Книга Anne Frank'ın Hatıra Defteri - читать онлайн бесплатно, автор Анна Франк. Cтраница 4
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Anne Frank'ın Hatıra Defteri
Anne Frank'ın Hatıra Defteri
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Anne Frank'ın Hatıra Defteri

Bu yıkanma işini hiç sevmiyorum, onun için kendime daha çok rahat edebileceğim bir yer bulmaya çalışıyorum. Leğenimi büyük ofis lavabosunun oraya koyma fikrini bana Peter verdi. Orada oturabilirim, ışığı açabilirim, kapıyı kilitleyebilirim, kimsenin yardımı olmadan yıkanabilirim ve en önemlisi kimse beni görmez. Bu güzelim banyomu ilk olarak pazar günü kullandım ve kulağa ilginç gelse de en çok burayı sevdim.

Çarşamba günü, aşağıdaki tuvaletteki su borularını taşımaya bir tesisatçı geldi. Muhtemelen amaç, kış ayı boyunca boruların soğuk su yüzünden donarak tıkanmasını önlemekti. Tesisatçının ziyareti bizim için pek hoş değildi. Gün içinde su kullanmayı bırak, tuvalete bile gidemez olduk. Bu sorunu nasıl çözdüğümüzü anlatmayı pek istemem ama bunları sana anlatamayacak kadar erdemlilik taslayan biri değilim. Buraya geldiğimiz ilk günlerde, babamla birlikte bir çeşit lazımlık yapmıştık. Bunu yapabilmek için bir konserveyi feda etmemiz gerekiyordu. Tesisatçı geldiği zaman konserveleri odaya koyduk. Hepsi de doluydu. Bu yaptığımız, tüm gün ses çıkarmadan durmak zorunda kalmamdan daha az kötüydü. Lak lak edememenin, Bayan Vak Vak için ne kadar zor olduğunu biliyorsun. Zaten normalde de fısıldayarak konuşuyoruz. Konuşmayı bırak, hareket dahi edemiyoruz ve bu çok daha kötü.

Üçüncü günün sonunda, otura otura belime kramp girdi. Kalçam acımaya başladı. Zamanında yaptığım jimnastiğin faydalarını görmüyor değilim.

En iyi arkadaşın, Anne

1 Ekim 1942, Perşembe

Sevgili Kitty, Dün yüreğime iniyordu. Saat sekizde aniden zil çaldı. Birilerinin bizi almaya geldiğini düşündüm. Kim olduğunu söylememe gerek yok. Evdekiler bunun ya çocuklar ya da postacı olduğunu söyleyince biraz sakinleştim.

Burada günler çok sakin geçiyor. Yahudi bir eczacı ve kimyager olan Bay Levinsohn, mutfakta Bay Kugler için çalışıyor. Tüm binayı avucunun içi gibi bildiği için korkuyoruz. Eskiden laboratuvar olarak kullandığı yere bakmak isteyebilir çünkü. Hepimiz büyük bir sessizliğe büründük. Ele avuca sığamayan Anne’ın saatlerce oturup çıtını çıkaramayacağını üç ay önce kim söyleyebilirdi ki?

Bayan van Daan’ın doğum günü 29 Eylül’deydi. Büyük bir kutlama düzenlemedik ama çiçekler, ufak tefek hediyeler verdik ve güzel bir sofra hazırladık. Gördüğüm kadarıyla eşinin verdiği kırmızı karanfil, bu ailede gelenek hâline gelmiş.

Hazır Bayan van Daan’dan bahsetmişken babama kur yapması beni çileden çıkarıyor. Elleri sürekli babamın yanağında ve başında. Ayrıca eteğini yukarıya katlayıp Pim’in dikkatini çekecek sözler söylüyor. Allah’tan Pim, onu ne sevimli ne de güzel buluyor. Bunun için de kadının cilveleri karşılıksız kalıyor. Sen de biliyorsun ki ben kıskanç biriyim, böyle şeylere asla tahammül edemem. Sonuçta annem onun eşine böyle hareketler sergilemiyor ki… Bunu Bayan van Daan’ın kendisine de söyledim.

Peter, ara sıra oldukça eğlenceli olabiliyor. Bir tane ortak özelliğimiz var, o da herkesi güldüren kılık kıyafetimiz. Bir keresinde Peter, annesinin dar bir elbisesini giymişti. Ben de arkasından onun takımını giymiştim. Peter, başına bir şapka geçirmişti. Ben de bir kasket takmıştım. Tüm bunlar herkesi güldürdü ve onları az da olsa eğlendirmiş olduk.

Bep, Margot ve bana yeni etekler almak için Bijenkorf’a gitti. Kumaş üstüme patates çuvalı geçirmişim gibi gözüküyor. Eskiden olsa böyle şeyleri satmaya cesaret edemezlerdi. Şimdi Margot’un eteklerine 24, benimkilere 7.75 gulden verdik.

Bep; Margot, Peter ve bana stenografi2 öğrenmemiz için mektupla öğretim3 dersleri ayarlamış. Seneye bu zamanlar muhteşem birer stenograf olacağız, bekle ve gör! Böylesi ilginç ve gizli yazım teknikleri öğrenmek, her durumda çok önemli.

Sol elimin işaret parmağı acıdığı için hiç ütü yapamıyorum. Şansa bak!

Bay van Daan, sofrada yanına oturmamı istedi çünkü Margot onun söylediği kadar yemek yemiyor. Bana göre hava hoş. Bahçenin etrafında minicik siyah bir kedi dolanıyor. Bu kedi bana bir tanecik Moortje’mi hatırlattı. Bana göre hava hoş dememin sebebi de annemin masada sürekli bana bir kusur bulmasıydı. Şimdi ceremesini Margot çekecek diyeceğim ama annem ona laf sokmuyor çünkü o, ne de olsa mükemmellik abidesi! Bu günlerde bu mükemmellik timsaline sataşıyorum. Buna çok sinir oluyor. Belki, söylediğim şeyler, onun kendini beğenmiş tavrını biraz olsun değiştirir. Bunun zamanı çoktan geldi.

Bu ufak tefek konudan sonra Bay van Daan’dan bir bilmece geliyor: Doksan dokuz defa tık, bir defa tak eden şey nedir?

Bir ayağı alçıda, baston kullanan kırkayak.

Hoşça kal, Anne

3 Ekim 1942, Cumartesi

Sevgili Kitty,

Dün herkes bana takıldı çünkü yatakta, Bay van Daan’ın yanına uzanmıştım. “Hem de bu yaşta! Flaş flaş!” gibi şeyler söylediler. O kadar saçma ki. Onların kastettiği şekliyle söylüyorum, Bay van Daan’la yatmayı asla istemem.

Dün yine annemle tartıştık ve kıyameti kopardı. Babama, bütün kabahatlerimi söyledi ve ağlamaya başladı. Tabii bunlar beni de ağlattı. Başımın ağrısı da bunun tuzu biberi olmuştu. En sonunda babama, onu annemden katbekat daha fazla sevdiğimi söyledim. Ben öyle düşünmesem de bana, tüm bunların geçeceğini söyledi. Annem katlanılacak gibi değil. Kendimi sakin olmaya ve sesimi yükseltmemeye zorluyorum. Yoksa suratının ortasına koca bir darbe indirmiştim şimdiye! Neden ona karşı büyük bir sevgisizlik hissettiğimi bilmiyorum. Babamın söylediğine göre, annem kendini iyi hissetmediğinde ben ona yardımcı olmayı teklif etmeliymişim. Bunu yapmam, yapamam çünkü ondan hazzetmiyorum ve bunu yapmayı istemiyorum. Annemin bir gün öleceğini aklıma getiriyorum ama babamın ölümünü düşünemiyorum bile. Çok kaba olduğumun farkındayım ama ne yapayım, hissettiklerim bunlar. Umarım annem bu yazdığımı ve diğerlerini asla okumaz.

Son zamanlarda yetişkinlerin okuduğu kitaplardan okumama müsaade ediyorlar. Şu anda Nico van Suchtelen’in yazdığı Eva’nın Gençliği adlı kitabı okumakla zaman geçiriyorum. Genç kızların okuduğu kitapla bunun arasında çok da bir fark olduğunu sanmıyorum. Eva, çocukların ağaçlarda, tıpkı elmalar gibi yetiştiğini ve leyleklerin onları ağaçlardan toplayıp annelere götürdüğünü düşünüyor. Ama arkadaşının kedisinin yavruları oldu ve Eva, o yavruların kedinin karnından çıktığını gördü. Şimdiyse, kedilerin de tıpkı tavuklar gibi yumurtladığını ve çocuk isteyen annelerin yumurtlamadan birkaç gün önce çömeldiklerini düşünüyor. Bebek dünyaya geldiğinde ise uzun süre aynı pozisyonda kalan anne çok yorgun oluyor. Aynı şekilde, Eva da çocuk istedi. Yün bir atkı alıp yere serdi ve yumurtanın çıkmasını bekledi. Uzun süre ıkındı ama ortada yumurta falan yoktu. Uzun uzun oturmasından sonra bir şey çıktı ama bu yumurta değil, sosisti. Eva çok utandı. Hasta olduğunu düşündü. Çok komik değil mi? Bu kitapta kadınlar, kendi vücutlarını sokaklarda satıp karşılığında yüklü bir miktar para istiyorlar. Böyle bir şey yapacağıma, yerin dibine girmeyi yeğlerdim. Ayrıca, Eva’nın bir yerde regl olduğundan bahsediliyor. Ben de regl olmayı çok istiyorum. Hem böylece gerçek bir yetişkin olabilirim. Babam yine homurdanıyor ve günlüğü elimden almakla tehdit ediyor. Aman aman, çok kötü olur bu! Bundan böyle seni saklayacağım.

Anne Frank

7 Ekim 1942, Çarşamba

Şöyle bir hayal kuruyorum da…

İsviçre’ye gitmişiz. Babamla aynı odada kalıyorum. Oğlanların odası, benim ziyaretçilerimi ağırlayacağım bir oturma odasına dönüştürülmüş. Sürpriz yapmak için bana yeni mobilyalar, çay masası, çalışma masası, koltuk ve sedir almışlar. Her şey muntazam. Birkaç gün sonra babam bana 150 gulden vermiş. Tabii, İsviçre parasına çevrilmiş olarak… Ben yine de onlara gulden diyeceğim. Bu parayla tüm ihtiyaçlarımı almışım. (İleride de her hafta 1 gulden alacakmışım, o parayla da istediğim her şeyi satın alabilirmişim.) Bir şeyler almak için Bernd ile hemen yola koyulmuşuz.

Tanesi 0.50’den, 3 tane pamuk atlet = 1.50

Tanesi 0.50’den, 3 tane pamuk külot = 1.50

Tanesi 0.75’ten, 3 tane yün fanila = 2.25

Yine tanesi 0.75’ten, 3 tane yün içlik = 2.25

Tanesi 0.50’den, 2 tane jüpon4 = 1.00

Tanesi 0.50’den, 2 tane sütyen (küçük boy) = 1.00

Tanesi 1.00’den, 5 tane pijama = 5.00

Tanesi 2.50’den, 1 tane yazlık sabahlık = 2.50

Tanesi 3.00’ten, 1 tane de kışlık sabahlık = 3.00

Tanesi 0.75’ten, 2 tane uzun hırka = 1.50

Tanesi 1.00’den, 1 tane küçük yastık = 1.00

Tanesi 1.00’den, 1 tane önü açık terlik = 1.00

Tanesi 1.50’den, 1 tane de sıcak tutacak terlik = 1.50

Tanesi 1.50’den, okul için 1 çift yazlık ayakkabı = 1.50

Tanesi 2.00’den, 1 çift gösterişli yazlık ayakkabı = 2.00

Tanesi 2.50’den, okul için 1 çift kışlık ayakkabı = 2.50

Tanesi 3.00’ten, 1 çift gösterişli kışlık ayakkabı = 3.00

Tanesi 0.50’den, 2 peştamal = 1.00

Tanesi 0.05’ten, 25 tane mendil = 1.00

Tanesi 0.75’ten, 4 çift ipek külotlu çorap = 3.00

Tanesi 0.50’den, 4 çift diz hizasında çorap = 2.00

Tanesi 0.25’den, 4 çift çorap = 1.00

Tanesi 1.00’den, 2 çift kalın külotlu çorap = 2.00

3 çile beyaz pamuk ipliği (içlik ve şapkalar için) = 1.50

3 çile mavi pamuk ipliği (kazak ve etek için) = 1.50

3 çile karışık iplik (bere ve şal için) = 1.50

Atkılar, kemerler, yakalar, düğmeler = 1.25

Ayrıca iki tane yazlık, iki tane kışlık okul elbisesi; iki tane yazlık güzel elbise, iki tane de kışlık güzel elbise; bir tane yazlık etek, bir tane kışlık etek; bir tane kışlık okul eteği, bir tane yağmurluk, bir tane yazlık ceket, bir tane kışlık pardösü, iki şapka, iki de bere… Tüm bunlar toplamda 108 guldenmiş.

İki el çantası, bir buz pateni kıyafeti, bir çift buz pateni ayakkabısı, bir tane de kutu. (Pudram, cilt bakım kremim, fondötenim, cilt temizleme kremim, güneş losyonum, pamuğum, ilk yardım kitim, allığım, rujum, kaş kalemim, banyo tuzum, banyo pudram, kolonyam, sabunum ve pudra fırçam için.)

Ayrıca, 1.50’ye dört kazak, 1.00’e dört gömlek, 10.00’a çeşitli malzemeler, 4.50’ye de kitaplar ve hediyeler…

9 Ekim 1942, Cuma

Sevgili Kitty,

Bugünkü haberlerim çok iç karartıcı ve üzücü. Çoğu Yahudi arkadaşlarımız ve tanıdıklarımız gruplar hâlinde götürülüyor. Gestapo dediğimiz Alman Gizli Devlet Polisi onlara çok kaba davranıyor ve onları Westerbork’a yük arabaları ile götürüyor. Tüm Yahudiler, Drenthe’deki büyük kampa gidiyor. Miep, bize oradan kaçmayı başaran birinden bahsetti. Westerbork berbat bir yer olmalı. İnsanlara neredeyse hiç yemek verilmiyor. Suyu günde sadece bir saat süresince içebiliyorlar. Binlerce insan için yalnızca bir tuvalet ve lavabo var. Erkekler ve kadınlar aynı odada uyuyor. Kadınlar ve çocukların saçları düzenli olarak tıraş ediliyormuş. Saçsız hâlleriyle damgalanmış oldukları için kaçmaları da imkânsız hâle geliyor.

Hollanda’da hâl böyleyse daha uzak yerlere gönderilenlerin durumlarını düşünmek bile istemiyorum. Çoğunun öldürüldüğünü tahmin ediyoruz. İngiliz radyosu, onların gaz odalarında öldüğünü söylüyor. Belki de bu, en basit öldürülme şekilleridir.

Kendimi çok kötü hissediyorum. Miep de bunları bize anlatırken dehşete düşmüş vaziyette anlatıyor ve o da çok endişeli. Geçen gün Gestapo, bir tane eli ayağı tutmayan yaşlı kadını götürmek için kapının önünde uzun bir süre bekletmiş. Bu yaşlı kadın ışıldaklardan ve tepesindeki İngiliz uçaklarına açılan ateşlerden çok korkmuş. Miep, yine de kadını içeri almaya cesaret edememiş. Kimse bunu yapmazdı. Almanlar, konu ceza oldu mu pek cömerttirler.

Bep çok durgun. Erkek arkadaşı Almanya’ya gönderilecekmiş. Üstümüzden her uçak geçişinde, Bertus’un üstüne bomba atmalarından korkuyor. “Sıkma canını, hepsi ona isabet etmez.” ya da “Bir bombadan ne olacak.” gibi şakalar, onun için kaldırması zor oluyor. Almanya’ya çalışmak için gitmeye zorlanan tek kişi Bertus değil. Her gün bir tren dolusu genç delikanlı gidiyor. Bazıları tren durduğu zaman gizlice atlamaya çalışıyor ama çok azı bunu görünmeden yapabiliyor.

Sadece bunlarla kalsa yine iyi. Daha önce hiç “rehine” diye bir şey duydun mu? Bunu yeni bir ceza sistemi olarak sabotajcılara uyguluyorlar. Hayal edebileceğinden çok daha korkunç bir şey bu. Önde gelen “masum” vatandaşlar, ölümlerini bir hapishanede bekliyorlar. Eğer Gestapo yapılan sabotajların kaynağını bulamazsa hapisten beş rehine seçiyor ve bunları duvara karşı hizaya sokup vuruyor. Bu ölüm ilanları gazetelere veriliyor. Manşete de “Ölümcül Kaza” yazıyorlar.

Almanlar, insan ırkının ilginç bir kesimi ve ben de onlardan biriyim! Ama olamaz çünkü Hitler bizi çoktan vatanımızdan ayırdı. Şu yeryüzünde, Almanlar ve Yahudiler arasındaki düşmanlık kadar büyük bir düşmanlık yoktur.

En iyi arkadaşın, Anne

14 Ekim 1942, Çarşamba

Sevgili Kitty,

O kadar meşgulüm ki! Dün, La Belle Nivernaise’den bir kısım çevirdim ve kelimeleri not ettim. Sonra, çok zor matematik problemleri çözdüm ve üç sayfa Fransızca çeviri yaptım. Bugün de beni Fransızca gramer ve tarih bekliyor. Bu kör olası matematiğe her gün bakmak istemiyorum. Babam da o dersi berbat buluyor.

Ben o derste babamdan daha iyiyim ama ikimiz de bunu beceremiyoruz. Bu yüzden hep Margot’tan yardım alıyoruz. Aynı zamanda stenografiye de çalışıyorum. Üçümüz arasında, en hızlı ben ilerliyorum.

De Stormen kitabını da okudum. Çok güzeldi ama Joop ter Heul

ile kıyaslanamaz. İki kitapta da aynı kelimeler geçiyor, tabii yazarları aynı olduğu için öyle. Cissy van Marxveldt harika bir yazar. İleride okumaları için kendi çocuklarıma da kitaplarını vereceğim.

Ayrıca, içlerinde Hedwig, Der Vetter aus Bremen, Die Gouvernante, Der Grüne Domino’nun olduğu pek çok Körner oyunu okudum.

Annem ve Margot’la tekrar eskisi gibiyiz. Bu çok daha güzel. Dün gece, Margot’la benim yatağıma uzandık. Yatak çok dardı ama bu onu eğlenceli hâle getiriyordu. Ara sıra günlüğümü okumak için benden izin almaya çalıştı.

“Sadece bazı kısımları okuyabilirsin.” dedim ve ben de onun günlüğünü okumak için izni kaptım.

Sonra konu ileride ne olmak istediğimize geldi. Önce ben sordum ama söylememek için diretti. Sanki bir sırmışçasına sakladı. Öğretmekle ilgili bir şeyler söyler gibi oldu ama tam olarak emin değilim. Aslında her şeye burnumu sokmamam gerek.

Bu sabah, kovalamacanın ardından Peter’ın yatağına uzandım. Bana sinirlendi ama önemsemedim. Ara sıra bana biraz dostça davranmayı düşünmeli bence çünkü ona dün akşam elma verdim.

Bir keresinde Margot’a beni nasıl bulduğunu, çirkin olup olmadığımı sordum. Benim sevimli ve gözlerimin güzel olduğunu söyledi. Birazcık kararsız oldu bu sanki. Sen ne düşünüyorsun?

Şimdilik hoşça kal!

Anne Frank

Not: Bu sabah herkes kilosuna baktı. Margot altmış, annem altmış iki, babam yetmiş, ben kırk üç buçuk, Peter altmış yedi, Bayan van Daan elli üç, Bay van Daan ise yetmiş dört kilo. Burada kaldığım üç ay zarfında sekiz buçuk kilo almışım. Sence de çok değil mi?

20 Ekim 1942, Salı

Sevgili Kitty,

Yaşadığımız felaketin üzerinden iki saat geçmesine rağmen hâlâ ellerim titriyor. Şöyle başlayayım anlatmaya: Binada beş tane yangın söndürücü var. Ofisteki ileri zekâlılar, bize yangın söndürücünün doldurulması için birinin geleceğini söylemediler. Tabii biz de ne bilelim, dolap kapısının karşı tarafından gelen çekiç seslerini duyana kadar gayet normal bir sesle konuşuyorduk. Aklıma ilk gelen şey, ustanın burada olduğuydu. Hızlı bir şekilde yemeğini yiyen Bep’i aşağı inmemesi için uyardım. Babamla birlikte kapının oraya geçtik ve adam gidene kadar gelen sesleri dinledik. On beş dakikalık bir dolumdan sonra adam elindeki aletleri bizim dolabın tepesine atıverdi (yani, biz öyle tahmin ediyoruz) ve kapıya vurmaya başladı. Korkudan tüylerimiz diken diken oldu. Yoksa kitaplığın arkasından bir ses duydu da onu mu kontrol etmek istiyordu? Sanki içeride birinin olup olmadığını kontrol etmek istercesine kapıyı vuruyor, tekmeliyor ve itiyordu.

Bu adam bizi, sığındığımız yeri bulmayı başaracak diye ödüm kopuyordu. Orada, artık her şeyin sona erdiğini düşünürken bir ses duyduk. Bay Kleiman’ın sesiydi bu, “Açın kapıyı, benim.” diyordu. Hemen açtık. Ne olup bitmişti öyle?

Kitaplığın ucuna kanca sıkıştığı için kimse kapıyı açamamış ve ustanın geleceğini söyleyememiş meğer. Adam aşağı indikten sonra Bay Kleiman, Bep’i çağırmış ama dolabı bir türlü oynatamamışlar. İçimin nasıl rahatladığını anlatamam. Gizli yerimizi bulmaya çalışan adam kâbusum olmuştu. Gözümde öyle büyümüştü ve dünyadaki en zalim faşist oydu. Oh be! Neyse ki her şey yoluna girdi.

Pazartesi günü çok eğlenceli geçti. Miep ve Jan akşam bizimle vakit geçirdiler. Giesler bizim yatağımızda uyusunlar diye Margot’la birlikte annemlerin yanına gittik. Onların burada oluşuna özel, çok lezzetli yemekler yapıldı. Bir ara babamın lambası kısa devre yaptığı için bir süre karanlıkta kaldık. Ne yapacağımızı bilemedik. Binada sigortamız vardı ama onu açmak için karanlık ambarı dolanmak lazımdı ki bu geceleyin biraz sıkıntılı olurdu. Ama yine de erkekler bir cesaretle gittiler. On dakika sonra da biz, mumları yerine koyduk.

Bu sabah erkenden uyandım. Jan çoktan giyinmişti. Sekiz buçukta gitmesi gerektiği için saat sekizde kahvaltısını ediyordu. Miep içeride giyinmekle meşguldü. İçeri girdiğimde onu fanilasıyla gördüm. Onda da ben bisiklet sürerken kullandığım uzun çamaşırdan vardı. Margot’la birlikte giyindik ve yukarıya normalden erken çıktık. Güzel bir kahvaltının ardından Miep aşağı indi. Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmur vardı ve bugün bisikletle işe gitmek zorunda olmadığına seviniyordu. Babam ve ben yatakları topladık. Sonra ben, Fransızca dersi için beş tane düzensiz fiil öğrendim. Nasıl çalışkanım ama!

Margot ve Peter bizim odada kitap okuyorlardı. Mouschi de sedirin üzerine, Margot’un arkasına kıvrılmıştı. Kelimeleri ezberledikten sonra ben de onlara katıldım ve Ormanlar Sonsuzluğa Şarkı Söylüyor isimli bir kitap okudum. Çok güzel bir kitaptı ve fazla ilginçti. Bitirmeme az kaldı.

Bep de sonraki hafta kalmaya gelecek.

En iyi arkadaşın, Anne

29 Ekim 1942, Perşembe

Sevgili Kitty,

Çok endişeliyim. Babam hastalandı. Her yerinde benekler çıkmaya başladı ve ateşi çok yüksek. Kızamığa benziyor. Düşünsene, doktor bile çağıramıyoruz! Annem, iyileşmesi umuduyla babamı bol bol terletiyor.

Miep’in söylediğine göre bu sabah Almanlar, van Daanların Zuider-Amstellaan bölgesindeki evlerini boşaltmışlar. Bayan van Daan’ın bundan haberi yok, zaten son zamanlarda heyheyleri üzerinde. Bir de arkasında bıraktığı porselenleri ve çok sevdiği kanepeleri için sızlanmasını kaldıramayız. Biz de arkamızda pek çok sevdiğimiz şey bırakmak zorunda kaldık. Sızlanmak bunları geri getirmiyor.

Babam, Hebbel ve diğer tanınmış Alman yazarların kitaplarını okumamı istiyor. Almancayı gayet iyi okuyabiliyorum ama fısıldayarak yapıyorum bunu, sesli olarak değil. Bu geçici bir şey olsa gerek. Babam, büyük kitaplıktan bana her akşam okutmayı planladığı Goethe ve Schiller’in bazı oyunlarını çıkarıyor. Don Carlos ile başladık. Babamın yaptığından heveslenen annem, bana birkaç dua kitabı verdi. Nezaketen, birkaç Almanca dua okudum. Kulağa hoş gelse de benim için pek bir anlamı yok. Neden beni dindar olmaya zorluyor, bilmiyorum.

Yarın ilk defa soba yakacağız. Bacası eski çağlardan kalmış kadar kötü gözüküyor. Oda duman içinde kalacak gibi. Umarım çalışır.

En iyi arkadaşın, Anne

2 Kasım 1942, Pazartesi

Sevgili Kitty,

Bep, cuma gecesi bizde kaldı. Çok eğlenceli zaman geçirdik ama uykusunu alamadı çünkü şarap içmişti. Başka kayda değer bir şey olmadı. Dün başım çatlıyordu, onun için erken yattım. Margot her zamanki gibi canımı sıktı.

Bu sabah ofisteki kutulardan birini düzenledim. İçinde fişlerin olduğu kutu yere düştüğü için dağılmıştı. Çıldırmama az kaldı. Margot’la Peter’dan yardım istedim ama o kadar tembeller ki kutuyu toplamayı bıraktım. Tüm işi tek başıma yapacak kadar delirmedim.

Anne Frank

Not: Sana önemli bir şey söylemeyi unuttum. Galiba regl olacağım. Bunu iç çamaşırımdaki lekeden anladım. Annem bunu görünce yakında başlayacağını söyledi. Bunun için sabırsızlanıyorum. Çok önemli bir an benim için. Fakat ne yazık ki ped bulunmadığı için kullanamayacağım. Annemin yanında sadece tampon var.

22 Ocak 1944 (Not)

Böyle şeyleri bir daha asla yazamam.

Bir buçuk yıl sonra günlüğümü tekrar okuduğumda gördüm ki ben nasıl çocukça bir masumluk içindeymişim. Tekrar istesem bile bir daha asla böyle masum bir benliğe sahip olamayacağım. Margot, annem ve babam ile ilgili yazdığım şeylere bakıyorum da sanki hepsi dün yazılmış gibi. Bazı şeyleri çok duygusuzca yazdığım için kendime hayret ediyorum. Daha iyi şeyler yazmak yerine bunları yazmış olduğum için utanıyorum. Yazdığım şeyler gerçekten çok kırıcı. Neyse…

Evime ve Moortje’ye duyduğum özlemi şimdi anlayabiliyorum. Burada kaldığım süre zarfında, bazen bile bile, bazen de bilinçsizce sevgi ve muhabbet aradım. Bu arzu bazen keskin, bazen de körelmiş gibiydi ama hep benimleydi.

5 Kasım 1942, Perşembe

Sevgili Kitty,

İngilizler, sonunda Afrika topraklarında bir başarıya imza attılar ve Stalingrad hâlâ düşmedi. Bu nedenle bizim beyler çok mutlu. Bu sabah kahve ve çay içtik. Başka da önemli bir şey olmadı.

Bu hafta çok kitap okudum ve az ders çalıştım. Öyle de olması gerekiyor. Ancak bu şekilde başarılı olabilirim.

Annemle son zamanlarda aram iyi ama asla sıkı fıkı değiliz. Babam duygularını açmakta iyi değil ama yine de her zamanki gibi çok iyi. Birkaç gün önce sobayı yaktık ve oda duman altı. Ben kalorifer olmasını yeğlerdim ve muhtemelen bunu tek isteyen ben değilim. Margot adinin teki! Başka hiçbir kelime ona bu kadar yakışamaz!

Anne Frank

7 Kasım 1942, Cumartesi

Bir tanecik Kitty,

Annemin sinirleri tepesinde ve bu hiç hayra alamet değil. Babamın ve annemin, Margot’a hiç çıkışmayıp her şey için beni suçlaması bir tesadüf mü? Dün gece Margot, içinde çok güzel resimler olan bir kitap okuyordu. Sonra ayağa kalktı ve kitabı bir köşeye koydu. Ben hiçbir şey yapmadan öylece oturuyordum ve kitabı görünce içindeki resimlere bakmak için aldım. Margot geri geldiğinde kitabını aldığımı gördü. Kaşlarını çattı ve asabi bir şekilde kitabını vermemi istedi. Ben kitaba biraz daha bakmak istemiştim. Sonra annem geldi ve “O kitabı Margot okuyordu, geri ver.” dedi.

Ne olduğunu anlamayan babam, içeri geldi. Margot’un mağdur olduğunu görünce bana: “Eğer aynısını Margot sana yapsa ne tepki vereceğini görmek isterdim!” diyerek çıkıştı.

Hemen kitabı geri masaya koydum. Onlara göre odayı sinirli bir şekilde terk etmişim. Hâlbuki ne sinirliydim ne de küstüm. Sadece üzgündüm.

Babamın olan biteni bilmeden beni yargılaması hiç doğru değildi. Eğer annemle babam sanki Margot çok büyük bir haksızlığa maruz kalmış gibi araya girmeseydi zaten kitaba biraz bakıp hemen Margot’a verecektim.

Annem hiç Margot’un tarafını tutmaz olur mu? Onlar hep birbirlerinin arkasını kollarlar. Annemin azarlarına ve Margot’un aksiliğine çoktan alıştım. Onları yalnızca, biri annem diğeri de kardeşim olduğu için seviyorum. Yoksa onları tanımasam umurumda olmazlar. Bana kalırsa defolup gitmeliler. Babam için aynı şeyi söylemiyorum. Margot’un her hareketini onaylarken, onu tebrik ederken, ona sarılırken ve onun tarafını tutarken gördüğümde yüreğime bir sızı saplanıyor çünkü babam benim için çok değerli. Babamı kendime örnek alıyorum. Ondan başka kimseye böyle bir muhabbet besleyemem. Daha Margot’a ve bana farklı davrandığının farkında bile değil. Margot hep en zeki, en kibar, en sevimli ve en iyi! Ona her zaman karşı çıkıyor değilim. Ben her zaman ailenin maskarası ve haylazıyım. Daha çok cezayı hak ediyorum. Anlamsız ilgilerden ve ciddiyet gerektiren konuşmalardan artık sıkıldım. Babamın bana gösteremediği ilgiyi özlüyorum. Margot’u kıskanmıyorum. Hiçbir zaman da kıskanmadım. Onun zekâsında da güzelliğinde de gözüm yok. Yalnızca babamın beni gerçekten sevmesini isterdim. Kızı olduğum için değil, ben olduğum için.

Annem beni her geçen gün hor gördüğü için babama çok daha sadığım. İçimde bir nebze kalan ailevi hislerimi devam ettirebilmem için tek dayanağım babam. Babam, içinde annemin hatasının olduğu her tartışmadan kaçınıyor. Annem, tüm eksik yönleriyle, benimle baş etmeye çalışıyor. Nasıl davranmam gerektiğini inan bilmiyorum. Onun ilgisizliğine, iğnelemelerine ve taş kalpliliğine daha fazla göğüs geremiyorum. Her sorumluluğu üstüme alamıyorum artık.

Annemle taban tabana zıt olduğumuz için tartışma kaçınılmaz oluyor. Onu yargılamak bana düşmez, böyle bir şey yapmaya hakkım yok. Ona sadece anne olarak bakıyorum. Benim için bir anne değil, ben kendimin annesi olmalıyım. Onlarla bağlarımı koparıyorum. Kendi yolumu çiziyorum, bakalım bu yol bizi nereye götürecek… Başka şansım yok çünkü bir annenin ve bir eşin nasıl olması gerektiğini ve “anne” demem gereken bir kadında bu vasıfları göremediğimi düşünüyorum.