banner banner banner
Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri
Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri
Оценить:
 Рейтинг: 0

Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri


Ebu Bekir’i, halifeliğinin ilk yılında en çok uğraştıranlar, mürtetler oldu. Peygamber olduğu iddiasıyla ortaya çıkanlar, İslam inancını bırakıp eski pagan inanışına dönenler, Ebu Bekir’in mücadele ettiği gruplar oldu. Arap Yarımadası’ndaki kabilelerin bir kısmı da Hz. Muhammed’in vefatını takiben devlet otoritesini tanımadıklarını ilan ettiler. Arabistan’ın değişik bölgelerinde yaşayan, henüz Müslüman olmuş bazı kabileler Medine’nin egemenliğini reddettiler. Bunların bir kısmı yalancı peygamberlere tabi olurken bazıları zekât vermeyeceklerini bildirdiler. Sahte peygamberlerle mücadele edilmesi konusunda sahabiler arasında itiraz eden olmazken, zekât vermek istemeyenlere ne yapılması gerektiği tartışma konusu oldu. “La ilahe illallah!” diyenlerle savaşmanın doğru olmayacağını savunan görüşler ortaya çıktı. Ebu Bekir, namaz ile zekâtı birbirinden ayrı ibadetmiş gibi görmek isteyenlerle savaşmanın şart olduğunu ve dinin tamamlandığını, dinin bazı esaslarının terk edilmesine izin vermeyeceğini söyleyerek Hz. Ömer’den yardım istedi. Onun kararlı tutumu kafalardaki kuşkuları giderdi. Ağustos-Eylül 632’de yüz kişilik bir süvari birliğinin başına geçerek Fezâre Kabilesi’nin zekâtına el koydu ve içlerinden Medine’ye saldırmak isteyenleri dağıttı. Aynı günlerde Medine ve çevresindeki kabilelerden gelen yardımcı güçlerle birleşerek peygamberlik iddiasında bulunan Tuleyha b. Huveylid üzerine silahlı güçler gönderdi. Halid b. Velid komutasındaki silahlı güçler, dönme hareketlerinin bastırılmasında ve bilhassa Tuleyha, Secah ve en ciddi sahte peygamberlik iddiasında bulunanlardan Müseylemetül Kezzâb’ın ortadan kaldırılmasında büyük başarı kazandı. Aynı şekilde Yemen, Bahreyn ve Umman’daki isyanlar da silahlı birliklerle bastırılıp, ayaklananların tekrar imana gelmeleri sağlandı.

Hz. Ebu Bekir, ilk büyük seferini Sasaniler’e karşı yaptı. Bu amaçla Sasaniler’in yönetiminde bulunan Fırat’ın aşağı taraflarındaki bölgelere ordu gönderdi. Halid b. Velid komutasındaki ordu, Basra Körfezi’ndeki önemli yerleşim merkezlerini fethetti. Daha sonra sefere devam ederek Suriye cephesini açtı.

İlk Yayılma Bizans Topraklarına Doğru Oldu

İslam Devleti, Hz. Muhammed’in sağlığında Bizans ile ilk defa Mute Savaşı ile karşılaşmıştı. Hz. Ebu Bekir de dönemin en güçlü devletlerinden biri olan Bizans’la çarpışmayı göze aldı. Bu amaçla 633 yılının sonbaharında her biri üç bin kişiden oluşan üç ayrı birlik oluşturup Suriye’ye gönderdi. Üç ayrı koldan yola çıkan ordular, önce Vâdilarabe’yi ele geçirdi. Daha sonra Filistin’deki Kaysariye ve Gazze şehirlerini fethetti. Bu sırada ayrı bir koldan yola çıkan Halid b. Velid, Şam yakınlarına ulaşıp 23 Nisan 634 tarihinde Mercirâhit karargâhındaki Bizans askerlerini yendi. Oradan Şam’ın güneyine doğru ilerleyen diğer komutanlar ile Busra şehrini ele geçirdi. Daha sonra 30 Temmuz 634’te Bizans’a karşı yapılan Ecnâdeyn Savaşı ile Filistin’in kapıları İslam Devleti’ne açıldı. Hz. Ebu Bekir, Filistin kapılarının açıldığı savaşın neticesini öğrendikten sonra, 23 Ağustos 634 tarihinde, altmış üç yaşında vefat etti.

634’te Vefat Etti

Kaynaklarda, orta boylu, zayıf yapılı, seyrek sakallı, keskin bakışlı, gür saçlı, sarıya çalan, güzel ve ince yüzlü olarak tasvir edilen Hz. Ebu Bekir, vefat etmeden önce yerine kimin geçeceğini, cenaze işlemlerinin nasıl yapılacağını vasiyet etmişti. Kendinden sonra halifenin Hz. Ömer olması konusunda da Hz. Osman’a ahitname yazdırmıştı. Cenazesinin Esma binti Umeys tarafından yıkanmasını ve eski elbiseleriyle kefenlenmesini de vasiyet etmişti. Cenaze namazını Hz. Ömer kıldırdı. Hz. Ömer, Hz. Osman, Talha b. Ubeydullah ve oğlu Abdurrahman tarafından kabre konuldu.

Vahiy kâtiplerinden olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Muhammed’in sırrını saklamayı çok iyi bilir, yanında çok edepli davranırdı. Medine’ye elçiler geldiğinde onlara Hz. Peygamber’i nasıl selamlayacaklarını öğretir, huzurunda sükûnetle oturmalarını tembih ederdi. İslam öncesi dönemde Kureyş’in kan davaları ile ihtilaflarına bakmakla görevli olan Ebu Bekir, sosyal ilişkileri düzenlemeyi iyi bilirdi. İslam öncesinde Kâbe’deki putlara tapmayan, hanif inancıyla yaşayan kimselerdendi. Başta Kureyş olmak üzere Arap kabilelerinin tarihini çok iyi bilirdi ve ensab ilminin en yetkin âlimlerinden sayılırdı

Kur’an’ı ezbere bilir ve çok duygulu bir şekilde okurdu. Nitekim imamlık yapacak kimselerin Kur’an’ı en iyi bilen ve en güzel okuyanlardan seçilmesini tavsiye eden Hz. Peygamber, yerine namaz kıldırmakla sadece onu görevlendirmişti. Döneminde yaptığı en büyük hizmetlerden biri Kur’an-ı Kerim’i mushaf hâline getirmek oldu.

Hz. Ebu Bekir hadislerin rivayetine önem verir, Resul-i Ekrem’den bizzat duymadığı bir hadisi rivayet eden sahabilerden bunu Resulullah’ın söylediğine dair şahit getirmesini istediği olurdu.

Hz. Ebu Bekir ile Ömer “şeyhayn” diye anılmış, Kur’an ve sünneti çok iyi bildiği için Ebu Bekir’e “Şeyhülislam” unvanının verildiğini söyleyenler de olmuştur.

İlk Hazineyi Kurdu

Halife seçildikten altı ay kadar sonra evinde veya evinin yanında ilk defa beytülmal denilen devlet hazinesini kuran Hz. Ebu Bekir, buraya muhafız tayin edilmesini teklif edenlere de kilitli olduğu için korkuya gerek bulunmadığını söyledi. Esasen kendisi, ganimet ve fey denilen, Müslüman olmayan tebaadan alınan gelirleri sahabiler arasında eşit olarak hemen dağıttığı için beytülmalın korunmasına fazla ihtiyaç yoktu. Nitekim vefat ettiği zaman Hz. Ömer bazı sahabilerle beytülmala girdiğinde burada bir dirhemden başka bir şey bulamamıştır. İşlerinin çokluğu sebebiyle evini Medine’nin merkezine taşıdığında beytülmala Ebu Ubeyde b. Cerrah’ı, kaza işlerine Hz. Ömer’i, kâtipliğine Zeyd b. Sabit ile Hz. Osman’ı, hacibliğine azatlısı Şedîd’i, Medine’nin gece bekçiliğine de Abdullah b. Mes’ud’u tayin etti. Hilafeti döneminde devlet idaresinde büyük gelişmeler olmadığı için yeni müesseselere ihtiyaç duyulmadı.

Halife olduktan sonra eski mesleği olan ticaretle uğraşmasını uygun görmeyen Hz. Ömer ile Ebu Ubeyde b. Cerrah, kendisine maaş bağlanmasına önayak oldular. Devlet işlerinde Hz. Muhammed’den intikal eden mührü, özel işlerinde ise “Ni’me’l-kâdiru Allah” veya “Ab-dün zelîl li-rabbin celil” ibaresini taşıyan mührü kullandı.

İlk Halife Tartışması Hiç Bitmedi

Ebu Bekir, Hz. Muhammed’in halefi olması sebebiyle sahabiler tarafından kendisine “halife” denmesine itiraz etmemiş, fakat “halifetullah” unvanını uygun görmemiştir. Sünni ilim adamları, onun Müslümanların en faziletlisi ve hilafet makamına en uygun sahabi olduğunda ittifak etmiştir. Buna karşılık Şiiler, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ali’nin halife olmasıyla ilgili ilahi emir bulunduğunu, Ebu Bekir’in bu emre uymadığını ve Resulullah’ın cenazesi daha ortada iken hilafeti Hz. Ali’den gasp ettiğini ileri sürmüşlerdir. Sünni kaynakların ittifakla belirttiğine göre Hz. Ebu Bekir, Resul-i Ekrem’in cenazesiyle meşgul olurken ensarın emir seçmek üzere toplandığını öğrenip oraya gitmiş, tek bir halife etrafında birleşmek gerektiğini belirterek Hz. Ömer ile Ebu Ubeyde b. Cerrah’ı aday göstermiş, fakat sahabiler onun Resulullah’a olan yakınlığını dikkate alarak kendisini halife seçip biat etmişlerdir. Hz. Ali’yi halifeliğe daha uygun gören Haşimoğulları’ndan bir grup, sadece bir gün gecikmeyle biat etmişlerdir. Hz. Ali’nin ise Fedek arazisi sebebiyle Hz. Ebu Bekir’e dargın olan hanımı Hz. Fatma’yı üzmemek için onun vefatına kadar biat etmeyi ertelediği ve hilafet meselesinin çözümünün kendisi dışında cereyan ettiği için kırgınlık duyduğu ileri sürülmüştür. Gerçekten de Hz. Ali, Ebu Bekir’e, halife olduktan altı ay sonra, Hz. Fatma vefat edince biat etmiştir. Bununla beraber hiçbir zaman kendisinin halife olmasıyla ilgili bir nastan söz etmediği gibi Ebu Bekir’e biat ettikleri için sahabeye gücendiğini ima bile etmemiştir. Esasen Hz. Ali’nin hilafetine dair bir nas bulunsaydı, başta kendisi olmak üzere diğer sahabiler de bu konuda kesinlikle sessiz kalmazlardı. Öte yandan Şiilerin, Hz. Ali’nin nassa rağmen Hz. Ebu Bekir’e biat etmesindeki çelişkiyi ortadan kaldırmak için onun takiye yaptığını veya İslamiyetin gelişmesine engel olmamak için biat etmek zorunda kaldığını söylemeleri de inandırıcı görünmemektedir. Sünniler, Hz. Osman halife olduğunda İslamiyetin bir yandan Buhara’ya, öte yandan Kuzey Afrika’ya kadar ulaştığını, Hz. Ali’nin böyle bir düşünceye sahip olduğu takdirde özellikle Hz. Osman’a biat etmemesi gerektiğini söylemişlerdir. Hz. Ali’nin, Hz. Ömer ve Osman’a biat etmesi ve çocuklarına onların adlarını vermesi de hilafet konusunda hakkının yenildiği düşüncesine sahip olmadığına delil gösterilmiştir.

Diğer taraftan Şiiler Hz. Ebu Bekir’i, Fedek arazisi konusunda Hz. Fatma’yı üzdüğü, dinî konuları yeterince bilmediği, Hz. Ömer’i kendi yerine halife tayin ettiği gibi iddialarla tenkit etmişlerdir. Hâlbuki Ebu Bekir, Fatma’yı şahsi kanaati sebebiyle üzmemiş, peygamberlerin miras bırakmayacağını ifade eden hadise göre hareket etmiştir. Onun dinî konuları yeterince bilmediği iddiası bazı uydurma rivayetlere ve zoraki yorumlara dayanmaktadır. Hz. Ebu Bekir, yıllarca Resulullah ile birlikte bulunmuş bir kişi olarak ortaya çıkan meselelere ya şahsi bilgi ve ferasetiyle ya da ileri gelen sahabilerle istişare etmek suretiyle çözümler getirmiştir. Kendi yerine Hz. Ömer’i halife tayin etmesi de bu istişarelerin bir sonucudur. Esasen Hz. Ömer’in başarılı yönetimi bu tayinin ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir.

HZ. ÖMER (634-644)

584 yılında Mekke’de doğdu. İslam öncesi hayatına ilişkin detaylı bilgi olmamakla birlikte gençliğinde babasının develerini güttüğü, içkiye ve kadına çok düşkün olduğu, iyi ata bindiği, iyi silah kullandığı ve pehlivan yapılı olduğu bildirilmiştir. Pek çok Arap gibi köken ve akrabalık ilişkilerini iyi bilen, şiire meraklı bir kişi idi. Okuma yazmayı bilen, güzel konuşmaya özen gösteren bir insandı. Mekke’nin sosyal yaşantısına uygun olarak ticaret yaptığı, bu maksatla Suriye, Irak ve Mısır’a gittiği, Kureyş Kabilesi adına elçilik görevinde bulunduğu bilinmektedir.

İslam’ın ilk yıllarında Kureyş’in diğer putperestleri gibi Müslüman olan kişilere karşı düşmanca tavırlar sergileyen Hz. Ömer, 616 yılında Müslüman oldu. Onun Müslüman olmasına ilişkin birkaç rivayet vardır. Kuvvetli rivayete göre onun Müslüman olmasına kız kardeşi vesile olmuştur. Hz. Muhammed’in amcası Hamza’nın Müslüman olması sebebiyle büyük bir öfkeyle evinden çıkıp Hz. Muhammed’i öldürmeye giderken yolda karşılaştığı Nuaym b. Abdullah’tan, kız kardeşi Fatma ile kocası Said b. Zeyd’in Müslüman olduğunu öğrenince onların evine gider. Onları Kur’an okurken bulan Ömer, okuduklarını kendisine vermelerini istemiş, ancak bu isteği reddedilince kız kardeşini ve eniştesini dövmüş ve kardeşi, kendilerine Kur’an öğreten ve Ömer’den saklanan Habbâb b. Eret’i de çağırarak Müslüman olduklarını Ömer’in yüzüne karşı haykırmıştır. Onların korkudan azade bir şekilde, cesaretle inançlarını haykırmalarından etkilenen Ömer, o anda Müslüman olmaya karar verir ve kendisini Hz. Muhammed’e götürmelerini ister. Hz. Ömer’in Müslüman oluşunun, Hz. Muhammed’in, “Ya Rabbi! İslamiyeti Ömer b. Hattâb veya Amr b. Hişam (Ebu Cehil) ile teyit et.” şeklindeki duasının bir tezahürü olduğu belirtilmektedir. O, İslam’ı kabul eden kırkıncı kişi olunca Müslümanlar ilk defa Kâbe’de toplu olarak namaz kıldılar.

Hz. Ömer’in Müslüman olması Mekkeli müşriklerin moralinin bozulmasına neden oldu. O, malıyla ve gücüyle her zaman İslam’a inananların sayısını arttırmaya çalıştı. Müslümanlar Medine’ye hicret etmeye başlayınca Ömer de yanında ağabeyi Zeyd, karısı ve oğlu Abdullah başta olmak üzere akraba ve arkadaşlarından oluşan yirmi kişilik bir kafileyle Mekke’den ayrılıp Kuba’ya gitti. Hz. Muhammed’in hicret etmesinden sonra birçok muhacir gibi Kuba’da oturmaya devam eden Ömer, gün aşırı Medine’ye giderek Hz. Muhammed ile görüşürdü.

Hz. Ömer, seriyye olarak adlandırılan, İslam’ı yayma ve Medine’nin otoritesini kabul ettirme seferlerinin dışında Hz. Muhammed’in çevresinden hiç ayrılmadı. Komutanlığını Hz. Muhammed’in yaptığı bütün savaşlarda, Hudeybiye Antlaşması, kaza umresi ile veda haccında bulundu.

Hz. Muhammed, Hayber Kalesi’nin fethedilmesinden sonra, 628 yılının aralık ayında Hevâzin Kabilesi’ne karşı gönderdiği otuz kişilik askerî birliğin başına Hz. Ömer’i komutan atadı. Mekke’nin fethinden sonra erkeklerden biat alan Hz. Muhammed, kendisi adına Kureyşli kadınlardan biat almasını ona emretti. Öte yandan Kâbe’deki resimleri yok etme görevini de o yaptı. 630 yılında Bizans’a karşı Tebük Seferi’ne çıkan ordunun ihtiyaçları için mallarının yarısını bağışladı.

Hz. Peygamber, rahatsızlığı sırasında oluşturduğu orduya Üsame b. Zeyd’i kumandan tayin etti ve Ömer’i onun emrinde görevlendirdi. Mayıs 632’de namaza çıkamayacak kadar rahatsızlığı artınca namazı Hz. Ebu Bekir’in kıldırmasını emretti.

Hz. Muhammed, hastalığının şiddetlendiği bir sırada kâğıt ve kalem getirilip söyleyeceklerinin kaydedilmesini istemişti. Hz. Ömer’in de aralarında bulunduğu sahabeden bazı kişiler buna gerek olmadığını, Hz. Muhammed’in rahatsızlığının şiddetlenmesi yüzünden böyle bir talepte bulunduğunu, Allah’ın kitabı ve Hz. Muhammed’in sünnetinin yeterli olduğunu söylemiş, bazıları ise aksi kanaat belirtmişti. Bunun üzerine Hz. Muhammed, yanında tartışmamalarını söyleyerek kendisini yalnız bırakmalarını istemiştir. Tarihe “Vasiyetname” veya “Kırtâs Vakası” diye geçen bu olay bilhassa Şiiler tarafından Hz. Ömer aleyhine kullanılmıştır.

Hz. Muhammed’in ahirete göç etmesi sahabiler arasında büyük bir kedere yol açmış, Hz. Ömer, Mescid-i Nebevi’de, “Resulullah ölmemiştir! Allah onu muhakkak ki tekrar gönderecek ve böyle söyleyen kimselerin ellerini ve ayaklarını kestirecektir!” sözleriyle duygularını ifade etmiş, onu sakinleştiren kişi Hz. Ebu Bekir olmuştur.

Hz. Muhammed’in vefatının ardından ilk halife seçiminde de Hz. Ömer etkili olmuştur. Halife seçimi için ensarın Sakifetü Beni Saide’de toplanarak halife seçimi konusunu görüştüğünü öğrenen Ömer, yanına Ebu Bekir ile Ebu Ubeyde b. Cerrah’ı da alıp oraya gider. Hz. Ebu Bekir onlara Ömer’i veya Ebu Ubeyde’yi halife seçmelerini önerir. Ancak Ömer ve Ebu Ubeyde, o varken bu görevi üstlenemeyeceklerini belirterek Ebu Bekir’e biat ederler. Hz. Ömer ertesi gün Mescid-i Nebevi’de bir konuşma yaparak Müslümanlardan Kur’an-ı Kerim’e sarılmalarını ve Ebu Bekir’e biat etmelerini ister.

İslam’ın İlk Kadısı Oldu

Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir’in hilafeti döneminde ona müşavirlik ve kadılık yaptı. Halife olunca Üsame b. Zeyd kumandasındaki orduya hareket emri veren Ebu Bekir, Ömer’in Medine’de kalmasını istedi ve bunun için Üsame’den izin aldı. Peygamberlik iddiasında bulunanlarla savaşma konusunda bir ihtilaf olmamasına rağmen zekât vermek istemeyen kabileler hakkında ashap arasında farklı görüşler ortaya çıktı. “La ilahe illallah!” diyenlerle savaşmanın doğru olup olmayacağı hususunda Hz. Ömer’in başlattığı tartışma, Hz. Ebu Bekir’in namaz kılmayı kabul edip zekât vermek istemeyenlerle savaşmanın şart olduğu konusunda farklı düşünenleri ikna etmesiyle son buldu.

Hz. Ömer, Medine’ye saldırmak isteyen asilerin dağıtılmasını sağlayanlar arasında yer aldı. Peygamberlik iddia eden Tuleyha b. Huveylid’in üzerine bizzat yürümeye hazırlanan halifeyi, Hz. Ali ile birlikte bu kararından vazgeçirdi ve ordunun başına Halid b. Velid’in getirilmesini sağladı.

Halife seçildikten sonra ticaret yaparak geçimini sağlamaya çalışan Hz. Ebu Bekir’e maaş bağlatan da o oldu. Ebu Bekir’in müellefe-i kulûbdan iki kişiye tahsisat ayırmasına karşı çıkarak artık onlara ihtiyaç kalmadığını söyledi. Sahte peygamber Müseyleme ile 632 yılında yapılan Akrabâ Savaşı’nda hafız sahabelerden bir kısmının şehit düşmesi üzerine Kur’an’ın toplanması konusunu Hz. Ebu Bekir’e açtı. Resul-i Ekrem’in yapmadığı bir işi yapma hususunda tereddüt gösteren halifeyi ikna edip vahiy kâtiplerinin yazdığı, dağınık hâldeki ayet ve surelerin Zeyd b. Sabit başkanlığında bir heyet tarafından bir araya getirilmesini sağladı. Hz. Ebu Bekir, Medine’den ayrıldığında ve hastalandığında kendisine vekâlet etti; 633 yılı hac mevsiminde emir-i hac olarak görevlendirildi. Hz. Ebu Bekir namaza çıkamayacak derecede hastalanınca imamlık görevini Ömer’e bıraktıktan sonra kendinin ardından Ömer’in halife olması için Abdurrahman b. Avf, Said b. Zeyd, Osman b. Affân, Üseyd b. Hudayr gibi sahabilerle değerlendirme toplantısı yaptı. Yaptığı görüşmeden sonra Hz. Osman’ı çağırdı ve kendisine bir belge yazdırıp mühürledi. Daha sonra Ömer ile Osman’ı yanına alıp Mescid-i Nebevi’ye giderek halka hitap etti ve “Sizin için halife seçtiğim kişiye razı olur musunuz? Bir yakınımı tayin etmedim. Allah’a and olsun ki bütün dirayetimle düşünüp taşındım ve Ömer b. Hattâb’ı uygun buldum; onu dinleyin ve ona uyun.” diye çağrıda bulundu ve halk onun davetine olumlu tepki verdi.

Devletin Sınırlarını Hızla Genişletti

23 Ağustos 634’de biat alan Hz. Ömer, ilk iş olarak bin kişilik bir askerî birlik kurarak Irak cephesinde Sasaniler’le çarpışan İslam ordusuna yardım gönderdi. Sasaniler’e karşı arka arkaya zafer kazanan İslam orduları, hızla sınırlarını genişletmeye başladı. Devletin sınırlarının genişlemesine paralel olarak, fethedilen toprakların güvenliği için karargâh şehirlere ihtiyaç duyuldu. Bu aşamada Kufe ve Basra’yı ordu merkezi olarak kurdurdu. Irak topraklarında tahkimatını tamamlayan İslam orduları, Sûs, Huzistan ve Musul’u da ele geçirerek Irak topraklarının tamamında egemenlik kurdu.

Aynı dönemde Suriye topraklarında da Bizans’a karşı cepheler açıldı. Hz. Ebu Bekir döneminde kazanılan Ecnâdeyn zaferinden sonra Hz. Ömer devrinde yapılan Fihl Savaşı’nda Müslümanlar Bizans kuvvetlerine büyük kayıp verdirdiler. Daha sonra yürütülen seferlerle Ba’lebek, Humus ve Hama şehirlerini İslam topraklarına kattılar. Müslümanlara karşı süratle tedbir alma ihtiyacı duyan Bizans İmparatoru Heraklios, Hristiyan Arapların ve Ermenilerin de desteğini alarak ordusunu Yermük Vadisi’nde topladı. Müslümanlar, 636 yılında yapılan Yermük Savaşı’nda Bizans ordusunu ağır yenilgiye uğrattı. Bu zaferle birlikte Bizans’ın Suriye’deki egemenliği sona erdi. Şeyzer, Kınnesrın, Halep ve daha sonra Antakya, Urfa, Rakka ve Nusaybin şehirleri Müslümanların eline geçti.

Hz. Ömer için en önemli hedeflerden biri de Kudüs idi. Çünkü Kudüs, Müslümanların kıblesiydi. Bu nedenle Filistin bölgesinde İslam toprağı olmayan yer bırakmak istemiyordu. Hz. Muhammed’in vefatından sadece dört yıl sonra İslam orduları Kudüs’ün kapısına dayandı. Patrik Sophronios şehrin anahtarlarını o sırada inceleme ve görüşmelerde bulunmak için Suriye’ye gelen ve Cabiye’de bulunan Hz. Ömer’e teslim etmek istediğini belirtti. Halife bizzat Kudüs’e giderek halka aman verip kendileriyle bir antlaşma yaptı. Daha sonra Filistin’in sahil şehirleri başta olmak üzere diğer yerleşim yerleri fethedildi. Kıbrıs’ın fethi, askeri güçlükler dikkate alınarak ertelenirken, Mısır’ın fethedilmesiyle coğrafi bütünlüğün sağlanması hedeflendi. Mısır’ın fethi üç yıl sürdü. Böylece Irak, İran, Azerbaycan, Suriye, Filistin ve Mısır, Medine’den yönetilir hâle geldiler.

Toplumsal Zenginlik Arttı

Yapılan savaşlarda elde edilen ganimetler ve ele geçirilen toprakların halklarından alınan vergiler devletin zenginliğini büyük ölçüde arttırdı. Gelirlerin artmasına paralel olarak bu gelirlerin nasıl değerlendirileceğine ilişkin ilkelerin de belirlenmesi gündeme geldi. Bu amaçla 637 yılının Mart ayında Suriye’nin Cabiye şehrinde bütün valilerini toplayan Hz. Ömer, gelirlerin paylaşımında göz önünde bulundurulacak esasları ortaya koydu ve Müslümanların gayrimüslimlerle münasebetlerinde dikkat edecekleri konuları hatırlattı.

638 yılında Kudüs yakınlarındaki Amvas köyünde çıkan ve buradan Suriye’ye hızla yayılan veba salgını, o dönemin en büyük felaketine dönüştü. Yirmi beş bin insanın hayatını kaybettiği bu salgın, Hz. Ömer’e halifelik görevinin en zor günlerini yaşattı.

641 yılında Hayber Kalesi ve çevresinde önemli düzenlemeler yaptı. Öncelikle Yahudileri Arap Yarımadası’nın dışına çıkartan Hz. Ömer, daha sonra onlardan alınan toprakları sahabiler arasında taksim etti. Bu taksimatta da toprağın barış veya savaş yoluyla alınması ilkelerini gözetti. Topraklardan beytülmal hissesi olarak Hz. Muhammed’in eşlerine düşen paylar konusunda kendilerini serbest bıraktı. Hz. Muhammed’in eşlerinin bir kısmı toprak istedi, bir kısmı da toprağın gelirini almaya karar verdi.

Hayber toprakları gibi Fedek toprakları da Hz. Muhammed döneminde alınmıştı. Toprakların yarısı Hz. Muhammed’e aitti. Hz. Ömer, önce bu toprakların fiyatını tespit ettirdi. Daha sonra Fedek topraklarının yarısının bedelini Fedek Yahudilerine ödeyerek onları da Arabistan toprakları dışına çıkarttı. Aynı tarihte Necranlı Hristiyanları da Kufe taraflarındaki Necraniye’ye gönderdi ve mallarını satın alarak mağdur olmalarını önledi. Ayrıca gittikleri yerde kendilerine geniş topraklar verilmesini, bu topraklardan bir süre vergi alınmamasını valilerine emretti.

Yoktan Bir Sebeple Öldürüldü

Hz. Ömer, 644 yılında adalet arayan Ebu Lü’lüe adında bir kişi tarafından öldürüldü. Ebu Lü’lüe, efendisi ve Basra eski valisi Mugire b. Şu’be’nin kendisinden fazla ücret aldığını ileri sürerek Hz. Ömer’e şikâyette bulundu. Hz. Ömer, Ebu Lü’lüe’nin şikâyet ettiği konuyu incelediğinde Mugire b. Şu’be’nin demircilik, marangozluk ve nakkaşlık yaptığını, bu nedenle aldığı ücretin fazla olmadığını tespit ettiğini söyledi. Efendisini şikâyetten sonuç alamayan Ebu Lü’lüe, bunun üzerine ertesi gün sabah namazında Hz. Ömer’i hançerledi ve olay yerinde intihar etti.

Hz. Ömer, ölüm döşeğinde iken yerine birini bırakması önerildi. O da cennet ile müjdelenen sahabilerden altı kişilik bir heyet toplanmasını ve aralarından birini halife seçmelerini tavsiye etti. Oğlu Abdullah’ı da halife seçilmemek şartıyla bu heyete dâhil etti. Heyet, yaptığı değerlendirme sonucunda Hz. Osman’ı üçüncü halife olarak seçti. Hz. Ömer, 3 Kasım 644’te vefat etti.

Uzun boylu, gür sesli ve cüsseli bir kişi olan Hz. Ömer, yaşamı boyunca çok sayıda kadınla evlendi. İlk evliliğini Zeyneb binti Maz’ûn el-Cumahiyye ile yaptı. Abdullah ve Hafsa, bu evlilikten doğan çocuklarıdır. Cahiliye döneminde evlendiği Müleyke binti Amr ve Kureybe binti Ebu Ümeyye’yi İslamiyeti kabul etmedikleri için müşrik kadınlarla evlenmeyi yasaklayan ayet doğrultusunda boşadı. Başka evlilikler de yapan Hz. Ömer son evliliğini, Hz. Muhammed ile akrabalık kurmak amacıyla 638 yılında Hz. Ali ve Fatma’nın kızı Ümmü Gülsüm ile yaptı.

Allah’ın cennet ile müjdelediği on sahabeden biri olan Hz. Ömer, aynı zamanda vahiy kâtipliği de yaptı. Kızı Hafsa’yı 625 yılında Hz. Muhammed ile evlendirerek onunla dostluğunu pekiştirdi.

Hz. Ömer’in en meşhur lakabı “hak ile batılı birbirinden ayıran” anlamında “Faruk”tur. Emir el-Mü’minin tabiri ilk defa onun için kullanılmıştır. Sünni âlimler, onun Hz. Ebu Bekir’den sonra Müslümanların en faziletlisi ve hilafet makamına en uygun sahabi olduğunda ittifak etmiştir. Şii âlimler ise Hz. Ömer’in, Ebu Bekir ile birlikte, Hz. Muhammed’in cenazesi henüz ortada iken hilafeti Hz. Ali’den gasp ettiğini ileri sürmüşlerdir. Şii din bilginlerinin iddialarının aksine Hz. Ali, Hz. Ömer’in halifeliğine ilk gün biat etmiş ve onun yardımcısı olmuştur. Hz. Ömer de “Ali olmasaydı Ömer helak olurdu.” diyerek aralarındaki güveni ifade etmiştir.

Kadınlara karşı çok sert olan Hz. Ömer, halifeliği döneminde adalete verdiği önem ile tarihteki yerini almıştır. Hz. Ebu Bekir döneminde edindiği tecrübeden kendi halifeliği döneminde fazlasıyla yararlanmıştır. Hz. Ayşe’nin, “Ömer anılınca adalet anılmış olur, adalet anılınca Allah anılmış olur, Allah anılınca da rahmet iner.” dediği rivayet edilmiştir. Görev yaptığı müddetçe devlet hazinesinden, ihtiyacından fazlasını almamaya özen gösteren Hz. Ömer, kul hakkına riayet konusunda büyük titizlik göstermiştir. O, kendisinden sonra gelecek halifeye, zimmilerin hukukuna riayet edilmesini ve onlara verilen sözlerin tutulmasını vasiyet ederek kul hakkı konusundaki titizliğini göstermiştir.

Hz. Ömer toplumu ilgilendiren konularda toplumun görüşüne başvururdu. Bu amaçla halkı Mescid-i Nebevi’ye çağırır, iki rekât namaz kılındıktan sonra minbere çıkıp konuyu halka açardı. Halkın soru sormasına ve haklarını aramasına imkân tanır, kendisinin eleştirilmesini isterdi. İyiliği emretmek, kötülüklerden sakındırmak anlamına gelen ve İslam’ın en temel öğretilerinden olan “emri bi’l-ma’rûf nehiy ani’l-münker” esasına bağlı kalarak halifelik vazifesini yerine getirmekte çok büyük dikkat gösteren Hz. Ömer bütün emir ve yasakları önce kendi şahsında ve ailesinde uygulardı.

Toplumun her ihtiyacını yakından takip eden Hz. Ömer, divan defterlerini yanına alarak Medine çevresindeki insanların ihtiyaçlarını, evlerine gidip kendi eliyle verirdi. Gündüzleri çarşı pazarda, geceleri de Medine sokaklarında dolaşıp asayişi kontrol eder, ihtiyaç sahiplerini gördüğünde kendisi beytülmaldan yiyecek taşırdı. Her cumartesi günü Medine’nin dışında Âliye yöresine gider, ağır işlerde çalıştırılan kölelerin yükünün hafifletilmesini sağlardı. Öte yandan hayvanlara fazla yük taşıtılmasına izin vermezdi. Valilerine yazdığı mektup ve emirnamelerden birer nüshanın saklanmasını istediğinden, İslam Devletinde Divanü’l-inşa denilen arşivin de ilk kurucusu odur.

Züheyr, Nâbiga ve Abde gibi Arap coğrafyasının ünlü şairlerinin şiirlerini gençliğinden beri dikkatle dinlediği bilinen Hz. Ömer’in bunları okuduğu, birçoğunu ezberlediği, halifeliği döneminde kabilelere ait divanların derlenmesini istediği bilinmektedir. Onun bu şiirlerden bestelenmiş şarkıları dinlemeyi sevdiği ve “Şarkı, yolcunun azığı cümlesindendir.” dediği nakledilmektedir.

Kur’an-ı Kerim’in mushaf hâline getirilmesi hususunda Hz. Ebu Bekir’i ikna eden Hz. Ömer, bütün İslam beldelerinde valilere, cami ve mekteplerde eğitim ve öğretime Kur’an’la başlanmasını emretmiş, bu maksatla çeşitli vilayetlere Medine’den bazı sahabileri göndermiş, onlara maaş bağlamıştır.