Kunanbay büyük baybişesi Künke’yi Karaşokı’ya yerleştirecekti. Kendisi de oradaydı. Tüsip ikindi vakti geldi ve Kunanbay’ı uygun bir yere çağırdı. Küçük bir tepenin başına çıkıp oturdular. Tüsip uzun süre konuştu. Sözü uzaktan başlattı, “bereket ve birlik” gerektiğini söyledi, en sonunda:
– Bu işine sadece Böben değil, bütün Kişeken de dâhil, hiç kimse razı değil, deyiverdi. Kunanbay korkusuzca Tüsip’in yüzüne baktı ve büyük bir öfkeyle:
– Razı olmayanın hamisi Kişeken mi olacak? O hâlde bu Kerey, Uvak, şu Sıbanlar da bütünüyle rızasız ve memnuniyetsiz. Sağlı sollu hepsi öfkeli! Kime öfkeli? “Soydu, yağmaladı, helal malımızın hissesini vermedi” diyerek tam da Kişeken’den şikâyetçi, Kişeken’den memnuniyetsiz. Baydalı’dan, Böjey’den ve senden… Tam da Sizden razı değil… Bökenşileri konuşacağına, kendi başının çaresine baksana! Hırsızına, yağmacına sahip çıksana, dedi.
Tüsip bu yaklaşıma çok sinirlendi, sesi de yükseliverdi:
– Hayta ile haşarı her yerde var, Kunanbay! Böjey ve Tüsip hırsız mı ki! “İki arada bir derede kalan akrabaların laflarını söyledin, kız kardeşlerin gözyaşını dile getirdin” diyerek daha da mı azarlayıp suçlayacaksın? Ak da olsam, olmayacak ithamlarla daha da mı kışkırtacaksın? Böjey ile Tüsip kötü niyetli olsa söylersin! İyi niyetli olsa, günahsız olsa, ne dersin?
– Dediğim dedik! Suçlusun, kötü niyetlisin…
– Peki, öyleyse, suçu ufalayıp dök ortaya… Kabahatimi yükle boynuma, diyen Tüsip, tir tir titreyerek diz çöktü.
– Suçunuz şu: Böjey bana tuzak kurmayı bıraksın! Birinin arkasına saklanarak bana ok atmaktan caysın! Artık bunları terk etmezse varını yoğunu ortaya salsın, bütün oklarını atsın! Fakat “ne zaman uyardın” demesin! Sıradaki yas bağını, başkası değil, tam da kendisi görür ecelin hasını! Kerey’in, Uvak’ın malını vereceksiniz! Verdirtirim! Yarın üstünüze kurultay toplatırım. Bu birincisi… İkincisi, Bökenşilerin dedikodularından uzak dursun. Ayağını denk alsın. Sen de ayağını denk al! Aradaki akraba sen değilsin. Sana sınatacak sözüm yok benim. Bela aramıyorsan müdahil olma! Müdahil olursan “çarpışmak için özel olarak karıştın” diye düşünürüm. Git! Söyle tavrımı! Bütünüyle ilet Böjey’ine, Baydalı’na, dedi.
Konuşma bununla bitti, ikisi iki tarafa ayrılıp gitti!
4Maybasar’ın iki ulağı, Kamısbay ve Cumağul, ertesi gün öğleye doğru at koşuşturarak Jigitek içlerine geldi. Sorgusuz sualsiz peş peşe dalıp dalıp çıktılar bazı evlerden içeri…
Ürkimbay’ın kışlağındaki altı evin etrafında duran bütün itler çitlerinden çıkmış idi. Ulaklar haykırıp kamçı sallayarak üstlerine gitti, hepsini bezdirip geri çevirdi.
Her bir kiyiz evin kapı örtüsüne sarınarak gizlice izleyen çocuklar da bu haşarı konuklardan korkmuş, deliklerine kaçan fareler gibi evlerinden içeriye dalıp saklanmışlardı.
Bazı erkekler, Ürkimbay’ın oturmaya elverişli büyük kiyiz evinde toplanmıştı. Ev sahibi yanı sıra Kaumen ve Karaşa da oradaydı. Bu ikisi Böjey’in yakın akrabalarıydı. Ürkimbay’ın perçemli küçük kızı kapı önünden kaçarak gelip babasının koltuk altına tıkıldı ve sesi titreyerek:
– Ulak, ulak, dedi.
Ulak gelince ardından kavga getireceğini çocuklara kadar herkes çok iyi biliyordu.
Boyunlarına deri çanta asmış, döşlerine kapak gibi büyük bakır göğüslük takmış olan iki ulak eve girince perçemli kız:
– İşte! İşte ya, baba, diyerek sülük gibi yapışırcasına babasının koynuna girdi. Bu durumdan hoşlanmayan Ürkimbay:
– Oy, canlarım! Niçin bağıra çığıra geliyorsunuz, diyerek karşıladı.
– İş çok, buyruk daha da çok… Acele ediyoruz, diyen Kamısbay başköşeye kuruldu. Cumağul ise ateşin başına geldi, bir dizinin üstüne çöktü ve oturdu.
Orada bulunan Karaşa:
– E-e, buyruk ne? Daha ne var? Halk göçtü kendiliğinden, istilacı yağmur yetti hariçten, dedi ve öfkeyle kaşlarını çatarak Kamısbay’a baktı. Fakat aksi ulak oralı olmadı.
– Buyruk şu: “Konukevleri kuracaksınız!” Karaşa, Kaumen sizi de arıyorduk. “Ürkimbay, Karaşa, Kaumen… Üçünüzün obalarınızda kurultay olacak. Halk toplanacak. Kerey ve Uvak’ın davacıları gelecek. Halkla halkı konuşturup tartıştıracağız, malı hırsızdan alıp sahibine vereceğiz” diyor…
Bu durumdan hoşlanmayan Kaumen, tiksintiyle:
– Kim diyor, diye sordu. Karaşa yeniden gözlerini dikti:
– Alıp verecek olan kim, dedi. Ürkimbay da korkusuzca bakarak:
– Hırsızdan mı alıp verecek, yoksa “hırsız olmayan da yükü paylaşsın” mı diyor, diye sordu…
Kurultay’ın gideri çok olurdu! Bu, “pek çok halkın kalabalık davacıları gelip yerleşecek” demekti. Bu, “halkın kuvvetli, besili ve doyumsuz yöneticileri gündüzleri öğle yemeği yiyecek, akşamları konuk ziyafeti çekecek ve hiç acele etmeden obalarında aylarca yatacak” demekti.
Ezelden bilinirdi. Hangi oba üstünde kurultay olursa o obanın ziyanı bol olur, halktan ayrışıp huzursuzluğa boğulurdu. Büyük yönetici hangi obayı hedefine almışsa o obaya kurultay kurdururdu.
Kamısbay, burada oturanların kurultay kararına kolaylıkla baş eğmeyeceğini önceden biliyordu. Bunlar başçavuş ile Ağa Sultana bir şey söylemeseler de ulakla çok çatışırlardı. Fakat Maybasar’ın buyruğu sertti. Tereddüt etmek olmazdı:
– Buyruk büyüğün buyruğu: Kunanbay ile Maybasar’ın buyruğu. Benim çıkardığımı mı zannettin, dedi. Böbürlenerek Karaşa’ya baktı ve
– Hadi! Hadi bakalım! Aranızda konuşun da evleri kurmaya başlayın. Üçünüzün obalarınızdaki bütün kiyiz evleri getirip buraya kurun. Kesimlik konusunda da anlaşın. “Jigitekler öncelikle kesimlik elli koyunu arasında paylaşsın” dedi. Bunları hangi obalara yükleyeceğiz. Şimdi bu hususta fikir yürütelim, diyerek konuşmasını tamamladı…
Kaumen, ulakla konuşarak kimseyi ikna edemeyeceğini ve yola getiremeyeceğini iyi biliyordu. Dolayısıyla o, münakaşayı çoğaltmadan, yakındaki Baydalı ile görüşmek istedi. Ürkimbay ile Karaşa’ya:
– İkiniz bana baksanıza, dedi. Biraz sessiz kaldıktan sonra “bu, yalnızca bize değil, bütün Jigiteklere düşen bir afet yahu. Burada Baydalı var. Ne zamandır Böjey ile müşavere ediyorlar… Karaşa! Sen tez at bin de varıp Baydalı’ya danış, şu ulakların beklediği cevabı getir” dedi. Ürkimbay da:
– Doğru, öyle yap, diyerek Kaumen’in sözüne katıldı. Ulaklar da buna karşı çıkmadı.
Karaşa hemen kalktı, başka bir şey demeden çıktı…
Bundan sonra ulaklar öylesine oturdular, ikram edilen çayı içtiler. Ürkimbay onlarla tartışmasa da içten içe Maybasar’ın buyruğuna çok öfkelenmişti. Bütün Tobıktılar içinde “kazanına haram lokma salmayan evler” diye bir liste yapılacak olsa, o listeye, en önce Ürkimbay’ın evi yazılırdı…
Ulaklar çok beklemedi.
Birkaç atlı kişi atlarını kişneterek evin yanına kadar gelmiş, çabucak inmiş, yularlarını hızlı hızlı bağlamaya başlamıştı.
Gelen Karaşa idi. Onun yanında da Baydalı ve Karaşa’nın yürekliliğiyle tanınan eşkıya yıkıcı yiğitleri vardı. Ulak Cumağul uyanıkça idi. Bunların gelişi içine sinmemiş, bundan hoşlanmamıştı:
– E-e! Bu ne? Ayaklanmış gibisiniz hep birlikte, deyiverdi. Kojakan adlı uzun boylu kara yağız delikanlı:
– “Düşman deveni kesiyorsa, beraber tutsana” demişler. Jigiteklerin bütün malını elinden alıp Size vermeye geldik, dedi. Buna öfkelenen Kamısbay:
– Bütün malı değil, sadece elli koyunu gerekli. Kalan malın çoksa sahibi geldiğinde yanına katar gönderirsin… Acelen ne, diyerek zehrini döktü.
– Onları alıp verecek olan sen misin, diyen Karaşa, çömelerek Kamısbay’ın tam yanına oturdu ve Kamısbay’la tartışmaya başladı.
– Ben olsam ne yapmak isterdin?
– Seni kana susamış cani! Bütün halkı ağlattın yahu! Bu yalakalığı bırakmayacak mısın?
– Hey, boş konuşma! Çekil şöyle! Şu Baydalı’nın cevabını söyle.
– Cevabı mı? Öyleyse, cevabı şu, diyen Karaşa, elindeki kızılcık saplı kalın kamçıyı savurarak vurup onu yere yıktıktan sonra yekinip ayağa kalktı, Kamısbay’ın kafasına gözüne vurmaya başladı…
Kamısbay yediği kamçılara rağmen çarçabuk ayağa kalkıvermişti… Ürkimbay, evdeki yiğitlerine haykırarak buyruk verdi:
– Tutun! Yıkın itleri, dedi.
Cumağul ve Kamısbay üzerlerine çullanan yiğitlerle mücadele etmeye ve bağırarak küfretmeye başladı. Fakat yiğitler boyun eğmedi. Ses çıkarmadan üstlerine atılan on yiğit ikisini de vura vura yıktı ve dizüstü çökertti.
Hiddetinden nefes nefese kalan Karaşa:
– Baydalı’nın cevabı şu: “İki iti düreye34 yatır, kıpkızıl kızartarak Maybasar’a geri gönder” dedi… Pekâlâ! Başımın belası, dedi ve gelerek Kamısbay’ın omuzlarına oturdu. Kuyruğu ile sırtından at sürer gibi kırbaçlayıverdi. Ürkimbay ile diğer yiğitler de aynı şekilde Cumağul’u kırbaçlayıverdi…
İki ulak Jigiteklerden olabildiğince dayak yedikten sonra yüzlerindeki kırış kırış kuruyan kararmış kızıl kanları temizlemeden at koşturarak Karaşokı’ya gelip Kunanbay’ın huzuruna çıktı.
Baysal ve Maybasar da Kunanbay’ın yanındaydı. Kulınşak’ın batır oğullarından Nadanbay ve Manas da onlarla birlikteydi. Ev, Irğızbaylardan Juman, Tölepberdi gibi daha pek çok yiğitle dolup taşıyordu…
Kunanbay evvela ses çıkarmadan donup kaldı, biraz sonra iki ulağın yüzünü işaret ederek Baysal’a:
– İşte, gördün mü? Nasıl akrabalık yapayım? Böjey’in bu kamçısı, bunlara değil, bana vurulmadı mı? Kalkın, diye sertçe haykırarak bütün yiğitlere buyruk verdi: “Şimdi gidin! Kendi evinde dövdüren Ürkimbay’ı, elini ayağını bağlayıp sürükleyerek önüme getirin” dedi.
Başka hiç kimse bir cümle dahi söylemedi. Kunanbay da bundan başka bir söz demedi. On yiğit at biner binmez kamçılayıp gitti. Kulınşak yiğitleri de onların içindeydi…
Akşam loşluğu başlarken Ürkimbay’ın obasına yetiştiler. Bütün oba erkeklerini kartal çarpmış gibi dövdükten sonra Ürkimbay’ı kendi evinden sürükleyerek çıkardılar.
Ürkimbay ev içinde karşılık verse de dayak yiyeceğini anladıktan sonra mücadeleyi bırakmış ve ses çıkarmamıştı. Yüzündeki kan son damlasına kadar çekilmiş gibiydi. Öfkeden yemyeşil olmuş, nefesi kesilmişti. Dudağını ısırıp yüzünü taş gibi kaskatı katılaştırarak kendini tutmuştu.
Ürkimbay’ı dışarı çıkarınca ellerini arkadan bağlayıp semiz bir sarı kula ata bindirdiler. Tölepberdi de sıçrayarak onun arkasına bindi. Hiddetli topluluk atlarını çatlatırcasına Karaşokı’ya yöneldi.
Artık her yan kararmaya başlamış, bütünüyle alaca karanlık çökmüştü…
Bunlar Şınğıs’ın epey içlerindeki Ürkimbay tavlasından aşağıya doğru yönelmiş, nehir boyunca at koşturarak gidiyordu.
Kısa süre sonra nehri kesen yamaç yoluna geldiler. Buradan batı tarafındaki Karaşokı’ya doğru döneceklerdi.
Önlerinde alabildiğine uzamış olan bir grup yüksek ağaç vardı. Bir anda bunların arasından kalabalık bir insan topluluğu çıktı:
– Çevir, çevir!
– Giriş, giriş!
– Öldür itleri, öldür, şeklindeki bağrış çığrışla ve hızla, birçok atlı üstlerine geliyordu. Sayıları otuz kırktan az değildi. Hepsinin ellerinde topuz ile sopa vardı. Bunları gören Kunanbay yiğitleri de haykırdı:
– Geleceksen gel!
– Gel de geber!
– Girişeceksen giriş, diyerek düzensiz bir şekilde dağıldılar ve üstlerine gelen kalabalığın arasına karıştılar. Bunların da sopaları ve topuzları hazırdı.
Uzun uzun sopalar sıra sıra savruldu, tak tuk birbirine vuruldu…
Karanlıkta pusuya yatıp hücum eden Karaşa idi. Baydalı gündüz ona buyruk vermişti:
– Ettin edeceğini, ama artık koru kendini, demişti.
Karaşa, bu konuşmadan beri, akşam karanlığı basıncaya kadar at üstündeydi… Akşamüstü gölgeler uzamaya başladığında Ürkimbay obasına doğru at koşturan kalabalık topluluğu tam vaktinde görmüştü. Bunların boşuna gitmediği de belliydi. Onları görür görmez atını topuklamış, dağdan inip kendi obasındaki beş altı yiğidini atlandırmış, yol üstündeki Kaumen yiğitlerini de toplamış, böylece gününü bu vakte kadar at üstünde geçirmişti.
Hasımlarını Ürkimbay obasında bastıramayacağını bildiğinden bu dönüş yoluna gelmiş, burada beklemeye başlamıştı.
Karaşa sopa kavgasında çok iyiydi. Kendi obasının genç yiğitleri de at üstünde yapılan kavgalarda cesaretini kaybetmezdi. Kojakan gibi “arayan belasını bulur” denen cinstendi…
Olur olmaz yerde iyi rast gelmişti. Kunanbay kuvvetleri içinde bu çatışmaya ilk başlayan Kulınşak’ın batır oğlu Manas oldu. O, önlerinde pusu kurulmuş olabileceğini düşünen biri gibiydi. Jigitekler kendilerinin etrafını çevirmeye başladığında hiç şaşırmamıştı.
Eyerindeki kara topuzu hızla sıyırıp alırken bütün yiğitlerine buyruk vermiş:
– Şaşırmayın! Çok da olsalar korkmadan vuruşun! Çekinmeden vurun, deyip gelenlerin arasına dalmıştı. Kalabalık toplulukla önüne geleni devire devire, eze eze bir süre çarpıştı. Manas, iki Jigitekleri yere indirmişti bile…
Ürkimbay’ı aldıklarından beri Tölepberdi’nin aklında bir şey vardı. Yolda büyük bir tehlike olursa, o, en azından Ürkimbay’ı yıkıp öyle gidecekti. Ancak karşılaştıkları pusuyla başlayan kargaşa anında bu düşüncesini gerçekleştirinceye kadar Karaşa yetişti, ona bu fırsatı vermedi…
Elleri bağlı olan Ürkimbay, çatışmanın bir anında Karaşa’nın atını tanıdı ve hemen:
– Karaşa! Buradayım, beni kurtar, diye bağırdı. Ürkimbay’ın sesini duyan Karaşa, hemen iki kişinin bindiği ve ay ışığında beyazımsı görünen sarı kula atın peşine düştü. Karaşa’nın peşinden gelen Jakıp’ın yüğrük sarı atı ne kadar uğraşsa da ona yetişemedi.
Karaşa geride kalmamış, kalabalığın arasından yırtar gibi çıkıvermişti. Tölepberdi şaşkın şaşkın arkasına bakarken önünü görmeden gidiyordu. Ürkimbay bu sıkıntılı andan faydalandı, kendini kolayca attan sıyırdı, yere düşüp yıkıldı.
Jigitekler bu şekilde Ürkimbay’ı Kunanbay kuvvetlerinin elinden almış oldu.
Jigitekler çarpışırken dağları yıkarcasına nara atıyorlardı. Onların sesini duyan yeni kişilerin de gelmesiyle toplulukları kalabalıklaşmaya başlamıştı. Her taraftan:
– Nerede? Neredeler, diye sağa sola at koşuşturarak Kunanbay kuvvetlerini kuşatan atlıların uğultusu iyice çoğalmaya başlamıştı. Bu durumu fark eden Manas kendi yiğitlerine:
– Şimdi dönün! Kaçarak vuruşmak gerek! Kaçarak vuruşmaya başlayın! Haydi çekilin, dedi ve önce kendisi çekilmeye başladı…
Ürkimbay ellerinden alındıktan sonra hep birlikte dağı aşıp gittiler. Kunanbay yiğitleri, Jigiteklerin eline geçmeseler de Jigitek kuvvetlerinden korkup kaçmıştı. Ürkimbay’ı alıp götürememiş, geride bırakmışlardı.
Gündüz vakti Kunanbay’ın iki ulağını dövmeleri gibi bu gece Ürkimbay’ı kurtarmış olmaları da bütün Jigiteklere moral vermiş, onları cesaretlendiren bir iş olmuştu…
5Bu olaydan sonra havalar iyice bozuldu, kış soğukları etrafı kasıp kavurdu…
Şınğıs’tan aşarak esen sert bir rüzgâr vardı. Baharda “iyilik” için esen yel, bu defa kar döken ve yamaçlardaki otlarla su kenarlarındaki sazlıkları dimdik diken bir yel oluvermişti. Esasında kış günü esen Şınğıs yeli çiftçilerin dostuydu. Dağlık arazi ile yamaçlarda bir hafta on gün kadar fasılasız estiğinde kış zorluklarını dağıtır, hayvan yayılımını çoğaltır, faaliyetin kalanını tamamlatırdı.
Bu, değişerek esen bir yeldi. Bu yüzden o kadar da çok soğuk getirmezdi. Fakat yamaçlardaki taşı kumu uçurarak esen karayelin esişindeki sertliğin kendine özgü bir yanı vardı.
Bu rüzgârın, koyunların yediği kısa pelinlerle bodur çayırlar dışındaki otları, boyu uzunca olan gövdesi boş bitkileri de yolup uçurma âdeti vardı.
Esasında Şınğıs’ın asil otu, koyunların nimeti, kısa pelinlerdir. Bu sebeple kışlak seçimi, seçilen yerin koyunlar için elverişliliği bakımından değerlendirilir. Bu yüzden, koyunların serveti pelin olduğundan, iyi bir kışlak arayan pek çok halkın sığındığı yer işte bu Şınğıs olur.
Şınğıs’ın karayeli diğer zamanlarda iyi olmakla birlikte tam da güz günlerinde uygunsuz eser. Havayı soğutur, gökyüzünü karıştırarak gelir. Şınğıs’ın etekleri ile kuytularındaki obalar bu dönemde kışlık damlarına yakınlaşıp konar ve hava durumunu takip eder…
Bugün, güz karayelinin başlamasıyla birlikte kar da serpiştirerek düşmeye başlamıştı. Yılın ilk karıydı bu. Yılın ilk karını düşüren soğuk rüzgâr kiyiz evde yaşayan obaları bütünüyle büzüştürdü. Halkın tamamına yakını kiyiz evlerini alelacele söktü, yüklerini çiftliğe taşıdı ve sıcak kerpiç evlerine girdi…
Halkın büyük çoğunluğu bu telaşta olsa da Kunanbay’ın Karaşokı’daki obası kendi gailesiyle yas yemeği veren bir oba gibi kendi kendine alt üst oluyordu. Ürkimbay’ı alamayışlarıyla ilgili yaşadıkları karşı koyuşu bütünüyle anlatan Manaslar geldiğinden beri Kunanbay obasından her yöne doğru üstü üstüne ulaklar gönderiliyordu.
Bu obada Baysal’ın katılımıyla başlayan dünkü “bütün büyükler toplantısı” henüz dağılmamıştı. Bunlara ilave olarak şimdi Irğızbay göbek bağından töreyen civardaki bütün erkekler atlanıp geliyordu. Ulakların gittiği yönlerden onlarca atlı saf saf yele uçurtarak gelip bunlara katılıyordu…
Kunanbay bu gelen gruplardan on kadar yiğidi seçti, başlarına Maybasar’ı verdi ve evvela Bökenşi boyuna gönderdi.
Kızılşokı’daki Bökenşiler daha hâlâ göçmemişti.
Bunlar gider gitmez sıkı buyruk verdi ve buradaki Bökenşileri Talşokı ile Karavıl’a doğru göçürttü. Süyindik ve Sügir bu şekildeki bahaneleri bekliyor, iki kanadını açmış uçmaya hazır bir kuş gibi duruyordu. Öncelikle bunlar göçtü. Diğer Bökenşiler de zoraki onların peşinden gitti.
Bugün göçenler yalnızca Bökenşiler değildi. Irğızbay obalarından biri olan Öskenbay’ın büyük obası – Zere’nin oturduğu oba ile onun yanındaki Izğuttı, Karabatır, Juvantayak gibi birkaç oba da göçüyordu. Bunlar yaz kış Uljanlar ile birlikte göçen ve Jidebay ile Barak’ta kışlayan obalardı.
Kunanbay bu vakte kadar o obaları kışlaklarına göndermemiş, kendi topluluğunu bir arada tutmuştu. Artık soğuk düşünce yaşlı annesini ve Uljan’ın elindeki genç oğullarını dondurarak oturtmak imkânı kalmamıştı.
Çocuklar da Zere ile Uljan’a “kışlağa göçelim, donduk” diyerek bastırmıştı. Bunun üzerine Zere Kunanbay’a kızmış, onu zoraki bugün göçmeye ikna etmişti.
Kunanbay, bu obalarını göçürtüp yola çıkardıktan sonra Şınğıs bölgesinde tam da bugün yaşanan telaş ile karmaşadan alelacele faydalanmak istedi.
Sabahtan beri üst üste gelen atlılar, şimdi öğle vaktinde, büyük bir kalabalığa dönüşmüş ve koca bir kuvvet olmuştu: Hepsi de sopa, mızrak, ay balta, topuz tutan ve saldırı ile savaşa hazır bir kuvvet!
Bu gelenler Irğızbay boyu yanı sıra Torğay, Topay, Juvantayak, Anet, Sak Toğalak gibi boylardan gelen gruplardı. Yine Kötibaklardan büyük bir kalabalık grup gelmişti. Bu halkların hepsi de Şunay, Şiy, Jidebay ve Kıdır’dan başlayıp Şınğıs’a kadar uzanan bölgelerde kışlayan halklardı. Bunlar, Karaşokı’ya yakın olan kışlakların insanlarıydı…
Kunanbay önce her halkın boy beyini yanına almış, geride kalanlara bu boy beylerinin adıyla selam göndermiş, böylece bütün bu kalabalığı toplamıştı… Baysal, mensubu olduğu Kötibaklara kendi adına selam söylemiş, ulak olarak da Kötibakların yiğitlerini görevlendirmişti…
Kunanbay, kendisi Karaşokı’yı aldıktan sonra Baysal’a bir söz vermişti. Şınğıs’daki kışlağı az nüfusu çok Kötibakların arazisini genişletecekti. Kötibaklar Jigiteklerle hemşeriydi. Jigitekler eskiden bütün Tobıktıları yöneten ataları Kengirbay zamanında Şınğıs içindeki iyi ve duldalı kışlakların tamamını almış, ondan beri de tamamen kendisine bağlayarak bugüne kadar gelmişti. Kunanbay artık nüfusu artan, malı çoğalan ve o dönemlerde arazi hissesi düzgün bir şekilde tahsis edilmeyen Kötibakları Jigiteklerden yer alıp vermek suretiyle memnun etmek istiyordu.
Bu meseleyle yaz ortasından beri ilgileniyordu. Böjey’den çekerek kopartıp kendisine bağladığında bunu açıkça hissettirmiş, özellikle ilgisini çekmişti: Baysal’ın hissesi olarak ayırdığı bir kışlak vardı. O kışlak, bugün Böjey’in oturduğu meşhur Tokpambet idi…
Bu arzu Baysal’ı sarıp sarmalamıştı. “Jigitek arazisini adabıyla, yoluyla alabiliriz” diye düşünüyordu. Kunanbay’ın ağzından “alıp veririm” sözünü işittiğinden beri yaşananlara ses çıkarmıyor, kaş göz işaretiyle anlaştığından beri ikisi birlikte hareket ediyordu. Baysal ses çıkarmıyorsa bu yapılanlara razı olmasındandı. O, karşı olduğu zaman, karşı olduğu hususa sadece bir kez ve peşinen diklenirdi. Bu defa bugüne kadar ses çıkarmadan gelmişti. Kötibakları yazdan beri Kunanbay’ın buyruğundan çıkarmış değildi. “Yönettireyim, boyun eğdireyim, katılıp göreyim. Nereye, nasıl götürür bekleyeyim” diye karar vermişti.
Fakat son iki üç gün içinde kafası karışmış, gerilmişti. Tokpambet artık gaddarlıkla eline geçmezse barış içinde elde edilebilecek değildi… Zorbalıkla ve ağlatarak alırsa kendisi sükûnet bulabilir miydi? Üstelik Jigitekler hem kalabalık, hem akrabalı, hem sağlam bir boydu. Bunlar içinde Kunanbay’a ayak direyen Böjey vardı. O, bereketli ata kışlağını yerleşim olarak uzun süre Kötibaklara bağlatır mıydı? Zorbalığın da geri dönecek bir karşılığı olmaz mıydı? Böjey istikrarlı bir kışlak olan kadim Tokpambet’i Baysal’a bırakmaya dayanabilir miydi? Nasıl olursa olsun, gaddarlıkla alınan bir şeyin hayırlı olacağını söylemek zordu. Alacağını bir alsaydı, arkasından vurup yıkarak atıp gitmeseydi, iyiydi…
İşte bugün ses çıkarmadan, Kunanbay’ın yanında ağzını açmadan duran Baysal’ın içi böyle kaynıyordu…
Kunanbay paldır küldür giyindi, güneşin tam tepede olduğu öğle vaktinde Baysal ve Maybasar’ı peşine takıp dışarı çıktı ve bütün halka:
– Ey akrabalar! Binin artık atlara, diye bağırarak buyruk verdi.
Herkes harala gürele at bindi. Irğızbay yiğitleri silahlarını eline almıştı. Diğerleri de bütünüyle silahlı idi…
Bu vakitte rüzgâr sertleşmiş, hava soğumuş, sabahtan beri serpiştiren kar artık yoğunlaşmış ve yüze vurmaya başlamıştı. Her yan bulutlu idi. Şınğıs’ın zirvelerinden nefes kesercesine kıvrılarak inen ve akarak geçip giden dumanlı bir pus da vardı.
Kunanbay uzun doru atın üstünde dikildi, etrafa ve güneşin canlılık durumuna baktı. İçinden “kimsenin karartısı görünmüyor, bu oldukça iyi” diye geçirdi. Kaşlarının arasından düşen iki eşit kırışığı vardı. Bunlar şimdi iyice derinleşmiş, sert bir şekilde çatılmıştı. Yanağında uzayıp giden tüyler yüzünü yer yer gölgelendirmiş, büyük ve keskin bakışlı tek gözünü kan bürümüştü. Fıldır fıldır dönen gözüyle etrafa keskin bakışlar fırlatıyordu.
Halk bütünüyle at bindikten sonra sağında ve solunda duran Baysal ile Maybasar’a bakarak buyruk verdi:
– Bas, dedi.
Kamçı basarak atları burnundan solutan, kara susamış yamaçları gümbürdeterek giden büyük ordu Jigiteklere doğru yöneldi.
Ordunun önündeki Kunanbaylar tepelerin arasında bir görünüp bir kaybolurcasına hızlı gidiyordu. Aynı günün öğle vakti geçmeden yele uçurtarak Tokpambet’in batı yakasındaki yassı tümseğe kadar geldiler.
Böjey’in kışlağı kuzu otlağı mesafesindeydi. Çiftliğine girmişti. Saf ahbun tütünü, puhariden taşarcasına kesintisiz süzülerek çıkıyordu evin bacasından.
Çiftlik çevresinde kalabalık çoktu. Fakat yaya idiler. Tam ahırın yanında uygun vaziyette duran tek tük at vardı. Kunanbay etrafı hızla kolaçan etti. Eyerlenmiş atların tamamı kışlağın yukarısında ve aşağı doğru uzanan yoğun ılgınlı çayırlık tarafında kösteklenmiş hâlde yayılıyordu…
Irğızbay tarafından gelen kalabalık kuvveti görür görmez çiftlikteki herkes aceleyle atlarına doğru koşuştu. Ellerinde sopalar ve mızraklar vardı. Karşılık vermek için hazırlıklı oldukları belliydi.
İçlerinde bulunan az sayıdaki hanımlar da atlarına binecek gibiydi. Bu durumdaki karşı koyuş, kıran kırana savaşa dönüşecekti. Bunu anlayan Kunanbay kürklü deri kalpağının iplerini çenesinin altından bağlarken doru atı ökçelemiş:
– Sarın, sarın! Olcay! Olcay, diye nara atarak kamçıyı basmış, öne atılmıştı. Onunla beraber kendisiyle birlikte gelen bütün kuvveti de:
– Irğızbay! Irğızbay!
– Topay! Topay!
– Olcay! Olcay, diye atalarının adlarından gelen boy adlarını bağırarak hep birlikte ileri atılmıştı.
Sonbaharın sert rüzgârında tutuşarak her yanı kaplayan gür otluk yangınınınki gibi toprağı feryat ettirircesine çok ses çıkıyordu. Gür gür gürleyen bu bağrış çığrış kendinden geçmiş kuvvetin soğuk sesiydi…
Böjey obasındaki topluluğun sayısı bu kuvvetten her hâlükârda daha azdı.
Jigitek esasında hazırlanamamış, hazırlıksız kalmışa benziyordu. Savaş olacaksa böyle bir durumda herkese malum bir âdet olduğu üzere karşılıklı olarak “vuruşulacak yeri söylesin” diye haber gönderilir, ondan sonra kuvvetler yığılır idi. Kunanbay böyle yapmamış, tez elden bastırmaya gelmişti…