banner banner banner
Goethe'nin Hayatı
Goethe'nin Hayatı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Goethe'nin Hayatı

Goethe'nin Hayatı
James Sime

Johann Wolfgang von Goethe, Alman edebiyatı dendiğinde akla gelen ilk isimdir. Pek çok dile çevrilen eserleri nesilden nesile aktarılmış, hem çağdaşlarını hem de kendisinden sonra gelenleri etkilemiş, dünya edebiyatında büyük izler bırakmıştır.

Uzun ve hareketli yaşamının her ânını üreterek geçiren; edebiyat, siyaset, tiyatro, resim, doğabilim gibi pek çok konuda durmadan çalışan Goethe gerçek bir hezârfendir. Bu kitap, Goethe’nin hayatıyla birlikte, ölümsüz eserlerini nasıl ortaya çıkardığını da gözler önüne seriyor.

Hayat yollarının sırları kişiseldir, açıklanmamalı. Her yolcunun takılması gereken tecrübe taşları vardır. —Goethe

James Sime

Goethe’nin Hayatı

Önsöz

Bundan yaklaşık bir buçuk sene önce yaptığımız yayın kurulu toplantısında hepimizi heyecanlandıran bir karar aldık. Aforizma Dizisi ile başladığımız, Bir Nefeste Dizisi ve Dünya Masalları Dizisi’yle devam ettiğimiz dizilerimize bir yenisini daha ekleyecektik: Biyografi Dizisi. Birkaç yayınevinde gayet başarılı biyografiler olmasına rağmen hem günümüz okur kitlesine hitap eden hem de kişilerin hayatlarının en sıradan detaylarını bile son derece canlı bir şekilde anlatan kitaplarda bir boşluk olduğunu fark ettik. Bu alanda gördüğümüz boşluğu doldurmak için hemen kollarımızı sıvadık ve işe koyulduk.

Öncelikle biyografisini okumak istediğimiz ve hayatını ilginç bulduğumuz tarihi kişilikleri belirledik. Sonra bunların arasında yayımlanmaya değer olduğunu düşündüğümüz biyografileri seçtik. Bu bağlamda ilk etapta on önemli tarihi kişinin biyografisi ortaya çıktı. Bu on kişinin hayat hikâyesini bize aynı edebi tat ve ruhla aktaracak çevirmenler aramaya başladık. Fakat bu süreçte en çok kararsız kaldığımız şey kapak tasarımı oldu. Çünkü bir biyografi dizisine yakışır sadelikte, aynı zamanda bu önemli tarihi şahsiyetlerin hayatlarını anlatacak canlılıkta kapaklar olmasını istiyorduk. Önümüze gelen ondan fazla taslak üzerinde günlerce kafa yorduk ve ortak bir karar vermek için çabaladık. En sonunda taslakları ikiye indirdik ve hepimizin içine sinen bu kapakta karar kıldık.

Kitapları yayına hazırlama aşamasında metinle o kadar içli dışlı olduk ki bahsedilen tarihi figürlerin hayatlarına girdikçe yaptığımız işten daha çok keyif almaya başladık. Hepimizin ismen bildiği kişilerin yaşam öykülerini okudukça aslında onların da sizin bizim gibi bir insan olduklarını, bizimle aynı duyguları paylaştıklarını, hayatın onları da tıpkı bizler gibi oradan oraya savurduğunu gördük.

Uzun uğraşlar sonucu ortaya çıkardığımız bu diziyi siz okurlarımızla paylaşmaktan memnuniyet duyuyoruz. Birer tarihi kayıt niteliği taşıyan bu yaşam öykülerini okurken keyif almanız tek temennimiz.

“İyi yazılmış bir hayat öyküsü, en az iyi yaşanmış bir hayat kadar nadidedir.”

    Thomas Carlyle

Birinci Bölüm

Johann Wolfgang Goethe, 28 Ağustos 1749’da Frankfurt am Main’da[1 - Frankfurt am Main, Main nehri kıyısında kurulmuş olan, 730.000’den fazla nüfusuyla Hessen eyaletinin en büyük; Almanya’nın ise Berlin, Hamburg, Münih ve Köln’den sonra beşinci büyük şehridir. (ç.n.)] doğdu.

Dedesi Frederick George Goethe, işçi sınıfına mensup bir aileden geliyordu ve terziydi. On yedinci yüzyılın sonlarına doğru Artern’den Frankfurt’a gelerek buraya yerleşti ve on sekizinci yüzyılın başlarında “Zum Weidenhof” hanının sahibi, otuz yedi yaşındaki, etkileyici ve dul bir kadın olan Cornelia Schelhorn’u ikinci eşi olarak seçti. Frederick George’un cana yakın bir adam ve yetenekli bir müzisyen olduğu söylenirdi. Müreffeh koşulların her cömert mizaçta ortaya çıkardığı zarif özellikleriyle ikinci eşi, ona her açıdan layık olan, çalışkan ve iyi kalpli bir kadındı. Üç çocukları oldu ve 27 Temmuz 1710’da doğan Johann Kaspar (Goethe’nin babası) bu çocukların en küçüğüydü.

Johann Kaspar Goethe, Coburg şehrindeki bir okula gönderildi ve babasıyla tek erkek kardeşinin ölüm haberini de burada aldı. Sonraları Leipzig ve Giessen üniversitelerinde hukuk öğrenimi gördü ve hukuk bilimi dalında “doktor” unvanı aldı. Bir süre Wetzlar’daki imparatorluk mahkemesinde mesleğini icra ettikten sonra İtalya seyahatine çıktı. Nihayetinde Frankfurt’a temelli geri dönerek, Hirschgraben isimli caddedeki bir evde annesiyle birlikte yaşamaya başladı. Annesinin servetinden dolayı sabit bir iş bulmasına gerek yoktu. Bunun yerine İmparator VII. Charles’ın yönetiminde, meclis üyeliği unvanını (Rath) elde ederek oldukça itibarlı bir mevkiye ulaştı. Johann Kaspar biraz kılı kırk yaran biri olmasına ve fevri çıkışlarına karşın, son derece dürüsttü. Bunun yanı sıra sağlam hukuk bilgisi, sanat ve edebiyat aşkıyla birleşmişti. İtalyancaya yakından ilgi göstermişti ve en sevdiği yazar olan Tasso’nun sıkı bir takipçisiydi.

Goethe'nin doğduğu ev.

Otuz sekiz yaşına basmış bir yetişkin olan Johann Kas-par, 20 Temmuz 1748’de Catharine Elizabeth ile evlendi. Catharine Elizabeth’in babası Johann Wolfgang Textor, Frankfurt eyaletinde başyargıçtı ve kendisiyle aynı ismi taşıyan, 1690’da ilk Frankfurt hükümet memuru unvanını alan ünlü bir hukuk adamının torunuydu. Catharine evlendiğinde yalnızca on yedi yaşındaydı. Neşeli, güzel, müzik ve şiir düşkünü, dikkat çekici biriydi ve çocukları büyüleyen masallar yaratma konusunda pek maharetliydi. Yeni evi, birlikte gayet dostça bir yaşam sürdüğü kayınvalidesinin eviydi. Kocasının ona olan sevgisi samimiydi. Catharine ise ona yönelik duygusal bağlılığından hiç söz etmese de kocasının kendisine yönelik duygularına içten bir yakınlık ve saygıyla karşılık verirdi.

Goethe onların ilk göz ağrılarıydı, ardından ondan on beş ay küçük olan kız kardeşi Cornelia doğmuştu. Başka çocukları da olmuştu, ancak hiçbiri Goethe’yi etkileyebilecek kadar uzun yaşamadı. Goethe kız kardeşine düşkündü ve yıllar geçtikçe dünyada onun sevgi ve şefkati kadar değerli olan çok az şeyle karşılaştı. Cornelia nazik huyluydu, sadık ve sevecen biriydi. Erkek kardeşinin gençlik yıllarındaki hareketli ve coşkun ruhunu ondan başkası dizginleyemiyordu.

Goethe’nin de tıpkı annesi gibi kahverengi saçları ve çocukluğundan yaşlılık dönemine dek tanıştığı herkesi hayran bırakan keskin bakışlarıyla ışık saçan koyu renkte gözleri vardı. Coşkulu ve hareketli bir çocuktu. Üstelik erken yaşlarda bile yüksek ölçüde yaratıcı bir mizacın izini taşıyordu. Büyükannesinin evi iki eski binanın birleşiminden meydana geliyordu. Evdeki karanlık geçit ve köşelerin düşüncesi, onun korku duymasına neden oluyor, geceleri uyumasını imkânsız kılıyordu. Evin arka kısmında, çocukların yazın oyun oynamalarına izin verildiği bir odadan, önlerinde geniş bahçelerin ve şehir surlarının ötesinde Höchst’e doğru uzanan verimli bir vadiyi de içine alan büyüleyici bir manzara görünürdü. Goethe bu odanın penceresinin önünde oturup kimi zaman şiddetli gök gürültüsünü kimi zamansa gün batımını seyre daldığını; bahçelerde oyun oynayan çocukların görüntüsünün, yuvarlanan topların ve devrilen kukaların sesiyle birlikte doğanın büyük gösterisinin, içini sık sık belli belirsiz bir yalnızlık ve özlem duygusuyla doldurduğunu anlatırdı.

Çocuklar, onları çok seven büyükanneleriyle çokça zaman geçirmişlerdi. Ölümünden önceki Noel’de, büyükanne torunlarını Davud ve Golyat’ın öyküsünün anlatıldığı bir kukla gösterisiyle eğlendirmişti. Kukla gösterisi Goethe’nin üzerinde büyük bir etki bırakmıştı, daha sonraları gösterinin nasıl yapıldığını öğrenmesine ve figürleri yeni oyunlar için giydirmesine müsaade edildi.

Büyükannesi, Goethe altı yaşındayken vefat etti ve hemen ardından babası uzun süredir zihnini meşgul eden, evi ailesinin ihtiyaçlarına uygun halde yeniden inşa etme planını hayata geçirdi. İnşa sürecini babasının bizzat yönettiği ev, zevkle dekore edilmiş iyi ışık alan odalarıyla güzel ve kullanışlı bir konuta dönüştürüldü. Johann Kaspar’ın mükemmel bir kitap koleksiyonu vardı ve çalışma odasına düzgünce yerleştirilmişti. Ayrıca birçoğu Frankfurtlu sanatçılar tarafından yapılan resimler, hepsinin sığacağı büyüklükte bir odada toplanırken, haritalar ve gravürler de iki evi birbirine bağlayan koridorların duvarlarını süslüyordu. Johann Kaspar İtalya’dan güzel Venedik kadehleri, bronzlar, antik silahlar ve diğer sanatsal eşyalarla birlikte dönmüştü. Yeni evde raflı dolaplara yerleştirilen bu kıymetli eşyaların etkili bir biçimde göze çarpması için hiçbir çabadan kaçınılmamıştı. Caddeye bakan üst kattaki oda ise Goethe’ye ayrıldı.

Evin yenilenme sürecinin son safhalarında kız kardeşiyle birlikte akrabalarına gönderilen Goethe, orada kaldığı dönem boyunca memleketi hakkında bir şeyler öğrenme olanağını buldu. İmparatorların seçilip taç giydiği bir şehir olan Frankfurt, Almanya’nın bağımsız imparatorluk eyaletleri arasında oldukça onurlu bir yere sahipti. Eski surları ve kapılarının ardında ortaçağın sıkıntılı yaşamından izler, şehrin mimari yapısı ve geleneklerinde korunmaya devam ediyordu. Daha çocukluk yıllarında şehrin eski moda caddelerinde dolaşmaktan keyif alan Goethe, sonraları şehrin geçmişiyle ilgili tarihi bağlantılara da aşina hale geldi. Main köprüsünün üzerinde bulunan, gün ışığında parıldayan yaldızlı rüzgârgülünü ve pazarda satılacak mallarla yüklü teknelerin varışını seyretmeyi severdi. Pazarın kurulduğu günler St. Bartholomew Kilisesi’ni çevreleyen meydanda, kargaşanın hâkim olduğu canlı kalabalığın içine dalıp alıcı ve satıcılar arasındaki tuhaf şakaları not etmek, Goethe için bitmez tükenmez bir eğlence kaynağıydı. Özellikle şehrin ziyaretçilerle dolu olduğu dönemler olan, ilkbahar ve sonbahar panayırlarına ait anılarını ömrünün sonraki yıllarında bile tüm canlılığıyla hatırlıyordu. Bu yüzden ciddi bir uğraş olan ticaret ona panayırdaki türlü şamatayı anımsatırdı.

Tıpkı o zamanlarda olduğu gibi şimdi de ismi Römer olan meclis binasının, Goethe için güçlü bir cazibesi vardı. İmparatorların taç giyme töreni şerefine ziyafet verdiği bu ünlü binadaki imparatorluk salonunu ilk kez ziyaret edişini hiçbir zaman unutmadı. Orada eski imparatorların birçoğunun portrelerini gören Goethe’nin onlar hakkında duyduğu şeyler, hayal gücünü harekete geçirerek Almanya’nın coşkulu ve görkemli tarihinde yaşanan büyük olayların, tüm canlılığıyla gözlerinin önünde canlanmasına yol açtı. IV. Charles’ın altın mührünü ilgiyle inceledi. Bu durum onu doğal olarak Charles’ın rakibi olan Schwarz-burg’lu Günther’in St. Bartholomew Kilisesi’ndeki mezarını ziyaret etmeye yöneltti. Bu tarz olaylar ve kurumlarla dolu bir atmosferde büyüyen Goethe haliyle tarih ve antik yapıtlar üzerine çalışmanın tadını almıştı.

Johann Kaspar çocuklarının eğitimine çok özen gösterirdi. Bu işi bizzat kendisi de üstlenmişti, fakat belli başlı bazı branşlarda Goethe ve kız kardeşi, komşu çocuklarıyla birlikte özel öğretmenlerden ders aldılar. Goethe’nin en zor işlerin bile kolaylık ve çabuklukla üstesinden gelmesi karşısında, babası ve öğretmenleri şaşkınlığa uğrardı. Onun için hiçbir şey çok zor gözükmüyordu. Öte yandan çocukluk yıllarında babasının katı disiplininden kaçıp onun hayal gücünü her daim masallarla doyurmaya hazır olan annesiyle kaçamak sohbetler etmesinin yanı sıra, Robinson Crusoe ile yazarı Lort Anson olan Voyage Round the World’ün Almanca çevirileri gibi daha birçok iyi kitabı okuyarak kafasını rahatlatırdı. Babasının kitap koleksiyonu arasında Goethe’nin şiire yönelik sevgisini ortaya çıkaran ve teşvik eden Fleming, Canitz, Haller, Hagedorn, Gellert ve diğer Alman şairlerin eserleri de bulunuyordu. On sekizinci yüzyılın diğer birçok eleştirmeni gibi Johann Kaspar da şiirde kafiyenin olmazsa olmaz bir öğe olduğunu savunurdu. Bu yüzden Goethe’nin doğumundan bir yıl önce üç kıtası yayımlanan, Klopstock’a ait Messiah’ın seçkin bir kütüphanede bulundurulacak kadar iyi bir eser olmadığını düşünüyordu. Ancak Goethe ve kız kardeşi kitabın bir kopyasını, onu her yıl Kutsal Hafta’da[2 - Paskalya yortusundan bir önceki hafta kutlanan Kutsal Hafta (Çile Haftası da denir), Hazreti İsa’nın çarmıha gerilmeden geçirdiği son günleri simgeler. Hırisitiyanlar bu hafta her gün farklı bir olayın anısı kutlarlar. (e.n.)] dini bir ritüel gibi düzenli biçimde okuyan eski bir aile dostundan gizlice ödünç aldılar. Şiirden birbirlerine sık sık okudukları çarpıcı pasajları ezbere öğrendiler. Bir cumartesi akşamı babalarının tıraş olduğu sırada, ocağın arkasında oturup birbirlerine Satan ve Andramelech arasında geçen heyecanlı bir diyaloğu fısıldıyorlardı. Cornelia diyalog ilerledikçe daha da heyecanlanıp sonunda babasının varlığını unutarak “Nasıl da kahroldum!” sözlerini haykırdı. Bunun üzerine berber öyle ürktü ki köpük kâsesinin içindekileri Herr Rath’ın göğsüne sıçrattı. Sıkı bir aramadan sonra Klopstock’un epik şiiri küçük düşürücü bir biçimde evden derhal uzaklaştırıldı.

Satın aldığı çok sayıda kötü basılmış halk edebiyatı eserleri, Goethe’yi bu erken dönemlerinde okuduğu daha formel olan diğer eserlerden daha fazla etkiledi. Aralarında muhtemelen Faust’un hikâyesi de bulunan birçok tuhaf ve romantik hikâyeyle karşılaştığı masallar okudu.

Yedinci yaş gününe yakın bir zamanda, Yedi Yıl Savaşı’nın patlak vermesiyle uygar dünya derinliklerine dek sarsıldı. Goethe’nin anne tarafından dedesi olan Textor Avusturyalıların yanındayken, babası Büyük Frederick’in sıkı bir taraftarıydı ve kahramanının aleyhinde tek bir söz dahi ettirmezdi. Bu görüş farklılığı aile içinde ciddi tartışmaların çıkmasına yol açtı. Babasının fikrini benimseyen Goethe, önceleri Prusya Kralı’na derin bir hürmet besleyen dedesinin sonradan onun hakkında sarf ettiği sözleri duyunca şaşkına uğramıştı. Savaşın başlangıcından yaklaşık iki yıl sonra Frankfurt halkı, tüm acısıyla ve canlılığıyla savaşın tatsız yönlerinden nasibini almaya başlamıştı. Kent otoritelerinin sorumlusu olduğu bir ihanet eylemiyle, Avusturya’nın müttefiki olan Fransızlara şehirde askeri birliklerini konuşlandırma izni verilmişti. Johann Kaspar’a tam da korktuğu gibi Thorane isminde bir Fransız subayına evinde güzel bir yer temin etmek zorunda kalabileceği söylendi. Karardan hoşnut olmayan meclis üyesi bu düzenlemeye ne kadar itiraz etse de emir kesindi. Yüksek bir fiyata mal olan ve büyük bir titizlikle dayayıp döşediği ilk katındaki odaları, davetsiz misafire bırakmaktan başka çaresi yoktu. Kont Thorane, mevkisinin tüm nezaketini üzerinde barındıran kültürlü bir beyefendiydi. Ev sahibine en küçük bir rahatsızlık bile vermekten kaçınsa da askeri meselelerle ilgili ona danışmak zorunda olan birçok kişinin gelip gitmesini engelleyemiyordu. Bunun sonucunda Frankfurt’un en düzenli olan evini ciddi bir kargaşa sarmıştı. Dr. Goethe’nin resimlerinin birçoğuna hayran kalan Thorane’ın kendisine yüklü miktarda komisyon kazandıracağından dolayı eve çok sayıda sanatçıyı davet etmesiyle bu problem daha da büyüdü. Bunun üzerine Goethe’nin odası mecburen bir sanat atölyesine çevrildi. Neşeli ruh halini kolayca kaybetmeyen Frau Goethe en tatsız durumlarda bile elinden gelenin en iyisini yapıp, işinin getirdiği birtakım zorlukları hafifletmek amacıyla Fransızca öğrenmeye çalıştı. Ancak uzlaşmacı olmaya yanaşmayan kocası, genelde Fransızlara ve özelde de Kont Thorane’a karşı gitgide hırçınlaşıyordu.

Babası için üzülse de Goethe kendi adına yeni durumdan pek bir memnundu. Yeni durumla birlikte evdeki tekdüze yaşamın yerini, büyük bir heyecan almış ve bu da beraberinde her gün yepyeni ve beklenmedik hazlar getirmişti. Dobralığı, zekâsı ve sempatisiyle gönlünü kazandığı Thorane’la mükemmel bir arkadaşlık kurdular. Goethe özellikle onun odasını kullanan ressamların işlerine merak duyuyordu ve onların da yardımıyla zaman içinde kayda değer bir ilerleme kaydettiği çizime heveslendi. Fransızcayı akıcı biçimde konuşmayı öğrenen Goethe, artık birçoğu Frankfurt’ta da oynanan Fransız oyunlarını izleme olanağını bulmaktan memnuniyet duyuyordu. Karakterinin şekillenmeye en müsait çağını Fransız medeniyeti etkisi altında geçiren Goethe’nin, çok sonraları kendi yurttaşlarının büyük çoğunluğunun, ayırt etmeksizin tüm Fransız halkına yönelik anlaşılması güç nefret tutumunu onaylaması imkânsızdı.

İki yılı aşkın ve hiç bitmeyecekmiş gibi gelen sinir bozucu dönemin sonunda, 1761’de, Goethe’nin babası bu zahmetli misafirlerden kurtulsa da Fransızlar, Yedi Yıl Savaşı’nın sonuna gelindiği yıl bitimine dek Frankfurt’tan ayrılmadı. Johann Kaspar, Hubertusburg Antlaşması’nı karısına kapağında elmaslarla süslenmiş alegorik “barış” resmi bulunan altın bir enfiye kutusu armağan ederek kutladı. Kuyumcuya sık sık bu işi erken bitirmesi için ısrar etmeye giden Goethe, anlatacağı çok ilgi çekici şeyleri olan bir zanaatkârla uzun uzun sohbet etme imkânından sonuna dek yararlandı. İşinin ehli olan birini bulduğunda, onun anlattığı her şeyi ilgiyle dinlemek tümüyle Goethe’nin karakterine özgü bir şeydi.

Goethe ailesi, 1763.

Thorane’ın evde geçirdiği süre boyunca çocukların dersleri çok fazla aksamıştı. Misafir evden ayrıldıktan sonra iki kat gayretle yeniden derslere başladılar. Halihazırda iyi bir Latince, İtalyanca, Fransızca ve biraz da Grekçe bilgisi olan Goethe bu dillere bir de İngilizceyi ekleyip İbranicede de oldukça sağlam bir ilerleme kaydetti. Babasına vermek üzere yazdığı alıştırmalarda genelde diyalog biçimini tercih ederdi. Hatta alıştırmalardan biri, dünyanın farklı bölgelerinden ve farklı dillerde çeşitli alıcıları olan bir dizi mektup şeklinde tasarlanmış diyaloglardan oluşuyordu. Goethe’nin İbranice çalışmaya başlaması da bu mektuplarla bağlantılıydı, çünkü hayali alıcılardan biri İbranice bilinmesini zorunlu kılan ve kusursuz bir ustalık gerektiren Yidiş dilinde yazıyordu.

12 yaşına geldiğinde Goethe, kutsanarak kiliseye kabul edildi. Bu yaşa gelmeden önce dahi, çocuksu bir şekilde de olsa, insanlığın ilgisini çeken ve onları düşünmeye iten en üstün konulara ilgiyle kafa yorardı. 1755’te Lizbon’da meydana gelen deprem onu yine, böylesi felaketlerin, Tanrı’nın sonsuz sevgisiyle nasıl olup da bağdaşabileceği sorusunu sormaya yönlendirmişti. Bu olaydan kısa bir süre sonra odasına bir sunak olarak kullandığı, üzeri vernikle kaplanmış kırmızı bir nota sehpası götürdü ve bu sehpanın üzerine de doğayı temsil eden çeşitli nesneleri kazık yardımıyla çaktı. Onların üstüne de, içinde yandığında hoş bir koku salan tütsülerin bulunduğu porselenden yapılmış güzel bir tabak yerleştirdi. Tütsüleri yükselen güneşin ışınlarını kullanarak bir büyüteç yardımıyla yakıp ona göre sıradan bir ibadetle, yeterince fark edilemeyen ilahi özün vehçelerine yönelik hürmetini ifade edebilmenin yolunu arardı. İyi bir İncil okuyucusu olan Goethe’nin ilgisini özellikle, onu kasvetli ve tuhaf bir biçimde çekici olan figürlerle dolu ideal bir dünyaya götüren Yaratılış kitabının ilk bölümleri çekerdi. Kuşkusuz ki İncil’in bu bölümünde geçen hikâyeleri, orijinal dilleri olan İbraniceden okuyabildiğinde onun için yepyeni bir anlam ve güzellik kazandılar.

II. Joseph’in seçilip taç giydiği 1764 yılında Goethe, Frankfurt’ta taç giyme töreniyle bağlantılı muhteşem birçok merasime tanıklık etti. O zamanlar on beş yaşında olan Goethe, daha şimdiden önünde yeni bir haz ve neşe dünyasının kapılarını açan bir deneyim ediniyordu. Ondan iki ya da üç yaş büyük olan ve farklı bir sınıfa mensup Gretchen adındaki hoş bir kıza körkütük âşık oldu. Şehrin parlak ışıklarla aydınlatıldığı taç giyme töreni akşamı, ayrılma vakti gelene dek birlikte caddeleri gezdikten sonra annesinin evinin kapısına geldiklerinde Gretchen, onu ilk ve son kez alnına kondurduğu bir öpücükle şereflendirdi.

Goethe, babasının tanıması durumunda düşüp kalkmasına asla müsaade etmeyeceği bazı arkadaşları vesilesiyle Gretchen’le tanışmıştı. Onlardan biri, Goethe’nin de desteğiyle devlet dairesinde işe alındı, ancak bu mevkide ciddi cezalara maruz kaldığı bir suça karıştı. Olayın araştırıldığı sırada Goethe’nin ismi de olayla birlikte anılınca genç adam törenin ertesi sabahı korkudan, Gretchen’e duyduğu aşk da dahil olmak üzere olup biten her şeyi itiraf etmek zorunda kaldı. İlk aşk serüvenine son veren bu durum yüzünden, keder ve utanç dolu bir halde günlerce odasına kapandı.

Ancak onun çabuk toparlanabilen bir ruhu vardı. Güven duyduğu akıllı bir arkadaşının yardımı ve rehberliğinde aşk acısından kurtulup antik felsefe çalışmalarına yoğunlaştı. İkili, çevre kırlarda uzun yürüyüşlere çıktı. Goethe gezintiler sırasında çizdiği manzara resimleriyle de babasının gönlünü almayı başardı. Yarım yüzyıl sonra yazdığı otobiyografisinde bile acı bir şekilde bahsetse de yaşadığı bu hadise sonucunda incinen ruhu çabucak iyileşti.

O sıralar oğlunun hukuk dalında çalışması gerektiğine karar veren Johann Kaspar, birlikte çeşitli hukuk kitapları okuyarak onu geleceğe hazırlamaya başladı. Goethe bu duruma hiç itiraz etmese de daha şimdiden onu dünyanın büyük isimleri arasında ön plana çıkaracak birtakım dürtülerin belli belirsiz bilincindeydi. Üniversite yılları sırasında hukuk alanı yerine edebiyat alanında enerji sarf etmesi gerektiğine karar verdi. 1765’te, on altıncı yaş gününden kısa bir süre sonra ailesine veda edip çalışmalarına devam edeceği Leipzig’e doğru yola çıktı.

Artık nispeten geniş çaplı denebilecek entelektüel ilgilere sahip, yakışıklı ve coşkulu bir delikanlı olan Goethe; güzel görünüşü, şen şakrak oluşu ve hoş sohbetiyle herkesin favorisiydi. Çocukluğu ve gençliği büyük herhangi bir şairinki kadar mutlu geçmiş ve dolayısıyla yaşamındaki tüm koşullar olağan bir ruhsal gelişimin lehine oluşmuştu. Keskin bir algı, güçlü bir merak duygusu ve ilgisini çeken her konunun derinliklerine nüfuz etme kabiliyetinin tüm izleri onda görülebilirdi. Müthiş yaratıcılığı ise gün yüzüne çıkacağına dair işaretler vermeye başlamıştı. Annesinin mirası olan hikâye anlatma yeteneği, daha çocukluk çağında bile öyle gelişmişti ki arkadaş grupları etrafına toplanıp onun büyüleyici hikâyelerini dinlemekten çokça keyif alırlardı. Ayrıca İsa’nın cehenneme düşüşüne ek olarak Yusuf ve takipçilerinin hikâyesini konu alan iki iddialı eseri için birçok dize de kaleme almıştı. Frankfurt’tan ayrılmasının hemen öncesinde Klopstock’un Solomon’undan esinlenerek yazdığı bir tragedya olan Belshazzar’ı neredeyse tamamlamıştı. Bu tragedyayı kimsenin bilmediği güzel bir kızın takdirini kazanma içgüdüsüyle yazıyordu ki bu güzel kız Goethe’nin üzerinde etki yaratmayı başarmış olan Gretchen’den başkası değildi. Eğer Goethe bir kadından böylesine etkilenmeseydi belki de asla bu kadar duyarlı bir şair olmayacaktı. Bu gerçeği kavramak onun dehası ve karakteri hakkında doğru bir fikre sahip olmak için olmazsa olmazdır.

İkinci Bölüm

Goethe, Leipzig’te insanların durmaksızın bir o yana bir yana geçtiği bir avluya bakan, üniversiteye yakın, iki şirin odası bulunan bir eve yerleşti. Oraya sonbahar panayırının olduğu bir dönemde vardığından, görünüşleri ilgisini çeken birçok yabancıyla karşılaşma olanağı buldu. Eskiden kitap ticaretinin merkezi olması bakımından şimdiye göre çok daha önemli bir şehir olan Leipzig onu öylesine etkilemişti ki orada geçireceği seneleri dört gözle bekliyordu. Özellikle de buradaki insanların, Frankfurt’un resmi ve katı kurallı sosyal yapısıyla zıtlık gösteren sıcakkanlı ve serbest tutumları onu büyülemişti.

Şehre varışından birkaç gün sonra üniversiteye öğrenci olarak kabul edildi. Bazı hukuk derslerine katılmak zorunda olsa da Cicero’nun De Oratore’si üzerine Ernesti’den, retorik ve Alman edebiyatı konusunda da Gellert’ten ders aldı. İlk başlarda derslerine örnek bir çalışkanlıkla katılan Goethe, çok geçmeden derslerin ona bir faydası dokunmadığı kararına vardı. Hukuk bölümündeki hocalarının ona anlatabilecekleri Frankfurt’ta öğrendiği şeylerden farklı çok az şey vardı, ki bunlar da Goethe’nin onların yardımı olmadan üstesinden ustalıkla gelebileceği şeylerdi. Gellert’in kılı kırk yaran, sıradan tavrı ona çekici gelmemişti. Hatta alanında son derece özgün olan Ernesti bile ona göre Latin edebiyatının ruhuna nüfuz edemiyor, daha doğrusu onun büyüsünü derinlemesine hissettiremiyordu. Leipzig’te geçirdiği tüm zaman boyunca kuşkusuz derslere katılmaya devam etse de üniversiteyle ilişkisi içten değil, zorakiydi ve üniversitenin onun entelektüel gelişimine çok az bir katkısı oldu.

Bir tarih profesörü olan Böhme, ona arkadaş canlısı bir şekilde davrandı. Kültürlü ve hoş bir kadın olan karısı Goethe’yle konuşmaktan keyif alırdı. Ancak kadının Frankfurt’a özgü hal ve tavırlarıyla bilakis açık biçimde alay edip hayranı olduğu şairlerin yazılarını yermesi onu biraz rencide ederdi. Her gün tıp profesörlerinden birinin evinde akşam yemeğine katılırdı, burada tıp ve doğabilimlerinde okuyan öğrencilerle tanışırdı. Leipzig yavaş yavaş ilginç olmaktan çıktığında, memleketinde alıştığı şeylere özlem duymaya başlayan Goethe, her şeyden önce en içten duygu ve düşüncelerini paylaşabileceği birkaç arkadaşa hasretti. Gittikçe neşesiz ve ümitsiz bir ruh haline girdiğinden dolayı, 1766 ilkbaharında Frankfurt’tan Leipzig’e hukuk okumaya gelen Horn adında bir arkadaşının onda eski zinde ve esprili havasını bulamayışına fazlasıyla üzüldü. Birkaç yıl onun en yakın dostlarından biri olacak Horn’un varlığı, Goethe’nin yeniden canlanmasına epey bir katkıda bulundu. Toparlanma süreci, Würtemberg’li Dük Frederick Eugene’in özel sekreterliğini yapmak için Frankfurt’tan Treptow’a giderken Leipzig’e uğrayan Schlosser adındaki başka bir arkadaşıyla tamamlandı. Sonraları Goethe’nin kız kardeşiyle evlenen, dinç ve bağımsız bir karakteri olan Schlosser’in biraz katı bir mizacı olsa da özünde nazik ve sempatik biriydi. Onun gelişiyle birlikte Goethe, başarılı bir biçimde eski canlılığını ve özgüvenini kazandı.

Schlosser, karısı da Frankfurt’lu olduğundan dolayı onun hemşerilerini de evinde ağırlamaktan memnuniyet duyan Schönkopf adında bir şarap tüccarının yanında konaklıyordu. Goethe Schönkopf’un sofrasında bulunmaktan öyle haz alıyordu ki her gün orada yiyip içmeye kararlıydı. Bu kararlılığı, Leipzig’te geçirdiği süre boyunca devam edecekti. Schönkopf’un tatlı ve cilveli kızı Anne Catharine, Goethe’nin duyarlı karakterini görür görmez adamın kalbini fethetmişti. Tıpkı Gretchen gibi Anne de ondan iki ya da üç yaş büyüktü. Öte yandan Goethe, yalnızca bu özelliğinin bile kızı sevilmeye daha fazla değer kıldığını hissediyordu. Onun kendisine bağlılığını zevkle kabul eden Annette (Goethe ona genellikle böyle hitap ederdi) de ona içten bir şekilde düşkündü. Asla onun karısı olamayacağına yönelik bir şüpheye düşen Annette, Goethe’ye başka hayranlarına verdiğinden fazlasını da vermedi. Goethe kızın rakiplerine yönelik sevecen tutumlarından ötürü kıskançlık ateşiyle yansa da Annette attığı tek bir gülücükle onun ayaklarını yerden keserdi. Bütünüyle düşünüldüğünde, Annette’yle yıllar süren ilişkisinin ona mutluluktan çok ıstırap verdiği görülür. Goethe, ne kızın aşkının sadece ama sadece onun olması gerektiğine inanıyor ne de bu aşka kendisinden başka birinin talip olduğunu düşünmeye dayanabiliyordu.

Schönkopf’un evinde onun entelektüel gelişimine önemli ölçüde katkıda bulunacak bir kimseyle tanışmasa da genç bir konta özel öğretmenlik yapan Behrisch adında bir bilginin de aralarında olduğu birçok değerli insanla yakından iletişim kurma zevkine erişti. Behrisch’in sadık bir arkadaş ve akıllı bir eleştirmen olması Goethe’nin hoşuna gitmişti. Zamanla çevresi genişleyen Goethe, Leipzig’te de neredeyse Frankfurt’taki kadar fazla arkadaş edinmişti. Özellikle de matbaacı Breitkopf’un evini ziyaret etmekten keyif alırdı. Biri takdire şayan bir piyanist ve becerikli bir besteci olmak üzere, Breitkopf’un Goethe’nin yaşlarında iki oğlu vardı. Bu konuksever ailenin evinde, Goethe sık sık müzikal eğlencelere katılırdı. Üstelik hem şarkı söyleyebildiği hem de flüt çalabildiği için kendisi de eğlencelere bizzat dahil olurdu. Sonraları belli bir düzeyde çello çalmayı bile öğrendi.

Goethe’nin Leipzig’te temas kurduğu en seçkin kişi; çizim, resim ve mimarlık akademisinin yöneticisi olan Oeser’dı. Macaristan’ın Presburg şehrinden gelen Oeser, hemşerilerinde de sıkça rastlanan bir enerjiyle ve şevkle doluydu. Sanatsal başarıları kalıcı bir değere sahip olmasa da etkisi altında kalanların, sıradışı bir biçimde sanata ilgi duymalarını ve yüksek ölçüde gayret göstermelerini sağlayacak güce sahipti. Bundan uzun zaman önce, Dresden’dayken Oeser’la yakın bir ilişki kuran Winckelmann, “Sanat eserlerine kalıcı cazibesini kazandıran nitelikler basitlik ve sükûnettir,” teorisini ondan öğrenmişti. Usta işi sanatsal yöntemlere özlem duyan ve bu yüzden Oeser’ın çırağı olan Goethe de, sanat hakkında elde ettiği tüm verimli düşüncelerin ve kendi kabiliyetlerinin üstüne gitme cesaretinin tohumlarını bu bilge ve güler yüzlü hocasının ektiğini asla unutmadı. Oeser’ın hem Leipzig’teki hem de ülkesindeki evinde Goethe, her zaman hoş karşılanan bir misafirdi. Oeser’ın biri evli iki kızı vardı. Goethe’nin yaşlarındaki bekâr kızı Frederika, babasıyla birlikte yaşıyordu. Güzel, hayat dolu ve becerikli bir kız olan Frederika, Goethe’nin en iyi arkadaşlarından biri oldu.

Oeser, Goethe’nin tek sanat eğitmeni değildi. Bir gravür ustası olan Stock, Breitkopf’ların evinin üst katındaki evde, karısı ve iki genç kızıyla (sonraları Schiller’in en yakın iki arkadaşıyla evlendiler) birlikte yaşıyordu. Goethe ondan büyük bir şevk ve sabırla çalıştığı gravür dersleri aldı. Ayrıca zaman zaman kitapları ciltlemek için mukavvaları da oyarak kendisini oyalıyordu. Goethe’nin meşguliyetlerinin neredeyse sınırı yok gibiydi. Üstlendiği her işte üstün olmayı beklemese de, bu gayreti ona iyi ve kötü eseri birbirinden keskin biçimde ayırıp doğru ve kalıcı ilkelere göre biçimlendirilmiş olanları takdir etmek ve onlardan keyif almak için yeterli ölçüde bir kavrayış kazandırdı.

Leipzig’teki iyi resimlerin tümünü görmüş olan Goethe, 1767’de Dresden’deki resim galerisini gezmek amacıyla kısa bir tatile çıktı. Orada, dostça bol bol sohbet ettiği saygıdeğer ve esprili bir kunduracının evinde konakladı. Galerideki tüm büyük ekollerin resimleri ilgisini çekse de Hollanda ekolüne ait olanlar gerçeğe uygun oluşlarından ötürü onu en güçlü biçimde etkileyen eserlerdi. Hayran kaldığı başyapıtlar, onları gezmeye günlerce devam eden Goethe’nin zihnini öylesine derinden etkilemişlerdi ki gerçek dünyaya döndüğünde çevresindeki şeyleri sanki bir resmin parçalarıymış gibi görmekten kendini alamıyordu. Kunduracı arkadaşı bile sanki Ostade’nın tuvalinden fırlayan bir figür gibi görünüyordu.

Goethe resim sanatından güçlü bir biçimde etkilense de edebiyat onun gerçek dostuydu. Latin klasiklerini giderek artan bir zevkle okuyor olmasının yanı sıra bir tür mutluluk içgüdüsüyle dehasının gelişmesi için en uygun yazarlara yönlendirildiği yeni izlenim ve dürtülerle çevrili olduğunu da hissediyordu. Frankfurt’tayken Shakespeare’i, Wieland’ın çevirisinden okumuş olan Goethe’nin karşısına şimdi de Dodd’un Beauties of Shakespeare’i çıkmıştı. Bu kitaptaki seçmeleri okumak henüz Shakespeare’in gerçek değerini keşfetmesini sağlamasa da sonraki aşamalarda elde edeceği daha derin kavrayışın özünü oluşturuyordu. Kariyerine başladığı Pietist[3 - Goethe, Hermann Hesse gibi yazarları etkilemiş olan, özellikle Almanya’da güçlü olan Protestanlık kökenli din akımıdır. Pietizm, dinsel yaşamda reform olmasını amaçlar. Özellikle mistik bir anlayış geliştirmiş ve kişisel duyguyu dindarlığın temel ögesi sayarak kişisel ahlakı güçlendirmeye çalışmıştır. Dogmacılık ve kilise baskısına karşı çıkan bir öğretidir. (e.n.)] tutkularını ardında bırakmış olan Wieland artık düzyazı ve şiirlerini basit Epiküryen felsefesiyle süslüyordu. Son dönem yazılarının her birini büyük bir şevkle okuyan Goethe, tüm hatalarına rağmen fikirlerini canlılık, incelik ve zarafetle sunmasını iyi bilen Wieland’dan çok şey öğrendi. Lessing’in 1766 yılında yayımlanan Laocoon’unu okuduktan sonra döneminin diğer gençleri gibi kendisinin de kitaptan büyük bir haz aldığını, başyapıtın ciddi ve mükemmel bir ruha sahip olduğunu söyledi. Tıpkı bir şimşeğin parıltısı gibi bu eser de sanatları birbirinden ayıran geniş çizgileri açığa çıkarıyordu. Ayrıca her sanatın, ancak kendi sınırları dışına taşmadığında en yüksek amacına ulaşabileceğini ve tüm sanatlar arasında şiirin doğası gereği en derin, en geniş kapsamlı ve en görkemli sanat olduğunu gözler önüne seriyordu. Tüm bunlar Goethe için yeni şeylerdi ve onu eleştirel düşüncenin temel sorunları üzerine kafa yormaya teşvik etti. Lessing’in, Almanca’da hâlâ türünün en muhteşem biçimlendirilmiş oyunu olan Minna von Barnhelm’ini de aynı şevkle karşıladı. Diğer Alman oyun yazarlarının aksine Lessing motiflerini doğrudan dönemin yaşamından seçerken, bu motifleri kalıcı bir biçimde çekici kılacak yaratıcı bir hayal gücü ve incelikle bezeyerek ifade ettiği için eser Goethe’yi çok etkiledi. Goethe, 1768 baharında Leipzig’te bir ay geçiren Lessing’i ne yazık ki göremedi. Aşağı yukarı o vakitlerde, onun çok saygı duyduğu ve antik dönem sanatı üzerine kaleme aldığı yazılarıyla Goethe’nin entelektüel yaşamını zenginleştiren ve geliştiren en önemli isimler arasında yer alan Winckelmann’ın cinayet haberiyle sarsıldı.

Leipzig’e gelişi itibarıyla, Goethe tiyatrolara düzenli olarak katıldı, hatta ara sıra Schönkopf’un evinde oynanan halka kapalı oyunlarda rol aldı (komedi kısımlarında her seferinde kayda değer bir başarıyla). Tiyatro oyunları devamlı aklının bir köşesinde yer ediyordu ve sahneye aktarılacak bir oyun yazmayı denemek istiyordu. Bunun üzerine 1767-68 kışında Die Laune des Verliebten (Âşığının Haleti Ruhiyesi) ve Die Mitschuldigen (Karmaşıklıklar) adında iki oyun yazdı. İlki aslında Annette Schönkopf’la ilişkisine dair deneyimlerinin bir sunumuydu. İkincisiyse Gretchen’le ayrılığına yol açan olayla bağlantılı olarak dikkatini Frankfurt’a odaklayan durumların tatsız bir tasvirini yapıyordu. On iki hecelik kafiyeli dizeler biçiminde yazılan her iki eser, çoğu çağdaşı gibi Goethe’nin de hâlâ klasik Fransız tiyatrosunu model aldığını göstermektedir.

Goethe, Leipzig’te hiciv sanatına fazlasıyla düşkün bir şair olarak tanınıyordu. Otobiyografisinde, bir zamanlar Almanya’nın edebi diktatörü olarak tanımladığı Gottsched’i ziyaretini anlatır. Bu matrak anlatım tarzından, kendi günlerinin sona erdiğini anlamakta zorlanan bu katı ihtiyarın ziyaretine alaycı bir tavırla gittiğini görmek zor değildir. Asil üslubuyla övünen Clodius’uysa, şatafatlı dizelerinin parodilerini yazarak çileden çıkarmıştı. Ancak özünde Goethe bu tür eserleri bile bir hayli önemseyecek kadar cömertti. Onun en çok hoşuna giden şey kendi düşünce ve duygularına dolaysız bir şiirsel anlatım kazandırmaktı. Bu sebepten dolayı Leipzig’te bulunduğu dönemde epey fazla sayıda şarkı sözü yazdı ve bunlardan bazıları Breitkopf kardeşlerin büyüğü tarafından bestelendi. Bunlar, daha sonraki dönemlerde ürettiği yine aynı türden eserlerin tanımlanamaz büyüsüne nazaran eksiksiz bir ritim duygusundan yoksun olsalar da, en azından ustalık dönemindeki ifade etme yeteneği ve canlılığından bir ipucu verir nitelikteydi.