Книга Anne Frank'ın Hatıra Defteri - читать онлайн бесплатно, автор Анна Франк. Cтраница 5
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Anne Frank'ın Hatıra Defteri
Anne Frank'ın Hatıra Defteri
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Anne Frank'ın Hatıra Defteri

Bazen kendi kendime annemin sergilediği kötü örnekleri gözden geçiriyorum. Sadece onun iyi yanlarını görmek ve bende eksik olduğu yanını bulmak istiyorum. Ama nafile… En kötü yanı ise annemin ve babamın eksikliklerini ve bende neden oldukları hayal kırıklıklarını fark etmemeleri. Çocuklarını tamamen mutlu edebilen anne ve babalar var mı bu hayatta?

Bazen bunların birer sınav olduğunu düşünüyorum. Şimdiki olanların da gelecekte olacakların da… Kendi ayaklarımın üstünde durabilen, iyi bir insan olmalıyım. Hiç kimseyi kendime örnek almadan, kimsenin tavsiyesini dinlemeye gerek kalmadan… Bu beni daha da güçlü yapacaktır.

Benim dışımda başka kim okuyacak ki bu mektupları? Benden başka kim avutabilir beni? Bir teselliye bile muhtacım, yıpranmış hissediyorum, beklentilerim boşa çıkıyor ama her geçen gün daha iyi kararlar vereceğim.

Bana tutarsızca davranıyorlar. Bir gün benim aklı başında bir kız olduğumu, her şeyi bildiğimi; diğer gün aptal olduğumu ve hiçbir şeyden anlamadığımı söylüyorlar. Artık bir bebek ve herkesi güldüren küçük şımarık kız değilim. Benim de kendi fikirlerim, planlarım, hedeflerim var ama onları harekete geçiremiyorum.

Geceleri yalnızken veya gün boyunca katlanmak zorunda olduğum insanlar veya çeşitli yanlış anlaşılmalar içinde aklıma çok fazla şey geliyor. Onun için hep günlüğüme notlar iliştiriyorum. Yazmaya ilk bu günlükten başladım ve burada bitireceğim çünkü sen her zaman sabırlısın. Her şeye rağmen yılmayacağıma söz veriyorum. Kendi yolumu çizeceğim ve gözyaşlarımı tutacağım. Yalnızca bir şeyler görmek isterdim; beni seven birinin, benim için çabaladığını görmek…

Beni sakın kınama. Bardağı taşıran son damlanın beni içine çektiğini düşün.

En iyi arkadaşın, Anne

9 Kasım 1942, Pazartesi

Canım Kitty,

Dün Peter’ın doğum günüydü. On altı yaşına bastı. Saat sekizde üst kata çıktım ve beraber hediyelere baktık. Hediyelerin içinde Monopoli adında bir hisse oyunu, bir jilet, bir de çakmak vardı. Çok sık sigara içmez hatta neredeyse hiç içmez de işte… Havası olsun diye!

En büyük sürpriz, Bay van Daan’dan geldi. İngilizlerin Tunus, Cezayir, Kazablanka ve Oran’a çıkarma yaptıkları haberini verdi.

Herkes: “Bu, sonun başlangıcı.” diyordu. Bu sözü Churchill’den alıntı yapmış olabilirler çünkü İngiliz Başbakan Churchill de “Bu son değil. Hatta sonun başlangıcı bile değil, sadece başlangıcın sonu.” demişti. Sen bir farklılık görüyor musun? İyimser olmak için sebepler var. Rus kenti olan Stalingrad, üç aydır Almanların saldırısı altında ve daha yenik düşmedi.

Gizli bölgemizin esas ruhunu sana gösterebilmek için yemeklerden bahsetmem gerek. (Daha önceden söylediğim gibi, damak zevkleri oldukça iyi.)

Ekmeğimizi, Bay Kleiman’ın tanıdığı çok iyi bir fırıncıdan alıyoruz. Öyle evimizde yediğimiz gibi çok değil ama bize yetiyor. Erzak karnelerini karaborsa aracılığıyla alıyoruz. Fiyatı sürekli artıyor. En son 27 guldendi, şimdi 33 gulden olmuş. Bir kâğıt parçası için değer mi?

Yanımızdaki yüzlerce konserve dışında hepimize yetecek kadar, yani yüz otuz altı kilogram fasulye aldık. Sadece kendimizi değil, ofistekileri de düşünmeliydik. Gelen çuvalları girişteki kancalara taktık. Ağır olan çuvallardan bazıları söküldü. Biz de onları tavan arasına taşımaya karar verdik. Çuvalları Peter taşıyacaktı. Altı çuvalın beşini sapasağlam taşıyabildi. Sonuncuyu taşıdığı sırada çuvalın altı yırtıldı ve fasulyeler, merdivenlerden aşağıya akın etmeye başladı. İçinde yirmi üç kilo fasulye olan çuvaldan efsane bir ses çıktı. Alt kattakiler evin başlarına yıkılacağını sanmışlar. Peter buz kesildi ama sonradan alt kata indiğinde beni bacaklarıma kadar fasulye dolu bir şekilde yerde görünce gülmekten yerlere yattı. Fasulyeleri toplamaya başladık ama çok küçük ve kaygan oldukları için her yere girmişlerdi. Şu anda yukarı çıkan herkes, gördüğü fasulyeleri alıp Bayan van Daan’a veriyor.

Az daha söylemeyi unutuyordum, babam tamamen iyileşti.

En iyi arkadaşın, Anne

Not: Az önce radyoda Cezayir’in düştüğü söylendi. Fas, Kazablanka ve Oran’ı İngilizler ele geçirmiş. Sıra Tunus’ta.

10 Kasım 1942, Salı

Sevgili Kitty,

Harika bir haberim var! Gizlendiğimiz yere sekizinci bir kişi geliyor.

Ciddiyim. Hep sekizinci bir kişi için yeterince alanımız ve yemeğimiz olduğunu söylerdik ama Kugler’i ve Kleiman’ı tehlikeye atmak istemedik. Her geçen gün Yahudilerle ilgili daha da kötü haberler aldığımız için babam, Bay Kugler ve Bay Kleiman ile sekizinci kişi konusunda konuşmaya karar verdi. Onlar da harika bir plan buldular. “Yedi de olsa sekiz de olsa tehlike, tehlikedir.” dediler haklı olarak. Sonra, çevremizde bizimle uyum sağlayabilecek, yalnız yaşayan biri var mı diye düşündük. Bulmak çok da zor olmadı. Babam van Daan’ın akrabalarının gelmesine karşı çıkınca dişçi olan Alfred Dussel’in gelmesine karar verdik. Kendisi, ondan daha genç ve hoş bir Hristiyan kadınla birlikte yaşıyor. Yanılmıyorsam evli değiller ama çok da bir önemi yok. Bildiğimiz kadarıyla oldukça sessiz ve kendi hâlinde. Bize çok kibar göründü. Miep de onu iyi tanıyor, gerekli olan işlemleri o yapacak. Bay Dussel gelirse Margot’un yerinde, benim odamda yatacak. Margot’a da başka bir yatak verilecek. (Dussel gelince Margot, anne ve babamızın odasında kalacak.) Gelmeden önce dişlerim için dolgu getirmesini rica edeceğiz.

En iyi arkadaşın, Anne

12 Kasım 1942, Perşembe

Sevgili Kitty,

Miep, bize Doktor Dussel’in geleceğini söyledi. Dussel, saklanacağı bir yer olup olmadığını sormuş. Miep, saklanacağı bir yerin olduğunu, mümkünse cumartesi günü buraya gelmesi gerektiğini söylemiş. Dussel buna çok sevinmiş. Ama şöyle bir düşününce yapması gereken kayıtlar, görmesi gereken iki hasta varmış. Miep, bu sabah bize bunların haberini verdi. Beklemesinin pek doğru olmadığını düşündük. Onun için çok fazla şey ayarladık. Yaptığımız onca şeyden sonra bir sürü kişiye açıklama yapmamız gerekecek çünkü geleceği tarih değişiyor. Miep bu durumu Dussel’e izah etmesine karşın Doktor Dussel, pazartesi gelmenin daha uygun olacağını söylemiş.

Neden teklifimizi hemen kabul etmediğini anlayamıyorum. Eğer onu sokakta yakalarlarsa ne kayıtlarına bakabilir ne de hastalarını tedavi edebilir. Neden erteliyor ki? Bana sorarsan, babamın da bunu kabullenmesi çok saçma.

Gün içinde başka bir şey olmadı.

En iyi arkadaşın, Anne

17 Kasım 1942, Salı

Sevgili Kitty,

Bay Dussel geldi. Her şey sorunsuz gelişmiş. Miep ona, gündüz saat on birde postanenin önüne gelmesini, onu bir adamın oradan alacağını söylemiş. Dussel tam vaktinde oradaymış. Bay Kleiman, Dussel’in yanına gidip onu alacak kişinin henüz gelmediğini, burada beklememesini ve ofise, Miep’in yanına gitmesini söylemiş. Bay Kleiman tramvayla, Bay Dussel yürüyerek ofise gelmişler.

Saat on biri yirmi geçe Bay Dussel ofise varmış. Miep üstündeki kabanı alarak omzundaki sarı yıldızı kimse görmesin diye onu apar topar özel ofise götürmüş. Temizlikçi kadın gidene kadar Dussel ile Bay Kleiman ilgilenmiş. Miep, ofisin kalabalıklaşmadan gitmesi gerektiği bahanesiyle Doktor Dussel’i yukarıya çıkarmış. Sonrasında kitaplık rafında bir hareketlenme oldu ve Dussel, büyük bir şaşkınlıkla içeri girdi.

Bu sırada biz, yedi kişi, masada kahve ve konyak eşliğinde gelecek olan kişiyi bekliyorduk. Miep onu ilk olarak oturma odamıza getirdi. Dussel eşyalarımızı tanıdı ama üst katta gizlendiğimizden bihaberdi. Miep üst katı anlattığında adamcağız şoke olmuş. Neyse ki başlarına bir şey gelmeden sağ salim geldiler. Dussel hiç konuşmadan bir sandalye çekti ve oturdu. Yüzümüze, bir sürü soru sorup cevaplarını öğrenmek istercesine baktı. Sonra o aksanıyla kekeleyerek: “Ama… Ama siz Belçika’da kalmaktaydınız, ne oldu? Subay gelmisti, otomobil… Siz kaçamadi mi? Başağamadi mi?” dedi.

Ona her şeyi anlattık: Bilerek yanlış adres verdiğimizi, böylece bizi almaya çalışacak olan Almanların gittiğimizi sanmasını, tüm tanıdıklarımızın bizim gittiğimizi bildiğini… Bay Dussel, biz bunları anlatırken gizli evimize göz ucuyla bakıyordu. Bulduğumuz yeri hayretle inceliyordu. Sonra hep birlikte öğle yemeği yedik. Bay Dussel biraz kestirdi, ardından beraber çay içtik. Miep’in önceden getirdiği eşyalarını yerleştirdi. Kendini evinde gibi hissedene kadarki tüm düzenlemelerini yaptı ve sonra eline van Daan’ın yapmış olduğu, üzerinde “Gizli Ev” kurallarının yazılı olduğu kâğıdı aldı.

GİZLİ EV’İN TANITIMI VE KILAVUZU

Yahudi ve Diğer Evsiz İnsanların Geçici Barınma İhtiyacına Göre Hazırlanan Tesis Yıl boyu açık: Amsterdam’ın merkezinde harika, sakin, bol ağaçlıklı bir konumu var. Çevresinde özel bir mülk yok. 13 veya 17 numaralı tramvayların yanı sıra araba ve bisikletle de ulaşım olanağı var. Almanların ulaşım aracı kullanmasına izin verilmediği hâllerde yürüyerek de gelinebilir. Eşyalı-eşyasız, yemekli-yemeksiz her çeşit oda hizmetinizde.

Ücret: Yok

Yemekler: Yağsız

Banyo küvetsiz ancak su şakır şakır akıyor. İçeride ve dışarıda çeşitli duvarlar var. Isınmak için sıcak tutmaya yetecek bir soba var.

Küçüklü büyüklü her çeşit eşya için geniş yer alanı. İki büyük ve modern eşya kasası.

Londra, New York, Tel Aviv ve daha pek çok hatta bağlı özel radyo. Akşam altıdan sonra radyo dinlenebilir. Yasaklı yayınlar dinlenemez. Yalnızca, klasik müzik gibi şeyler dinlemek için Alman yayınları kullanılabilir. Alman haberleri dinlemek ve (nereden duyulursa duyulsun) bunları başkalarına aktarmak yasaktır.

Dinlenme Saatleri: Akşam 10.00’dan sabah 07.30’a kadar. Pazar günleri 10.15’e kadar. Özel durumlarda üstten gelen bir emirle, saatler değişebilir. Güvenliğiniz için saatlere mutlaka uyunuz!

Serbest Zaman Etkinlikleri: Yeni bir emre kadar dışarıya çıkılması yasaktır.

Kullanılacak Dil: Her zaman sessiz konuşulmalıdır. Yalnızca medeni insanların dili konuşulabilir. Yani, Almanca konuşulmasına izin yoktur.

Okuma: Bilim kitapları ve akademik kitaplar dışında Almanca kitap okunamaz. Diğer kitaplar serbesttir.

Jimnastik: Her gün.

Şarkı: Alçak sesle ve saat 06.00’dan sonra.

Film: Topluluk kararına göre.

Dersler: Stenografi için her hafta bir konu. İngilizce, Fransızca, matematik ve tarih için zaman ve gün sınırı yoktur. Ödeme karşılığında Hollandaca dersi gibi dil dersleri verilir.

Küçük ev hayvanları için ayrı bölüm. (Haşeratlar hariç. Onlar için özel izin gereklidir.)

Yemek Saatleri:

Kahvaltı: Tatiller ve pazar günleri hariç her gün sabah 09.00’da. Tatillerde ve pazar günlerinde aşağı yukarı 11.30’da.

Öğle Yemeği: Hafif yemek. Saat 13.15’ten 13.45’e kadar.

Akşam Yemeği: Soğuk veya sıcak. Zamanı, haberlere göre değişir.

İhtiyaçlarımızı Temin Edenlere Karşı Sorumluluklarımız: Her daim ofis işlerine yardımcı olmak için hazır olmak.

Banyolar: Pazar günleri sabah 09.00’dan sonra kullanılacak olan leğen herkesin emrindedir. İsteğe göre banyo, mutfak, özel ofis veya ön ofis banyo için kullanılabilir.

Alkol: Tedavi etmek dışında kullanılamaz.

Son.

En iyi arkadaşın, Anne

19 Kasım 1942, Perşembe

Sevgili Kitty,

Tıpkı düşündüğümüz gibi Bay Dussel çok iyi biri. Aynı odayı paylaşacak olmamıza hiç ses çıkarmadı. Dürüst olmak gerekirse aynı eşyaları kullanacak olmamızdan pek hoşnut değilim ama böyle ufak fedakârlıklarda bulunuyorum. “Bir arkadaşımızı bile kurtarsak gerisinin hiçbir önemi yoktur.” der babam. Son derece haklı.

Bay Dussel’in buraya geldiği ilk gün, soru yağmuruna tutuldum. O kadar çok soru sordu ki. Ofisi temizlemeye temizlikçi kadın ne zaman geliyor? Banyo saatleri ne zaman? Tuvalete saat kaçta gidebiliriz? Kulağa komik gelebilir ama bunlar saklanırken yapılması kolay olmayan şeyler. Gün boyunca sesimizin aşağı gitmemesi için dikkatli olmalıyız. Hele ki birileri olduğu zaman -temizlikçi kadın gibi- o zaman daha da sessiz olmalıyız. Bu gibi şeyleri ayrıntısıyla birlikte Dussel’e anlattım. Gördüğüm kadarıyla zor anlıyor. Her şeyi iki kez sormasına rağmen geç kavrıyor.

Belki de başına gelen ani değişiklikten dolayı afallamıştır ve kafası karışmıştır. Onun dışında iyi adam.

Bay Dussel, özlediğimiz dış dünyadan bahsetti bize. Üzücü şeylerle karşılaşmış. Sayısız arkadaşı ve tanıdığı kötü kaderlerine mecbur kalmışlar. Her gece, yeşil ve kırmızı askerî araçlarla gelip, her kapıyı çalarak içeride yaşayan bir Yahudi olup olmadığını öğreniyorlarmış. Eğer varsa tüm aileyi kollarından tutup götürüyorlarmış. Eğer yoksa diğer evlere sormaya gidiyorlarmış. Saklanmak da bir işe yaramıyormuş çünkü ellerinde listelerle kapı kapı dolaşıp kimi aradıklarını ve nerede daha çok Yahudi yaşadığını biliyorlarmış. Sıklıkla kelle başına para ödüyormuş aileler. Sanki eski zamanlardaki köleleştirme şekli bu. Şaka gibi ama gerçek. Akşam oldu mu aklıma masum insanlar geliyor. Çocuklarıyla birlikte, başkalarının dediğini yapmak zorunda olan ve uzun yollar yürüyen aileler… Dayaktan ve işkenceden kaçmak için onların her dediğini yapmak zorunda olan insanlar… Kimseye acıma yok. Çoluk çocuk, genç, yaşlı, hamile demeden hepsi o trenlere bindiriliyor ve infaza götürülüyor.

Biz oradan kaçarak çok büyük bir şans elde ettik. Şimdi nasıl da mutluyuz. Her ne kadar hâlimiz vaktimiz yerinde de olsa oradaki insanlara yardım edemediğimiz için üzülüyoruz. Orada dostlarımız, tanıdıklarımız var. Canım arkadaşlarım dışarıda perişan hâldeyken ben sıcak yatağımda nasıl içim rahat yatabilirim ki?

Yakın arkadaşlarımın, dünyanın en acımasız varlıklarının elinde olduğu düşüncesi kalbime bir bıçak gibi saplanıyor.

Ve tüm bunların sebebi Yahudi olmaları…

En iyi arkadaşın, Anne

20 Kasım 1942, Cuma

Sevgili Kitty,

Artık nasıl davranmamız gerektiğini gerçekten bilmiyoruz. Şimdiye kadar Yahudiler ile ilgili pek çok haber aldık ve elimizden geldiği kadar moralimizi yüksek tutmaya çalıştık. Bazen Miep, dostlarımızla ilgili kötü haberler getirince, annem ve Bayan van Daan dayanamayıp ağlamaya başlarlardı. O zaman, Miep bir daha böyle şeylerden bahsetmeme kararı aldı. Fakat şimdi Bay Dussel soru bombardımanına tutuyor bizi. O kadar vahşice şeylerden bahsediyor ki insan bunları beyninden kazıyamıyor. Tüm bu kötü haberler azalırsa belki eski şaka ve sataşma dolu günlerimize dönebiliriz. İçimizi karartmanın kimseye bir faydası yok. Gizli Ev’i, Melankoli Evi’ne dönüştürmenin bir mantığı yok.

Ne yaptımsa, gidenleri düşünmeyi bırakamadım. Bir şeye kahkaha attığımda duraksıyorum ve neşemin utanç verici olduğu aklıma geliyor. Tüm gün ağlamam mı gerekiyor? Yok, bunu da yapamam. Bu da geçecek, bugün değil ama bir gün…

Bu üzüntülerime bir şey daha eklendi ama bu biraz daha kişisel kalıyor. Çektiğimiz sıkıntıların yanında incir çekirdeğini bile doldurmayacak bir şey. Hâlâ kendimi terk edilmiş hissediyorum. Bu öyle bir boşluk hissi ki her yanımı sarıyor. Önceden etrafımda arkadaşlarım olduğu ve güzel zamanlar geçirdiğim için bu hissi pek kafama takmazdım. Ama şimdi ya kendi mutsuzluğumu ya da olan biteni düşünüyorum. Şunu fark ettim ki babam bile ne yaparsa yapsın önceki dünyamın yerini alamaz. Annem ve Margot’a karşı beslediğim hislere gelince, o hisler çok uzun zaman önce öldü.

Neden böyle aptalca şeyler anlatarak seni sıkıyorum? Çok nankörüm ben Kitty. Söylediklerim bana bile ağır geliyor ve sürekli bunları düşünmekten kafam kazan gibi oldu.

En iyi arkadaşın, Anne

28 Kasım 1942, Cumartesi

Sevgili Kitty,

Çok fazla elektrik kullandığımız için bize verilen sınırı aştık. Sonuç: Fazlasıyla tasarruflu olunacak zamanlar ve elektriğin kesilmesi. Tamı tamına on dört gün ışıksızız, ne güzel değil mi? Kim bilir, belki o kadar uzun sürmez. Saat dört dört buçuk gibi içerisi kitap okuyamayacağım kadar karanlık oluyor. Biz de zaman hızlı geçsin diye eğlenceli şeyler yapıyoruz. Birbirimize tekerleme söylüyoruz, karanlıkta spor yapıyoruz, İngilizce veya Fransızca konuşuyoruz, okuduğumuz kitaplardan bahsediyoruz… Tabii bir süre sonra bunlar da sıkıyor. Dün akşam yeni bir vakit geçirme yöntemi buldum. İyi bir dürbünle, komşulardan birinin ışığı yanan odalarını gözetledim. Gündüz vakti perdeyi bir santim bile açamıyoruz ama gece açmanın bir zararı yok.

Komşuların hiç bu kadar ilginç olabileceklerini hayal etmemiştim. En azından bizimkilerin. Bazıları yemek yiyordu, bir aile film izliyor, karşıdaki binalardan birindeki bir diş doktoru da korkan yaşlı teyzeyi muayene ediyor.

Çocuklarla çok iyi anlaştığı ve onları çok sevdiği söylenen Bay Dussel, eski moda çocuk yetiştirme yöntemleri ve terbiyeleri üzerine vaaz veriyormuş. Olaya bak! Ben de tuttum bu harika beyefendiyle zaten dar olan odamı paylaştım. İyi terbiye edilmemiş üç gençten biriyim ben. Onun için bazı nasihatleri görmezden geliyorum. Bununla kalsa yine iyi, bu beyefendi ispiyonlama işi için annemi tercih ediyor. Eğer Bay Dussel’dan esen soğuk hava rüzgârlarının ucu bana dokunuyorsa annem söylenmeye başlıyor. Artık top bende demektir. Eğer söylenenlere kulak asmamışsam beş dakika sonra Bayan van Daan uslu durmamı söylüyor ve esinti devam ediyor.

Her şeye kusur bulan bir ailenin iyi terbiye edilmemiş çocuğu olmak hiç de kolay bir şey değil.

Akşam olunca yatağıma çekilip kabahatlerim ve eksik yönlerim üzerine kafa yoruyorum. Kafamda kırk tilki dolanıyor ve o anki ruh hâlime bağlı olarak ya gülüyor ya da ağlıyorum. Sonrasında ya olduğumdan daha farklı olmak ya da farklı davranabilmek gibi değişik şeyleri düşleyerek farklı bir duygu içinde uyuyakalıyorum.

Senin de kafanı karıştırıp duruyorum. Kusura bakma ama bazı şeyleri sineye çekemiyorum. Kendimi yetersiz hissettiğim zamanlarda bu defterden uzaklaşamıyorum. Yani yukarıda yazdıklarımı tekrar okumamanı ve yazacaklarımın üzerinde çok durmamanı öneriyorum çünkü bunlara bir çözüm yolu bulamazsın!

En iyi arkadaşın, Anne

7 Aralık 1942, Pazartesi

Sevgili Kitty,

Hanuka ve Aziz Nikolas Bayramı, bu yıl neredeyse aynı zamana denk geliyordu. Aralarında yalnızca bir gün vardı. Hanuka için çok bir şey yapmadık, birkaç mum yakarak birbirimize ufak tefek hediyeler verdik. Çok mumumuz yoktu. Onları sadece on dakikalığına yakabildik ama söylediğimiz şarkıların yanında bunun pek bir önemi yoktu. Bayan van Daan, tahtadan menora dediğimiz yedi kollu şamdandan yaptı ve her şey halledildi.

Cumartesi günkü Aziz Nikolas Bayramı çok daha eğlenceli geçti. Yemek boyunca babamla fısıldaşan Bep ve Miep’in neler konuştuklarını merak ettik. Ortada bir plan var gibiydi. Tam tahmin ettiğim gibi, saat sekizde zifirî karanlık olan koridordan geçerek alt kata indik. (Çok ürpermiştim ve sağ salim yukarı çıkmayı diliyordum.) Penceresi olmayan bir odaya geldik ve ışıkları açtık. Ardından babam büyük dolabı açtı.

“Ne kadar harika!” diye bağırdık hep bir ağızdan.

Köşedeki büyük sepetin içinde bugüne özel rengârenk süslemeler ve bir adet Kara Peter maskesi vardı.

Sepeti aldığımız gibi üst kata çıktık. İçinde herkes için küçük hediyeler vardı. Hediyelerin yanına da onlarla uyumlu mâniler yazılmıştı. Bu özel günde insanların birbirine yazdığı mânileri bilirsin, onlardan bahsetmeme gerek yok.

Ben bir tane oyuncak bebek aldım. Babam da kitap desteği aldı. Her şey çok güzeldi. Daha önce bu günü kutlamayan sekiz kişi için güzel bir başlangıç oldu.

En iyi arkadaşın, Anne

Not: Bizim de aşağıdakiler için hediyelerimiz vardı. Hepsi de iyi günlerimizden kalma şeylerdi. Miep ve Bep, hediyeden ziyade her zaman para verilmesini tercih ederler.

Bugün, Bay Voskuijl’in Bay van Daan için küllük, Bay Dussel için çerçeve, babam için de kitap desteği yaptığını öğrendik. İnsanın kendi elleriyle böyle akıllıca şeyler yapabilmesi bana inanılmaz geliyor.

10 Aralık 1942, Perşembe

Sevgili Kitty,

Bay van Daan et, sosis ve baharat işiyle uğraşıyor. Firmaya tercih edilme nedeni baharat bilgisiymiş. Onun için sosis bilgisi işimize çok yarıyor.

Zor zamanlarımız için konserve yaparız diye pek çok et aldık. (Merdiven altı tabii.) Bay van Daan bunları sucuk ve sosis yapmaya karar verdi. Etlerin tam üç kez öğütücüden geçirilmesini izlemek çok eğlenceliydi. Ardından etlere birkaç harç eklendi ve uzun çubuklar yardımıyla bağırsaklara dolduruldu. Öğle yemeğinde sucuk ve Alman usulü lahana turşusu yedik. Saklayacağımız sosislerin çok iyi kurumuş olması lazımdı ki onları bir iple tavana gererek asabilelim. Odaya gelenler bu görüntü karşısında gülüyor. Gülünmeyecek gibi değil ki!

Mutfak savaş alanı gibi. Eşinin mutfak önlüğünü giyen Bay van Daan olduğundan daha şişman gözüküyordu ve etlerle uğraşıyordu. Elleri kan içinde, yüzü kıpkırmızı, önlüğü desen batmış hâlde tam bir kasap gibiydi. Bayan van Daan tek seferde pek çok işle ilgileniyordu. Bir yandan bir kitap yardımıyla Hollandaca çalışıyor, aynı zamanda çorba karıştırıyor, etleri kontrol ediyor, kırılan kaburga kemiğinin acısına söyleniyordu. Yaşını başını almış hatunlar(!) popolarındaki fazla yağdan kurtulmayı umarak böyle aptal sporlar yaparsa olacağı bu! Dussel’in gözü mikrop kapmıştı ve ocağın yanında gözüne papatya çayı bastırıyordu. Pim, pencereden içeri gelen güneş ışığını karşısına almış oturuyor, sandalyesini bir o yana bir bu yana döndürüyordu. Romatizması azmış olabilir diye düşündüm çünkü hafiften kamburu çıkmış vaziyette oturuyor ve yüzünde acı çeken bir ifadeyle Bay van Daan’ın gözüne bakıyordu. Onu görünce aklıma fakirhanedeki yaşlı yatalaklar geldi. Peter desen, Mouschi ile odada koşuşturuyordu. Annem, Margot ve ben haşlanmış patates soyuyorduk. Şunu söylemeliyim ki hepimiz Bay van Daan’ı seyretmekten kendi işimizi doğru dürüst yapamıyorduk.

Dussel, kliniğini açtı. Eğlencesine, ilk hastasına yaptığı muayeneden bahsedeceğim.

Annem ütü yaptığı için ilk kurban, odanın ortasında sandalyede oturmakta olan Bayan van Daan oldu. Dussel, ciddi bir tavırla çantasını çıkardı ve dezenfektan olarak kolonya, parafin yerine de vazelin istedi. Bayan van Daan’ın ağzına doğru baktıktan sonra ağrıyan bir dişine dokundu. Bayan van Daan, dişine her dokunulduğunda acı içinde kıvranıyordu. Uzun süreli bir tahkikten sonra (ki bu Bayan van Daan’a göre uzundu. Yoksa iki dakikadan fazla sürmedi.) Dussel dişi kazıyarak çıkarmaya başladı. Fakat Bayan van Daan’ın daha ileri gidilmesine tahammülü yoktu. Kolları ve bacaklarıyla Dussel’i itekledi ve sonunda Dussel elindeki aleti bırakıverdi… Ama Bayan van Daan’ın ağzının içine… Alet dişe sıkışmıştı. Bayan van Daan panikle ağlamaya başladı (aletin verdiği imkân kadarıyla) ve aleti dişinden çıkarmaya çalıştı ama yanlışlıkla daha da içeriye itti. Bay Dussel bu manzarayı, ellerini beline koymuş izliyordu. Tüm bunları izleyen diğerleri de gülmemek için kendilerini zor tutuyordu. Bu yine normal bir bağırmaydı. Onun yerinde ben olsam kesin kıyameti koparırdım. Uzun soluklu tekmelemeler, bağırmalar, yakarmalardan sonra Bayan van Daan aleti çıkarmayı başardı. Bay Dussel hiçbir şey yaşanmamışçasına işine devam etti. Bay Dussel o kadar hızlıydı ki Bayan van Daan’ın daha fazla ses çıkarmaya vakti yoktu. Bay Dussel daha önce almadığı kadar çok yardım aldı. İki asistan bile yeterli değildi. Bay van Daan ve ben işimizi gayet güzel yaptık. Tüm bu görüntü, Orta Çağ’dan kalma “Lak Lak Çalışırken” adlı bir tabloyu andırıyordu. Bu arada, hastanın çorbayla ilgilenmesi lazımdı. Şu bir gerçek ki Bayan van Daan bir daha ömrü hayatında dişçiden randevu almayacak.

En iyi arkadaşın, Anne

13 Aralık 1942, Pazar

Sevgili Kitty,

Araladığım ağır perdelerden dışarıya bakarak güzel ve konforlu olan ön ofiste oturuyorum. Burası loş ama sana yazabileceğim kadar aydınlık bir alan.

Dışarıda gelip geçen insanları seyretmek gerçekten garip. Sanki çok önemli bir yere yetişeceklermiş gibi hepsi aceleyle yürüyor. Neredeyse kendilerine çelme takacaklar. Bisiklet kullananlar çok süratli sürüyor. Neredeyse suratlarını göremiyorum. Buradaki komşular hiç sempatik değiller. Hele çocuklar. O kadar pisler ki onlara tırnağımın ucuyla bile dokunmam. Gerçek birer kenar mahalle çocukları ve hepsi de sümüklü. Konuşmalarını zar zor anlayabiliyorum.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Altı köşeli yıldız (ç.n.)

2

Harf, noktalama işareti ve kelime yerine sembol ve kısaltma kullanılan hızlı yazı yazma sistemi (ç.n.)

3

Mektupla öğrenim, 1830’lu yıllarda başlamıştır. Bir okul tarafından posta yolu ile yürütülen uzaktan öğretim yöntemidir. (ç.n.)