Книга Doksan Üç - читать онлайн бесплатно, автор Виктор Мари Гюго. Cтраница 7
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Doksan Üç
Doksan Üç
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Doksan Üç

Kırmızıya çalan siyah bir dumandı. Sanki fırıncının harladığı fırın yavaş yavaş sönüyordu ve Herbe-en-Pail’in üzerine yükseliyordu. Tellmarch aceleyle dumana doğru yürüdü. Yorgundu ama aynı zamanda ne olduğunu da öğrenmek istiyordu.

Köyü ve çiftliği arkada bırakan bir tepeye ulaştı.

Ne çiftlik ne de köy görülüyordu.

Herbe-en-Pail’den geriye kalan bir yığın harabe hâlâ yanıyordu.

Bir kulübenin yanışı, bir sarayın yanışından daha yürek yakıcıdır. Alevler içinde kalmış bir kulübe, acınası bir görüntüdür. Yoksulluğun üzerine çullanan felaket, toprak solucanına saldıran bir akbaba gibidir. İnsanı ürpertir ve tiksindirir.

İncil’de bahsedilen bir efsaneye göre yangın seyreden biri o an bir heykele dönüşürmüş. Bir an için Tellmarch da heykele dönüşmüştü sanki. Gözlerinin önündeki manzara onu durduğu yere kilitlemişti. Tahribat sessizlik içinde devam etti. Bir çığlık duyulmuyordu; dumana karışmış bir insan sesi yoktu. Bu harlı alevler, odunların yarılması ve sazın çatırdamasından başka bir ses çıkarmadan köyü yok etme görevini yerine getiriyordu. Zaman zaman duman bulutları, düşen çatıların boşluklarını açığa çıkarıyor ve tüm marifetlerini sergiliyordu. Bu donuk kırmızı odaların arasında renkleri kızıla çalan sefil eski mobilyalar göze çarpıyordu. Tellmarch korkunç felaket karşısında sersemlemişti.

Kendisine komşuluk yapan kestane korusunun birkaç ağacı da alev almıştı.

Bir ses, bir çağrı ya da bir tür gürültü duymaya çalışarak dinledi. Alevler vardı sadece, hiçbir şey duyulmuyordu. Her yer alevler içinde kalmıştı. Bütün köy ahalisi kaçmış mıydı?

Herbe-en-Pail’de yaşayan o emekçi topluluk neredeydi? O küçük halka ne olmuştu?

Tellmarch tepeden aşağı indi.

Her şey bir bulmaca gibiydi. Yavaşça yaklaştı ve baktı. Kendini bu mezarda hisseden bir hayalet gibi, bir gölge gibi sessizce harabeye doğru ilerledi. Eskiden çiftliğin kapısı olan yere ulaştıktan sonra köy meydanıyla birleşmiş yıkık duvarlar arasından avluya baktı.

Daha önce gördükleri, şimdi gördükleriyle karşılaştırıldığında hiçbir şeydi. Uzaktan bunun dehşetini şöyle bir görmüştü. Şimdiyse dehşet ayaklarının dibindeydi.

Avlunun ortasında karanlık koca bir yığın vardı. Bir tarafı alevlerle, diğer tarafı da ay ışığı ile belli belirsiz bir şekilde çerçevelenmişti. Ölü adamlar yığınıydı bu görünen. Yığının çevresinde bir havuz vardı. Havuzun üstüne alevler yansıyordu. Ama bu kızıllık için alevlere ihtiyaç yoktu zira havuz kanla kaplanmıştı.

Tellmarch oraya gitti. Bu yığılmış bedenleri sırayla inceledi. Hepsi ölmüştü. Hem ay ışığı hem de yangın manzarayı aydınlatıyordu.

Bunlar asker cesediydi. Cesetlerin ayakları çıplaktı. Hem ayakkabıları hem de silahları onlardan alınmıştı ancak yine de mavi üniformaları üzerlerindeydi. Parçalanmış uzuvların arasında kurşunlarla delik deşik üç renkli paletler taşıyan şapkalar sağa sola saçılmıştı. Onlar cumhuriyetçilerdi. Önceki akşam Herbe-en-Pail çiftliğinde garnizon tutmuş Parislilerdi. Bedenlerin simetrik düzeni, olayın bir infaz olduğunu gösteriyordu. Hepsi yan yana dizilmiş ve kurşuna dizilmişti. Hepsi ölmüştü, koca yığından tek bir çıt bile çıkmıyordu.

Tellmarch, her bir cesedi inceledi. Hepsi delik deşikti. İnfazcılar, aceleyle yola çıkmış ve onları gömmek için zaman ayırmamıştı şüphesiz. Tam oradan ayrılmak üzereyken, avludaki alçak bir duvarın köşesinden gözüken iki çift ayak dikkatini çekti. Bu ayaklar daha önce gördüklerinden daha küçüktü ve ayaklarında ayakkabı vardı. Yaklaşınca onların kadın ayakları olduğunu anladı.

Duvarın arkasında yan yana yatan iki kadın da vurulmuştu.

Tellmarch onların üzerine eğildi. İçlerinden biri bir tür üniforma giymişti, yanında kırık ve boş bir testi vardı. Taburdaki kantinci kadın olmalıydı. Kafasında dört kurşun deliği gözüküyordu. Ölmüştü.

Tellmarch diğerini inceledi. Köylü bir kadındı. Gözleri kapalı, ağzı açık, yüzü renksizdi ama kafasında kurşun izi yoktu. Kuşkusuz uzun yürüyüşlerle paramparça olmuş elbisesi üzerinden düşmüş ve göğsünü açığa çıkarmıştı. Tellmarch onu daha da bir kenara itti. Omzunda bir merminin açtığı yuvarlak bir yara gördü. Kürek kemiği kırılmıştı. Onun mosmor göğsüne gözlerini dikti.

“Emziren bir anneymiş.” diye mırıldandı.

Dokundu sonra. Vücudu soğuk değildi. Kırık kemiği ve omzundaki mermi deliği dışında başka bir yarası yoktu. Elini göğsüne koydu ve cılız bir kalp atışı hissetti. Ölmemişti.

Tellmarch ayağa kalktı ve korkunç bir sesle haykırdı:

“Burada kimse yok mu?”

“Sen misin, Caimand?” Cevaplayan ses o kadar kısıktı ki zar zor duyuluyordu.

Aynı zamanda, harabenin içindeki bir delikten bir kafa çıktı ve sonra başka bir açıklıktan ikinci bir kafa daha.

Bunlar kendilerini saklamayı başaran iki köylüydü. Onlar dışında hayatta kalan birisi yoktu. İki köylü Caimand’ın tanıdık sesine güvenerek çömeldikleri saklanma yerlerinden sürünerek çıktılar.

Tellmarch’a yaklaştılar. Hâlâ zangır zangır titriyorlardı.

İkincisi, ağlıyordu ama konuşacak gücü kendinde bulamıyordu. Derin duygular her zaman böyle açığa çıkar.

Köylülerden biri ayaklarının dibinde yatan kadını işaret etti.

“Yaşıyor mu?” diye sordu.

Tellmarch başını evet anlamında salladı.

“Peki diğer kadın, o da mı yaşıyor?” diye sordu öteki.

Tellmarch hayır anlamında salladı bu kez başını. Delikten ilk görünen köylü devam etti:

“Geri kalan herkes öldü, değil mi? Hepsini gördüm. Mahzenimdeydim. İnsan böyle zamanlarda bir ailesi olmadığı için Tanrı’ya ne kadar şükretse az! Evim yandı. Yüce Tanrı’m! Herkes öldürüldü. Bu kadının üç küçük çocuğu vardı. Çocuklar ‘Anne!’, anne de ‘Ah, çocuklarım!’ diye feryat figan bağırdı. Anneyi öldürdüler, çocukları götürdüler. Aman Tanrı’m! Hepsini gördüm. Herkesi öldürüp gittiler, çok da memnundular yaptıklarından. Küçükleri götürdüler ve anneyi öldürdüler. Ama ölmedi, değil mi? Caimand, sence onu kurtarabilir misin? Onu kulübene taşımana yardım etmemizi ister misin?”

Tellmarch evet dercesine başını salladı.

Koru, çiftliğin yakınındaydı. Dal ve eğrelti otlarıyla çabucak bir sedye yaptılar ve baygın durumdaki kadını buraya yatırdılar. Koruya doğru ilerlediler. Bir köylü sedyenin baş tarafını, diğeri de ayak tarafını tutmuş bir şekilde sedyeyi taşıyorlardı. Tellmarch kadının kolunu tutuyor ve sürekli nabzını yokluyordu.

Ay ışığı yüzlerine vurmuş iki köylü kadını taşımaya devam ederken konuşmaya başladılar. Dehşetle haykırıyorlardı.

“Hepsini öldürdüler!”

“Hepsini yaktılar!”

“Aman Tanrı’m! Nedir bu başımıza gelenler?”

“Emri veren o uzun, yaşlı adamdı.”

“Evet, komutan o.”

“Katliam devam ederken onu görmedim. Orada mıydı?”

“Hayır, gitmişti. Ama yine de onun emriyle yapıldı.”

“O zaman bunu yapan oydu.”

“Evet. ‘Yakın, öldürün. Kimseye acımak yok!’ diye bağırdı.”

“Marki’den mi söz ediyorsunuz?”

“Evet, elbette; bizim markimizden.”

“İsmi ne?”

“Mösyö de Lantenac.”

Tellmarch gözlerini göğe kaldırdı, dişlerini sıkarak mırıldandı:

“Ah böyle olacağını bir bilseydim!”

İKİNCİ BÖLÜM

PARİS’TE

BİRİNCİ KİTAP

CIMOURDAIN

I

O ZAMANKİ PARİS SOKAKLARI

Halk sokağa dökülmüştü. Kapıların dışına dizilmiş masalarda yemek yeniyordu. Kadınlar kilisenin merdivenlerine oturmuş, Marseillaise’a eşlik ediyorlardı. Monceaux parkı ve Lüksemburg geçit törenine hazırlanmıştı. Her sokağın köşesinde, yoldan geçenlerin hayranlıklarını gizleyemediği, göz önünde tüfeklerin imal edildiği bir silah atölyesi vardı. Her ağızda bir laf dolaşıyordu: “Sabredin, bu bir devrimdir.” İnsanlar kahramanca gülümsüyordu. Peloponnesos savaşı sırasında Atina’da olduğu gibi tiyatroya gidiyorlardı. Sokak köşelerinde şu afişler asılmıştı: Thionville Kuşatması, Alevlerden Kurtulan Bir Anne, Sans-Soucis Kulübü, Papaların En Büyüğü Joan, Askeri Filozoflar, Köyde Sevişme Sanatı. Almanlar kapıdaydı. Prusya Kralı operaya teşrif buyuracağı için locaların korunduğu söylentisi dolaşıyordu. Her şey berbat hâldeydi ama kimse korkmuyordu. Merlin de Douai’nin vakasında, şüpheli kişilere karşı oluşturulmuş yasa yüzünden her başın giyotinden geçirilme tehlikesi vardı. Séran isimli bir avukat, ihbar edildiğini öğrenmiş, sabahlığı ve terlikleriyle kapısının önünde tutuklanmayı bekliyordu. Kimsenin zamanı yoktu, bütün bu kokart şapkalı insanlar aceleyle yürüyordu. Kadınlar “Kırmızı bereler bize çok yakışmıyor mu?” diye birbirlerine soruyordu. Bütün bir Paris yer değiştiriyor gibiydi. Antika dükkanların içi; hanedandan kalan taçlar, kronlar, yaldızlı zambak çiçeği işlemeli asalar ile doluydu. Hepsi de yıkılan monarşiyi işaret eden ganimetlerdi. Eski kıyafet dükkanlarının askılarında duran cüppeler ve pelerinler görülüyordu. Porcheron ve Ramponneau’nun adamları papaz cübbesi ve ayin kıyafeti giydirilmiş eşeklere biniyor, kiliseye ait kadehlerden şarap içiyordu. Saint-Jacques Sokağı’nda el arabasıyla gezen bir sokak satıcısı durdurulmuş ve Konvansiyon’daki askerlere gönderilmek üzere on beş çift ayakkabı satın alınmıştı. Rousseau, Franklin, Brütüs ve hatta Marat büstleri her yerdeydi. Cloche-Perce Sokağı’nda, Marat’nın büstlerinden birinin altına siyah ahşap bir çerçeve asılmıştı. Çerçevenin içindeki belgede Malouet aleyhine suçlamaları destekleyen gerçekler ve kovuşturma kararı yazılıydı. Altında da şu cümleler vardı:

Bunlar bana Sylvain Bailly’nin metresi tarafından iletilmiştir. Ayrıca o bir vatanseverdir ve bana iyi davranmıştır.

İmza: MARAT.

Palais Royal çeşmesindeki “Quantos effundit in usus!” kitabesi badanayla boyanmış iki büyük tuvalin altında duruyordu. Biri Cahier de Gerville’i temsil ediyordu, Ulusal Meclis’e Arles’i ihbar eden kişiydi. Diğeri, XVI. Louis’nin Varennes’ten Kraliyet arabasıyla geri getirilmesini temsil ediyordu. Arabanın altında, her iki ucunda düzleştirilmiş süngülü bir el bombası taşıyan kordonlarla tutturulmuş bir tahta vardı. Dışarıda açık büyük mağaza sayısı azdı. Sokakta kadınların sürüklediği el arabaları vardı. Tuhafiye eşyaları ve oyuncak içeren malların üzerine eritilmiş mumlar damlıyordu. Sarı peruklar takmış eski rahibeler dükkânlarını sergiliyordu. Bir kontes tezgâhın yanında çorap örüyordu. Markiz ise terzilik yapıyordu. Madam de Boufflers, kendi otelinde yaşadığı çatı katından manzarayı izliyordu. Gazeteciler haberleri yaymak için koşuyorlardı. Atkılarını boğazlarına saranlara “écrouelleux” deniyordu. Her yerde sokak sanatçıları vardı. Kalabalık, kralcı şarkı yazarı Pitou’yu yuhalıyordu. Ama yine de cesur bir adamdı. Çünkü yirmi iki kez hapse atılmıştı. “Yurttaşlık” kelimesini söylediğinde elini kıçına vurduğu için İhtilal Mahkemesi’nin önüne çıkarılmıştı. Başının tehlikede olduğunu görünce de şöyle haykırmıştı: “Ama suç işleyen tarafım başım değil!” Bu yargıçları güldürmüş ve başını kurtarmıştı. Pitou, Yunan ve Latin isimlerinin moda olmasıyla alay ediyordu. En sevilen şarkısı ayakkabı tamircisi Cujus ve tamircinin karısı Cujusdam hakkında olandı. Karmanyola, çemberler hâlinde dans ediyordu. Artık insanlara “hanımefendi” ve “beyefendi” olarak değil, “yurttaş” ve “kadın yurttaş” olarak hitap ediliyordu. Yıkık avlularda, tonozlu çatıya çapraz olarak tutturulmuş iki çubuktan yapılmış bir avizenin altında dans ediliyordu. Kilise lambaları yanıyor ve mezarlar dansçıların ayaklarının altında uzanıyordu. Tiran mavisi yelekler ve özgürlüğün simgesi adı verdikleri kırmızı, beyaz ve mavi renklerdeki iğneli mintanlar giyiyorlardı. Richelieu Sokağı’na artık Loi Sokağı deniyordu; Saint-Antoine banliyösü, Gloire banliyösü olmuştu. Bastille Meydanı’na da bir Doğa Heykeli dikilmişti. İnsanlar yürürken birbirlerine tanınmış şahsiyetleri işaret ediyorlardı. Bu şahsiyetlerden bazıları; Châtelet, Didier, Nicolas ve marangoz Duplay’in kapısında duran Gamier-Delaunay idi. Ayrıca mahkûmların arabalarını takip ederek hiçbir giyotin gününü kaçırmayan Voullant, ki bu yaptığını “Kırmızı ayine gitmek.” diye adlandırır, ve Dix-Août adını verdikleri devrimci bir jüri üyesi ve marki olan Montflabert de bu isimlerdendi. Askerî okul öğrencilerinin geçişini izlediler. Bu öğrenciler sözleşme kararnamelerine göre “Mars Okulu Adayları” olarak adlandırılmıştı. Ancak halk onlara “Robespierre’in Uşakları” lakabını takmıştı. Fréron’un hazırladığı belgede suçlara yardım ve yataklık yapan şüphelileri kınayan bildiri okundu. Belediye başkanlığının kapılarının etrafında toplanan hayırsız gençler, gelinler ve damatlar göründükçe sivil törenle alay ederek “belediye evlilikleri” diye bağırıyorlardı. Invalides’teki azizlerin ve kralların heykelleri Frigya başlıklarıyla taçlandırılmıştı. İnsanlar köşe başlarında kaldırım taşları üzerinde kartlar oynuyordu. Oyun kartları bile ihtilalden etkilenmişti; papazlar, koruyucu melek; kızlar, özgürlük tanrıçası ve valeler de eşitlik simgesi olmuştu. Aslar hukukun simgesi ile değiştirilmişti. Halk bahçeleri düzenleniyor, Tuilerie saray bahçesinde çimler sürülüyordu.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Vivandière: Askerî alaylara kantin sahibi olarak bağlı kadınlar için kullanılan Fransızca bir isimdir. (ç.n.)

2

Bretonya, Fransa’da bir bölgedir. (ç.n.)

3

(Fr.) Kırmızı Bereliler. (ç.n.)

4

Bonnet Rouge için atıfta bulunulmuştur. (ç.n.)

5

Adını Gironde bölgesinden alan, Fransız İhtilali sırasında mecliste burjuvazinin sesi olarak bilinen Kral’a yakın bir gruptur. (ç.n.)

6

(Lat.) Savaş aletleri. (ç.n.)

7

(Lat.) Güç ve insan. (ç.n.)

8

(Fr.) Zambak desenli beyaz bir bayraktır. Fransız Kraliyeti’ni temsil eder. Saflık ve asillik ile bağdaştırılır. (ç.n.)

9

Fransız donanmasına bağlı yedi gemiden biri. (ç.n.)

10

(Fr.) Kralın kalbi. (ç.n.)

11

Babamız ya da Gerçek Dua diye geçer. Hristiyanlıkta okunan bir duadır. (ç.n.)

12

(Lat.) Kulakları vardır ama işitemezler. (ç.n.)

13

(Fr.) İhtiyar. (ç.n.)

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:

Полная версия книги

Всего 10 форматов