak Hz. Osman’ın halife seçilmesine itiraz etti (Ümeyyeoğullarına yakın olmasından dolayı ve kabileler arası rekabetin de etkisiyle). Hz. Ömer’in tavsiyesiyle, yeni halifeyi seçmek üzere altı kişilik bir komisyon toplandı; oylamada eşitlik olması ihtimaline karşı kendi oğlu Abdullah’ı da halife seçilmemek ama oy kullanmak kaydıyla bu komisyona yedinci üye olarak tayin etti. Ümeyyeoğulları bu komisyonda Hz. Ali’nin halife seçileceğinden endişe ederek sürece müdahil olmak istedi; sürecin sonunda yeni halife olarak Hz. Osman seçildi. Hz. Osman’ın bazı uygunsuz işlerini (akraba kayırmacılığı vs.) dile getirenler kendisini sertçe eleştiriyordu, bu yüzden farklı vilayetlerde isyanlar baş gösterdi; en şiddetli isyanlar Mısır ve Basra’daydı. İsyanların en yoğun zamanında bir grup evini basarak onu şehit etti. Bunun üzerine, seçim komisyonundan Talha bin Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam’ın teklifiyle, Hz. Ali o zor dönemde halifeliği kabul etti. Ali’nin düşmanları, bir yanda İfk Hadisesi’nden dolayı Hz. Ayşe, diğer yanda eskiden beri kendisine düşmanlık güden Ümeyyeoğulları’ydı. Hz. Ali’nin de süreç içinde bazı yanlışları vardı. Herkes bir tarafından çekiştirerek karşısına çıktı, Ali de kendi askerleriyle birlikte Şam’daki Muaviye’ye ve Basra’ya giden Ayşe’ye karşı asker çıkardı. Sadece Cemel Vakası’nda 12 bin sahabe hayatını kaybetti.

O dönemde İslam dünyasında farklı düşünceler ortaya çıktı: Bir grup eskiden beri Mekke’nin reisliği geleneğini öne sürerek hak iddia etti (Ümeyyeoğulları); diğer grup liderinin Peygamber’in en yakını ve damadı olması gerektiğini öne sürdü (Hz. Ali).

Bazı kaynaklar, Hz. Osman’ın şehit edilmesinde Hz. Ali’nin kah isyancıları kışkırtarak ve haklı bularak kah bastırıp yatıştırabileceği yerlerde inisiyatif kullanmayarak; doğrudan katl suçlusu olarak mesul tutulamayacaksa da hepten de masum olmadığını kaydederler. Muaviye’nin, Ali’nin halifeliğine itaat etmemesinin de altında onun bu ikircikli tutumu yatar. Muaviye, Ali’den, önce halifeyi öldürenleri cezalandırmasını istedi, bunun ardından kendisine itaat edeceğini söyledi. Osman’ın eşi Naile, katliamın ardından Şam’a Muaviye’nin yanına sığınınca, durumu bütün tafsilatıyla Muaviye’ye anlatmıştı; Muaviye’nin Ali karşıtı tutumunun şekillenmesinde Naile’nin bu görgü şahitliğinin çok önemli rolü vardır. Ben de bir tarihçi olarak bu görüşü benimsiyorum.

Ali halife olunca, yaptığı ilk işlerden biri Muaviye’yi azletmek oldu. Hatta Ali bu davranışına karşı uyarıldı, bu kararının Muaviye’nin itaatsizliğine ve nihayetinde isyanına yol açabileceği kendisine hatırlatıldı. Ancak Ali bu nasihate uymadı, nitekim Muaviye de azledilmeye çalışılınca bu emre itaat etmedi ve isyan bayrağını açmış oldu. İkinci olarak Osman’ın katline bizzat fiilen katılan Hz. Ebubekir’in oğlu Muhammed de Ali tarafından Mısır’a vali tayin edildi; bu da onun en büyük hatalarından biridir.

3.

Amr b. As (583 – 664)

Amr, çok sonradan Müslüman olmuş bir adamdır, Müslüman olduktan sonra da Hz. Peygamber’in etrafa gönderdiği askerî seriyyelerin komutanı olarak görevler aldı, özellikle çöl bölgesi Araplarının üzerine gönderilen bir kumandandı.

Menkıbe nev’inden kaynaklarda zikredilir; bir defasında Doğu’daki Arap aşiretlerinin üzerine Amr gönderilirken onun maiyetinde geçmişi zengin ve tecrübeli sahabeler de vardı, bunlar o bölgelere vardıkları zaman bir gece Amr kendi askerlerine soğuk bir havada ateş yakmayı yasakladı, bir süre sonra kimsenin abdest de almamasını ve teyemmümle namaz kılınmasını emretti. Tecrübeli sahabeler bundan rahatsızlık duymakla birlikte, komutanın emri olduğu için hepsi ona uydular. Medine’ye dönülünce Amr bu davranışları nedeniyle, o tecrübeli sahabeler tarafından Peygamber’e şikâyet edildi. Huzura çağrılan Amr’a Peygamber tarafından bu durum soruldu: Amr da düşman tarafından sayılarının tespit edilmemesi için ateş yaktırmadığını, ayrıca havanın çok soğuk olduğu bir günde hasta olunmaması için teyemmümle namaz kılınmasını emrettiğini söyledi. Hz. Peygamber de Amr’ın bu cevabını beğendi ve takdir etti.

Amr, bilahare Yermuk Savaşı’na katıldı.Bu savaş Muaviye’nin parladığı savaştır, zira İslam Ordusunun genel komutanı Muaviye’nin ağabeyi Yezid’dir. Yezid şehit düşüp de askerlerde dağılma emareleri görülünce, Muaviye öne çıkıp ağabeyinin sancağını alıp askerleri etrafında topladı, son bir kez Bizans ordusuna hücum edildi. Bu savaşta İslam ordusu 30 bin, Bizans ordusu ise 90 bin kişi civarındaydı. Müslümanlar Muaviye’nin kahramanlığıyla savaşı kazandı, Bizanslılar Suriye içine kaçtılar. Hadise, Medine’de duyulunca, Halife Hz. Ömer Muaviye’yi Suriye Valisi tayin etti. İşte Muaviye’nin tarih sahnesinde yıldızının parladığı an bu andır.

Bu sıralarda Amr b. As da bu cephedeydi ve Filistin’e gönderilmişti. Amr askerleriyle Filistin’i fethetti. Filistin Fatihi’dir. Amr, Filistin’i alınca, Mısır’ı da fethetmek için Hz. Ömer’den müsaade istedi, ama Ömer ona bu izni vermedi, hatta sıkı tembihle Mısır topraklarına adım atmamasını söyledi. Ancak Amr Mısır’a girmek için büyük iştiyak içindeydi. Bilahare Ömer’i de ikna ederek, sınırlı bir kuvvetle Mısır’a girmek için icazet aldı. Fakat bu emre uymayarak büyük bir kuvvetle Mısır’a girdi, Ömer bu sefer ona Ariş’ten öteye gitmemesini emretti. Amr, Ömer’e mektup yazarak Ariş’e geldiğini, Ariş’i de fethettiğini, Mısır’ı istila etmek için ikinci kez izin istediğini bildirdi. Amr bunun üzerine 12 bin kişilik bir ordu oluşturarak Mısır topraklarına girdi. Bu sırada Mısır, Bizans’a bağlı genel valilerce (Mukavkıs) yönetilmekteydi.

Amr b. As, Ömer’le bu yazışmasından sonra 12 bin kişilik ordusuyla yola devam etti ve karşısına çıkan Mısır kuvvetlerini darmadağın etti. Şiddetli bir adam olduğu için de Mısır’da büyük korku saldı. Böylece koca bir Mısır ülkesi Müslümanların eline geçmiş oldu. Bu olay, Amr’ın büyük bir kahraman olarak ünlenip tanınmasına vesile oldu.

Bu dönemde Müslümanlar arasında siyasi ve askerî dehalarıyla meşhur olan dört kişi (Duhât-ulerbaat’il Arab) vardır:

i) Filistin ve Mısır Fatihi Amr b. As

ii) İran ve Suriye’de büyük başarılar kazanmış Halid b. Velid

iii) Suriye’nin fethinde ve Bizans’la mücadelede başarı kazanmış, Bizans’ın müesseselerini İslam’ın hizmetine sokan Muaviye b. Ebu Süfyan

iv) İranlılarla münasebetlerde başarılı bir diplomat olarak sivrilen Muğire b. Şube

Amr, Mısır’ı aldıktan sonra Nil Vadisi’nde kendisine karargâh kurarak bütün Mısır’ı ve civarını fethetmeye koyuldu. Bu sırada, Mısır’da bulunan ve Hristiyan olmayan zümrelerle (örneğin yerli Yahudiler) ittifaklar kurarak, onları İslam’a kazandırdı ve istihbarat işlerinde kullandı. Ayrıca Bizans idaresinden memnuniyetsiz olan Mısır Kıptîlerini de kendi yanına çekerek ittifak kurdu. Bu dönemde ayrı bir vilayet olan, Akdeniz kıyısındaki tarihî yerleşim yeri İskenderiye’de de Bizanslılar yoğunlaşmışlardı. Amr, Ömer’den icazet alarak bu sefer İskenderiye’yi muhasara altına aldı. İskenderiye deniz yoluyla Bizans’tan sürekli yardım almaktaydı. Ancak Amr, Mısır’ın yerli insan kaynağını kullanarak, Bizanslıların İskenderiye’deki etkinliğini kırmayı hedefledi. Amr’ın şedit kişiliği Bizans askerleri arasında da yayıldı, devrin kaynakları Bizans askerlerinin onunla henüz karşılaşmadan kendisinden korktuklarını söyler.

Amr’ın fethettiği yerlerden birisi de Akdeniz’in en güney ucunda, bugün Gazze civarında olan Kayseriyye’dir. Buranın komutanı, aynı zamanda İmparator Heraklius’un oğluydu, bu komutan Mısır Mukavkısı’nın da damadıydı. Amr, Kayseriyye Kalesi’ni çok şiddetli şekilde muhasara etti ve kalenin dışarıyla irtibatını tamamen kesti, deniz yoluyla yardım almalarını engelledi. Kayseriyye Kalesi bu kuşatmaya daha fazla dayanamadı ve Amr’la anlaşma yapılarak kale boşaltıldı.

Bu denli kahramanlıklar gösteren Amr, Hz. Osman’ın iktidara gelmesiyle hemen görevinden alındı, merkeze çağrıldı, Hz. Osman’ın en büyük siyasi hatalarından biri de bu görevden almaydı. Nitekim Osman’a isyan eden askerlerin büyük çoğunluğu Mısırlıydı ve bunlar halifeden Amr’ın Mısır’a yeniden vali yapılmasını istediler. Hâlbuki, Osman Mısır’a kendi yakın akrabası ve süt kardeşi olan Ümeyyeoğullarından Abdullah b. Ebi Serh’i tayin etmişti. Askerlerin baskısıyla Amr tekrar Mısır’a döndürüldü ve Amr kalibresinde bir adam gidip Abdullah’ın emrine girdi. Onun maiyetinde Libya üzerine sefere çıktılar, Amr bu seferde Abdullah’ın korkaklık belirtileri gösterdiğini tespit etti ve bu durum askerler arasında yayıldı. Buna rağmen halife, Abdullah’ı görevinden almadı, hâlbuki askerin arzusu Amr’ın tekrar Mısır Valisi yapılmasıydı. Hz. Ali devrinde Mısır dengeleri daha da bozuldu.

Amr, görevden alınma mektubu kendisine ulaşınca Nil’deki çadırını söktürmek üzere kölesini gönderdi. Kölesi gidince çadırın üstünde bir kuşun yuva kurduğunu görüp, durumu Amr’a haber verdi ve anne kuşun yavrularını orada beslediğini, ne yapması gerektiğini sordu. Amr bunun üzerine kölesine haber gönderdi, çadırı yıkmamasını, kuşa da eziyet etmemesini, anne kuş yavrularını büyütüp uçurmaya başlayıncaya kadar çadırı sökmeyi ertelemesini söyledi. Bu vesileyle Amr b. As üzerine kaleme aldığım ve bu hadiseyi de anlattığım bir mesneviyi burada zikredeyim:

Doğanın Hakkına Saygı[1 - Prof. Dr. Mikâil Bayram’ın Türkçe, Osmanlı Türkçesi ve Farsça şiirlerinin bir araya getirildiği Sarâyî Divanı’ndan alınan bu şiirde, şairin vezne dair hassasiyetinin yanı sıra imla ve yazımına bu kitabın yayımlanması sırasında müdahale edilmemiştir. Bayram’ın diğer şiirleri için bk. Prof. Dr. Mikâil Bayram, Sarâyî Divanı, Konya: 2010, Özel Basım/ İnci Ofset, s. 145-146. (e.n.)]

Mısır’ın fatihi Amr ibnü’l-As
Bir çadır kurmuş idi kendine has

Nil kenarında güzel bir yerde
Hem serin hem de özel bir yerde

Devletin merkezi olmuştu bu yer
Buradan Mısır’ı yönetmişti derler

Çok dirayetli ve dehşetli idi
Çok cesaretli ve şiddetli idi

Amr’ı azletti emirü’l-mu’minin
Mısır’ı terk etmeye durdu o güzin

Korku vermişdi bütün düşmenine
Emri bir anda getirdi yerine

Didi bir askere var git çadırı
Topla gel terk edelim şu Mısır’ı

Gitti asker çadırı almak için