banner banner banner
Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9
Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9


“Ah, ondan yana sorun yok. Ona ne kadar kötü olduğumu anlatırım. O işi bana bırak.”

“Başka bir şey istiyor musun?”

“Evet. Shinwell Johnson’a kızı uzaklaştırmasını söyle. O adamlar onun peşinde olacaklar. Bu davada benimle iş birliği yaptığını biliyorlar artık. Bana bunu yapanlar onu da ihmal etmeyeceklerdir. Bu çok acil. Mutlaka bu akşam halletmelisin.”

“Hemen giderim. Başka bir şey var mı?”

“Pipomu ve tabii ki tütünü masanın üzerine bırakıver. Harika! Harekâtımızı planlamak için her sabah mutlaka yanıma uğramalısın.”

O akşam tehlike geçene kadar gizlenmesi için Bayan Winter’ı, sessiz sakin bir banliyöye yerleştirdik Johnson ile beraber.

Altı gün boyunca insanlara Holmes’un ölüm döşeğinde olduğu izlenimini vermiştik. Bültenler durumun ciddiyetinden, gazeteler ise ne kadar kötü olduğundan söz ediyordu; ancak daimî ziyaretlerimden durumun o kadar da fena olmadığını biliyordum. Onun kararlılığı ve dayanıklı yapısı, mucizeler yaratıyordu. Hızla iyileşiyordu, hatta normalden çabuk iyileşmesi bana rol yaptığını bile düşündürüyordu bazen. Garip bir şekilde ağzını bıçak açmıyordu; bu da en yakın arkadaşını bile planlarının ne olduğu konusunda tahminler yürütmeye sürüklüyordu. Bir komplonun, sadece onu tasarlayan kişi tarafından bilinmesinin en güvenli yol olduğuna inanıyordu. Ona herkesten daha yakındım ama yine de aradaki boşlukları dolduramıyordum.

Yedinci gününde akşam gazeteleri, onun yılancık hastalığına yakalandığını yazmıştı. Aslında sadece dikişleri alınmıştı. Aynı akşam gazetesinde bir haber daha okumuştum ve bunu arkadaşıma söylemek zorundaydım. Cuma günü Liverpool’dan Ruritania’ya[4 - Ruritania: İngiliz yazar Anthony Hope tarafından kurgulanmış, Orta Avrupa’da yer alan bir hayalî ülkedir.] hareket edecek olan Cunard gemisinin yolcuları arasında Baron Adelbert Gruner da vardı ve Bayan Violet de Merville ile ikisinin yaklaşmakta olan düğünlerinden önce baronun Amerika’da halletmesi gereken bazı finansal meseleleri olduğu yazıyordu. Holmes okuduğum habere konsantre olmuş, ciddi bir şekilde dinlemişti. Bu da onun ne kadar etkilendiğini gösteriyordu.

“Cuma!” diye haykırdı, “Sadece üç gün. Belli ki o hain başına gelebilecek tehlikelerden uzak kalmak istiyor. Ama öyle olmayacak Watson! Kesinlikle olmayacak! Şimdi, Watson, benim için bir şey yapmanı istiyorum.”

“İstediğini yapmaya hazırım Holmes.”

“Madem öyle, bundan sonraki yirmi dört saatini Çin çömlekçiliği üzerine yoğun bir çalışma yaparak geçireceksin.”

Başka açıklama getirmedi, ben de bir şey sormadım. Uzun deneyimlerim bana itaat etmenin faydasını öğretmişti çoktan. Ama onun odasından ayrılıp Baker Caddesi’nde yürürken bu tuhaf emri nasıl yerine getireceğimi düşünüp durdum. En sonunda St. James Meydanı’ndaki Londra Kütüphanesine giderek arkadaşım olan kütüphane memuruna durumu anlattım ve daireme doğru yol aldığımda kolumun altında epeyce kitap vardı.

Aşırı derecede yoğun çalışan dava vekilinin, pazartesi sorguladığı tanığa ait bütün bilgileri cumartesi olmadan unuttuğu söylenir. Elbette çömlekçilik üzerine bir uzman olmama imkân yoktu ama yine de ufak bir dinlenme dışında, bütün akşamüstünü, geceyi ve ertesi sabahı, gerekli bilgileri ve isimleri ezberleyerek geçirdim. Ünlü dekoratörlerin özelliklerini, çevrimsel tarihlerin gizemlerini, Hung-wu’nun özelliklerini ve Yung-lo’nun güzelliklerini, Tang-ying’in yazıtlarını, Sung ve Yuan’ın ilkel dönemlerindeki eserlerini öğrenerek geçirdim zamanımı. Ertesi akşam Holmes’a uğradığımda bütün bu bilgilere sahiptim. Artık yataktan kalkmış, en sevdiği koltuğuna gömülmüş, sargılarla dolu kafasına ellerini dayamıştı. Yayımlanan gazete haberlerine bakılsa böyle kalkıp oturabileceğini hayal bile edemezdiniz.

“Ah, Holmes!..” dedim, “Gazetelere göre sen ölmek üzeresin.”

“Benim yaratmak istediğim izlenim de bu.” dedi, “Ve şimdi Watson, derslerine iyi çalıştın mı?”

“En azından denedim.”

“Çok iyi. Konuyla ilgili mantık dışına çıkmayan bir sohbet yapabilir misin?”

“Sanıyorum başarabilirim.”

“O hâlde şömine rafındaki o ufak kutuyu bana uzatıver.”

Kutunun kapağını açarak çok kaliteli bir ipek kumaşa dikkatle sarılmış küçük bir şey çıkardı. Bunun da içinden çok narin, lacivert renkte ufak bir tabak çıktı ortaya.

“Dikkatli tutmalısın Watson. Bu, Ming Hanedanı’na ait gerçek bir eser. Christies’de bundan daha iyi bir parça bulamazsın. Bunun tam takımıyla kralı kurtaracak fidyeyi bile ödeyebilirsin. Hatta Pekin’in görkemli sarayı dışında bunun takımını bulabilme ihtimalin yok denilecek kadar az. Bunu görmek bir uzmanı bile çıldırtmaya yeter.”

“Bununla ne yapacağım peki?”

Holmes bana bir kart uzattı. Üzerinde “Dr. Hill Barton, Half Moon Caddesi, 369 numara” yazıyordu.

“Bu gece senin adın bu olacak Watson. Baron Gruner’ya gideceksin. Onun alışkanlıklarını biraz olsun öğrendim; saat sekiz buçuk gibi boş olacağını düşünüyorum. Senin kendisine uğrayacağını ve Ming porselenine ait oldukça nadide bir örnek getireceğini yazan bir notu önceden göndereceğiz. Bir tıp adamı olacaksın; ne de olsa bu rolü düzenbazlık yapmadan rahatlıkla oynayabilirsin. Sen bir koleksiyoncusun, bu parça eline geçti, baronun bu konuya meraklı olduğunu biliyorsun, iyi bir fiyata satmak istediğini söyleyeceksin.”

“Ne kadara?”

“İyi bir soru Watson. Eğer kendi malının değerini bilmezsen gerçekten kötü tökezlemiş olursun. Sör James bu tabağı benim için temin etti ve anladığım kadarıyla o da müşterisinin koleksiyonundan almış. Dünyada bunun eşi benzeri olmadığını söylersek abartmış sayılmayız.”

“Bir uzmanın değer biçmesini önerebilirim.”

“Harika, Watson! Bugün kıvılcımlar saçıyorsun. Christie ya da Sotheby’yi önerebilirsin. Bu konudaki hassasiyetinin fiyat biçmeye engel olduğunu söyleyebilirsin.”

“Ya beni görmek istemezse?”

“Tabii ki seni görmek isteyecektir. Aşırı derecede bir koleksiyon tutkusu var, özellikle uzman sayıldığı bu konuda. Buraya gel ve otur Watson, sana yazman gerekenleri söyleyeceğim. Cevap vermesi gerekmiyor. Sadece onunla görüşmek istediğini ve nedenini yazacaksın.”

Takdire şayan bir mektup olmuştu. Kısa, nazik ve meraklısını tahrik eder nitelikte… Yerel bir ulak mektubu sahibine ulaştırdı. Aynı gece, elimde tabak ve cebimde Dr. Hill Barton’ın kartvizitiyle, yeni macerama atılmak üzere yola koyuldum.

Evin ve özel arazisinin muhteşemliği, Sör James’in de dediği gibi Baron Gruner’nın ne kadar varlıklı olduğunu gösteriyordu. Her iki tarafında nadide bitkilerle çevrelenmiş uzun, sarmal giriş; heykellerle bezenmiş, çakıllarla döşenmiş bir meydana açılıyordu. Bu yer, bolluk günlerinde, Güney Afrikalı bir altın kralı tarafından yaptırılmıştı. Uzun, köşelerinde kuleleri olan alçak ev, her ne kadar mimari bir kâbusa benzese de yine de büyüklük ve sağlamlık bakımından oldukça görkemli sayılırdı. Bir piskopos kadar süslü bir başuşak beni içeri almıştı ve tüylü kadife elbiseler giymiş başka bir uşağa teslim etmişti. O da beni baronun huzuruna çıkarmıştı.

Pencerelerin arasında, içinde porselen koleksiyonun bir kısmı bulunan açık bir camekânın önünde duruyordu. İçeri girerken elinde ufak, kahverengi bir vazoyla bana doğru döndü.

“Lütfen oturun doktor.” dedi, “Ben de kendi hazinelerimi gözden geçiriyordum ve aralarına bir tane daha eklemeye gücümün yetip yetmeyeceğini düşünüyordum. VII. yüzyıla ait bu Tang parçasının ilginizi çekebileceğini düşünüyorum. Bundan daha iyi bir işçilik, daha ince ve şeffaf bir tabaka görmediğinize eminim. Sözünü ettiğiniz Ming tabağı yanınızda mı?”

Kutuyu dikkatle açarak parçayı ona uzattım. Masasına oturdu, lambayı yanaştırdı -çünkü hava kararmak üzereydi- ve incelemeye başladı. Bunu yaparken sarı ışık yüzüne vuruyor ve onu incelememi kolaylaştırıyordu.

Gerçekten de olağanüstü derecede yakışıklı bir adamdı. Güzellik bakımından kazandığı ünü tamamıyla hak ediyordu. Orta boyluydu belki ama oldukça zarif hatlara sahipti. Neredeyse bir Doğulu kadar esmerdi ve kocaman, koyu renk gözleri vardı. Baygın bakışları kolaylıkla kadınların ilgisini çekebilecek nitelikteydi. Saçları ve bıyığı kuzguni siyah idi. Bıyığı kısa, sivriydi. Üstelik bal mumu ile şekillendirilmişti. Dümdüz, ince ağzı dışında, hatları genel olarak muntazam ve hoş görünüyordu. Eğer bir katilin ağzı nasıl olur diye sorsalar herhâlde onunkini tarif ederdim; yüzündeki bir bıçak yarası gibi zalim, sert, sımsıkı, merhametsiz ve korkunç duruyordu. Onu bıyığı ile gizlemeyerek hata ediyordu. Kurbanlarını ikaz etmek istercesine doğanın verdiği bir tehlike sinyali gibiydi âdeta. Ses tonu çok çekiciydi, tavırları ise mükemmel. Onun otuzlu yaşlarında olduğunu söyleyebilirdim ama daha sonra kırk iki yaşında olduğunu öğrendim.

“Çok iyi, gerçekten de eşsiz!” dedi en sonunda, “Bunların altı eşinin daha sizde olduğunu mu söylüyorsunuz? Bu kadar olağanüstü parçaların bulunduğunu bilmemem, beni hayrete düşürdü doğrusu. İngiltere’de bunlardan bir tane olduğunu biliyorum ama onun da piyasaya düşmesi mümkün değil. Bunu nasıl elde ettiğinizi sorarak patavatsızlık etmiş sayılır mıyım Dr. Hill Barton?”

“Gerçekten önemli mi?” diye sordum elimden geldiğince kayıtsız davranmaya çalışarak. “Parçanın gerçek olduğunu siz de biliyorsunuz ama değerine gelince; bir uzmandan yardım almakta fayda var.”

“Oldukça gizemli bir durum…” dedi sonra, koyu renk gözlerinde bir anlık şüpheyle, “Böyle değerli parçalar söz konusuyken insan doğal olarak her şeyi öğrenmek ister. Bunun gerçek olduğu kesin. Hiç şüphem yok ama her şeyi hesaba katarak konuşmak istiyorum; diyelim ki bunu satmaya hakkınızın olmadığı daha sonra ispatlandı…”

“Böyle bir şeyin olmayacağını her bakımdan garanti edebilirim.”

“Bu da ne tür bir garanti vereceğiniz sorusunu getiriyor akla.”

“Bankacılarım buna cevap verebilir.”

“Anlıyorum, ama yine de bu alışveriş bana biraz tuhaf geliyor.”

“Bu fırsatı ister değerlendirin ister değerlendirmeyin.” dedim renk vermeyerek, “İlk teklifimi size yaptım çünkü bir uzman olduğunuzu biliyorum. Diğer alıcılarla böyle bir sorun yaşamayacağımdan eminim.”

“Bir uzman olduğumu size kim söyledi?”

“Bu konu üzerine bir kitap yazdığınızı biliyorum.”

“Kitabımı okudunuz mu?”

“Hayır.”

“Olur şey değil! Bu işi anlamak benim için gitgide zorlaşıyor! Bir uzmansınız ve koleksiyonunuzda çok değerli bir parça var ama buna rağmen elinizdekinin gerçek değerini kavramanızı sağlayacak tek kitabı okuma zahmetinde hiç bulunmadınız. Haksız mıyım? Buna nasıl bir açıklama getireceksiniz?”

“Yoğun çalışıyorum. Ben bir doktorum.”