Книга Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri - читать онлайн бесплатно, автор Hasan Yılmaz. Cтраница 3
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri
Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri

Ayrıca savaş esnasında kadınlara tecavüz edilmemesini, katliam yapılmamasını, kadın ve çocuklara dokunulmamasını emretmiştir. Verdiği emirlerin ordu tarafından uygulanıp uygulanmadığını takip edebilmek ve ayrıca ordu komutanlarına süratli bir şekilde haber ulaştırabilmek için yollara menziller yaptırmıştır. Bu menzilleri aynı zamanda valilerinden düzenli rapor almak için de kullanmıştır.

Hz. Ömer döneminde ordunun ihtiyacı merkezden karşılanıyordu. Aynı dönemde askerlerin adlarının divan defterlerine yazılması işlemi de başlatıldı. Böylece zorunlu askerlik ve düzenli orduların kurulması sağlandı.

Onun döneminde yapılan bir önemli iş ise tarım arazilerinin sulanması için bentler ve kanallar inşa edilmesi olmuştur. Böylece kurak dönemlerde tarlaların sulanması sağlanarak rekolte düşüklüğünün önüne geçilmeye çalışılmıştır.

İslam tarihinde ilk hapishane Hz. Ömer zamanında kurulmuş ve bunun ardından ceza çeşitleri ve miktarlarında da değişiklikler yapılmıştır.

Adalet Onun Alametifarikası Olmuştur

Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir döneminde kadılık görevini yürütürken, kendi döneminde de kadılık görevini düzenledi. Önceleri valiler tarafından yürütülen bu görev için Basra, Şam, Filistin, Humus, Ürdün, Mısır ve Bahreyn’e, kendine doğrudan bağlı kadılar tayin etti. İslam tarihinde siyasi ve idari birçok uygulamayı ilk defa hayata geçiren Hz. Ömer , Ebu Musa el-Eş’arî’ye gönderdiği İslam hukuku ve yargılama usulüyle ilgili mektubu ve kendisine intikal eden davaları çözmede takip ettiği usül ile hukukta birçok yeni prensibi hayata geçirmiş, yargılama usulünün temellerini atmıştır.

Hz. Ömer, İslam fıkhı tarihinde önemli bir yere sahiptir. Hz. Muhammed’in çevresinde oluşan meclislerde ileri sürdüğü isabetli görüşleri nedeniyle Hz. Muhammed tarafından iltifatla karşılanmıştır. Yirmiye yakın meselede vahyin onun görüşlerine uygun biçimde gelmesi nedeniyle kendisi için “muvâfakâtü Ömer” tabiri kullanılmıştır. Böylece Allah’ın hükümlerinin ruhunu kavrama konusundaki özelliği vurgulanmak istenmiştir.

Fıkıh tarihinde en çok fetva veren yedi sahabeden biri olarak bilinen Hz. Ömer, bir konu hakkında yargı yürütürken önce Kur’an’a, sonra sünnete, ardından da kendi görüşüne başvururdu. Hz. Ömer, sünneti ikinci hüküm kaynağı olarak kabul edip hüküm yürütmede sünnete başvurmasına rağmen çok sayıda hadis rivayet edilmesine taraftar olmamış, değişik bölgelere gönderdiği irşat heyetlerine, Kur’an eğitimine öncelik verip çok fazla hadis rivayet etmemelerini telkin etmiş ve bu arada çok hadis rivayet eden bazı sahabileri de uyarmıştır. Onun bu davranışı, hadis rivayeti konusunda kötü niyetli kişilerin hadis uydurma teşebbüslerini önlemek, Kur’an eğitiminin yerleşmesini sağlamak ve Kur’an ile sünnetin birbirine karıştırılmasını önlemek gibi gerekçelerle açıklanmıştır. Hz. Ömer çoğu fıkhi konularla ilgili olmak üzere beş yüzün üzerinde hadis rivayet etmiştir. Hz. Ömer’in rivayet ettiği hadisleri Ebu Bekir, “En-Neccâd Müsnedü Ömer b. el-Hattâb” ve İbn Şeybe, “Müsnedü emîri’l- mü’minîn Ömer b. el-Hattâb” adlarıyla bir araya getirmiştir.

Kur’an ve sünnette hükmü bulunmayan yeni konuları İslam fıkhında rey denilen ilke uyarınca kendi görüşüne başvurarak hükme bağlayan Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eş’arî’ye ve Kâdî Şüreyh’e gönderdiği mektuplarda onları da kendi görüşleriyle karar oluşturmaya teşvik etmiştir. O devirde rey, kitap ve sünnette hükmü açıklanmayan meselelerin naslardan çıkarılan prensipler ışığında çözüme kavuşturulması anlamında kullanılıyordu. Reye verdiği önem sebebiyle Hz. Ömer’in “ehl-i rey’’ adıyla bilinen fıkıh ekolünün oluşmasında çok etkili olduğu kabul edilir. Irak’ta ortaya çıkan bu ekole Hz. Ömer’in etkisi, onun en yakın müşavirlerinden Hz. Ali ve Abdullah b. Mes’ud vasıtasıyla olmuştur.

Onun, Kur’an ve sünnette hüküm bulamadığı konularda Hz. Ebu Bekir’in görüşüne başvurduğu, bununla birlikte her zaman onunla aynı görüşü paylaşmadığı bilinmektedir. Nitekim Hz. Ebu Bekir, kendisinden sonra halife olacak kişiyi veliaht tayin etmek suretiyle belirlemeyi uygun gördüğü hâlde Hz. Ömer halife olacak kişinin seçimini şura meclisine bırakmıştır. Hz. Ömer’in başta Hz. Ali olmak üzere, Osman, Abdurrahman b. Avf, Muâz b. Cebel, Übey b. Kâ’b ve Zeyd b. Sabit gibi sahabenin ileri gelenlerinden oluşan bir istişare meclisi bulunmaktaydı. Şura içtihadı yoluyla ortaya çıkan ihtilafsız hükümler bütün Müslümanların uyduğu kurallar olarak kabul görmüştür. Kendi görüşü ile ulaştığı kararlardan gerektiği zaman dönmekten çekinmeyen Hz. Ömer bu konuyu Ebu Musa el- Eş’arî’ye gönderdiği mektupta şöyle ifade etmiştir:

“Bugün verdiğin, daha sonra tekrar düşünüp yanlış olduğunu anladığın bir hüküm seni hakka dönmekten alıkoymasın.”

Fıkıh tarihinde ehl-i rey yanında, ehl-i hadis adı verilen ekolün gelişiminde de Hz. Ömer’in katkısı olmuştur. Sahabe nesli müctehitlerinin başında Hz. Ömer bulunduğu için onun hem kendi döneminde hem de sonraki dönemlerde yaşayan farklı ekollere mensup müctehitler üzerindeki tesirleri derin olmuştur. Bazı fakih sahabiler, Hz. Ebu Bekir ile Ömer’in ittifak ettiği görüşleri diğer sahabilerin görüşlerine tercih etmiştir. Fıkıh usulünde de Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in görüşlerinin hüccet olup olmadığı üzerinde durulmuş ve farklı görüşler ortaya konmuştur.

Teravih Namazı Onun Döneminde Camide Kılınmaya Başlandı

635 yılında Mescid-i Nebevi’de ilk defa cemaatle teravih namazı kılınmasını emreden de Hz. Ömer olmuştur. Namaz için kadın ve erkeklere iki ayrı imam tayin etmiştir. Mescid-i Haram’ı da çevredeki bazı evleri istimlak ederek genişletmiş, etrafını göğüs hizasında bir duvarla çevirtmiş, meşalelerle aydınlatmış ve bazı rivayetlere göre sel sularının Kâbe’nin duvarına kadar sürüklediği Makam-ı İbrahim’i eski yerine koydurtmuştur.

638 yılında yaptığı umre sırasında Mekke-Medine arasındaki su kaynaklarında misafirhane yapmak, yeni kuyular açmak ve mevcutları temizlemek isteyen kabilelere, hac ve umre yolcularının öncelikle faydalanmaları şartıyla izin vermiş, Şam-Hicaz arasında da benzer tedbirleri almıştır. Medine’de bir misafirhane yaptırmış, ayrıca Kufe-Hire arasındaki bir konağın misafirhane olarak kullanılmasını istemiştir.

Aynı dönemde çocukların eğitimi için öğretmenler görevlendirmiş ve çocuklara Kur’an-ı Kerim, okuma yazma ve Arap dilinin kurallarının yanında, ensab bilgisi, şiir, darbımesel, yüzme, binicilik ve atıcılığın öğretilmesini istemiş, bu konuda valilere emirler göndermiştir. Ayrıca Kur’an-ı Kerim öğrenen çocuklara beytülmaldan maaş bağlamıştır. Onun döneminde eğitim öğretim hizmeti açısından köle veya hür ayrımcılığı yapılmamıştır.

O dönemde Müslüman olmayanların inançlarına saygı gösterilmiş, Mecusilerin ateşgedeleri, Hristiyanların kiliseleri, Yahudilerin havraları korunmuştur. Diğer taraftan Hz. Ömer, Müslüman olmayanların uyacakları bazı esasları da belirlemiştir. Buna göre gayrimüslimlerin bellerine, kilise rahiplerinin taktıkları kuşak gibi zünnar takmaları, başlarına çizgili başlık giymeleri emredilmiştir. Müslümanlar ile gayrimüslimlerin sokakta ayırt edilmesi için bu zorunluluk getirilmiştir.

HZ. OSMAN (644-656)

577 yılında Taif’te doğdu. Emevi Kabilesi’ne mensuptur. Babası Affan, Mekke’nin en zengin tüccarlarındandı.

O da Mekkeli birçok genç gibi ticaretle gençlik yıllarında tanıştı. Babasının da zenginliği nedeniyle işlerini büyüterek Mekke’nin sayılı zenginleri arasına girdi. Hz. Ebu Bekir’in daveti ile İslam inancını benimseyen ilk on Müslüman’dan biri oldu. Mekke’nin ileri gelenlerinden olması nedeniyle onun İslam’a geçmesi Mekke’de büyük yankı uyandırdı. Onun Müslümanlığı benimsemesine, tıpkı Hz. Muhammed’in amcası Ebu Leheb gibi amcası Hakem b. Ebü’l-Âs karşı çıktı. Ellerini bağlayıp eski inancına dönene kadar çözmeyeceğini söyleyen amcasına kararlılıkla direndi. Sonunda amcası ellerini çözmek zorunda kaldı. Annesi de aynı şekilde onun Müslüman olmasından büyük rahatsızlık duydu. Annesinin uğraşları da sonuç vermedi. İnancında sebat eden Hz. Osman, 615 yılında Hz. Muhammed’in kızı Rukiyye ile evlendi ve aynı yıl eşiyle birlikte Habeşistan’a hicret etti. Habeşistan’da bir yıl kalan Hz. Osman, daha sonra Medine’ye hicret etti.

Sahip olduğu mal varlığını İslam’ın yayılması için harcayan Hz. Osman, Medine’ye hicret ettikten sonra muhacirlerin ev sahibi olmaları için maddi yardımlarda bulundu. Hz. Muhammed, Medine döneminde onu, evinde misafir kaldığı ensardan Evs b. Sabit ile kardeş ilan etti ve Medine’de muhacirlere ev yapmaları için yer tahsis ettiğinde ona Mescid-i Nebevi’nin, kendisinin girip çıktığı kapısının karşısına düşen arsayı verdi. Hz. Osman, eşi Rukiyye’nin hastalığı nedeniyle Bedir Savaşı’na katılamadı. Savaşın kazanıldığı haberi Medine’ye ulaştığı gün Rukiyye vefat etti. Hz. Muhammed, onu da Bedir Savaşı’na katılan Müslümanlardan sayarak kendisine ganimetten pay verdi. Daha sonra da onu 624 yılında diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Ümmü Gülsüm de 630 yılında vefat etti.

Hz. Muhammed, 624 yılında Gatafanoğulları Kabilesi’ne karşı Zuemer Gazvesi’ne ve Enmar, Salebeoğulları kabilelerine karşı 625 yılında Zatürrika Gazvesi’ne gittiğinde Medine’de yerine vekil olarak Hz. Osman’ı bıraktı. Hz. Osman, 628 yılında imzalanan Hudeybiye Antlaşması öncesinde onun elçisi olarak Mekke’ye gitti. Kureyş liderlerinin, istediği takdirde Kâbe’yi ziyaret edebileceğini söylemeleri üzerine Hz. Peygamber’e izin verilmediği sürece kendisinin de ziyaret etmeyeceğini bildirdi. Kâbe ziyaretine müsaade edilmesini sağlamak için görüşmelerini ısrarlı bir şekilde sürdürdü. Dönüşünün gecikmesi üzerine kendisini bekleyen Müslümanlar arasında öldürüldüğü şayiası yayılınca Hz. Muhammed, sahabelerden, müşriklere karşı savaşa girmek şartıyla biat aldı. Biat sırasında, “Osman, Allah ve resulünün emrini yerine getirmek için gitmiştir.” deyip sağ elini sol elinin üzerine koyarak onun adına biat ettiğini gösterdi. Hz. Osman, 630 yılında çıkılan Tebük Seferi sırasında ordunun silahlandırılması için başlatılan yardım kampanyasında en büyük yardımı yaptı.

Üçüncü Halifelik Şerefine Erişti

Hz. Muhammed’e gönderilen Kur’an ayetlerini kaleme alan vahiy kâtiplerinden olan Osman, Hz. Ebu Bekir döneminde de onun kâtipliğini ve müşavirliğini yaptı.

Hz. Ömer, Mescid-i Nebevi’de adalet arayan Ebu Lü’lüe tarafından ağır bir şekilde yaralandığında Allah tarafından cennetle müjdelenenlerden Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Abdurrahman b. Avf, Hz. Sa’d b. Ebu Vakkas, Hz. Talha b. Ubeydullah ve Hz. Zübeyr b. Avvâm’ı, üç gün içinde aralarından birini halife seçmek üzere görevlendirmişti. Hz. Ömer’in vefatından önce başlayan değerlendirme, onun ölümünden sonraya ertelendi. Hz. Ömer’in vefatından sonra yapılan ikinci toplantıya, Medine dışında olması nedeniyle Talha b. Ubeydullah katılamadı. Halifelik talebinden feragat ederek görüşmelere hakemlik eden Abdurrahman b. Avf, üyelerin her biriyle ayrı ayrı, uzun görüşmeler yaptı. Ayrıca Medine halkının ileri gelenlerinin de görüşlerini aldı. Medine’de bulunan vali, komutan ve kabile reisleriyle istişarede bulundu. Üç gün süren bu değerlendirmenin ardından, dördüncü gün sabah namazından sonra kararını açıklamak üzere halkı Mescid-i Nebevi’ye davet etti. Önce Hz. Ali’yi, daha sonra Hz. Osman’ı yanına davet edip ikisinden de Allah’ın kitabına ve peygamberin sünnetine uyma, ayrıca Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in siyasetini takip etme konularında güvence istedi. Hz. Ali’nin “Gücümün ve bilgimin yettiği kadar…” şeklindeki cevabına karşılık Hz. Osman’ın tereddütsüz cevabı üzerine Hz. Osman’ı halife ilan ettiğini açıklayıp ona biat etti. Daha sonra Hz. Ali ve mescitte bulunanlar da ona biat etti.

İslam Toprakları Genişlemeye Devam Etti

Hz. Osman’ın döneminde İslam orduları fetihlerini sürdürdü. Horasan’ın bir kısmı, Hamedan ve Kirman başta olmak üzere; Merv’e kaçan Sasaniler’in son hükümdarı Üçüncü Yezdicerd’in 651 yılında öldürülmesiyle İran toprakları tümüyle ele geçirildi. Aynı yılın ikinci yarısından sonra Ahnef b. Kays, Kirman üzerinden Horasan’a girerek tarihte Toharistan olarak geçen günümüzde Afganistan toprakları içinde kalan bölgeyi ele geçirdi. Onu gönderen Basra Valisi Abdullah b. Âmir de Nişabur’u alarak devletin sınırlarını Hazar Denizi’ne kadar genişletti. Bugünkü Afganistan sınırları içinde kalan bazı şehirler kısa süre içinde zapt edildi. Aynı dönemde Ermenistan, Gürcistan, Dağıstan ve Azerbaycan toprakları da ele geçirildi. Erdebil merkez olmak üzere Azerbaycan’ın çeşitli şehirlerine birlikler yerleştirildi.

İslam Devleti’nin enerjisinin yoğunlaştığı bu dönemde Mısır’dan sonra Kuzey Afrika’da fetihlere devam edildi. 646 yılında Amr b. Âs’ın yerine Mısır’a vali tayin edilen Sa’d b. Ebu Serh, tarihte İfrikiye olarak anılan Tunus’a kadar uzanan Kuzey Afrika topraklarını fethetti. Daha sonra da iç kesimlere yönelen İslam orduları, bugünkü Sudan’a kadar uzanan Afrika topraklarını ele geçirip, burada kurulu bulunan Makarra Krallığı’nı egemenliği altına aldı.

Devletin sınırları Akdeniz kıyılarına dayandığında İslam dünyası denizcilikle de tanıştı. Bizans’tan ele geçirilen tersanelerden yararlanılarak donanma oluşturuldu. Böylece daha önce Hz. Ömer’i ikna edemeyen Şam Valisi Muaviye, Hz. Osman’ın izniyle 649 yılında Kıbrıs’ı vergiye bağladı. 650 yılında da Suriye sahillerine yakın Arvâd Adası alındı. İki yıl sonra Akdeniz’i bir Arap denizi hâline getirmek için Sicilya ve Rodos adalarına seferler düzenlendi. Daha önce barış yoluyla vergiye bağlanan Kıbrıs Adası, vergisini ödememesi nedeniyle 654 yılında savaş yoluyla ele geçirildi ve adaya on iki bin asker yerleştirildi. Bu dönemde İslam Devleti en büyük deniz zaferini Bizans donanmasına karşı kazandı. Beş yüz gemilik Bizans donanmasına karşı iki yüz gemilik İslam Devleti donanması Antalya’nın Finike ilçesi açıklarında “Zâtü’s-savârî’’ diye anılan büyük bir zafer kazandı. Böylece Akdeniz’in doğusu İslam Devleti’nin kontrolüne geçti.

Kazanılan savaşlar ve genişleyen topraklar toplumdaki refahı arttırdı. Artan refah, beraberinde paylaşım kavgasını da getirdi. Bu nedenle Hz. Osman’ın yönetiminin ilk altı yılı sakin geçerken, ikinci altı yıllık devresinde sıkıntılar yaşandı. 650-656 yıllarını kapsayan ikinci dönemde halkta hoşnutsuzluklar başladı. İslam’daki siyasi ayrışmalara neden olan olaylar da bu şikâyetlerle başladı.

Nepotizm ve Kabile Asabiyesi Felaket Getirdi

Hazreti Osman’ın halifeliğinin ilk yıllarında devlet, fetihler yoluyla süratle zenginleşirken, halifeliğinin son yıllarında ise ekonomik krizle boğuşmak zorunda kalmıştır. Hızlı zenginleşme, adil paylaşım tartışmalarını başlatmıştır. Hızlı zenginleşmenin ardından yaşanan ekonomik krizden en fazla askerî garnizonların bulunduğu Kufe, Basra ve Mısır etkilendi. Hz. Osman devri, İslam tarihinde nepotizm tartışmalarının başladığı dönem olmuştur. Bu durum ayrı bir şikâyet konusu teşkil etmiştir. Kendi kabilesinden olan Muaviye’yi Şam’a vali atayan, Humus, Kınnesrin ve Filistin vilayetlerini de ona bağlayarak yetkilerini genişleten Hz. Osman, daha sonra Kufe ve Mısır valiliklerine de kardeşlerini getirmiştir. Basra valiliği görevine ise İslam akaidinde Eş’ari ekolünün kurucusu olan Ebu Musa el-Eş’ari’nin yerine dayısının oğlunu atamıştır. Amcasının oğlu Mervan b. Hakem’e de devlet kâtipliği görevi vermiştir. Böylece devletteki bütün idari kadrolar Ümeyyeoğulları’nın eline geçmiştir. Bu durum başta Hz. Ali olmak üzere pek çok sahabi tarafından eleştiri konusu olurken, Kureyş Kabilesi içinde Emevioğulları-Haşimoğulları rekabetini ateşledi. Aynı şekilde Kureyş Kabilesi’nden olmayan Arabistan’daki diğer kabileler tarafından da Kureyş’in devletteki hükümranlığı olarak değerlendirildi. Böylece Arapların içinde sönmeye yüz tutan kabile asabiyesi gün yüzüne çıkmış oldu.

Hz. Osman’a ilk karşı çıkan şehir Kufe oldu. Hz. Osman’ın kardeşi olan Kufe Valisi Velid b. Ukbe, 651 yılında bir cinayetin faillerine, İslam hukukuna dayanarak kısas uyguladı. Bu nedenle katillerin yakınlarının hedefi hâline geldi. Valiyi içki içmekle itham eden bu kişiler, iddialarını halifenin huzurunda ispat ederek onun görevden alınmasını sağladılar. Bülbülün çektiği dili belasıdır misali, yeni Vali Said b. Âs da bir mecliste, “Irak toprakları Kureyş’in bahçesidir.” sözüyle toplumdaki kabilecilik asabiyesini iyice körükledi. Meclistekilerden Eşter en-Nehaî, “Allah’ın bize kılıçlarımızla ihsan etmiş olduğu bu araziler nasıl Kureyş’in çiftliği oluyor?” diyerek fitili tutuşturdu. Tartışmalar 654 yılında isyan boyutuna ulaşınca elebaşları, halkı isyana kışkırtma suçlamasıyla Hz. Osman’ın emri doğrultusunda Şam Valisi Muaviye’nin huzuruna gönderildi. Muaviye, bu kişileri Humus’a sürgün etti. Daha sonra bağışlayarak Kufe’ye dönmelerine izin verdi. Ancak kışkırtıcı eylemlerini arttırarak devam ettirdiler. Irak’ın ikinci büyük garnizon kenti Basra da Kufe’den etkilendi. Orada da Hz. Osman aleyhinde faaliyetler yankı buldu. Şam’da ise İslam’ı ilk kabul eden sahabilerden olan Ebu Zer, Vali Muaviye’nin devlet harcamalarındaki lüks ve şatafatına karşı yönelttiği eleştirileriyle zenginler aleyhine bir hareket başlattı. Halifeliğin dünya mallarına iktidar olma aracına dönüşmesinden endişe ettiğini belirten Ebu Zer, Muaviye’nin şikâyeti üzerine Hz. Osman tarafından Medine’ye çağrıldı. Ebu Zer eleştirilerini Hz. Osman’ın huzurunda devam ettirince, Mekke ve Medine arasında kalan Rebeze Çölü’ne sürgün edildi.

Hz. Osman’a karşı muhalefetin merkezlerinden biri de Mısır oldu. Muhalefetin liderliğini, Hz. Osman’ın koruması altında yetişen ve istediği valilik görevine atanmayan Muhammed b. Ebu Huzeyfe ile Hz. Ali’nin koruması altında yetişen Muhammed b. Ebu Bekir yürüttü.

Hz. Osman döneminde ortaya çıkan muhalefetin boyutlarını genişleten ise Hicaz’da ortaya çıkan Abdullah b. Sebe oldu. Abdullah b. Sebe de Kufe, Basra ve Mısır’daki muhalif gruplara gönderdiği mektuplarda Hz. Osman’ı ve valilerini ağır bir şekilde eleştirip, İslam’ın kurallarını çiğnemekle suçluyordu. Abdullah b. Sebe tarafından gönderilen bu mektuplar, açık alanlarda halkın huzurunda okunarak ahali isyana çağrılıyordu. Abdullah İbn-i Sebe’nin ortaya attığı bir önemli iddia ise Hz. Ali’nin, Hz. Muhammed’in vasisi olduğu idi. Halifeliğin Hz. Ali’nin hakkı olduğunu iddia eden Abdullah b. Sebe, halifeliğin Hz. Osman’dan alınıp Hz. Ali’ye verilmesi gerektiği görüşünü yaydı.

Valilerin Yanıltması, Muhalefeti Arttırdı

Hz. Osman’ın atadığı valilerin uygulamaları ve fethedilen toprakların zenginliklerinin Kureyş Kabilesi’ne tahsis edilmesi, muhalefetin öfkesini iyice arttırdı. Dedikodular artınca Hz. Osman müfettişler göndererek şikâyetleri yerinde inceletti. Daha sonra, 654 yılında hacdan dönerken valilerini Medine’ye çağırarak onlarla bir toplantı yaptı. Valiler, şikâyetlerin bir tertip olduğunu, endişe edilecek bir durum olmadığını söylediler. Hz. Osman, gelişen olayların önüne geçmek için;

– Muhaliflerin cihat ile meşgul edilmesini,

– Muhaliflerin elebaşlarının öldürülmesini,

– Muhalif liderlerin gönüllerinin mal verilerek alınmasını,

– Muhalefet edenlerin elebaşlarının askere alınmasını,

– Kufe’de önde gelen bazı kişilerin ödeneklerinin kesilmesini emretti.

Ayrıca valilerine insanları fitneden uzak tutmaya çalışmalarını ve itidalli davranmalarını tavsiye etti.

Hz. Osman’ın düşündüğü bu önlemler sorunu daha da büyüttü. Bunun üzerine Muaviye, Hz. Osman’ı, kendisi için daha güvenli olduğunu düşündüğü Şam’a davet etti. Hz. Osman’ın kabul etmemesi üzerine kendisini korumak için asker göndermeyi önerdi. Hz. Osman, onun bu teklifini de kabul etmedi.

Hz. Osman’a karşı ilk önemli kalkışma, valilerin Medine’den dönüşleri sırasında Kufe’de oldu. Muaviye’nin izniyle Humus’taki sürgünden dönenlerden Eşter en-Nehaî ve arkadaşları, Cerea denilen yerde toplanıp Kufe’ye dönmekte olan Vali Said b. Âs’ın yolunu keserek şehre girmesini engellediler. Hz. Osman’dan, onu görevden alıp yerine Basra’nın eski valisi Ebu Musa el-Eş’ari’yi tayin etmesini istediler. Hz. Osman olayları yatıştırmak için bu teklifi kabul etti. Hz. Osman’ın bu kararı, diğer şehirlerdeki muhalifleri de cesaretlendirdi. Abdullah b. Sebe’nin liderliğindeki Mısır, Kufe ve Basra’daki gruplar, Hz. Osman’ı ve valilerini açıktan eleştirmeye başladılar. Sahabenin önde gelenlerinden Hz. Ali, Zübeyr, Talha ve Hz. Muhammed’in eşi Hz. Ayşe başta olmak üzere çok sayıda sahabinin ağzından yazdıkları mektuplarla onların da kendilerini desteklediğini yaydılar. Bütün şehirlere ulaşan bu mektuplarda insanlar cihat için Medine’ye davet edildi. Büyük etki gösteren bu mektuplar, muhaliflerin Medine’de de taraftar bulmasını sağladı. Böylece Hz. Osman’ı eleştirenlerin sayısı, destekleyenleri geçti. 656 yılının nisan ayında Mısır, Kufe ve Basra’dan üç ayrı grup, hacı kafileleri arasında Medine’ye geldi. Sayıları üç bini bulan bu gruplar Medine dışındaki üç ayrı noktada konakladı. Gönderdikleri iki temsilciyle Medine’nin güvenlik imkânlarını denetlediler. Ayrıca Hz. Ali, Talha, Zübeyr ve Hz. Muhammed’in eşleriyle görüşerek valilere ilişkin şikâyetlerini aktardılar. Öte yandan Hz. Osman ile görüşmek istediklerini söylediler. Fakat bu isteklerini kabul ettiremediler. Bunun üzerine şehir dışındaki yerlerine döndüler. Bir süre sonra Mısır’dan gelen grup Hz. Ali’ye, Basra’dan gelen grup ise Talha’ya, Kufe’den gelen grup da Zübeyr’e temsilciler göndererek halifelik teklifinde bulundu. Gelişmelerden endişelenen Hz. Ali, oğlu Hasan’ı, Hz. Osman’a göndererek durumdan haberdar etti. Sahabinin ileri gelenleri de oğullarını Hz. Osman’ı korumakla görevlendirdiler.

Evi Kuşatılan Hz. Osman Valilerinden Yardım İstedi

Hz. Osman’ın koruma altına alınması, isyancıları kararından vazgeçirmedi. Sadece Hz. Osman’ın çevresindeki koruma kalkanını dağıtmak için bir taktik uygulamak zorunda kaldılar. Buna göre, önce bulundukları noktaları terk edip şehirlerine doğru yola çıktılar. Medine’den uzaklaştıktan birkaç gün sonra, 656 yılının nisan ayının son günlerinde beklenmedik bir anda geri dönüp, tekbirlerle Medine’ye girerek Hz. Osman’ın evini sardılar. Hz. Osman tarafından eski Mısır valisine yazılan ve muhaliflerin liderlerinin ölümle cezalandırılmasını emreden bir mektubu, dönüşlerine gerekçe olarak gösterdiler. Hz. Osman böyle bir mektup yazmadığını söylese de isyancıları ikna edemedi. Hz. Osman, bunun üzerine gizlice haber göndererek valilerinden yardım istedi.

Medinelilerin çoğu, kuşatmanın başından itibaren evlerine kapanıp mecbur kalmadıkça dışarı çıkmadılar. Kuşatma uzadıkça işsiz güçsüz takımı ve köleler de isyancılara katıldı. İsyancılar, yirmi gün ile altmış gün arasında değiştiği rivayet edilen kuşatmanın son on gününe kadar Hz. Osman’ın mescide çıkıp imamlık yapmasına göz yumdular. Bu esnada Hz. Osman ile her konuyu ayrı ayrı tartıştılar. Hz. Osman eleştirildiği her konuya ayrı ayrı cevap verdi. Bu konuşmalarından birinde Hz. Ali’nin tavsiyesine uyup, asilerin şikâyet ettiği bazı uygulamalarının hata olduğunu kabul ederek, Allah’ın kitabı ve Hz. Peygamber’in sünnetine uygun hareket edeceğine dair söz verdi ve sükûneti sağladı.

Hz. Osman’ın sakinleştirdiği ortamı geren ise devlet kâtipliği görevine getirdiği, amcasının oğlu Mervan oldu. Mervan’ın, Hz. Osman’ın izni ile yaptığı konuşma isyancıları öfkelendirdi. Bunun üzerine kuşatmanın son on gününde Hz. Osman’ın evinden çıkmasına izin vermediler. Ona, halifeliği bırakmadığı takdirde öldürüleceğini söylediler. İsteklerini kabul ettirmek için, abluka altındaki evine su gönderilmesini de yasakladılar. İsyancıların taleplerini kabul etmeyen Hz. Osman, kendisini korumak isteyenleri tehlikeye atmamak için onlardan silah kullanmamalarını istedi. O sırada Hz. Osman’ın evini korumak için yedi yüz kişinin toplandığı ve Hz. Osman’ın izin vermesi durumunda isyancılara boyun eğdirebilecekleri rivayet edilmiştir.

Hac mevsimi başladığında Hz. Osman’ın evini işgal eden isyancılar, hac mevsimi sona erdiğinde çok sayıda insanın Medine’ye geleceğini düşünerek bir an önce sonuç almak istediler. Onları acele etmeye sevk eden bir diğer neden ise Hz. Osman’ın yardım istediği valilerin gönderdiği askerlerin Medine’ye yaklaştığını haber almaları idi. Bu nedenle kuşatmanın son gününde sahabenin ileri gelenlerinin oğullarının koruduğu evin kapısını tutuşturdular. Havanın kararmasını fırsat bilen birkaç isyancı da bitişikteki evden içeri girerek 17 Haziran 656 tarihinde Kur’an okumakta olan Hz. Osman’ı öldürdü. Saldırganları durdurmak isteyen eşi Nâile binti Ferâfisa’nın parmakları kesildi. Ardından evini ve devletin hazinesini yağmalayan isyancılar, Hz. Osman’ın defnedilmesini de engellediler. Bu sebeple halifenin cenazesi, hanımı Nâile’nin gayretleriyle ancak akşam ile yatsı arasında, çok az kişi tarafından gizlice kaldırılabildi. Bir rivayete göre Hz. Osman’ın cenazesi üç gün sonra kaldırılabildi.

Cenazeye Hz. Osman’ın iki hanımının yanında 17 kadar erkeğin katıldığı, naaşının Cennet-ül Baki’nin bitişiğindeki Haşşükevkeb denilen yere defnedildiği bildirilmektedir. Bu alan Muaviye zamanında Cennet-ül Baki Mezarlığı’na katılmıştır. Diğer yandan Şam, Kufe ve Basra’dan gönderilen askerlerin de Hz. Osman’ın ölüm haberini aldıktan sonra Medine’ye ulaşmadan geri döndükleri bildirilmiştir.