banner banner banner
Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9
Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9


“İşlediği cinayeti de anlattınız mı?”

“Evet.”

“Vay be, bayağı sağlam sinirlere sahipmiş desenize!”

“Hepsinin iftira olduğuna inanıyor.”

“Onun o aptal gözlerinin önüne hiçbir delil sermediniz mi?”

“Bu konuda sizin yardımcı olmanızı isteyeceğiz.”

“Ben tek başına bir delil sayılmaz mıyım? O kızın yanına gidip beni nasıl kullandığını anlatsam…”

“Bunu gerçekten yapar mıydınız?”

“Yapar mıyım? Elbette yaparım!”

“Her neyse, denemeye değer. Ancak adam, günahlarının çoğunu ona anlatarak af dilemiş. Anladığım kadarıyla kız bu konu üzerinde bir daha durmayacak.”

“Her şeyi anlatmadığına bahse girerim.” dedi Bayan Winter, “Onca yaygarası koparılan cinayetin dışında bir iki tanesine de ben şahit oldum. O kadife ses tonuyla bir cinayetten bahseder, sonra da bana gözlerini dikip, ‘Bir ay içinde ölüverdi.’ derdi. Palavra da değildi ama pek umursamıyordum; ne de olsa ben de ona o zamanlar sırılsıklam âşıktım. Ne yapsa umrumda değildi, tıpkı bu zavallı kızcağızın umrunda olmadığı gibi! Sadece bir şey beni çok sarsmıştı. Evet, öyle… Her şeye bir açıklama getirip beni sakinleştiren o zehirli, yalanlar saçan dili olmasaydı, inanın bana, onu o gece terk ederdim. Onun bir defteri var; kilidi olan, kahverengi, deri bir defter. Dış kısmında da altın renginde bir arması var. Sanıyorum o gece biraz sarhoş olmuştu, yoksa hayatta bana göstermezdi.”

“Neydi o peki?”

“Size şunu söyleyeyim Bay Holmes, bu adam kadın koleksiyonu yapıyor. Bazı erkekler güve veya kelebek koleksiyonu yapıp bundan nasıl gurur duyuyorsa o pislik de kendi koleksiyonundan gurur duyuyor. Her şey o defterde yazılı. Şipşak fotoğraflar, isimler, ayrıntılar, kızlar hakkında her şey yazılı orada. Çok iğrenç bir defter; hiçbir erkek, sokaklardan gelse bile öyle bir defter tutmayı akıl edemez. Ama bu Adelbert Gruner’nın defteri işte. ‘Mahvettiğim Ruhlar.’ Biraz düşünceli olsaydı kabına bunu yazardı. Ama onu ortalık yerde göremezsiniz, zaten işinize de yaramaz. Yarasa bile ona kolay kolay ulaşamazsınız.”

“Defter nerede?”

“Artık nerede olduğunu bilemem. Bir yıldan fazla oldu ondan ayrılalı. O zamanlar nerede sakladığını biliyorum ama. Birçok yönden düzenli ve titizdir. O yüzden defter, hâlâ çalışma odasındaki eski masasının çekmecesinde duruyor olabilir. Evi daha önceden gördünüz mü?”

“Çalışma odasını gördüm.” dedi Holmes.

“Gerçekten mi? İşe bu sabah başladığınıza göre pek de yavaş sayılmazsınız. Galiba bu sefer Adelbert dengi olan bir adama rastladı. Çalışma odasının dış kısmında Çin porselenleri var, pencerelerin arasındaki büyük camekânın içinde. Sonra, masanın hemen arkasındaki kapıdan iç kısma geçiyorsunuz. Ufak bir oda, orada belgelerini falan saklıyor.”

“Hırsızlardan korkmuyor mu?”

“Adelbert bir korkak değildir. En zalim düşmanı bile bunu söyleyebilir. Kendini koruyabilir. Geceleri hırsızlara karşı bir alarm kuruyor. Zaten bir hırsız için ne var ki o odada? Onun süslü porselenlerini mi çalacaklar?”

“İşe yaramaz onlar.” dedi Shinwell Johnson kararlı bir uzman edasıyla, “Çalıntı mal satıcısı, satamayacağı veya eritemeyeceği bir şey istemez.”

“Aynen öyle.” dedi Holmes, “Evet, Bayan Winter, eğer yarın akşamüstü saat beş gibi buraya gelirseniz iyi olur. Bu arada, hanımefendiyle yüz yüze bir görüşme ayarlamaya çalışacağım. Yardımlarınız için size fazlasıyla minnettarım. Müşterimin size karşı oldukça cömert davranacağını söylememe gerek…”

“Kesinlikle gerekmez, Bay Holmes!” diye haykırdı genç kadın, “Ben para peşinde değilim. Bu adamın çamura battığını göreyim başka bir şey istemem! Çamura battığında o lanet olası yüzünü bir de ben ayağımla ezeceğim. İşte bu benim ödülüm olacak. Onun peşine düştüğünüz sürece hep yanınızda olacağım. Beni nerede bulacağınızı bizim şişko size söyler.”

***

Holmes’u ertesi akşama kadar görmemiştim. Daha önce yemek yediğimiz Strand’de bir kez daha buluşmuştuk. Görüşmenin nasıl gittiğini sorduğumda omuz silkmekle yetinmişti. Sonrasında, size anlatacağım şekilde hikâyeyi aktardı bana. Ancak kullandığı bazı sert ve tatsız kelimeleri biraz yumuşatarak nakletmekte kararlıyım.

“Görüşmeyi ayarlamakta pek zorluk çekmedim.” dedi Holmes, “Nişanlanmalarını istemeyen babasına karşı çirkin davrandığı için kız, bir evlada yakışır biçimde, babasına olan bağlılığını göstermek ve gönlünü almak niyetindeydi. Her şeyin hazır olduğunu söylemek için general beni aradı, ateşli Bayan Winter ise söylenen saatte hazır bulundu, böylece saat beş buçukta bir araba bizi, yaşlı askerin yaşadığı Berkeley Meydanı’ndaki evin önüne bıraktı. Burası yanında bir kilisenin bile havai kalacağı o çirkin, gri Londra şatolarından biriydi. Bir uşak bizi büyük, sarı perdeleri olan oturma odasına buyur etti. Kız bizi orada bekliyordu. Ölçülü, solgun, içine kapanıktı ve dağların üzerindeki karlar kadar sert ve mesafeli davranıyordu.

Onu nasıl anlatacağımı bilemiyorum Watson. Belki bu iş bitmeden onunla tanışır ve kendi kelimelerinle tasvir edersin. Çok güzel bir kız ama âdeta öbür dünyaya ait ruhani bir güzelliği var. Buna benzer yüzleri ancak Orta Çağ’a ait eski tablolarda görmüştüm. Böylesine ilahi bir güzelliğe nasıl oluyor da bir canavar o iğrenç pençeleriyle dokunabiliyor anlayamıyorum. Zıt kutupların birbirini çektiğini bilirsin: Ruhani ile hayvaninin veya bir mağara adamıyla bir meleğin birbirini çekmesi gibi. Ama bu durumdan daha beterini hiç görmemiştim.

Tabii neden geldiğimizi gayet iyi biliyordu. O hain bize karşı onu zehirlemekte gecikmemişti. Bayan Winter’ın gelmesi onu biraz şaşırttı sanıyorum. Yine de iki cüzzamlı dilenciyi karşılayan saygıdeğer bir başrahibe gibi bize oturmamız için iki ayrı sandalyeyi işaret etti. Başın şişti mi sevgili Watson? Bayan Violet de Merville’nin dediklerini duymalısın.

‘Evet, efendim…’ dedi buzdağından esen bir rüzgâr gibi, ‘Adınız tanıdık geliyor. Anladığım kadarıyla nişanlım Baron Gruner’ya çamur atmak için buradasınız. Sadece babam rica ettiği için sizinle görüşmeyi kabul ettim. Ama anlatacaklarınızın en ufak bir biçimde bile beni etkilemeyeceğini önceden söylemeliyim.’

Onun için çok üzüldüm Watson. Bir an için onu kendi kızım olarak hayal ettim. Ben pek etkili ve güzel sözler söyleyemem. Aklımı kullanırım, kalbimi değil. Ama bulabildiğim bütün içten kelimeleri bir araya getirip ona yalvardım. Evlendikten sonra kocasının gerçek kişiliğini gören bir kadının düştüğü durumu kafasında canlandırmaya çalıştım. Kana bulanmış eller ve şehvet düşkünü dudaklarla okşanmaya teslim olmuş bir kadını anlattım. Ondan hiçbir şey gizlemedim. Yaşayacağı utancı, korkuyu, acıyı, ümitsizliği anlattım. Öfke dolu bu sözlerim o fildişi yanaklarına bir renk ya da o soyutlanmış gözlerine bir duygu kıvılcımı getirmedi. O canavarın hipnotizmayla ilgili söyledikleri geldi aklıma. Âdeta kendinden geçmişti. Bir rüyada olduğunu söyleyebilirim. Yine de verdiği cevaplarda bir belirsizlik yoktu.

‘Sizi sabırla dinledim Bay Holmes.’ dedi, ‘Ancak söyledikleriniz, daha önce de dediğim gibi beni etkilemedi. Adelbert’in, yani nişanlımın daha önceki fırtınalı hayatında, kendisinden nefret edenler tarafından haksız karalamalara maruz kaldığının farkındayım. Karşıma birçok iftirayla çıkan bir sürü insanın sadece sonuncususunuz. Belki iyi niyetli olabilirsiniz ama bunun için ücret alıyorsunuz. Şu an barona karşısınız fakat belli bir ücret alarak onun tarafında da olabilirdiniz. Her neyse şunu anlamanızı istiyorum, ben onu seviyorum ve o da beni seviyor. Diğer insanların düşünceleri, şu pencerenin dışındaki kuşların cıvıltısı kadar bile umurumda değil. Eğer bu asil adam bir an için çöküntüye uğramışsa onu gerçek ve ulvi seviyesine tekrar ulaştırmak için gönderilmiş olabilirim.’

‘Bu arada…’ diyerek arkadaşıma döndü, ‘Bu bayanın kim olduğunu öğrenmek isterim.’

Tam cevap verecekken Bayan Winter bir kasırga gibi eserek lafımı böldü. Eğer ateşle buzu yan yana görmediysen diyeceğim şu ki; işte bu kadınlar aynen öylelerdi.

‘Kim olduğumu söyleyeyim.’ diye haykırarak sandalyesinden fırladı. Öfkeden ne yapacağını şaşırmıştı. ‘Ben onun son sevgilisiyim. Kanına girdiği, kullandığı, mahvettiği ve bir çöp torbası gibi bir kenara fırlattığı yüz kişiden biriyim. Sana da aynı şeyi yapacak ama senin sonun, büyük bir ihtimalle mezar olacak. Belki de öyle olması en iyisi! Sana söylüyorum aptal kadın, eğer bu adamla evlenirsen ölüm fermanını imzalamış olursun. Belki kalbini kırar, belki de boynunu! Ama ikisinden biri mutlaka olacaktır. Bunları seni sevdiğim için anlatmıyorum. Yaşaman veya ölmen benim hiç umurumda değil. Yaptıklarım ona olan nefretimden dolayıdır. Ona kin güdüyorum ve bana yaptıklarının intikamını almak istiyorum. Bana öyle bakmana gerek yok sevgili bayan. Seninle işi bittiğinde benden daha aşağı bir konuma düşebilirsin.’

‘Böyle konuları konuşmamayı tercih ederim.’ dedi Bayan de Merville soğuk bir şekilde, ‘Size ilk ve son defa söylüyorum, nişanlımın hayatındaki üç kadından da haberim var. Ona karşı entrika çeviren kadınlarla ilişkiye girdiğini biliyorum ancak daha önce yapmış olduğu kötülüklerden dolayı tövbe etmiştir.’

‘Üç mü?’ diye bağırdı yanımdaki, ‘Seni aptal! Seni sersem!’

‘Bay Holmes, lütfen artık görüşmemizi sona erdirelim.’ dedi buz gibi bir sesle, ‘Sizinle görüşmemi babam istedi ama bu insanın deli saçması sözlerini dinlemek zorunda olduğumu sanmıyorum.’

Bayan Winter küfür ederek ok gibi fırladı ve eğer onu bileğinden yakalamasaydım sinirlendirdiği kadını kesinlikle saçlarından yakalardı. Onu sürükleyerek kapıya götürdüm ve bir rezalet çıkarmadan arabaya bindirdim. Gerçekten öfkeden kudurmuştu. Aslında bir bakıma ben de öfkeliydim Watson, kurtarmaya çalıştığımız kadının sakin, mesafeli ve her şeye göz yuman tavırlarını, ben de tarif edilemez bir şekilde sinir bozucu bulmuştum. Evet, artık başımıza gelenleri biliyorsun. Bir an önce başka planlar yapmam gerekiyor. Bizim hesaplı hareketimiz işe yaramadı. Seni arayacağım Watson. Büyük bir ihtimalle bir sonraki adımımızda senin de rolün olacak. Gerçi bir sonraki adım bizden değil de karşı taraftan gelebilir.”

Ve öyle de oldu. Karşılık vermeleri; daha doğrusu adamın karşılık vermesi gecikmedi. Hanımefendinin onunla iş birliği yapabileceğini hayal bile edemezdim. Sanırım afişi gördüğüm an, ruhuma işleyen dehşeti yaşarken üzerinde durduğum kaldırım taşını size gösterebilirim. Grand Otel ile Charing Cross İstasyonu arasında, tek bacaklı bir gazete satıcısının akşam gazetelerini sergilediği yerdeydi. Onunla son konuşmamızın üzerinden sadece iki gün geçmişti. Gazetenin sarı sayfasının üzerinde siyah puntolarla şu dehşet verici başlık vardı:

SHERLOCK HOLMES’A YAPILAN ÖLÜMCÜL SALDIRI

Sanıyorum afallayıp birkaç dakika boyunca öylece kalakalmıştım. Sonra hayal meyal bir gazete kaptığımı, parasını ödemediğim için adamın itirazlarını duyduğumu ve son olarak bir eczanenin kapısında durarak o korkunç paragrafı okuduğumu hatırlıyorum. Şöyle yazıyordu:

Ünlü dedektif Bay Sherlock Holmes’un bu sabah kanlı bir saldırının kurbanı olduğunu ve henüz hayati tehlikeyi atlatamadığını üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz. Henüz elimizde ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır ama olayın Regent Caddesi’ndeki Cafe Royal’in hemen önünde, saat on iki sularında cereyan ettiği bilinmektedir. Eli sopalı iki adam, Bay Holmes’a saldırarak kafasında ve vücudunda yaralar açmıştır. Doktorlar durumunun kritik olduğunu söylüyorlar. Kendisi Charing Hastanesine kaldırılmış ancak ısrarları üzerine Baker Caddesi’ndeki dairesine götürülmüştür. Ona saldıran hainlerin oldukça iyi giyimli beyler oldukları anlaşılmıştır. Bu adamların, görgü tanıklarının arasından geçerek Cafe Royal’e girdikleri, oradan da arka tarafta bulunan Glasshouse Caddesi’nden kaçtıkları anlaşılmıştır. Şuna hiç şüphe yok ki yaralının can çekişmesinden ve feryatlarından yararlanarak kaçmayı başarmışlardır.

Paragrafı hızla okuduktan sonra hemen bir arabaya atlayarak Baker Caddesi’ne gittiğimi söylememe gerek yok. Ünlü cerrah Sör Leslie Oakshott’ın arabasını kaldırımda, kendisini de koridorda beklerken buldum.

“Şimdilik hayati bir tehlikesi yok.” diye rapor verdi bana, “Kafasında iki yarık ve oldukça ciddi yaralar var. Birkaç dikiş atmak zorunda kaldık. Morfin enjekte ettik. Dinlenmesi şart ama yine de onunla birkaç dakika görüşebilirsiniz.”

İzini koparır koparmaz hızla karanlık odasına girdim. Hastanın gözleri fal taşı gibi açıktı, boğuk bir sesle adımı fısıldadı. Perdelerin dörtte üçü kapalıydı ama aradan sızan güneş ışığı, yaralı arkadaşımın kafasındaki bandajın üzerine vuruyordu. Beyaz bez kompresin üzerinde kıpkırmızı bir kan lekesi vardı. Hemen yanına oturarak başımı öne doğru eğdim.

“Sorun değil, Watson. O kadar korkmana gerek yok.” diye mırıldandı çok cılız bir sesle, “Göründüğüm kadar kötü değilim.”

“İşte buna çok sevindim!”

“Bildiğin gibi ben de eskrimde usta sayılırım. Kendimi iyi savundum; ama ikinci bir adamın varlığı bana fazla geldi.”

“Senin için ne yapabilirim Holmes? Tabii o lanet olası adam onları senin peşine saldı. Senin tek bir sözünle gidip dünyayı dar ederim ona!”

“Sevgili dostum Watson! Hayır, biz bir şey yapamayız. O adamı ancak polisler yakalamalı. Fakat kaçışları çok iyi planlanmıştı. Buna emin olabilirsin. Biraz bekle. Benim de planlarım var. İlk olarak, aldığım yaraları biraz abartmalıyım. Mutlaka haber almak için sana gelecekler. O yüzden olanları iyice abartmalısın. Eğer haftayı çıkarırsam şanslı olduğumu, beyin sarsıntısı geçirdiğimi, ne istersen onu söyle! İyice aşırıya kaçmalısın.”

“Ya Sör Leslie Oakshott?”