banner banner banner
Antikacı Dükkânı
Antikacı Dükkânı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Antikacı Dükkânı


Thomas Codlin:

– Bugünkü şartlar içinde belki hiçbir zarar gelmez ama, dedi. Bu alışkanlık tehlikeli bir alışkanlıktır… Dediğim gibi, senin de aklın pek havada.

– E, her neyse, şimdi onlar da bizimle geliyorlar mı, gelmiyorlar mı?

Codlin:

– Geliyorlar, dedi. Yalnız, bundan bir kazanç elde edebilirdin, değil mi ya?

Küçücük adamın gerçek adı Harris’ti ama, zamanla bu ad değişmiş, kulağa daha tatlı gelen Trotters olup çıkmıştı. Bacaklarının kısalığından ötürü adına “Bodur” lakabı da eklenmiş, Bodur Trotters oluvermişti. Yalnız, Bodur Trotters pek uzun bir addı; dostça konuşmalar arasında kullanışlı değildi; onun için, yakınları arasında ya Bodur ya da Trotters diye anılıyordu. Törenlerle ağırbaşlı konuşmalar dışında da hiçbir zaman ona Bodur Trotters denilmiyordu.

Bodur ya da Trotters okuyucu bu adlardan hangisini beğenirse onu kullanabilir, arkadaşı B. Thomas Codlin, sitem dolu havasını bıraksın diye, ona hoş, neşeli bir karşılık vermek istedi. Ondan sonra da haşlanmış soğuk et, ekmek, tereyağından ibaret kahvaltısını büyük bir iştahla yemeye koyuldu, dostlarına da aynı şeyi yapmak öğüdünü verdi. B. Codlin daha önceden içinin alabileceği kadar yemiş olduğu için böyle bir ısrara ihtiyacı yoktu. Şimdi, dilinin pasını sert bir birayla gidermeye çalışıyor, sessiz sessiz, içkisinden bol bol yudumluyor, hiç kimseye de içki ikram etmiyordu; böylece, insanları sevmeyen bir kimse olduğunu yine açığa vuruyordu.

Kahvaltı sonra erince B. Codlin hesabı istedi, içtiği içkinin tutarını da öbürkülerin hesabına ekletti (Bu da, insan düşmanlarına özgü bir davranıştı.). Getirilen hesabı iki eşit bölüme ayırdı; birini kendisiyle arkadaşı, öbürünü de Nelly ile dedesi ödeyecekti. Bu iş de bitirildikten sonra hancıyla, karısıyla vedalaşıp yola düzüldüler.

İşte burada da B. Codlin’in toplumda yanlış bir yer aldığı; bunun da adamcağızın zaten yaralı olan ruhunu adamakıllı etkilediği pek kuvvetli bir şekilde açığa vurulmaktaydı: Bir gece önce Punch’ı seyirciye “usta” diye tanıtmış, onu kendisine eğlence sağladığı için yanında tuttuğunu anlatmıştı; şimdi ise o Punch’ın tapınağının yükü altında acı çekerek ezile ezile yürüyordu, bunu güneşli bir günde, tozlu yollarda omuzlarında taşımaya katlanıyordu. O neşe saçan Punch da, sönmek bilmeyen zekâ ateşinden kıvılcımlar saçıp efendisine neşeli neşeli bir şeyler anlatacak yerde, etsiz, kemiksiz, bir torba gibi kocaman kutunun içine atılmış, bacakları boynuna doğru ikiye katlanmış bir hâlde duruyordu; artık onun toplum içindeki değerlerinden hiçbiri kalmamış sayılırdı.

B. Codlin ağır ağır yoluna devam ediyordu, arada sırada Bodur’la bir iki laf ediyor ya da dinlenmek için durup homurdanıyordu. Bodur bütün kafilenin öncüsüydü; oyassı bavuluyla, çıkın hâline getirilmiş yüküyle, omuzundan sarkan borazanıyla gidiyordu. Nell ile dedesi onun arkasından geliyorlardı, Thomas Codlin de en arkadaydı. Bir şehre ya da kasabaya girince, hatta şöyle derli toplu güzel görünüşlü bir evin önüne varınca, Bodur borazanını çalıp Punchların hepsinin sık sık söyledikleri neşeli türkülerden birinden bir parçayı okumaya koyuluyordu. Ahali pencerelere üşüşecek olursa, B. Codlin hemen sahneyi kuruveriyor, Bodur’u da perdelerin arkasına gizleyip temsile hazırlanıyordu. Ondan sonra da hazırlık tamamlanır tamamlanmaz, temsili başlatıyorlardı. Oyunun uzunluğunu Codlin kararlaştırıyor, oyunda kahramanın başarıya ulaşmasını, seyirci sayısına göre, çarçabuk ya da daha geç sağlıyordu. Müşterilerin hepsinden para toplanınca da, yükünü yükleniyor, gene yola düzülüyorlardı. Bir köprünün üzerinde ya da bir gemide temsil verdikleri de oluyordu. Bir keresinde de parayla geçilen bir yolun ağzında, para toplama memuruna temsil vermişlerdi. Adamcağız, yalnızlığını unutmak için, sarhoş olmuş, oyunlarına karşılık onlara bir şiling vermişti. Bir keresinde de oyunda sırmalı elbise giymiş zengin birinin aslında odun kafalı bir aptal olarak gösterilmesi şehrin yöneticilerini kızdırmış, oyunlarını kesip oradan gitmeleri emredilmişti. Yalnız, gittikleri yerlerde genellikle iyi karşılanıyorlardı, peşlerine bir sürü çocuk takılmadan bir kasabadan ayrıldıkları da pek olmuyordu.

Bu duraklamalara rağmen, uzun gün boyunca yola devam ettiler; öyle ki, ay gökyüzünde belirdiği zaman onlar hâlâ yoldaydılar. Bodur, türkülerle, taklitlerle, onlara zamanın nasıl geçtiğini anlama fırsatı vermiyor, olup bitenleri en iyi yanından yorumlamaya bakıyordu. Buna karşılık, B. Codlin kaderine lanet okuyor, yeryüzünde ne varsa hepsine, hele Punch’a küfürler yağdırıyordu; en acı kedere gömülerek, sırtında tiyatrosu, topallaya topallaya yoluna devam ediyordu.

Dört yolun birleştiği noktada, yön gösteren tabelanın altına oturup dinlenmeye koyuldukları sırada, Codlin de yükünü sırtından indirmiş, kutuların arkasına gizlenmiş, tek başına, kaderine lanetler yağdırıyordu. İşte tam bu sırada iki dev gölgenin onların geldikleri yoldan kendilerine doğru yaklaştıklarını gördüler. Çocuk bu iki devi görünce birden dehşete kapılmıştı ama Bodur, ona korkulacak bir şey olmadığını söyledi, borazanını öttürdü. Borozana neşeli bir çığlık karşılık verdi. Bodur yüksek sesle:

– Grinder Topluluğu bu, değil mi? diye haykırdı.

İki cırlak ses birden:

– Evet, diye karşılık verdi.

Bodur:

– Öyleyse, gelin buraya, dedi. Gelin de sizi bir görelim bakalım. Ben de gelenlerin siz olduğunuzu anlamıştım.

Böylece davet edilen Grinder Topluluğu bir kat daha hızlı onlara doğru yaklaşmaya başladı, çok geçmeden de küçük kalabalığa yetişti.

B.Grinder’in kumpanyası, adına topluluk denilirdi ama, sopalar üzerinde yürüyen genç bir beyle genç bir hanımdan, bir de yürümek için kendi bacaklarını kullanan, sırtında bir davul taşıyan B. Grinder’den ibaretti. Genç çiftin temsil kıyafeti dağ köylülerinin kıyafetiydi; yalnız, o gece hava soğuk, ıslak olduğu için genç adam elbisesinin üzerine boyu ayak bileklerine kadar inen bir palto giymiş, başına da parlak bir şapka geçirmişti. Genç kadın da kürk taklidi kumaştan eski bir pelerine sarınmış, başına da bir mendil bağlamıştı. İskoç tarzı o siyah tüylerle süslü şapkalarını da B. Grinder, çalgısının üzerinde taşıyordu.

B.Grinder, soluk soluğa yanlarına varınca:

– Görüyorum ki yarışlara gidiyorsunuz, dedi. Biz de öyle. Nasılsın bakalım Bodur?

Bu sözlerle, pek dostça bir hava içinde tokalaştılar. Gençler de, doğru dürüst bir selamlaşmayı başaramayacak kadar yüksekte durdukları için, Bodur’u kendilerine göre selamladılar. Genç adam sağdaki sopasını kıvırıp Bodur’un omuzunu okşadı, genç kadın da elindeki tefini tıngırdattı.

Bodur, sopaları göstererek:

– Prova mı yapıyorsunuz? diye sordu.

Grinder:

– Hayır, dedi. Ya bu sopaların üzerinde yürümeleri ya da onları elde taşımaları gerekiyordu. Onlar da sopalarla yürümeyi daha çok seviyorlar. Doğrusu, çok zevkli bir iş bu. Siz hangi yoldan gideceksiniz? Biz en soldakinden gideceğiz.

Bodur:

– Doğrusunu istersen, dedi. Biz en uzun yoldan gideceğiz, çünkü o zaman iki kilometre gittikten sonra gece molası verebiliriz. Geceden kazanılan dört, beş kilometrelik yol yarın bir o kadar az yol yürümek demektir. Siz yola devam edersiniz, sanırım ki bizim için de en iyi şey sizin arkanızdan gelmek olacaktır.

Grinder:

– Ortağın nerede? diye sordu.

B. Codlin, sahnenin arkasından başını çıkararak:

– İşte buradayım, diye bağırdı. Bu gece yola devam etmektense ortağımın diri diri haşlandığını görmeyi tercih ederim. İşte ortağının sözü bu!

Bodur:

– Canım, böyle şeyler söyleme, diye atıldı. Üzüntülerin artmış olsa bile dostlarına saygı duymalısın, Tommy.

Thomas Codlin, elini Punch’ın gösteri yaptığı basamak tahtasına vurdu.

– Artmış da olsa, eksilmiş de olsa, bu gece bir iki kilometreden fazla dünyada gitmem. Şen Delikanlılar’da kalırım, başka yerde değil. Oraya gelmek istersen sen de gelirsin. Yok, tek başına gitmek istiyorsan, tek başına git, becerebilirsen bensiz işini yürüt bakalım.

Codlin, böyle diyerek, ortadan kayboldu. Hemen tiyatrodan dışarı çıkmıştı. Bir hamlede koca kutuyu omzuna aldı, inanılmaz bir çeviklikle yola koyuluverdi.

Artık bundan sonra karara karşı koymaya imkân kalmadığından, Bodur da, hiç istemediği hâlde, nalet yol arkadaşının peşinden gidebilmek için B. Grinder ve yamaklarıyla vedalaştı. Ay ışığı altında sopaların, onların arkasından da davulcunun ağır ağır gidişini seyretmek uğruna tabelanın yanında birkaç saniye oyalandıktan sonra, dostlarını selamlamak üzere, borazanını öttürdü, sonra da olanca hızıyla Codlin’in peşinden gitti. Sonra, boş elini Nell’e uzattı, birazdan yolculuklarının o gece için sona ereceğini, bundan dolayı neşelenmesi gerektiğini söyledi; yaşlı adamı da aşağı yukarı aynı sözlerle canlandırmaya çalıştı, onları hızla konak yerine doğru yola çıkardı. Şimdi ay gökyüzünden kaybolmuş, bulutların yağmur getirmeleri ihtimali belirmişti; onun için, kendisi de oraya gitmek konusunda az önceki kadar isteksiz değildi.

18

Şen Delikanlılar Hanı, yol üzerinde, oldukça eski bir tarih taşıyan küçük bir handı. Yolun öbür ucundaki reklam tabelasındaki resimde üç delikanlı neşelerini bir sürü içki sürahisiyle, altın torbalarıyla daha da artırıyorlardı. Yolcular o gün yarış kasabasına gittikçe yaklaştıklarını gösteren birçok işaretle karşılaşmışlardı: Çingene kampları, kumar aletleri yüklü arabalar, her cinsten oyuncular, her seviyede dilenciler, serseriler. Hepsi aynı yönde ilerliyorlardı. Bu yüzden de Codlin, handa boş oda kalmamış olmasından korkuyordu. Bulunduğu yerle han arasındaki mesafe azaldıkça adamcağızın korkusu da artmıştı; adımlarının hızını da artırmış, sırtında taşıdığı yükün ağırlığına aldırmadan, hanın kapısına gelinceye kadar da hiç durmadan, yavaşlamadan yürümüştü. Oraya gelince, boşuna korktuğunu anladı: Hancı, tabelaya dayanmış, tembel tembel, biraz önce başlayan yağmuru seyrediyordu; içeride de müşteri bulunduğunu belirtecek ne zil sesi, ne öfkeli bağırış, ne de gürültülü konuşmalar vardı.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 1131 форматов)