banner banner banner
Sherlock Holmes Baskerville’lerin Tazısı Bütün Maceraları 6
Sherlock Holmes Baskerville’lerin Tazısı Bütün Maceraları 6
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes Baskerville’lerin Tazısı Bütün Maceraları 6


“Evet efendim. Evlendim ve bu nedenle hastaneden ayrılarak bütün kariyer hayallerime elveda demiş oldum. Kendime ait bir ev kurmak zorundaydım.”

“Evet, bu durumda çok fazla yanılgıya düşmediğimizi görüyorum.” dedi Holmes. “Evet, şimdi Dr. James Mortimer…”

“Sadece bayım diyebilirsiniz -ben sadece mütevazı bir M. R. C. S.’yim.”

“Ve belli ki keskin bir zekâya sahipsiniz.”

“Ben bilimde sadece bir amatör sayılırım Bay Holmes. Büyük, bilinmeyen okyanusların kıyılarındaki kabukları topluyorum yalnızca. Sanıyorum şu an Bay Sherlock Holmes ile müşerref oluyorum, değil mi?”

“Hayır bu benim arkadaşım Dr. Watson.”

“Sizinle tanıştığıma memnun oldum efendim. Arkadaşınızdan söz ettiklerinde sizin de adınız geçmişti. Çok ilgimi çektiniz Bay Holmes. Bu kadar dolikosefal[3 - Kafanın dar ve uzun olması hâli. Kafatasının ön art ekseni, yan eksenine göre uzun olan (ç.n.).] bir kafatası ya da böylesine güzel bir supra-orbital[4 - Göz çukuru (ç.n.).] gelişimi beklemiyordum. Parietal fisürünüz[5 - Yan kafa kemiğindeki çatlak (ç.n.).] boyunca parmaklarımı gezdirmemde bir sakınca var mı? Kafatasınız, orijinal bir tane bulunana kadar herhangi bir antropoloji müzesini süsleyebilecek nitelikte. Mide bulandırıcı olmak niyetinde değilim ama itiraf etmeliyim ki kafatasınıza çok imrendim.”

Sherlock Holmes eliyle işaret ederek ziyaretçimizin bir sandalyeye oturmasını istedi.

“Kendi çalışma alanınızda oldukça coşkulu görünüyorsunuz efendim, tıpkı benim de kendi alanımda olduğum gibi.” dedi. “Gözlemlediğim kadarıyla sigaralarınızı kendiniz sarıyorsunuz. Bir tane yakmaktan lütfen çekinmeyin.”

Adam kâğıt ve tütününü çıkararak çok şaşırtıcı bir el çabukluğu ile sigarasını anında sarmıştı. Bir böceğin duyargalarına benzeyen çevik ve atik, uzun, kıvrak parmakları vardı.

Holmes sessizleşmişti ama kısa ve ani bakışlarından bizim tuhaf ziyaretçimizin onun ilgisini çektiğini anlamıştım.

“Sanıyorum, efendim…” dedi en sonunda, “Dün gece ve bugün buraya gelmenizdeki amaç, sadece kafatasımı inceleme şerefinde bulunmak değildi herhâlde, öyle değil mi?”

“Hayır, efendim, hayır. Ama aynı zamanda bu fırsatı da ele geçirdiğim için çok mutluyum. Size geldim Bay Holmes; çünkü ben bu konularda biraz acemi olduğumu düşünüyorum ve şu an oldukça ciddi ve olağanüstü bir problemle karşı karşıyayım. Sizin Avrupa’da en iyi ikinci uzman olduğunuzu biliyorum ve…”

“Gerçekten mi efendim? Birinci olma şerefine nail olan kişinin adını öğrenebilir miyim?” diye sordu Holmes biraz kaba bir ses tonuyla.

“Bilimsel bir kafa yapısına eksiksiz sahip olan Mösyö Bertillon mutlaka çok daha ağır basar.”

“Bu durumda neden ona danışmadınız?”

“Dediğim gibi efendim. O bilimsel bir kafa yapısına sahip. Ama pratikte kimse sizin elinize su dökemez. Eminim efendim, sizi kasıtlı olarak…”

“Biraz öyle oldu.” dedi Holmes. “Sanıyorum Dr. Mortimer, başka hadise çıkarmadan benim yardımlarımı istediğiniz problemin içeriğini bir zahmet basitçe anlatırsanız çok daha akıllıca davranmış olacaksınız.”

2. BÖLÜM

Baskerville’lerin Laneti

“Cebimde bir el yazması var.” dedi Dr. James Mortimer.

“Odaya girdiğinizde onu fark etmiştim.” diye karşılık verdi Holmes.

“Eski bir el yazması.”

“Eğer sahte değilse on sekizinci yüzyılın ilk yarısına ait.”

“Nasıl emin olabiliyorsunuz?”

“Konuştuğunuz süre boyunca az bir kısmını incelememe farkında olmadan izin verdiniz. İyi bir uzman on yıl kadar bir farkla belgenin tarihini bilebilir. Bu konu hakkında yazmış olduğum ufak bir monografimi okumuş olabilirsiniz. Bunun yazıldığı tarihe 1730 diyebilirim.”

“Tarih tam olarak 1742’dir.” Dr. Mortimer belgeyi göğüs cebinden çıkardı. “Bu aile belgesi bana Sör Charles Baskerville tarafından teslim edildi. Yaklaşık üç ay önceki ani ve trajik ölümü Devonshire’da büyük yankı uyandırmıştı. Ben onun hem yakın dostu hem de doktoruydum. İradesi kuvvetli bir adamdı efendim; uyanıktı, pratikti ve en az benim kadar hayal gücünden yoksundu. Ancak bu el yazmasını çok ciddiye almıştı. Başına geleceklere önceden kendisini hazırlamıştı. Ve ne yazık ki beklediği kötü kaderi tecrübe etti.”

Holmes el yazmasını almak için elini uzattı ve sonra da onu dizinin üzerinde düzeltti. “Büyük ve küçük ‘s’ harflerini nasıl kullandığını görüyor musun Watson? Bu, hangi tarihte yazıldığını kestirebilmem için gerekli olan birkaç işaretten sadece bir tanesi.”

Holmes’un omzunun üzerinden eğilerek sarı kâğıda ve silik metne baktım. En üstünde “Baskerville Malikânesi” yazıyordu ve en altta da büyük harflerle karalanmış “1742” tarihi vardı.

“Bir çeşit beyanata benziyor.”

“Evet, Baskerville Ailesi’ni anlatan bir efsane hakkında.”

“Ancak bana danışmak istediğiniz konunun daha güncel olduğunu düşünüyorum, doğru mu?”

“Evet, doğru, güncel bir mesele. Yirmi dört saat içinde karar verilmesi gereken çok acil bir problem; ancak el yazması çok kısa ve konuyla bağlantılıdır. Eğer izin verirseniz okumak istiyorum.”

Holmes sandalyesinde geriye doğru yaslandı, parmak uçlarını birleştirdi ve gözlerini kapattı, âdeta dünyadan soyutlanmış bir hâl takınmıştı. Dr. Mortimer el yazmasını ışığa doğru tuttu ve aşağıdaki ilginç, eski dönemlere ait hikâyeyi yüksek, çatlak sesiyle okumaya başladı:

“Baskerville’lerin Tazısı hakkında bir sürü rivayet vardır; ancak ben Hugo Baskerville’in akrabası olduğum için bu hikâyeyi babamdan dinledim, o da kendi babasından dinlemiş ve biraz sonra anlatacağım olayların tamamen gerçek olduğuna inanıyorum. Bununla birlikte oğullarım, günahı cezalandıran Hakk’ın aynı zamanda bağışlayıcı olduğuna inanmanızı istiyorum. Dua ve tövbe ederek başınıza gelebilecek bütün lanetlerden kurtulabilirsiniz. Bu hikâyeden, geçmişte yaşadıklarınız nedeniyle korkmak yerine, gelecekte temkinli davranmanız gerektiğini öğrenebilirsiniz. Kokuşmuş hırslar yüzünden ailemiz çok acı çekerek ağır bir bedel ödedi ve bu felaketimize neden oldu.

Bilmenizi istiyorum ki Büyük İsyan’ın patlak verdiği zamanlarda (Ayaklanma hikâyesini bizzat Lord Clarendon’dan dinlemiştim; buraya özellikle dikkatinizi çekerim.) Baskerville Malikânesi’nde Hugo adında bir adam yaşıyormuş; vahşi, adi ve Tanrı inancı olmayan biriymiş. Bu özellikleri belki komşuları tarafından görmezden gelinebilirdi. Ne de olsa o bölgede azizlere pek rastlanmazmış fakat o iffetsiz ve acımasız bir mizaca sahip olduğu için adı bütün Batı’da dile düşmüş. Derken bir gün Hugo âşık olmuş (Tabii böylesine güzel bir duygu hâli, bu kötü kalpli adamdan ne ölçüde beklenebilirse…). Bu bir çiftçinin kızıymış ve Baskerville Malikânesi’nin yakınında oturuyorlarmış. Ketum ve saygın bir kişiliğe sahip olan kız mütemadiyen ondan kaçarmış. Onun uğursuz ismini duyunca bile çok korkarmış. Bir Aziz Micheal Yortusu’nda Hugo, aylak ve kötü beş altı arkadaşıyla, babası ve ağabeyleri de evdeyken kızın evini kundaklamış ve onu kaçırmış. Kızı malikâneye getirdiklerinde onu üst katta bir odaya yerleştirmişler. Bu arada Hugo ve arkadaşları her akşam âdetleri olan içki âlemine oturmuşlar. Zavallı kızcağız alt kattan gelen şarkılar, bağrışmalar ve kötü küfürleri duyunca çok korkmuş. Neredeyse aklını kaçıracakmış. Dediklerine göre Hugo Baskerville sarhoş olduğu zaman öyle öfkeli sözler söylüyormuş ki bazen kendisine bile küfrediyormuş. En sonunda kızcağız korkudan çok gerilmiş ve en cesur ya da en atik bir erkeğin bile göze alamayacağı bir şey yapmış. Şimdi bile var olan güney duvarını kaplayan oldukça büyük sarmaşığın yardımıyla saçakların altına inmiş. Oradan da bozkıra geçip evine doğru koşmuş. Malikâne ile babasının çiftliği arasında da üç mil gibi bir mesafe varmış.

Tesadüfen kısa bir süre sonra Hugo, misafirlerini bırakarak kıza yiyecek ve içecek götürme bahanesiyle -muhtemelen daha kötü şeyler yapmak için- yukarıya, esirinin yanına çıkmış ama bir de bakmış ki kafesin kapağı açılmış ve kuş uçmuş. Bunun üzerine içindeki şeytan ortaya çıkmış ve merdivenlerden aşağıya koşarak doğruca yemek odasına dalmış ve donatılmış masanın üzerine fırlayarak kulplu sürahileri, tahta tabakları, kısacası eline geçirdiği her şeyi kırıp dökmüş. Bütün misafirlerin önünde çılgınca bağırmaya başlamış ve eğer o kızı yakalayamazsa vücudunu ve ruhunu kötülüklerin ruhuna teslim edeceğine dair yemin etmiş. Oradaki bütün eğlence düşkünü adamların Hugo’nun öfkesi karşısında ödleri patlamış. Ama bir tanesi, belki ondan daha zalim ya da daha sarhoşu, ortaya atılıp kızın peşine köpekleri salmayı önermiş. Hugo bunu duyar duymaz evden fırlamış ve seyislere atını eyerlemelerini ve bütün köpekleri kulübelerinden çıkarmalarını emretmiş. Köpeklere kızın mendilini koklatıp onları sıraya dizdikten sonra serbest bırakmış ve hepsi çığlık çığlığa ay ışığında bozkırlara doğru koşmuş.

Bu eğlence düşkünü adamlar kısa bir süre ağızları açık öylece kalakalmışlar, etraflarında olup biteni anlamaya çalışmışlar. Sersemlemiş kafaları, çok geçmeden eylemin mahiyetini algılayabilmiş. Etraf karmaşa içindeymiş, kimisi tabancasının, kimisi atının getirilmesi için bağırıyormuş, hatta bazıları bir şişe şarap istiyormuş. Aradan bir süre geçtikten sonra çıldırmış adamlar bazı şeyleri idrak etmeye başlamışlar ve hepsi, yani on üçü de birer at alıp kızın peşinden gitmişler. Yan yana, dörtnala kızın evine giden yoldan ilerliyorlarmış. Ay da gökyüzünde pırıl pırıl parlıyormuş.

Bir iki mil ilerlemişlerken o kıraç arazilerde bir gece çobanıyla karşılaşmışlar ve peşine düştükleri avı görüp görmediğini sormuşlar ona. Adam o kadar korkmuş ki uzun bir süre konuşamamış ama en sonunda talihsiz kızı ve peşindeki köpekleri gördüğünü söyleyebilmiş. ‘Ama ben daha fazlasını gördüm.’ demiş. ‘Bir siyah atın üzerinde Hugo Baskerville’in yanımdan geçtiğini gördüm. Fakat peşinde cehennem gibi bir köpek vardı ki Tanrı beni öyle bir köpekten korusun!’

Sarhoş adamlar çobana küfrü bastıktan sonra yollarına devam etmişler. Ancak aradan bir süre geçtikten sonra bozkırlarda dörtnala giden bir atın sesini duymuşlar; her tarafı beyaz köpüklerle kaplı siyah at, arkasından dizginlerini sürükleyerek ve boş bir eyer ile yanlarından geçtiğinde hepsinin kanı donmuş. Bu eğlence düşkünü adamlar atlarını birbirlerine iyice yaklaştırmışlar, çok korkmalarına rağmen yine de bozkırda ilerlemeye devam etmişler. Oysa tek başlarına olsalarmış her biri, atının başını geldikleri yöne çevirmekten büyük mutluluk duyarmış. Yavaş yavaş ilerlerken en sonunda köpeklerin bulunduğu yere ulaşmışlar. Cesaretleri ve cinsleriyle ünlü olan bu köpekler, büyük bir çukurun ya da bizim deyimimizle bir hendeğin başında toplanmış uluyorlarmış. Aralarından bazıları gizlice kaçmaya çalışırken diğerleri de kabarmış tüyleriyle önlerinde bulunan dar vadiye doğru öylece gözlerini dikip bakıyorlarmış.

Adamlar artık durmuşlar ve sizin de tahmin edeceğiniz gibi biraz daha ayılmışlar. Çoğunun ilerlemeye niyeti yokmuş ama aralarından üç tanesi, belki en cesurları, belki de en sarhoşları, atlarını hendeğe doğru sürmüş. Burası çok geniş bir vadiye açılıyor ve her iki tarafında da bugün bile görebileceğimiz iki tane çok büyük kaya parçası duruyor. Ay oradaki alanı pırıl pırıl aydınlatıyormuş ve tam ortaya baktıklarında korkudan ve yorgunluktan ölmüş olan zavallı genç kızı görmüşler; fakat kızın cesedi ya da onun biraz uzağında yatan Hugo Baskerville’in vücudu, o üç gözü pek adamın tüylerini diken diken eden şey değilmiş. Onları asıl korkutan; Hugo’nun boğazını dişleyen, devasa, tazı cinsinde ama bugüne dek hiçbir gözün görmediği irilikte bir hayvanmış. Onlar bakarken o yaratık, Hugo Baskerville’in gırtlağını dişlemeye devam etmiş. İşi bittiğinde alev saçan gözlerini ve kan damlayan çenesini onlara doğru çevirmiş. Bunun üzerine üçü de korkudan çığlık çığlığa son sürat kaçmaya başlamış. Dediklerine göre bir tanesi gördüklerine dayanamayıp o gece ölüvermiş. Diğer ikisine gelince; onlar da hayatlarının sonuna kadar yarım akıllı kalmışlar.

Ortaya çıkıp ailemize fena bir lanet getiren bu köpeğin hikâyesi de böylece bitmiş oldu. Sevgili oğullarım, bunları neden yazdım? Çünkü bilinen bir şeyin ima edilene veya tahmin edilene göre daha az korkunç olduğu gerçeği yüzünden. Ayrıca ailemizdeki acı ölümlerin çoğunun ani, kanlı ve gizemli olduğunu da inkâr edemem. Tanrı’nın sonsuz iyiliğine sığınalım. Kutsal kitapta da yazdığı gibi o, üçüncü ya da dördüncü kuşaktan sonra masum kişileri sonsuza kadar cezalandırmayacaktır. Sizi Tanrı’ya emanet ediyorum oğullarım. Şeytanın güçlerinin çok engin olduğu o karanlık saatlerde o bozkırlardan geçmemeye dikkat etmenizi tavsiye ediyorum.

(Hugo Baskerville’den, oğulları Rodger ve John’a, kız kardeşleri Elizabeth’e bundan söz etmemeleri emriyle…)”

Dr. Mortimer bu ilginç hikâyeyi bitirdiğinde gözlüklerini alnına kaldırıp gözlerini Bay Sherlock Holmes’a dikti. Holmes ise esneyerek bitmiş sigarasını şöminenin içine fırlattı.

“Eee?..” dedi.

“İlginç bulmadınız mı?”

“Bir peri masalı koleksiyoncusu için evet.”

Bu sefer Dr. Mortimer cebinden katlanmış bir gazete çıkardı.

“Şimdi Bay Holmes, size daha güncel bir şeyler anlatayım. Elimdeki, ‘Devon İlçe Gazetesi’dir ve bu senenin 14 Haziran’ına aittir. Bu tarihten birkaç gün önce ölen Sör Charles Baskerville’in vefatıyla ortaya çıkan bazı gerçeklerden bahsediyor.”

Arkadaşım biraz daha öne eğilerek onu dikkatle dinlemeye başladı. Ziyaretçimiz tekrar gözlüklerini takarak okumaya başladı: