Goethe otobiyografisinde bu sevimli kızla ilişkisini eşsiz biçimde betimler. Birçoğunun doğru olmadığı bilinen bu betimlemenin ayrıntılarına güvenmek imkânsız olsa da şüphe yok ki gerçekten olup biten her şeyi dürüst bir tavırla, ana hatlarıyla göstermektedir. Ancak şu kesindir ki Goethe Frederika’ya karşı, Gretchen ve Annette’ye duyduğundan daha derin ve kalpten bir aşkla doluydu. Onlarla ilişkisinin hiçbir zaman yüzeyden öteye geçmemesine karşın Frederika’ya duyduğu aşk, romantizm ve giderek alevlenen bir tutkuyla bezenmişti. Öte yandan Frederika’nın da bu genç şairin yaptığı kurlara direnmesi mümkün müydü? Bilinmeyen bir dünyadan yayılan göz kamaştırıcı ışık gibi birden yoluna çıkan bu genç adamın sıcaklığı karşısında onun da kalbi aşk, sevinç ve zevkle atıyordu.
Goethe ilk ziyaretinin hemen ardından Frederika’ya Strazburg’un ona daha önce hiç bu kadar boş görünmediğini yazdığı bir mektup gönderdi. Bunu daha başka mektuplar da izledi ancak tüm bu mektupları daha sonra Frederika’nın ablası yaktı. Goethe onu görmek için Sesenheim’ı sık sık ziyaret etti. 1771 yılında Paskalya bayramının hemen ardından, Frederika annesi ve kardeşiyle Strazburg’a geldi. Orada kaldığı süre boyunca birlikte geçirdikleri zaman mutlu olsalar da nedense Frederika kendini tamamıyla rahat hissetmiyordu. Bunun ardından Goethe onunla yalnızca, mutluluklarını yansıtan doğa onları çevrelerken baş başa kalabildikleri kırsalda mükemmel bir duygudaşlık yakaladıklarının farkına vardı.
Goethe, Hamsin Yortusu’nda tekrar onun evine gidip kısa bir ziyaretin ardından çalışmalarına dönmek niyetindeydi. Ancak Frederika pek iyi değildi. Günler, hatta haftalar geçmesine rağmen Goethe hâlâ Sesenheim’dan ayrılmamıştı. Ziyareti sırasında köyde oldukça ünlenen Goethe; hasır işini öğrenmek, papazın at arabasını boyamak ve papaz evinin yeniden inşasının planını çizmek gibi çeşitli uğraşlar ediniyordu. Homeros çalışmasına devam edip Frederika’ya The Songs of Selma’dan yaptığı çeviriyi okuyordu. Bu sırada, âşıkların tutkusu durmadan büyüyerek kalplerinin derinlerine kök salıyordu.
Nihayet haziran ayının ilerleyen zamanlarında çoktandır bekleyen diplomasını almak için oradan gönülsüzce ayrıldı. Üniversite yönetimi, tezinde öne çıkan fikirlerin bazılarından hiç memnun kalmasa da yeteneğini kabul edip onu bir kamu münazarasında yer almaya yönlendirdi. Buyruk yerine getirildikten sonra lisans diplomasını aldı.
Goethe birkaç arkadaşıyla Yukarı Alsace’ta çıktığı kısa turun keyfini çıkarıyordu. Dönüşte Sesenheim’a bir veda ziyaretinde bulunup ağustosta bir kez daha Frankfurt’taki evine döndü.
Frederika’yla son konuşmasında ona bunun onu son görüşü olduğuna yönelik hiçbir imada bulunmadı. Yine de Goethe öyle olduğunu biliyordu. Bir sonraki karşılaşmaları sekiz yıl sonraydı ve birbirlerine yalnızca eski dostlar gibi davrandılar. Frederika ve ailesi, Goethe’nin ona evlilik teklif edeceğinden hiç şüphe duymamıştı. İlk başlarda evlilik düşüncesi Goethe’nin aklında hiç yoktu. Yalnızca Frederika’nın varlığı, tatlılığı, zarafeti ve güzelliğinin verdiği sevinç hissinin keyfini çıkarıyordu. İşin sonunda bu genç kızın kalbini kazanmanın getirdiği sonuçları engelleyemediği vakit, zihninde uzun süren şiddetli bir mücadele belirdi. Evlenme hazırlığı yapsalardı, Frederika onu gerçekten mutlu edebilirdi. Üstelik o da Frederika’yı zihninde bu mücadeleyi verecek kadar çok seviyordu. Hatta babasının bile onu gelini olarak kolayca kabul edeceğinden hiç şüphe duymuyordu. Öte yandan evlilik düşüncesi onu tiksindiriyordu. Tam da kaderinin bilincine varmaya başladığı bu dönemde evlenerek dehasını ortaya çıkarması için gerekli olan özgürlüğünü kısıtlamak istemiyordu. Frederika’yı derinden sevdiği kadar ona karşı güçlü bir yükümlülük de hissediyordu ama bedeli ne olursa olsun özgür olması gerektiğine karar verdi.
Frederika’ya yönelik bu davranışını asla meşrulaştırmaya çalışmadı. Günlerce yaralı vicdanının sancısını çekti. Mutlu bir evliliğin mümkün olduğu aşamaya ulaşmadığı için son kararında haklıydı. Ancak şunu da iyi biliyordu ki böylesi önemli bir meselede, durumun doğası gereği hayal kırıklığıyla sonuçlanabilecek bir beklenti yaratmamalıydı. Heyecanlı mizaca sahip bir şair için onu büyüleyen bu güç tümüyle karşı konulamazdı. Frederika aşkıyla birlikte sahip olduğu her şeyi kaybetmiş olsa da onları birbiriyle birleştiren bağın kopmasına kalıcı bir kırgınlık duymadı. Büyük olasılıkla, ayrılıklarına yol açan şeyin daha derin sebeplerden kaynaklandığını düşündü. Kısa bir süre için birlikte dolaştıkları bu güzel ve romantik dünyanın hatırasını tüm hayatı boyunca canlı tuttu. Hatta kendisine talip olan başka insanlara, “Goethe’nin sevdiği bu kalp başkasına ait olamaz,” yanıtını verdiği söylenir.
Frederika’ya duyduğu aşk da onu en az Herder’le ilişkisi kadar güçlü, fakat başka bir yönden etkilemişti. Onunla tanıştığında da, ondan ayrılığında da zevk ve acının en derinlerine dalıp birbiriyle karşı karşıya gelen en kuvvetli hislerin çatışması arasında kalmıştı. Aşkla temas etmesi onun dehasını özgürce kullanmasına vesile oldu. Eski bir halk şarkısı olan Heidenröslein’ı yeni bir biçimde sunduğu dönemde kendi tutkusuna ses veren çeşitli şarkı sözleri yazdı. Her ne kadar kısa olsalar da bu mükemmel şarkı sözleri, onun şiirsel niteliklerinin karakterini ciddi biçimde bulabileceğimiz en erken dönem eserleridir. Şarkı sözleri, ilk gayretlerinin aksine geleneksel kalıpların izlerini taşımaz, ancak onun kendi içsel dünyasının dolaysız dışavurumuydular. Beş yüz yıldır (Walther von der Vogelweide’ın muhteşem dizelerini ortaçağ saraylarında krallara okuduğu dönemden beri) şiirde güç ve tatlılığın böylesine iç içe geçtiği bir örnek Almanya’da kök salmamıştı. Bu erken dönem şiirlerinde, yeni bir ilkbahar döneminin başlangıcının heyecan verici gücünü hissederiz. Onlar yer ve gökyüzünün güzelliğine duyulan tutkulu bir hazla doludur; aşkı konu alan her dizede samimiyet izleri taşır. Asil ve kusursuz melodiye sahip dörtlüklerde, hislerine en doğal çıkışı bulan bir zihinden kolaylıkla aktığı izlenimini yaratırlar.
Üçüncü Bölüm
Goethe eve vardıktan bir gün sonraki yirmi ikinci yaş gününde (28 Ağustos 1771) Frankfurt’ta avukatlık yapabilmek için başvuruda bulundu. Birkaç gün sonra avukatlık ve vatandaşlık yeminini ederek işe başlayan Goethe, çok geçmeden ilk davasını aldı (epey sıradışı bir davaydı, babasına dava açan bir çocuğu savunması gerekiyordu). Dava, müvekkilinin lehine sonuçlansa da hem Goethe hem de karşı tarafın avukatı dava sırasında kullandıkları sert ifadelerden dolayı birbirlerine sitem ettiler. Kış boyunca yalnızca bir dava daha üstlendi. Hukuk, Goethe’nin ilgisini çok az çekiyor olsa da bu işi profesyonel olarak yapmasının tek sebebi oğlunun seçkin bir avukat olduğunu görmeye kararlı olan babasını memnun etmekti.
Bu dönemde yürüttüğü tüm çalışmalar içerisinde onu en çok etkileyeni Shakespeare okumasıydı. Nihayetinde, taparcasına sevdiği bu şair vesilesiyle içinde uyanan duygu ve düşünceleri ifade etmenin bir yolunu bulması gerektiğini hissetti. Bunun ardından, 14 Ekim’de babasının evinde bir Shakespeare festivalinin düzenlenmesine karar verdi. Koordineli olarak Strazburg’da da benzer bir festival olacak şekilde bir düzenleme yapılmalıydı. Plan gerçekleştirildi ve Goethe -kendi deyimiyle- “dünya tarihinin gözlerimizin önünde, görünmez bir zaman ipliğinde hızla ilerlediği” oyunlara yönelik hayranlığını coşkulu bir dille ifade etti.
On altıncı yüzyılda Büyük Köylü İsyanı’nda önemli bir rol oynayan demir elli şövalye Goetz von Berlichingen’in otobiyografisiyle Strazburg’da karşılaşmıştı. 1480 yılında doğan Goetz, ortaçağı modern dünyaya bağlayan dönemde adalet ve özgürlüğe hizmet ettiğini düşündüğü amaçlar uğruna kahramanca çarpışan savaşçılar arasında en yiğit olanıydı. Kendinden sonrakilerin onu yanlış anlamalarını engellemek amacıyla kaleme aldığı otobiyografisi, maceralarının içten ve yalın bir kaydıydı. Goethe onu okurken, görünüşteki farklılıklara rağmen Goetz’ün mücadele ettiği baskılarla kendi döneminde düşüncenin ve yapmacıklıktan uzak duyguların yeşerişine ket vuranlar arasında aslında oldukça büyük bir benzerlik olduğunu fark etmişti. Goetz dönemindeki tiran güçlerin, ruhunu zayıflatmasına asla müsaade etmeyip bireyselliğini ortaya koyarak kendi yüksek amaçlarına sadık kalmıştır. Goethe’nin karşısında arzularına ifade aracı olabilecek bir figür durmaktaydı. Bunun ardından Goetz’ü, ilk oyununun kahramanı yapmaya karar verdi.
Taslağa başlaması biraz gecikse de tüm düşünce ve dileklerini paylaştığı kız kardeşi Cornelia’nın da desteğini alarak 1771 yılı kışının başlangıcında işe koyulup yıl sonu gelmeden orijinal biçimiyle oyunu tamamladı. Bu biçimiyle eserin başlığı Geschichte Gottfriedens von Berlichingen mit der eisernen Hand, dramatisirt’di (Demir elli Gottfried von Berlichingen’in tarihi, dramatize edilmiş hali). Yazma sürecinde yazdığı her kısmı günün sonunda kız kardeşine okuyan Goethe, onun gösterdiği içten ilgiyle daha da cesaretlendi. Oyunun kopyalarını elyazması halinde Salzmann ve Herder’e gönderdi. Salzmann arkadaşını tebrik etmekte hiç vakit kaybetmezken, Goethe’nin dört gözle beklediği Herder’in cevabı epey uzun bir süre gelmedi.
Hemen hemen aynı dönemde Goethe dostluğuna büyük önem verdiği biriyle tanıştı. Bu kişi, ondan sekiz yaş büyük olan Darmstadt kuvvetlerinin veznedarı Merck’ti. Uzun, cılız ve hantal görünüşlü bir adam olan Merck, arkadaşlarına mükemmel biçimde sadık bir edebiyat düşkünüydü. 1771’in sonuna doğru Frankfurt’taki bir kitapçı, 1772’nin başlarında yayına başlayacak Frankfurter Gelehrten Anzeigen (Frankfurt dergisi veya Frankfurt âlimden bilgiler) isimli dergiyi Merck’in yayına hazırlamasını istedi. Merck teklifi kabul edip yazarlarla sözleşme yapmak için Frankfurt’a geldi. Goethe onunla bu ziyareti sırasında tanıştı. İkili hemen arkadaş oldular. Goethe de Gelehrten Anzeigen’ın kadrosuna katılıp iki sene boyunca çeşitli türden kitaplarla ilgili birçok eleştiri kaleme aldı. Bu eleştiri yazılarından Goethe’nin fikirlerinde, yargılarında ve onları ortaya koyuş biçimindeki bağımsızlık, canlılık, tazelik, keskinlik ve renklilik açıkça anlaşılıyordu. Güvenle söylenebilir ki tüm büyük şairler aynı zamanda büyük eleştirmendir de. Goethe de bu ilk eleştiri uğraşlarında, kabiliyetlerinin olgunlaştığı dönemde bu kurala istisna olmayacağının izlerini yeterince açık bir biçimde vermişti.
Goethe, Merck’i Darmstadt’ta birçok kez ziyaret etti. Orada Herder’in nişanlısıyla da yakın arkadaş oldular. Kadın, Bückeburg’daki nişanlısına sık sık Goethe’yi anlatan mektuplar yazdı. Bir seferinde Goethe, Frankfurt’tan Darmstadt’a yürürken şiddetli bir rüzgâra yakalanıp bir kulübeye sığınmak zorunda kaldı. Burada ağzından Wanderers Sturmlied’e (Gezginin fırtına şarkısı) ait olan dizeler döküldü. Bu mısralar, Jupiter Pluvius’un gücünü kutlamasıyla başlıyor, şairin kendi ruhunu zaman ve mekânda vuku bulan olumsuz durumlardan bağımsız kılmasına olanak veren dehayı öne çıkardığı çılgın ve düzensiz bir dizi mısrayla da devam ediyordu. Ayrıca bir şairin, sıradan genç bir anneyle (hiç kuşkusuz Niederbronn’daki deneyimlerini akla getiren) antik tapınak kalıntılarından alınan taşlardan yapılmış bir kulübede sohbet ettiği Wanderer (Gezgin) ismindeki hoş şiiri de bu döneme aittir.
Babasının ve kendi akranı olan birçok genç avukatın geleneksel olarak yaptığı gibi Goethe’nin de Wetzlar’da bulunan imparatorluk mahkemesindeki işlerle ilgilenip deneyim kazanarak bu alandaki yeteneklerini kusursuz hale getirmesi bekleniyordu. Bu nedenle Goethe, Mayıs 1772’de Wetzlar’da bir daire kiraladı. İmparatorluk mahkemesindeki her avukat kendi uğraşını kendi seçiyordu ve Goethe de basit bir uğraş seçmekle yetindi. Wetzlar, Lahn nehrinin sol kıyısındaki büyüleyici kırsal alanda bulunan küçük bir şehirdi. Aydınlık yaz günlerinde, Goethe eski hukuk kitaplarına gömülmektense kimsenin olmadığı sakin vadilerde gezintiye çıkıp eskiz defterini manzara resimleriyle dolduruyordu. Ayrıca Yunan şairlerini okumaya da oldukça fazla bir zaman ayırıyor, özellikle de Pindaros’u okumaktan büyük haz alıyordu.
Ancak doğadan ve hatta Pindaros’tan aldığı haz bile çok geçmeden daha büyük bir tutkunun etkisi altına girmesiyle ikinci plana atıldı. Frederika’yla ayrılığı ona hâlâ üzüntü veriyor olsa da yaşadığı ayrılığın şokunu yeni bir tutkunun etkisi altına girebilecek ölçüde atlatmıştı. Hatta bu durum çok geçmeden gerçeğe dönüştü. Bir akşam Wetzlar’daki akrabalarıyla birlikte komşu kasabada gerçekleşecek bir baloya katılmak için yola çıktılar. Akrabalarının bir arkadaşı da onlara eşlik edecekti ve onu almak için arabayı durdurdular. Bu kişi, Wetzlar’daki bir devlet memurunun kızı olan Charlotte Buff’tu. On iki çocuklu bir ailenin en büyük ikinci çocuğu olduğundan dolayı annesinin yakın zamandaki vefatından sonra ev işlerini Charlotte devralmıştı. On dokuz yaşında, sarı saçlı ve mavi gözlü güzel bir kızdı, kıvrak zekâsını ortaya çıkaran bir beceriyle en zor işleri hallederken bile canlılığını ve neşesini korurdu. Ona ilk bakışta âşık olan Goethe’nin karakterine özgü taşkınlığı yüzünden bu durumu gizlemesi mümkün değildi. Her gün öğleden sonra onu ziyaret ediyor, çocuklar onların etrafında oynarken çimlerde bu genç kadının ayaklarının dibinde yatmaktan büyük bir zevk alıyordu. Hatta karşı koyamadığı bir güçle oraya çekildiğinden dolayı akşam vakitlerini de sık sık onların evinde geçiriyordu. Charlotte de (ya da herkesin ona hitap ettiği gibi Lotte) tanıştığı tüm erkeklerden çok farklı olan bu genç adama ilgi duyuyordu. Ancak onu arkadaştan öte görmüyordu, gösterdiği yakınlığı ve sevgisi de bir arkadaşa gösterdiğinden fazla değildi. Ne Lotte ona beklediği sevgiyi verdi ne de Goethe ondan bunu bekledi, çünkü genç kadın zaten bir başkasıyla nişanlıydı. Sevgilisi Kestner, Brunswick Elçiliği’nde kâtiplik yapıyordu. Goethe’den aşağı yukarı sekiz yaş büyük olan Kestner; katı disiplinli, hünerli, sözünden dönmeyen ve görevine sadık bir adamdı. Bunun yanında edebiyat konusunda da epey bilgiliydi. Goethe, Lotte’yle tanışmadan önce Kestner’i az çok tanıyordu. Çok geçmeden de Kestner’le ciddi bir yakınlık kuran Goethe, ondaki yiğitlik ve cömertliğe hayran kaldı. Kestner hiç kuşku yok ki Goethe’nin kalbinde kopan fırtınanın farkındaydı, ancak ne sözleri ne de bakışlarıyla ufacık dahi olsa bir kıskançlık gösterip de Lotte’nin özgürlüğünü kısıtlamak istemiyordu.
Bu ilişki Goethe için çok zorluydu, onu huzursuz ve mutsuz ediyordu. Nihayet dayanılmaz bir hal alan bu durumdan kaçarak kurtulmaya karar verdi. 10 Eylül’de Kestner’le bir parkta akşam yemeği yedikten sonra geceyi çiftle birlikte Lotte’nin evinde geçirdi. Konuşma hiç olmadığı biçimde karamsar bir hal almaya başlayınca Lotte görünmez bir dünyaya gönderme yaparak sohbetin yönünü ciddiyetle çevirdi. Odasına döndüğünde her ikisine de veda mektubu yazdı. Sabah kalktığında yalnızca Lotte’nin mektubuna ayrı bir satır daha ekledi: “Her daim neşeli kal, sevgili Lotte, hep mutlu ol ve bunu hiç kaybetme! Ve ben, sevgili Lotte, senin gözlerinde değişmeyeceğime yönelik inancı gördüğüme öyle mutluyum ki… Elveda, binlerce kez elveda!”
Goethe, Lotte’yi her ne kadar aklından çıkaramasa da kendi mezarından hatta eli kulağında bir tehlikeden kaçtığı hissiyle aynı günün sabahı Wetzlar’ı terk etti. Henüz yayımlanan Die Geschichte des Fraulein von Sternheim
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Frankfurt am Main, Main nehri kıyısında kurulmuş olan, 730.000’den fazla nüfusuyla Hessen eyaletinin en büyük; Almanya’nın ise Berlin, Hamburg, Münih ve Köln’den sonra beşinci büyük şehridir. (ç.n.)
2
Paskalya yortusundan bir önceki hafta kutlanan Kutsal Hafta (Çile Haftası da denir), Hazreti İsa’nın çarmıha gerilmeden geçirdiği son günleri simgeler. Hırisitiyanlar bu hafta her gün farklı bir olayın anısı kutlarlar. (e.n.)
3
Goethe, Hermann Hesse gibi yazarları etkilemiş olan, özellikle Almanya’da güçlü olan Protestanlık kökenli din akımıdır. Pietizm, dinsel yaşamda reform olmasını amaçlar. Özellikle mistik bir anlayış geliştirmiş ve kişisel duyguyu dindarlığın temel ögesi sayarak kişisel ahlakı güçlendirmeye çalışmıştır. Dogmacılık ve kilise baskısına karşı çıkan bir öğretidir. (e.n.)
4
Emile, J. J. Rousseau, çev. Yaşar Avunç, İş Bankası Kültür Yayınları, 2009 (e.n.)
5
Wakefield Papazı, Oliver Goldsmith, çev. Arzu Tontu Özgen, Doruk Yayınları, 1996 (e.n.)
6
Hamlet, William Shakespeare, çev. Sabahattin Eyüboğlu, İş Bankası Kültür Yayınları, 2008 (e.n.)
7
İlyada, Homeros, çev. Azra Erhat, İş Bankası Kültür Yayınları, 2014 (e.n.)
8
Odysseia, Homeros, çev. Azra Erhat, İş Bankası Kültür Yayınları, 2014 (e.n.)
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книгиВсего 10 форматов