banner banner banner
Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9
Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9


“Bu bir cevap değil. Eğer bir adamın hobisi varsa diğer ilgi alanları ne olursa olsun, onunla sonuna kadar meşgul olur. Notunuzda bir uzman olduğunuzu yazmışsınız.”

“Evet, öyleyim.”

“Sizi sınamak için birkaç soru sorabilir miyim? Şunu da eklemek istiyorum doktor -tabii, eğer gerçekten doktorsanız- bu iş gitgide daha da şüpheli bir hâl alıyor. İmparator Shomu hakkında ne biliyorsunuz ve onu Nora yakınlarındaki Shoso-in ile nasıl ilişkilendiriyorsunuz? Aman Tanrı’m, bu soru sizi şaşırttı mı? O hâlde, Kuzey Wei Hanedanı’nı ve çinicilik tarihindeki yerini anlatın bana.”

Sinirlenmiş numarası yaparak sandalyemden fırladım. “Buna tahammül edemem bayım!” dedim, “Ben buraya size iyilik yapmak için geldim, bir ilkokul çocuğu gibi sınava tabi tutulmak için değil. Bu konulardaki bilgim belki sizinki kadar iyi olmayabilir ama hakaret edercesine sorduğunuz sorulara kesinlikle cevap vermek niyetinde değilim.”

Bana dik dik baktı. Gözlerindeki sükûnet gitmişti. Bana alev saçan gözlerle bakmaya başladı. O zalim dudaklarının arasından dişlerinin parıltısını görebiliyordum.

“Bana nasıl bir oyun oynuyorsunuz? Buraya casus olarak geldiniz. Siz Holmes’un gizli ajanısınız. İkiniz beni kandırmaya çalışıyorsunuz. Adamın ölmek üzere olduğunu duydum, yine de beni gözetlemek için adamlarını gönderiyor. Buraya elinizi kolunuzu sallaya sallaya girdiniz belki; ama girdiğiniz kadar kolay çıkamayacağınızı göreceksiniz.”

Adam kendinden geçercesine büyük bir öfkeyle ayağa fırlamıştı ve ben de gelecek saldırıya karşı kendimi sağlama almak amacıyla bir adım geri atmıştım. Belki benden en başta şüphelenmişti. Beni sınayarak da gerçeği öğrenmişti. Onu hâlâ aldatmayı ummam gerçekten de büyük bir hata olurdu. Yanındaki çekmeceye elini daldırarak çılgınca karıştırmaya başlamıştı. Sonra birdenbire sessiz kalarak etrafı dinlemeye koyuldu ve işte o an olanlar olmuştu. Kulağına bir darbe inmişti.

“Ah!” diye bağırdı, “Ah!” Ve hemen arkasındaki odaya fırladı.

İki adımda açık olan kapıya ulaştım; gördüğüm manzarayı hayatımın sonuna kadar unutmayacağım. Bahçeye açılan pencere ardına kadar açıktı. Hemen yanında kafası kanlı bandajlarla sarılı, yüzü kireç gibi bembeyaz, yorgun, korkunç bir hayalete benzeyen Sherlock Holmes duruyordu. Bir sonraki hamlesi dışarı atlamak oldu ve dışarıdaki çalılara çarparken çıkan sesi duydum. Öfkeyle hırlayan ev sahibi, hemen peşinden açık pencereye doğru koştu.

Ve sonrası!.. Her şey bir anda olup bitmişti ama olanları tamamıyla görmüştüm. Bir kol -bir kadın kolu- çalılıkların arasından ortaya çıkmıştı. Aynı anda da baron iğrenç bir çığlık atmıştı. Hafızama kazınan bir çığlıktı. Yüzünü iki eliyle kavrayarak odada bir aşağı bir yukarı koşmaya başlamıştı, kafasını da duvarlara vuruyordu. Sonra halının üzerine kapaklandı, çığlıkları evinin içinde yankılanırken bir taraftan da debelenip kıvranıyordu.

“Su! Tanrı aşkına su!” diye haykırıyordu.

Ufak masadan sürahiyi kaparak yardımına koştum. Aynı anda başuşak ve diğer hizmetkârlar koridordan koşarak geldiler. Yaralı adamın yanına eğilip o korkunç yüzü lambaya doğru çevirdiğimde içlerinden bir tanesinin bayıldığını hatırlıyorum. Kezzap kulaklarından çenesine kadar her tarafına işliyordu. Gözlerinden bir tanesi çoktan beyazlaşmış ve cam gibi olmuştu. Diğeri ise kızarmış ve iltihaplanmıştı. Birkaç dakika önce büyük bir beğeni ile baktığım yüz hatları, bir ressamın güzel bir tablosunun üzerinde ıslak ve pis bir süngeri gezdirmesi misali mahvolmuştu. Bulanık, soluk, insanlıktan çıkmış, korkunç bir durumdaydı.

Kezzaplı saldırıyı size birkaç kelimeyle anlatmaya çalıştım. Bazıları pencereden tırmanmış, diğerleri de bahçeye koşmuştu ama hava iyice kararmış ve yağmur yağmaya başlamıştı. Kurban iyice öfkelenerek, çığlıkları arasında sövüp sayıyordu. “O şirret kadın Kitty Winter’dı!” diye haykırıyordu, “O ne dişi şeytan o! Bunu ödeyecek! Bunu ödeyecek! Ah, Tanrı’m, ben bu acıya daha fazla dayanamayacağım!”

Yüzünü sildim, yaralarına pamukla tampon yaptım ve deri altından morfin enjekte ettim. Geçirdiği şok yüzünden bana duyduğu şüpheleri bir anda yok olup gitmişti ve ellerime sıkı sıkı yapışmıştı. O ölü balık gibi gözleriyle sanki her şeyi düzeltecek güce sahipmişim gibi bana bakıyordu. Böyle iğrenç bir değişime sebep olan onun o aşağılık yaşantısı aklıma gelmeseydi, yaşadığı yıkım karşısında belki ben bile ağlayabilirdim. Alev gibi yanan elleriyle beni sıkı sıkı tutması çok tiksindiriciydi ve aile doktoru, peşinden de bir uzman geldiğinde, sorumluluğu üzerimden aldıkları için çok rahatlamıştım. Bir polis müfettişi de gelmişti, ona gerçek kartvizitimi uzatmıştım. Başka türlü davranmam saçma, aynı zamanda da boşuna olurdu. Ne de olsa Holmes’u Yard’da tanıdıkları gibi beni de simaen tanıyorlardı. Bunun üzerine o kasvetli ve korku dolu evden ayrıldım. Bir saat içinde Baker Caddesi’ndeydim.

Holmes her zamanki koltuğuna oturmuş, solgun ve bitkin görünüyordu. Yaralarından ayrı olarak, o gece yaşanan olaylar karşısında, çelik gibi sinirleri de yıpranmıştı. Baronun geçirdiği korkunç değişimi anlatırken beni dehşet içinde dinlemişti.

“Günahlarının bedeli bu Watson, günahların bedeli!” dedi, “Er veya geç bunu ödeyeceksin. Tanrı biliyor ya onun çok günahı vardı.” diye ekledi masanın üzerinde duran kahverengi defteri alarak. “Kadının söz ettiği defter bu. Eğer bu, o evliliğe engel olmazsa hiçbir şey olamaz. Ama engel olacak Watson. Engel olmalı! Kendine saygısı olan hiçbir kadın bunu kabul edemez.”

“Sevgililerini anlatan bir günlük mü?”

“Daha çok şehvetini anlatan bir günlük. Nasıl istersen öyle de. Bayan Winter bundan söz ettiği an, eğer elimize geçirebilirsek ne kadar müthiş bir silahımızın olacağını anlamıştım. Ama o sırada düşüncelerimi açığa vurmadım, yoksa bu kadın her şeyi mahvedebilirdi. Yine de aklımdan çıkaramadım. Sonra bana yapılan bu saldırı sayesinde, baronu bana karşı önlem almaması gerektiğine inandırdım. Her şey yolunda gidiyordu. Belki biraz daha beklerdim; ama onun şu Amerika yolculuğu, elimi çabuk tutmama neden oldu. Böyle riskli bir defteri kesinlikle arkasında bırakmazdı. Bu yüzden bir an önce harekete geçmeliydim. Gece için bir soygun düzenlemek imkânsız gözüküyordu. Çünkü soygunculara karşı önlem alıyordu. Ama akşamüstü bir şansım vardı, sadece onun dikkatini başka yöne çekmeliydim. İşte tam bu noktada, sen ve mavi tabağın devreye girdi. Fakat kitabın yerinden emin olmalıydım; çünkü harekete geçmek için sadece birkaç dakikam vardı ve senin Çin çömlekçiliği hakkındaki sınırlı bilgin beni engelliyordu. Bu yüzden son anda kızı da yanıma aldım. Pelerinin altında titizlikle taşıdığı paketin ne olduğunu nereden bilebilirdim ki? Tamamıyla bana yardımcı olmak için geldiğini sanmıştım. Ama onun aklından başka şeyler geçiyormuş.”

“Beni senin gönderdiğini tahmin etti.”

“Öyle düşüneceğinden korkmuştum. Defteri rahatça elde edene kadar onu oyaladın sayılır, gerçi bu görünmeden kaçmama yetmedi. Ah, Sör James, gelmenize çok sevindim!”

Nazik arkadaşımız önceden gönderdiğimiz bir davet üzerine gelmişti. Holmes olanları anlatırken pürdikkat dinlemişti.

“Mucizeler yaratmışsınız, mucizeler!” diye bağırdı hikâyemiz bittiğinde, “Ama yarası Dr. Watson’ın dediği kadar kötüyse bu iğrenç defteri kullanmaya gerek kalmadan evliliklerine zaten engel olmuş sayılabiliriz belki.”

Holmes kafasını salladı. “De Merville gibi kadınlar öyle davranmazlar. Onu bir mağdur gibi görerek üzerine daha çok titreyebilir. Hayır, hayır, yıkmamız gereken bu adamın ahlaki yönü, fiziksel yönü değil. Bu defter kızı kendine getirecektir ve bunu yapabilecek başka bir şeyin olduğunu sanmıyorum. İçindekiler adamın kendi el yazısıyla yazılmış. Hanımefendi artık bunu da inkâr edemez.”

Sör James yanımızdan ayrılırken hem defteri hem de değerli tabağı yanında götürmüştü. Ben işime geciktiğim için onunla birlikte çıkmıştım. Bir araba onu bekliyordu. Hemen içine atladı, şapkası armalı arabacıya aceleyle bir emir verdi ve hızla yola koyuldular. Paltosunu camdan sarkıtarak hanedan armasını kapatmaya çalıştı ama yine de sokak ışığında ne olduğunu görebildim. Şaşkınlık içinde nefesim kesildi. Sonra hemen geri dönerek Holmes’un odasına çıktım.

“Müşterimizin kim olduğunu öğrendim!” diye haykırdım olayın heyecanıyla, “Holmes, o…”

“O vefalı bir dost ve yürekli bir beyefendi.” dedi Holmes daha fazla konuşmama engel olmak için elini kaldırarak, “Aramızda sonsuza kadar sır olarak kalsın.”

O defterin nasıl kullanıldığını bilmiyorum. Sör James her şeyi ayarlamış olmalıydı veya büyük bir ihtimalle, böylesine hassas bir görevi kızın babasına havale etmişti. Ne şekilde olduysa oldu ama yine de istenilen sonuç elde edilmişti. Üç gün sonra “The Morning Post”ta yayımlanan bir haberde, Baron Adelbert Gruner ile Bayan Violet de Merville’nin arasında gerçekleşmesi beklenen düğünün iptal edildiği yazıyordu. Aynı gazetede, Bayan Kitty Winter’a karşı yürütülen davaya ait ilk mahkeme celsesinden de söz ediliyordu. Barona kezzap atmakla suçlanıyordu ve duruşma sırasında ortaya konan hafifletici sebepler doğrultusunda verilen karar, verilebilecek cezaların en hafifi olarak hatırlanacaktı. Sherlock Holmes’a hırsızlık suçundan bir soruşturma açılmıştı ama bunu iyi bir amaç için yaptığı ortaya çıkınca ve müşterisi ünlü biri olunca, en katı İngiliz yasaları bile daha insani ve esnek olabiliyordu. Arkadaşım henüz sanık koltuğuna oturmuş değildir.

Solgun Asker

Arkadaşım Watson, haddini bilmekle beraber oldukça azimli olduğunu da her zaman göstermiştir. Uzun süredir kendi deneyimlerimi kaleme almamda ısrar ediyordu. Galiba bu meşakkati ister istemez üstlenmek zorunda kaldım; çünkü ona sık sık hikâyelerinin ne kadar yüzeysel olduklarını söyleyip durdum. Anlattıklarının ne kadar yüzeysel olduğunu, gerçeklere bağlı kalmaktansa halkın beğenisine daha fazla önem verdiğini her fırsatta belirttiğim göz önüne alınırsa bu belayı kendi başıma yine kendimin açtığını düşünebilirsiniz. “O zaman kendin yaz Holmes!” diye sert bir cevap vermişti bana. İtiraf etmek zorundayım ki elime kalemi aldığımda, hikâyelerimi okuyucunun ilgisini çekecek şekilde sunmam gerektiğini anladım. Biraz sonra anlatacağım davanın ilginizi çekmemesi gibi bir durum söz konusu bile değil; çünkü başıma gelen en ilginç olaylardan biridir. Ancak tesadüf bu ya Watson bu davayı hiç kayıtlarına geçirmemiş. Hazır biyografi yazarım ve eski dostumdan söz açılmışken, bunu fırsat bilip şunu söylemek isterim: Eğer çeşitli, ufak tefek araştırmalarımda arkadaşımdan yardım etmesini istediysem bunu duygusallık veya bir kapristen dolayı yapmadım. Watson’ın kendine özgü olağanüstü özellikleri vardır ve benim başarılarımı abartıp, kendi yaptıklarını dikkate almayarak alçak gönüllülük göstermiştir. Kararlarını ve izleyeceğin yolu önceden tahmin edebilen bir yandaş tehlikeli sayılır ama her yeni gelişme biri için şaşkınlık yaratıyor ve o kişi sonucu tahmin edemiyorsa işte o zaman ideal bir can yoldaşı bulmuşsunuz demektir.

Defterime baktığımda tarihin Ocak 1903 olduğunu gördüm. Boer Savaşı’nın hemen bitiminden sonraydı. İri yarı, dinç, esmer, namuslu bir İngiliz olan Bay James M. Dodd beni ziyarete gelmişti. O sıralar, iyi niyetli Watson beni bir eş için terk etmişti; dostluğumuz boyunca yaptığı tek bencilce davranış buydu. Yapayalnız kalmıştım.

Sırtımı pencereye vermek, ziyaretçimi de karşıma oturtmak alışkanlığımdı; böylece bütün ışık onun yüzüne düşüyordu. Bay James M. Dodd konuşmasına nasıl başlayacağını bilemiyordu. Ona yardımcı olmak için bana hiçbir girişimde bulunmadım; çünkü onun sessiz kalışı kendisini gözlemlemem için daha çok vakit kazandırıyordu. Gücümü hissetmelerini sağlayarak müşterilerimi etkilemeyi hep akıllıca bulmuşumdur. Bu nedenle, çıkardığım bazı sonuçları ona sıralamaya başladım.

“Güney Afrika’dan geldiniz sanıyorum efendim.”

“Evet, efendim.” diye cevap verdiğinde şaşkınlığını gizleyememişti.

“İmparatorluğun gönüllü süvari alayındansınız galiba.”

“Aynen öyle.”

“Şüphesiz Middlesex Bölüğü’ndensiniz.”

“Haklısınız Bay Holmes. Siz bir sihirbazsınız!”

Şaşkın ifadesi karşısında gülümsemiştim. “Mert görünüşlü, İngiliz güneşinin asla veremeyeceği bir bronzluğa sahip, mendilini cebi yerine elbise kolunda taşıyan bir bey odama girerse onun neyle meşgul olduğunu tahmin etmek hiç de zor olmaz. Kısa bir sakalınız var, bu da sıradan bir asker olmadığınızı gösteriyor. Her hâlinizden süvari alayına mensup olduğunuz anlaşılıyor. Middlesex’e gelince;

kartvizitinizden Throgmorton Caddesi’nde borsa simsarlığı yaptığınız açıkça görülüyor. Eh, sizin yapınızda biri, bundan başka hangi birliğe katılabilir ki?”

“Her şeyi görebiliyorsunuz…”

“Sizden daha fazlasını görmüyorum, sadece gördüklerime dikkatle bakmak için kendimi eğittim. Ancak Bay Dodd, sabah sabah gözlemlerimi konuşmak için bana uğramadığınızı biliyorum. Tux-bury Old Park’ta neler oluyor, anlatın bakalım?”

“Bay Holmes!..”

“Sevgili bayım, bunda gizemli bir şey yok ki! Mektubunuzun üzerinde yazıyordu ve bu randevuyu ayarlarken çok acil olduğunu söylediğinizde belli ki çok ani ve önemli bir olay meydana gelmiş.”

“Elbette öyle ama mektubu öğleden sonra yazdım ve o zamandan beri birçok şey yaşandı. Eğer Albay Emsworth beni dışarı atmasaydı…”

“Sizi dışarı mı attı?”

“Yani, en azından öyle oldu denilebilir. Zor bir adam bu Albay Emsworth. Zamanında ordudaki en otoriter yöneticilerden biriydi, ayrıca çok da kabaydı. Eğer Godfrey’nin hatırı olmasaydı albaya kesinlikle tahammül edemezdim.”

Pipomu yakarak sandalyeme yaslanmıştım.

“Lütfen tam olarak neyden söz ettiğinizi açıklayın.”

Müşterim haylaz haylaz gülümsemişti.

“Size söylenmeden her şeyi anladığınızı düşünmeye başlamıştım.” dedi, “Size olanları aktaracağım ve ne anlama geldiklerini bana söylemenizi isteyeceğim. Bütün gece bu mesele kafamı kurcalayıp durdu ve düşündükçe daha da karmaşık bir hâl aldı.