Книга Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri - читать онлайн бесплатно, автор Hasan Yılmaz
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri
Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri

Hasan Yılmaz

Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e. Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri

HALİFELİK

İslam dini, insanlığa gönderildiği dönemde kabile ve boylar hâlinde, dağınık bir şekilde yaşayan bir topluluğu devlet çatısı altında toplamış yegâne dindir. O devletin adı İslam Devleti, o devletin ilk başkanı Hz. Muhammed olmuştur. Arap Yarımadası’nda kurulmasından dolayı, bulunduğu coğrafyanın tarihsel, kültürel ve politik tecrübeleri de devletin kurumlarının, kurallarının oluşmasında etkili olmuştur.

Halife, Hz. Muhammed’in vefatından sonra Müslümanların dinî liderliğini yapmış kişilere verilen isimdir.

Halifelik sistemi sekiz dönemde incelenmektedir. Birinci dönem, dört halife devridir. Diğer dönemler ise çeşitli devletlerin bünyesindeki halifelikleri kapsamaktadır.

İhtilaflı olmakla birlikte toplam 132 halife görev almıştır. İlk halife 632’de görevi üstlenen Hz. Ebu Bekir, son halife ise 1924’te görevine son verilen II. Abdülmecit’tir

İslam tarihinde 661-750 yılları arasında 89 yıl hüküm süren Emeviler döneminde toplam on dört halife görev yapmıştır.

Kimi tarihçiler tarafından kabul edilmemekle birlikte Abbasi ihtilalinden kaçan Emeviler Endülüs’te hilafet iddiasını sürdürmüştür. Endülüs Emevi Devleti’nde 16 halife görev yapmıştır.

750-1258 yılları arasında toplam 508 yıl hüküm süren Abbasiler döneminde ise toplam otuz yedi halife görev yapmıştır.

İslam inancının Şia ekolüne mensup Fâtımî halifeleri ise 910-1171 yılları arasında görev yapmışlardır. Abbasiler ile çağdaş olan ve 161 yıl hüküm süren Fâtımîler devrinde on dört halife görev yapmıştır.

Abbasilerin yıkılmasından sonra, 1259-1517 yılları arasında Mısır’da egemenliği üstlenen Memlûkler döneminde on sekiz halife görev yapmıştır. 258 yıl hüküm süren Memlûkler döneminde halifelik makamı Abbasi soyundan gelenlerde kalmıştır.

Yavuz Sultan Selim’in Ridaniye seferinden sonra halifelik Araplardan Türklere geçmiş ve 1517-1924 yılları arasında Osmanlı Devleti’nde otuz halife görev yapmıştır.


HULEFA-İ RAŞİDİN VE HZ. HASAN DÖNEMİ



EMEVİLER DÖNEMİ




ENDÜLÜS EMEVİLERİ DÖNEMİ




ABBASİLER DÖNEMİ




FÂTIMÎLER DÖNEMİ




MEMLÛKLER DÖNEMİ




OSMANLILAR DÖNEMİ



HULEFA-İ RAŞİDİN VE HZ. HASAN DÖNEMİ


HZ. EBU BEKİR (632-634)

574 yılında Mekke’de dünyaya geldi. Anne ve babasının mensup olduğu Teym Kabilesi’nin soyu Mürre b. Kâ’b’da Hz. Peygamber’in soyu ile birleşir. Kaynaklarda “güzel, soylu, eski, azad edilmiş” anlamlarına gelen Atîk lakabıyla anılır. Atîk lakabıyla anılmasının nedeni de Hz. Peygamber’in, “Sen Allah’ın cehennemden azat ettiği kimsesin.” şeklindeki iltifatıdır.

Müslüman olmadan önceki esas adı Abdü’l Kâ’be’dir. İslam’ı kabul ettikten sonra, Hz. Muhammed onun adını Abdullah olarak değiştirmiştir. Arapçada “deve yavrusu” anlamına gelen Bekir adını verdiği bir çocuğu olmadığı hâlde kendisine Ebu Bekir künyesinin niçin verildiği konusunda yeterli bilgi yoktur.

Servetini Allah yolunda harcayıp eski elbiseler giydiği için “Zü’lhilâl”, çok şefkatli ve merhametli olduğu için “Evvâh” lakaplarıyla da anılmıştır. Ancak onun en meşhur lakabı Sıddîk’tir.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra onun devlet yönetimi görevini üstlendiği için de “Halifetü Resulullah” unvanıyla anılmıştır.

Hz. Ebu Bekir de çağdaşlarıyla benzer bir hayat sürecinden geçmiştir. Mekke’nin doğası gereği gençliğinde elbise ve kumaş ticaretiyle uğraştı. İslam inancını benimsediğinde 40 bin dirhem kadar sermayesi bulunduğu, ticaret kervanlarıyla Suriye ve Yemen’e yolculuk yaptığı bilinmektedir. Hz. Muhammed’in, yirmi beş yaşındayken katıldığı Suriye kervanında o da bulunmuştur.

İlk evliliğini Kuteyle binti Abdüluzzâ adlı bir hanımla yaptı. Bu evlilikten oğlu Abdullah ile kızı Esma doğdu. Hz. Muhammed, tebliğ görevini üstlendiğinde ona ilk inananlardan biri Hz. Ebu Bekir oldu. Karısı Kuteyle İslamiyeti kabul etmeyince onu boşayıp Ümmü Rûmân ile evlendi. Ümmü Rûmân’dan Abdurrahman ile Ayşe dünyaya geldi. Ümmü Rûmân vefat edince Esma binti Umeys ile evlendi ve bu hanımından Muhammed adını verdiği bir oğlu oldu. Vefatından birkaç ay sonra da diğer hanımı Habibe binti Harice’den Ümmü Gülsüm adlı kızı dünyaya geldi.

Hz. Muhammed’in en yakın arkadaşı idi. İslam’ın Mekke’de yayılmasında Hz. Ebu Bekir’in, Kureyş’in ileri gelenlerinden biri olmasının etkisi büyük olmuştur. Mekke’deki birçok kişi, onun sayesinde Müslüman olmuştur. Bu kişiler arasında, cennet ile müjdelenen on kişiden Hz. Osman, Sa’d b. Ebu Vakkas, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Ubeyde b. Cerrah ile Osman b. Maz’ûn, Abdullah b. Mes’ud, Ebu Seleme el-Mahzümî, Halid b. Said b. Âs, Ubeyde b. Hâris, Habbâb b. Eret, Erkam b. Ebü’l-Erkam, Bilal-i Habeşi, Suheyb-i Rûmî gibi İslam tarihinin önemli isimleri vardır.

Mekke’de Müslüman olan köleleri, zayıf ve güçsüz kimseleri, yapılan ağır eziyetlerden büyük paralar ödeyerek kurtaran kişilerden biri de Hz. Ebu Bekir idi. İşkencelerden kurtardığı sahabiler arasında ezanı ilk okuyan Bilal-i Habeşi de vardır.

Onun servetini bu şekilde harcamasından rahatsız olan babası Ebu Kuhâfe, güçsüz ve zayıf köleler yerine güçlü kuvvetli kimseleri satın almasını tavsiye ettiği zaman babasına, satın aldığı kölelerden faydalanmayı düşünmediğini, bu hareketiyle Allah’ın rızasını kazanmayı umduğunu söylemiştir.

Araplar arasında soyculuk çok yaygın olduğu için aynı soydan olmak dostluk kurulmasını kolaylaştırırdı. Hz. Muhammed, Mekke’de insanları İslam’a davet ederken yanında çoklukla Hz. Ebu Bekir olurdu. Hz. Ebu Bekir soy ilmini iyi bildiği için Hz. Muhammed’in çeşitli kabile üyeleriyle kolayca dostluk kurmasına yardımda bulunurdu. Sözlü tarih denilebilecek neseb ve soy bilgisi, yani ensab, o dönemde bireyin toplum içindeki tüm hak ve yükümlülüklerini tesis ediyordu. Arapların o dönemde neseb konusunda diğer milletlerden çok ileri oldukları söylenir. Doğal olarak her kabilenin üyelerinin neseblerini takip eden bir nessabı bulunmakta ve kimi zaman önemli neseb kayıtları, kabilenin anlaşmalarının ve kayda değer olaylarının (ahbar) tutulduğu divana da yazılmaktaydı.

İslam’ın beşinci yılında, Kureyşliler’in Müslümanlara işkenceyi iyice arttırdıkları bir dönemde dayısının oğlu Hâris b. Halid ile Habeşistan’a gitmek üzere Mekke’den ayrıldı. Yolda karşılaştığı arkadaşı İbnü’d-Düğunne, Kureyş ileri gelenleri ile görüşerek, inancını kimseyle paylaşmaması şartıyla Mekke’de kalmasını sağladı. Ancak Ebu Bekir bu duruma daha fazla dayanamadı ve Kureyşliler’le yaptığı anlaşmayı bozdu. Bunun üzerine İbnü’d-Düğunne artık kendisini himaye etmeyeceğini söylese de Hz. Ebu Bekir sadece Allah’ın himayesine sığındığını belirterek Mekke’de oturmaya devam etti.

Hz. Muhammed’in Hicret Arkadaşı Oldu

Mekke’nin Müslümanlar için son derece tehlikeli hâle geldiği bir dönemde diğer Müslümanlar gibi o da Medine’ye hicret etmek istedi. Hz. Muhammed, ona acele etmemesini, Allah’ın kendisine bir arkadaş bulacağını söyleyince çok sevindi. Çünkü birlikte hicret edeceği arkadaşının Hz. Muhammed olduğunu anlamıştı. Onun peygamber ile yakınlığını, aynı günlerde kızı Ayşe’nin Hz. Muhammed ile evlenmesi pekiştirdi.

Aralarında geçen bu diyalogdan dört ay sonra Resul-i Ekrem, Kureyşliler kendisini öldürmeye karar verince Ebu Bekir’in evine gelerek Medine’ye hicret edeceklerini söyledi. O gece müşrikler tarafından evi kuşatılan Hz. Peygamber, yatağına Hz. Ali’yi yatırarak Ebu Bekir’le birlikte Sevr Mağarası’na doğru hareket etti. Resul-i Ekrem, kendilerini takip eden müşriklerin mağaranın ağzına kadar gelmesi üzerine korkuya kapılan Hz. Ebu Bekir’i teselli ederek onların kendilerine zarar veremeyeceğini söyledi. Daha sonra inen ve Ebu Bekir’in bu üzüntüsünü dile getiren ayette Allah’ın resulünün onu, “Üzülme, Allah bizimledir.” diye teselli ettiği belirtilmiştir. Hz. Ebu Bekir bu dostluğu nedeniyle edebî metinlerde mağara dostu, can yoldaşı olarak anılmıştır.

Hz. Ebu Bekir, Medine’ye hicret ettiğinde yanında 5000 dirhem parası vardı. Bu para ile yaptığı ilk işlerden biri Hz. Muhammed’in mescit yapılmasını uygun gördüğü arsayı satın almak oldu. Geçimini ticaret yaparak sağlayan Hz. Ebu Bekir, Mekke döneminde olduğu gibi Medine döneminde de Hz. Muhammed’in yanından hiç ayrılmadı. Komutanlığını Hz. Muhammed’in yaptığı bütün savaşlarda, ayrıca Hudeybiye Antlaşması ve veda haccı sırasında da onun yanındaydı.

Hz. Muhammed, Bedir Savaşı öncesinde onunla durum değerlendirmesi yaptı. Ebu Bekir, Hz. Muhammed için kurulan kumandanlık karargâhında onun yanında yerini aldı. Bu savaşta müşriklerin safında bulunan oğlu Abdurrahman ile savaşmasına Hz. Muhammed izin vermedi. Bedir’de alınan esirlere nasıl davranılması gerektiği konusunda Hz. Peygamber onun görüşüne uydu. Hz. Ebu Bekir, aynı zamanda Uhud Savaşı’nın Müslümanlar aleyhine gelişme gösterdiği anda vücudunu Hz. Muhammed’e siper eden ve yanından hiç ayrılmayan birkaç sahabiden biri idi.

Hicretin altıncı yılında Müslümanlar Mekke dışında bulunan Hudeybiye mevkisinde Kureyşli atlılarla karşılaştıkları zaman Hz. Muhammed yine onunla istişarede bulundu. Barış görüşmeleri esnasında, Kureyş elçisi Urve b. Mes’ûd’un Müslümanları hedef alan ve onların Hz. Muhammed’i bırakıp kaçacaklarını iddia eden hakaret dolu sözlerine sert tepki gösterdi. Hudeybiye Antlaşması üzerine nazil olan Fetih Suresi’ni en iyi anlayanlardan biri olarak umre yapılmadan Medine’ye dönme kararını bir türlü kabul edemeyen Hz. Ömer’i ikna etti.

İslam’ın yayılışında seriyyelerin büyük önemi vardı. Silahlı küçük birliklerle yola çıkan davet heyetleri, kabilelere İslam’ı tebliğ ediyordu. Seriyye denilen bu birlikler, gerektiğinde karşı taraf ile savaşa tutuşuyordu. Hz. Muhammed 628 yılının aralık ayında Necid bölgesine gönderdiği seriyyeye Ebu Bekir’i komutan tayin etti; o da Beni Kilâb ve Beni Fezâre kabilelerini yola getirerek Medine’ye döndü.

Ebu Bekir’in babası, Mekke’nin fethinden sonra Müslüman oldu. Müslüman askerler Mekke’ye girdiği zaman Ebu Bekir de doğruca babasının yanına gitti, onu Hz. Muhammed’in huzuruna getirerek Müslüman olmasını sağladı. Böylece sağlığında annesi, babası ve bütün çocukları Müslüman olan yegâne sahabi oldu.

Hz. Ebu Bekir, Huneyn Gazvesi ve Taif Muhasarası’na da katıldı. Tebük Seferi’nde Resulullah’ın kendisine verdiği en büyük sancağı taşıdı. Ordunun bu savaşa hazırlanması için bütün servetini Resul-i Ekrem’in emrine verdi. Hicretin dokuzuncu yılında bizzat hacca gitmeyen Hz. Muhammed, Ebu Bekir’i 300 sahabi ile hac emiri tayin etti. Bir yıl sonra da Hz. Muhammed ile birlikte veda haccına katıldı.

632 yılında, mayıs ayının son haftasında rahatsızlanan Hz. Muhammed, Müslümanlara yaptığı konuşmada, Allah’ın bir kulunu dünya ile kendi yanında olandan birini tercih etmekte serbest bıraktığını, o kulun da Allah’ın yanında olanı tercih ettiğini söylemesi üzerine Hz. Ebu Bekir kastedilen kişinin Resul-i Ekrem olduğunu anladı ve ağlamaya başladı. Resulullah onun susmasını istedi ve Ebu Bekir’in kapısı dışında mescidin avlusuna açılan bütün kapıların kapatılmasını emretti. Bunun sebebini açıklarken de İslamiyete ondan daha faydalı kimseyi tanımadığını, insanlar arasında bir dost edinecek olsa onu tercih edeceğini söyledi. Hastalığı namaza çıkamayacak kadar ilerleyince namazı Ebu Bekir’in kıldırmasını istedi.

Hz. Muhammed, pazartesi günü kendini iyi hissederek sabah namazı için mescide gitti ve namaz kıldırmakta olan Ebu Bekir’in yanında namaza durdu. Hz. Muhammed’in iyileşmesine bütün ashab gibi Hz. Ebu Bekir de çok sevindi. Namazdan sonra Hz. Muhammed’i ziyaret ederek, bir süreden beri uğramadığı evine gitmek için izin aldı. Birkaç saat sonra Hz. Muhammed’in vefat ettiğini öğrendi. Onun yattığı odaya girerek yüzünü açtı, alnını öptü ve daha sonra mescide geçti. Hz. Muhammed’in ölümünü kabul etmek istemeyen Hz. Ömer gibi şaşkınlık içindeki bir çok sahabiyi ikna eden ünlü konuşmasını yaptı.

Hz. Muhammed’in İlk Halefi Oldu

Hz. Muhammed’in vefatıyla birlikte yerine kimin geçeceği tartışmaları başladı. Bu tartışmalarda Medine kökenli Ensar ile Mekke kökenli muhacirden oluşan sahabilerin tutum farkları ortaya çıktı. Sakifetü Beni Saide denilen yerde toplanan ensarın Hz. Muhammed’in yerine kimin geçeceği konusunu görüştüklerini öğrenen Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer’le birlikte toplantının yapıldığı yere gitti. Burada yapılan tartışmalarda ensardan ve muhacirlerden ayrı ayrı temsilcilerin Hz. Muhammed’in yerine göreve getirilmesi tartışılıyordu. Hz. Ebu Bekir, Müslümanların birliğinin tek liderin arkasında toplanarak sağlanacağını söyledi. Onun adayı Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde b. Cerrah oldu. Toplantıda hazır bulunan sahabiler onun halife olmasını uygun görerek Mescid-i Nebevi’de kendisine biat ettiler. Hz. Ebu Bekir, takip edeceği siyasetin genel esaslarını ortaya koyan meşhur hutbesinde Müslümanların en iyisi olmadığı hâlde onlara başkan seçildiğini ifade ederek doğru hareket ederse kendisine yardım etmelerini, yanlış davranırsa doğrultmalarını, Allah’a ve resulüne itaat ettiği müddetçe Müslümanların da kendisine itaat etmelerini istedi.

İslam Devleti, artık kendi tecrübesini oluşturmak zorundaydı. Hz. Muhammed’in vefatından sonra Arap coğrafyasında çeşitli çalkantıların meydana gelmesi kaçınılmazdı. Onun sağlığında peygamberlik iddiasında bulunan sahtekârların, vefatını takiben yeniden boy göstermeleri kaçınılmazdı. Ayrıca Hz. Muhammed, vefat etmeden önce, Mute Savaşı’nda şehit olanların intikamını almak üzere Suriye’ye göndermek üzere bir ordu hazırlamıştı. Hz. Ebu Bekir’in ilk işi, Üsame b. Zeyd’in komutasındaki bu orduyu sefere göndermek oldu. Sahabilerden bir kısmı ordunun sefere çıkmasını, mürtetlik hadiselerine sebep olabileceğini öne sürerek istememişti. Buna rağmen Ebu Bekir, 26 Haziran 632 tarihinde orduya hareket emrini verdi. Verilen görev için Suriye’ye kadar giden ordu, düşman birlikleriyle karşılaşmadan geri döndü. Dönüş yolunda, sahabeden bir kısmının kaygılarını gidererek, Hz. Muhammed’in vefatını fırsat bilip isyan eden kabilelere yeniden diz çöktürdü.

Mürtetler ve Sahte Peygamberlerle Uğraştı

Ebu Bekir’i, halifeliğinin ilk yılında en çok uğraştıranlar, mürtetler oldu. Peygamber olduğu iddiasıyla ortaya çıkanlar, İslam inancını bırakıp eski pagan inanışına dönenler, Ebu Bekir’in mücadele ettiği gruplar oldu. Arap Yarımadası’ndaki kabilelerin bir kısmı da Hz. Muhammed’in vefatını takiben devlet otoritesini tanımadıklarını ilan ettiler. Arabistan’ın değişik bölgelerinde yaşayan, henüz Müslüman olmuş bazı kabileler Medine’nin egemenliğini reddettiler. Bunların bir kısmı yalancı peygamberlere tabi olurken bazıları zekât vermeyeceklerini bildirdiler. Sahte peygamberlerle mücadele edilmesi konusunda sahabiler arasında itiraz eden olmazken, zekât vermek istemeyenlere ne yapılması gerektiği tartışma konusu oldu. “La ilahe illallah!” diyenlerle savaşmanın doğru olmayacağını savunan görüşler ortaya çıktı. Ebu Bekir, namaz ile zekâtı birbirinden ayrı ibadetmiş gibi görmek isteyenlerle savaşmanın şart olduğunu ve dinin tamamlandığını, dinin bazı esaslarının terk edilmesine izin vermeyeceğini söyleyerek Hz. Ömer’den yardım istedi. Onun kararlı tutumu kafalardaki kuşkuları giderdi. Ağustos-Eylül 632’de yüz kişilik bir süvari birliğinin başına geçerek Fezâre Kabilesi’nin zekâtına el koydu ve içlerinden Medine’ye saldırmak isteyenleri dağıttı. Aynı günlerde Medine ve çevresindeki kabilelerden gelen yardımcı güçlerle birleşerek peygamberlik iddiasında bulunan Tuleyha b. Huveylid üzerine silahlı güçler gönderdi. Halid b. Velid komutasındaki silahlı güçler, dönme hareketlerinin bastırılmasında ve bilhassa Tuleyha, Secah ve en ciddi sahte peygamberlik iddiasında bulunanlardan Müseylemetül Kezzâb’ın ortadan kaldırılmasında büyük başarı kazandı. Aynı şekilde Yemen, Bahreyn ve Umman’daki isyanlar da silahlı birliklerle bastırılıp, ayaklananların tekrar imana gelmeleri sağlandı.

Hz. Ebu Bekir, ilk büyük seferini Sasaniler’e karşı yaptı. Bu amaçla Sasaniler’in yönetiminde bulunan Fırat’ın aşağı taraflarındaki bölgelere ordu gönderdi. Halid b. Velid komutasındaki ordu, Basra Körfezi’ndeki önemli yerleşim merkezlerini fethetti. Daha sonra sefere devam ederek Suriye cephesini açtı.

İlk Yayılma Bizans Topraklarına Doğru Oldu

İslam Devleti, Hz. Muhammed’in sağlığında Bizans ile ilk defa Mute Savaşı ile karşılaşmıştı. Hz. Ebu Bekir de dönemin en güçlü devletlerinden biri olan Bizans’la çarpışmayı göze aldı. Bu amaçla 633 yılının sonbaharında her biri üç bin kişiden oluşan üç ayrı birlik oluşturup Suriye’ye gönderdi. Üç ayrı koldan yola çıkan ordular, önce Vâdilarabe’yi ele geçirdi. Daha sonra Filistin’deki Kaysariye ve Gazze şehirlerini fethetti. Bu sırada ayrı bir koldan yola çıkan Halid b. Velid, Şam yakınlarına ulaşıp 23 Nisan 634 tarihinde Mercirâhit karargâhındaki Bizans askerlerini yendi. Oradan Şam’ın güneyine doğru ilerleyen diğer komutanlar ile Busra şehrini ele geçirdi. Daha sonra 30 Temmuz 634’te Bizans’a karşı yapılan Ecnâdeyn Savaşı ile Filistin’in kapıları İslam Devleti’ne açıldı. Hz. Ebu Bekir, Filistin kapılarının açıldığı savaşın neticesini öğrendikten sonra, 23 Ağustos 634 tarihinde, altmış üç yaşında vefat etti.

634’te Vefat Etti

Kaynaklarda, orta boylu, zayıf yapılı, seyrek sakallı, keskin bakışlı, gür saçlı, sarıya çalan, güzel ve ince yüzlü olarak tasvir edilen Hz. Ebu Bekir, vefat etmeden önce yerine kimin geçeceğini, cenaze işlemlerinin nasıl yapılacağını vasiyet etmişti. Kendinden sonra halifenin Hz. Ömer olması konusunda da Hz. Osman’a ahitname yazdırmıştı. Cenazesinin Esma binti Umeys tarafından yıkanmasını ve eski elbiseleriyle kefenlenmesini de vasiyet etmişti. Cenaze namazını Hz. Ömer kıldırdı. Hz. Ömer, Hz. Osman, Talha b. Ubeydullah ve oğlu Abdurrahman tarafından kabre konuldu.

Vahiy kâtiplerinden olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Muhammed’in sırrını saklamayı çok iyi bilir, yanında çok edepli davranırdı. Medine’ye elçiler geldiğinde onlara Hz. Peygamber’i nasıl selamlayacaklarını öğretir, huzurunda sükûnetle oturmalarını tembih ederdi. İslam öncesi dönemde Kureyş’in kan davaları ile ihtilaflarına bakmakla görevli olan Ebu Bekir, sosyal ilişkileri düzenlemeyi iyi bilirdi. İslam öncesinde Kâbe’deki putlara tapmayan, hanif inancıyla yaşayan kimselerdendi. Başta Kureyş olmak üzere Arap kabilelerinin tarihini çok iyi bilirdi ve ensab ilminin en yetkin âlimlerinden sayılırdı

Kur’an’ı ezbere bilir ve çok duygulu bir şekilde okurdu. Nitekim imamlık yapacak kimselerin Kur’an’ı en iyi bilen ve en güzel okuyanlardan seçilmesini tavsiye eden Hz. Peygamber, yerine namaz kıldırmakla sadece onu görevlendirmişti. Döneminde yaptığı en büyük hizmetlerden biri Kur’an-ı Kerim’i mushaf hâline getirmek oldu.

Hz. Ebu Bekir hadislerin rivayetine önem verir, Resul-i Ekrem’den bizzat duymadığı bir hadisi rivayet eden sahabilerden bunu Resulullah’ın söylediğine dair şahit getirmesini istediği olurdu.

Hz. Ebu Bekir ile Ömer “şeyhayn” diye anılmış, Kur’an ve sünneti çok iyi bildiği için Ebu Bekir’e “Şeyhülislam” unvanının verildiğini söyleyenler de olmuştur.

İlk Hazineyi Kurdu

Halife seçildikten altı ay kadar sonra evinde veya evinin yanında ilk defa beytülmal denilen devlet hazinesini kuran Hz. Ebu Bekir, buraya muhafız tayin edilmesini teklif edenlere de kilitli olduğu için korkuya gerek bulunmadığını söyledi. Esasen kendisi, ganimet ve fey denilen, Müslüman olmayan tebaadan alınan gelirleri sahabiler arasında eşit olarak hemen dağıttığı için beytülmalın korunmasına fazla ihtiyaç yoktu. Nitekim vefat ettiği zaman Hz. Ömer bazı sahabilerle beytülmala girdiğinde burada bir dirhemden başka bir şey bulamamıştır. İşlerinin çokluğu sebebiyle evini Medine’nin merkezine taşıdığında beytülmala Ebu Ubeyde b. Cerrah’ı, kaza işlerine Hz. Ömer’i, kâtipliğine Zeyd b. Sabit ile Hz. Osman’ı, hacibliğine azatlısı Şedîd’i, Medine’nin gece bekçiliğine de Abdullah b. Mes’ud’u tayin etti. Hilafeti döneminde devlet idaresinde büyük gelişmeler olmadığı için yeni müesseselere ihtiyaç duyulmadı.

Halife olduktan sonra eski mesleği olan ticaretle uğraşmasını uygun görmeyen Hz. Ömer ile Ebu Ubeyde b. Cerrah, kendisine maaş bağlanmasına önayak oldular. Devlet işlerinde Hz. Muhammed’den intikal eden mührü, özel işlerinde ise “Ni’me’l-kâdiru Allah” veya “Ab-dün zelîl li-rabbin celil” ibaresini taşıyan mührü kullandı.

İlk Halife Tartışması Hiç Bitmedi

Ebu Bekir, Hz. Muhammed’in halefi olması sebebiyle sahabiler tarafından kendisine “halife” denmesine itiraz etmemiş, fakat “halifetullah” unvanını uygun görmemiştir. Sünni ilim adamları, onun Müslümanların en faziletlisi ve hilafet makamına en uygun sahabi olduğunda ittifak etmiştir. Buna karşılık Şiiler, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ali’nin halife olmasıyla ilgili ilahi emir bulunduğunu, Ebu Bekir’in bu emre uymadığını ve Resulullah’ın cenazesi daha ortada iken hilafeti Hz. Ali’den gasp ettiğini ileri sürmüşlerdir. Sünni kaynakların ittifakla belirttiğine göre Hz. Ebu Bekir, Resul-i Ekrem’in cenazesiyle meşgul olurken ensarın emir seçmek üzere toplandığını öğrenip oraya gitmiş, tek bir halife etrafında birleşmek gerektiğini belirterek Hz. Ömer ile Ebu Ubeyde b. Cerrah’ı aday göstermiş, fakat sahabiler onun Resulullah’a olan yakınlığını dikkate alarak kendisini halife seçip biat etmişlerdir. Hz. Ali’yi halifeliğe daha uygun gören Haşimoğulları’ndan bir grup, sadece bir gün gecikmeyle biat etmişlerdir. Hz. Ali’nin ise Fedek arazisi sebebiyle Hz. Ebu Bekir’e dargın olan hanımı Hz. Fatma’yı üzmemek için onun vefatına kadar biat etmeyi ertelediği ve hilafet meselesinin çözümünün kendisi dışında cereyan ettiği için kırgınlık duyduğu ileri sürülmüştür. Gerçekten de Hz. Ali, Ebu Bekir’e, halife olduktan altı ay sonra, Hz. Fatma vefat edince biat etmiştir. Bununla beraber hiçbir zaman kendisinin halife olmasıyla ilgili bir nastan söz etmediği gibi Ebu Bekir’e biat ettikleri için sahabeye gücendiğini ima bile etmemiştir. Esasen Hz. Ali’nin hilafetine dair bir nas bulunsaydı, başta kendisi olmak üzere diğer sahabiler de bu konuda kesinlikle sessiz kalmazlardı. Öte yandan Şiilerin, Hz. Ali’nin nassa rağmen Hz. Ebu Bekir’e biat etmesindeki çelişkiyi ortadan kaldırmak için onun takiye yaptığını veya İslamiyetin gelişmesine engel olmamak için biat etmek zorunda kaldığını söylemeleri de inandırıcı görünmemektedir. Sünniler, Hz. Osman halife olduğunda İslamiyetin bir yandan Buhara’ya, öte yandan Kuzey Afrika’ya kadar ulaştığını, Hz. Ali’nin böyle bir düşünceye sahip olduğu takdirde özellikle Hz. Osman’a biat etmemesi gerektiğini söylemişlerdir. Hz. Ali’nin, Hz. Ömer ve Osman’a biat etmesi ve çocuklarına onların adlarını vermesi de hilafet konusunda hakkının yenildiği düşüncesine sahip olmadığına delil gösterilmiştir.

Diğer taraftan Şiiler Hz. Ebu Bekir’i, Fedek arazisi konusunda Hz. Fatma’yı üzdüğü, dinî konuları yeterince bilmediği, Hz. Ömer’i kendi yerine halife tayin ettiği gibi iddialarla tenkit etmişlerdir. Hâlbuki Ebu Bekir, Fatma’yı şahsi kanaati sebebiyle üzmemiş, peygamberlerin miras bırakmayacağını ifade eden hadise göre hareket etmiştir. Onun dinî konuları yeterince bilmediği iddiası bazı uydurma rivayetlere ve zoraki yorumlara dayanmaktadır. Hz. Ebu Bekir, yıllarca Resulullah ile birlikte bulunmuş bir kişi olarak ortaya çıkan meselelere ya şahsi bilgi ve ferasetiyle ya da ileri gelen sahabilerle istişare etmek suretiyle çözümler getirmiştir. Kendi yerine Hz. Ömer’i halife tayin etmesi de bu istişarelerin bir sonucudur. Esasen Hz. Ömer’in başarılı yönetimi bu tayinin ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir.