Книга Abay Yolu 1. Cilt - читать онлайн бесплатно, автор Muhtar Auezov. Cтраница 8
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Abay Yolu 1. Cilt
Abay Yolu 1. Cilt
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Abay Yolu 1. Cilt

Uçurumdan beri tarafta, Süyindiklerin tam önünde, kalabalık bir yılkı sürüsü dağılmış vaziyette yayılıyordu. Hem de iki yamaçlı vadinin iki yakasındaki omuzlarında bulunan tümseklere kadar saçılırcasına dağılmışlardı. İçinde al donu ile kulası çok olan bu sürü Kunanbay sürüsüydü…

– “Allah çarptı” desene! Göz bebeğim, Süyindik, efendim! Şimdi ne edeyim, diyen Jeksen’in gözleri yaşardı.

– “Yaylanı düşman aldı, kışlağını ateş sardı” denen rezillik bu olmalı, diyen Süyindik kuru kuruya iç çekmekten başka hiçbir şey söyleyemedi. Bu topluluktaki gençler ve yaşlılar, kimi abes konuşmaları işitmiş olsalar bile tam da bu şekilde bir manzarayla karşılaşacaklarını hiç düşünmemişlerdi. Bunlar içinde ziyadesiyle ciğeri yanan kişi Jetpis idi:

– Yalnızca Jeksen’in değil, bütün Bökenşilerin, bütün Borsakların arazisini basıp almış yahu. Katlanmaktansa bu zulme, ölmek daha iyi be, deyince Bökenşi ve Borsaklardan birçok yiğit atlarını ökçeledi, ileri atılıverdi. Hepsi de gözlerini Süyindik ve Sügir’e dikerek:

– Toprak acısı, can acısı!

– Bundan ötesi, esen kalanlarımızın sadakası!

– Bökenşi ve Borsak kumadan mı?

– Ne zamana kadar katlanacağız?

– Korka korka bulduğunuz bu ya!

– Çekingen kılıp öldürdünüz ha, diye hiddetlerini dile getirdiler.

Süyindik bu sözleri başına çarpan bir kamçı gibi hissetti, çok huysuzlandı. Serbest bıraksa, bu topluluk sükûnetle şurada yayılan yılkı sürüsüne de saldırmaktan geri durmazdı. Az önce söylenen sözlere bakılsa sanki aynı atadan töreyen insanlar değilmiş gibiydiler. Bu tavırlar ona tümüyle çapulcu tavrı gibi görünüyordu. “Sıradan kalabalık” diye düşündü. Bunlar bir eylem yapıp dağılacaktı. Fakat bunun sorumluluğu kime kalacaktı?

Yarın adı “her şeyi başlatan, yılkı sürüsüne saldırtan, oba basan Süyindik” diye çıkacaktı… Süyindik bunları düşününce ürktü, dehşete kapıldı. Hem malıyla hem canıyla hesap verecek olan Sügir, Jeksen ve kendisi olacaktı. O, bu duruma aşırı şekilde sinirlenerek atının dizginlerine asılıp şaha kaldırdı:

– Hey yiğitler! Durun durduğunuz yerde, diye bağırdı. Bütün herkes irkildi, ona baktı. “Böyle konuşacaksanız, belanızı başka yerde arayın! Beni aranızda saymayın. Hadi, işte, varın! Kunanbay sizin dik görünen yirmi topuzunuzdan korkar mı sandınız? Korksa böyle yapar mıydı? Siz yirmi olsanız o yüz, siz yüz olsanız o bin olur” dedi. “Görün işte” derken çenesini obaya doğru uzattı.

Oradakiler, Süyindik’in neyi kastettiğini onun gösterdiği tarafa bakınca anladı. Oba ile uçurum tarafından ve iki yakadaki tepeliklerden önlerinde yayılan kalabalık yılkı sürüsüne doğru tek tek bastırarak gelmekte olan pek çok atlı vardı. Birileri yan tutmuş, birileri eyer takımına kıstırmış, birileri de bileklerine ilmiş vaziyette hemen hemen yüze yakın topuzcu topuzlarını sallandırarak geliyordu. Hepsi de kısa süre içinde sürünün içine girmiş, bir araya toplanmış ve sessizce avına yaklaşan kaplan gibi süzülerek akarcasına Süyindiklere doğru yaklaşıyordu.

Süyindik’in konuşmasından sonra toparlanan Bökenşi ve Borsaklar ses çıkarmadı. Hepsi de atlarını ağır ağır bastırarak kendilerine doğru gelmekte olan deminki topluluğa doğru yürüttü.

Şimdi kalabalığı yatıştırmak için konuşan Sügir idi. Bökenşiler arasında genç ala yılkısı en çok olan, en büyük zengin oydu. Aheste bir şekilde yalvararak başladı konuşmasına:

– Akrabalar var, halk var! Zararı misliyle dokunur bize de arkadaşlar! Söyleriz! Halkın gündemine sokarız işte. Yeter ki kendinizden geçercesine belaya bulaşmayın Siz de, dedi. Onunla aynı düşüncede olan Süyindik yiğitlerini tehdit edercesine:

– Bela çıkaran olursa, o belanın azabını kendi başına çeker ha! Ne zaman söylemiştin, bizi uyarmadın ki demeyin, dedi ve konuşmaları özetleyerek sonlandırdı…

Yılkı sürüsü içinden bunlara doğru hareket eden kalabalık grubun tam ortasında Kunanbay vardı. Onun bindiği uzun doru at, başını aşağı yukarı sallaya sallaya, kekilini yelleyip savura savura, aheste adımlarla geliyordu. Kunanbay, bütün bu kalabalıkla birlikte Süyindiklerin yanına kadar gelmedi. Yılkı sürüsünden beriye doğru biraz çıktıktan sonra arkasındaki atlıları geri çevirip gönderdi.

Yanında o topluluğun ileri gelenlerinden sadece on kişi kaldı. Kunanbay Süyindiklerle görüşmeye bu seçkin toplulukla birlikte geldi. Görünüşü soğuk, yüzü asık idi… Kuvvetliliğin göstergesi olan bu yüzü asıklık “ne eder, ne yaparsın” diyen bir meydan okuma çehresiydi… Yamacın otlarını titreştiriyor, tüyleri diken diken ediyordu. Bölgeyi vermeyecekleri anlaşılıyordu. Boyun önde gelenlerinin ve özellikle Kunanbay’ın dış görünüşü böyleydi. Süyindikler her zaman bunun bir korkutarak gözdağı verme olduğunu bilseler bile bu görünüşten ürkerlerdi…

Önce Bökenşiler selam verdi. Kunanbay yalnızca dudaklarını kıpırdattı, selamı sessizce aldı. Bir müddet ses çıkartmadan bekleyen Süyindik:

– Mırza31, bu atlılar da ne, diye sordu. Tobıktı soyunun bütün yöneticileri Kunanbay’a “Mırza” diye hitap ederlerdi. Kunanbay:

– Öylesine! Şu yılkılara “otlağa çıkarmadan önce damga bastırayım” demiştim. Bunun için toplandılar, dedi.

Konuşma bundan öteye ilerlemedi. Jeksen dönmüş arkasına bakıyordu. Arkadan gelen göçün en önündekiler yamacın başındaki tepeliği aşmış ve onlara doğru yaklaşıyordu. Kunanbay’a:

– Evet, Mırza! Şu gelmekte olan bizim göçümüz ya! Kışlağımıza geliyorduk dura kalka. Burada ise hâl bir başka! Bu nasıl oldu, diye sordu. Kunanbay:

– E-e-e! Sana “göçünü al da gel” diyen kim? Çalım satarak izin almadan göçmesen, konuşup haberleşerek yola çıksan olmaz mıydı? Göçün döner, gideceği yere gider, dedi. Jeksen, halkı öne sürmek istedi:

– Yönetici halkın sahibi, halk toprağın sahibi değil miydi, dedi. Bunun üzerine Kunanbay sinirlenerek:

– Yönetici olmak, havada durmak mı ki? “Şınğıs’ın hiçbir yerinden Irğızbaylara kışlak verilmesin” diye buyruk veren kim, derken Süyindik araya girmek istedi:

– Şınğıs demesen! Bu bölgedeki kışlaklık yerin az değil, yetersiz de, diyecek oldu. Kunanbay sözüne ara vermeden:

– Hey, Kişeken32, Böben33 diye büyüklenerek konuşmasına devam etti… Jigitek ile Bökenşi boylarından olan kişileri sıvazlamak istediğinde böyle “Kişeken”, “Böben” derdi… Kunanbay şimdi bu ağaların boylarını bir araya yığmış da bütün halklarıyla yüz yüze davalaşır, şikâyetlerini birinin hakemliğine sunar gibi konuşuyordu. “Ağabey oldun, önce yettin. Alabildiğine uzanan Şınğıs’a olabildiğince yayılıp yerleştin. “Irğızbay küçük” diye, “sayıları az” diye uçsuz bucaksız Şınğıs’tan bir adımlık kışlak vermedin. “Başka kışlak” diyorsun… Şınğıs’ın yanında kışlak mı sayılır başka yer? Ben ne edeyim, ne zamana kadar boyun eğeyim? Ne zamana kadar eli boş ömür süreyim? Sırtını yaslayacağı, Şınğıs gibi dayanacağı bir direk, Irğızbay’a da gerek… Irğızbay da gelişip büyüyen bir halk. Yabancın değil, akraban! Kumadan mı doğdu ki hisse vermiyorsun, dedi. Davasını da, kararını da kendisi söyledi.

– O zaman söylesene! Bökenşilerden ne kadar kışlak almayı uygun buldun Mırza, diye soran Süyindik artık bu salmanın miktarını öğrenmek istiyordu. Kunanbay:

– Bökenşi Şınğıs’ın bu yakasındaki bütün kışlağı verecek, deyince içi yanan Jetpis:

– E! Biz nereye gideceğiz, diyerek hayıflandı. Müteakiben kalabalık içinden:

– Çıkarılıp kovulan Bökenşi mi oldu?

– “Sürünsün” demek bu!

– Koruyucun, hamin yok olmuş yahu, diye sesini yükselterek başkaldırmak isteyenler oldu. Kunanbay gözünü Süyindik’e dikti ve kamçısını itiraz sesleri yükseltenlere doğru uzatarak:

– Sustur şunları, diye haykırdı. Kunanbay’la mücadele etmeyi gözü kesmeyen Süyindik kendini temize çıkarmak için:

– Hey! “Galeyana gelmeyin” dememiş miydim, çığırtkanlar! Susun artık, dedi. Kalabalık zoraki susup kaldı. Kunanbay sesini yumuşatmadan:

– Bökenşi, Borsak! Kışlağınızı aldı da “bozkıra kanırttı” mı diyecektin? Alsam da öylesine almış değilim, karşılığını vereceğim. Bu Şınğıs’ın eteklerinden kışlak yer göstereceğim: Gidip şu Jigitek ile Kökşe’nin arasına yerleşeceksiniz. Başı Talşokı, bayırı Karavıl ile Balpan. Gidin oraya yerleşin. Kararım bu! Göçlerinizi çevirin, o tarafa yönelin, dedi…

Bu sırada batıdan ve doğudan da birkaç atlı gelmiş, Süyindik’in topluluğuna eklenmişti. Batı tarafından gelen iki atlıdan biri Süyindik’in büyük oğlu Asılbek idi:

– Bizim kışlağa Jakıp ve Jortar konmuş… Ne yapalım, diye sordu.

Doğu tarafından gelen ise Sügir’in komşusu Kabas idi:

– Bizim kışlaklara Irsay, Mırzatay, Ürker yerleşmiş… Göçü ne yapalım? Yük boşaltamadık, afallayıp kaldık, dedi… Artık her yandan, kışlaklarından ve ata yerleşimlerinden ayrılan obaların dörder beşer kişilik genç ya da yaşlı üyeleri geliyordu. Hepsinin beti benzi atmıştı. Öfkeden kudurmuş, hiddeti boğazına kadar dolmuş, yutkunamayan ve nefes alamayan kişiler…

Arkada bıraktıkları göçlerdeki erkek ve kadın herkesin memnuniyetsizliğini, bedduasını, hiddetini ve haysiyetini yüklenip getirmiş gibiydiler.

Bökenşi ve Borsak topluluğu çoğalıvermişti. Fakat Kunanbay baş eğecek gibi değildi. Süyindik kendi halkının perişanlığını ve yaşadığı ıstırabı sezebiliyordu. Kendisinin de zavallı durumuna düştüğünü, onurunun ayaklar altına alındığını çok iyi anlıyordu:

– Ne yapayım, ben ne yapayım? Yabancıdan görsek neyse, deyince yanında duran Jetpis:

– Adalet ölmüş yahu, deyiverdi. Onun memnuniyetsizce çıkışmasını izleyen kimi gençler:

– Koruyucun kalmamış ya!

– Böyle yapacağına, zavallı durumuna düşen bu Bökenşileri, Borsakları yersiz yurtsuz bırakıp kovsa ya, diye sesini yükselterek hareketlenmeye ve tekrar öfkelerini sergilemeye başladılar. Tam o sırada Kunanbay’ın yanına iki grup atlı geldi. Önce gelen yaklaşık on kişinin başında Baysal vardı. Onun yanında da Kötibak boyunun en seçkin kodamanları. Bunların yöneticisi durumundaki Baysal, Kunanbay’la samimi bir şekilde selamlaştı:

– Yerleşiminiz hayırlı olsun, Mırza, dedi. Onunla birlikte gelenler de:

– Hayrı uzun sürsün!

– Mekânın hayırlı olsun, diyerek peş peşe kutladılar. Bu grubun hemen arkasından bir başka grup daha geldi. Bunlar beş altı kişiydi. Bunların başındaki kişi Torğay boyunun en güçlüsü ihtiyar Kulınşak’tı. Kulınşak’ın yanında beş evladı vardı. Meşhur “beş kesici” diye adlandırılan bu oğulların hepsi cengâver, mızrakçı ve savaşçıydı.

Kulınşak da Kunanbay’a iyice yaklaşarak:

– Gözbebeğim, Kunancan, aman mısın? Yerleşimin hayırlı olsun, dedi…

Bökenşi ile Borsak şimdi anlıyordu. Irğızbay boyu bu zorbalığı yalnız Irğızbaylar olarak yapmıyordu. Kötibak, Torğay, Topay boylarının da bütün güçlü kuvvetlileri ile ele avuca sığmayan yiğitleri Kunanbay’ın yaptığını uygun buluyor ve onaylıyordu.

Süyindik’in ümidi Kötibaklar idi. Bütünüyle olmasa da “sağlam karakter sahibi Baysal, Kunanbay’ın bu işinin dışındadır” diye düşünüyordu.

Kimseye hissettirmeden ne konuşulmuştu? Ne sırlar vardı? Belli değildi. Şu samimiyetine bakılırsa Kunanbay ganimet sahibi bütün güçlü kuvvetlileri tamamıyla arkasına takmış gibi görünüyordu.

Hâl hatır sormaya gelen, “hayırlı olsun” demeye gelen Baysal ve Kulınşak boşu boşuna tam da bugün gelmiş değildi. Bökenşi ve Borsak’a gözdağı vermek için gelmişlerdi. Kunanbay bunu özellikle yaptırıyor gibiydi.

Bunu yalnızca Süyindik değil, Jeksen de sezmişti:

– Yazık! Kaç göbek atalarımdan beri yerleşimimdi. Bu bir yana! Yahu hepinizin gözünün önünde daha dünkü baharda Borsakların bir yiğidinin kanının döküldüğü yer bu taşların bağrı değil mi, dedi. Bu laf, oradakilerin beklemediği bir laftı. Süyindik içinden “bunun beyni iltihaplanmış” diye düşündü. Söyledikleri hiç hoşuna gitmedi, ama “bunu niye söyledi ki” diye de meraka girdi.

Bu, Kunanbay için de beklenmedik bir konuşmaydı. Bu olayı “davada delil gösterenler, bahane edenler olur” diye düşünmemişti. Bu yüzden cevabını düşünmeden söyledi. Bundan, buraları Bökenşi ve Borsakların elinden almasını icap ettiren bir sebep olarak faydalanacak oldu:

– Ne diyorsun? Bunadın mı? “Erim, yiğidim” mi diyorsun? Erin, yiğidin o ise senin halkında ne haysiyet kalır? O er değil, Borsak ervahının sadakası, kurbanı! Aynen Tobıktı ervahının da sadakası, kurbanı! O, iğrenç alçağın biriydi. Ben özellikle o iğrenç alçak yok olsun, “izi tozu kalmasın” diye burayı, bu bölgeyi başkalarına yurt ediyorum. Bu boş konuşma da neyin nesi, dedi.

Bu konuşma, Bökenşi ve Borsakların kalabalık topluluğuna taşla vurulmuş gibi ağır geldi. Bir anda hepsine Kodar’ın ölümünün arkasındaki sır Bökenşi arazisinin ellerinden alınmasına bahane ediliyormuş gibi geldi.

Bu konuşmadan önce Süyindik’in takati tükenmişti:

– Vay canına, ne diyorsun! Ağzına kurban olayım Böjey efendim! Kodar öldüğünde “bu kemendi yalnız Kodar’ın boynuna geçirmiş değilsiniz. Yazgı buyurmuşsa, onunla birlikte kendi boynunuza da takmış olabilirsiniz” demeseydin keşke! Heyhat, Kodar efendim! Bir hayal uğruna gitmişsin ya, dedi ve sustu. Atının yelesine sarıldı, bükülmüş vaziyette öylece kaldı.

Bunun üzerine Jeksen:

– Vay arlanmaz başım! Felaketleri çeken yalnızlığım! Ben ne biçim bir itmişim, evladımdan vazgeçmişim? Oy vay kardeşim! Kardeşim Kodar, diyerek hüngür hüngür ağladı, atını ardı ardına kamçılayıp bağıra çığıra Kodar kışlağına doğru koşturmaya başladı. Oradaki Bökenşi ve Borsakların tümü sanki bekledikleri buymuş gibi “oy vay kardeşimleyerek” Jeksen’in arkasından at koşturmaya yöneldi. Süyindik de onlarla birlikte gitti…

Baysal ile Kunanbay da artık burada duramadı, bet benizleri atmış vaziyette sessizce arkalarına dönüp oradan ayrıldı. Kunanbay içinden “hay Allah, deminki sözleri söylemekle hata ettim galiba” diye düşünüyordu. Fakat bunu Baysal’a dahi belli etmiyordu. Bökenşilerin bu tavrına yeni bir mazeret aradı, kendi kendine “buldum onu” dedi. Baysal’a gözlerini dikerek:

– Bunları kudurtanın kim olduğunu gördün ya! Kendisini küçük düşürdükten sonra uçurumda yatan sırrını ifşa edişini görüyorsun ya! Yatağına su püskürten, kuytularda çiseleyen Böjey’miş. Açık açık Böjey! Tobıktılar içinde benim önümü kesen kanlı kapan oymuş demek! “Birlik, beraberlik” diyorsun. Günah kimde? Gördün mü? Fakat biricik Allah ta görüyor ya, yenerim onu da, dedi. Bir müddet sonra yalnızca Baysal’a gizli bir sır veriyormuş gibi “sen Süyindik, Sügir ve Jeksen’e söyle. Halkı ayaklandırmasınlar! Bastırsınlar! Şınğıs’ın hangi yakasına yerleştirirsem yerleştireyim, bu üçünün hissesi az değil. Üzülmesinler! Pişman etmem. Bu sözüme güvensinler” dedi.

Maybasar ise öylece kala kalan topluluğun ortasında, az önce yaşanan olayların olduğu yerde duruyordu. O, ağlayarak at koşturup tepelerle tümsekleri aşa aşa giden Bökenşilere bakarak:

– Vay yarenler! Bunları “öğleden sonra meleşen topal koyunlar” mı sanıyorsunuz. Hiç te değil! Bökenşi yahu bunlar, öğleden sonra meleyen kuzular. Baharda ölen biri için hasat zamanı mezar kazanları gördünüz mü? “Bunu gören kim” desenize, dedi ve “kark kurk” ede ede güldü…

Kodar’ın cenazesine ilkbaharda kimse yaklaşmamıştı. Sadece koyun çobanı Aytimbet ile Jempeyis gelerek yasçı olmuştu. O gün Jeksen kendi obasının çoluğunu çocuğunu ve kadınını kısrağını “niye ağlıyorsunuz, gözünüz kör olsun” diyerek dövmüş, kartal çarpmış gibi her birini bir yana savurmuş, Kodar’ın cenazesine de evine de uğratmamıştı. Jempeyis ve Aytimbet’in yanına yalnızca kendileri gibi çoban olanlar ve canı acıyan yoksullar katılmıştı. Bu insanlar iki meyyiti yıkayıp kefenlemiş, dert yanarak ağlaşmış, yas tutmuş, Kutcan’ın mezarı başına götürüp gömmüşlerdi.

Şimdi Kutcan’ın mezarının iki yanında bulunan yeni kabirler Kodar ile Kamka’nın mezarlarıydı…

Bökenşilerin bütün üyeleri ad koyarak kamçılayıp gelmiş, ağlayarak bu mezarların üstüne düşüvermiş, ağıt yakmaya girişmişti. Süyindikler gelmeden önce kabirlerin yanında sadece üç dört kişi vardı. Bunlar Jempeyis ve Aytimbet ile başka bir iki koyun çobanıydı.

Yaz boyunca gelemedikleri için bugün göçle birlikte gelir gelmez ilk önce onları hatırlayan ve kabirleri başında Kur’an okuyan kişiler bunlardı.

Yaslı çobanlar uğultuyla mezarların üstüne dökülen kalabalığı görünce çok şaşırdılar. Ağlaşanlardan biri de Süyindik idi. Bu nasıl bir muamma, bu nasıl bir bulmacaydı?

Bunları özellikle şaşkın bırakan Jeksen ile Jetpis idi… İkisi de üç kabri sırayla kucaklayarak:

– Bağışla, asilim, bağışla!

– Ağabeyim, bağışla, diyerek hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Gözlerinden akan içtenlikli üzüntü yaşları sular seller gibi çağlıyordu.

Fakat Jempeyis’in yüreği yumuşamadı. Bu yaz Kodar ile Kamka’nın kederinden beli tamamen bükülmüş, iyice sararıp solmuştu.

Jempeyis, göğsüne vurarak Kamka’nın kabrini kucaklarken hüngür hüngür ağlayan Jeksen’e:

– Oy, gözün aksın, gözün kör olsun, dedi…

Yalnızca erkekler değil, bütün göçlerdeki kadınlar da kısa bir süre içinde üç kabrin başına toplaşmıştı.

Kalabalık halk gözyaşı dökerek uğuldadı, yaygara kopararak ağlaştı…

3

Bökenşi ve Borsaklar eski kışlaklarından yüz geri edip uzaklaşmakla birlikte Kunanbay’ın belirttiği yeni kışlaklara varmadılar. Kızılşokı, Kıdır ve Kölkaynar’a çardak kurup kondularsa da göçlerini sonlandırmadılar…

Bu dönemde diğer halkların tamamı kendi kışlaklarına gelmiş, yerleşmişti. Biçilen yemlerin çiftliklerin yakınına taşınması, kışlık giyimlerin hazırlanması, kışın yakılacak tezeklerin seçilip toplanması, hayvan barınaklarındaki yırtık ve deliklerin yamanması, evlerin bakımının yapılması ve sobaların tamir edilmesi gibi işler kışlık mekânı olan halkların tamamı için hep birlikte yumuldukları mevsimlik yoğun işlerdendi.

Böyle işlerin uzağında kalan ve gideceği yer belli olmayan Bökenşi ve Borsaklar kısa bir süre içinde akarak sürüklenen bir halka dönüştü…

Kunanbay yorga Cumabay’ı Süyindik ve Sügir’e göndermiş, “şu Karavıl, Balpan, Talşokı civarından seçtikleri yerleşimleri alsınlar! Yine otlak olarak boylu boyunca bütün Şalkar’ı alsınlar. Fakat halka ön ayak olmasınlar, tez gidip konsunlar” diye mesaj iletmişti. Süyindik ve Sügir “Şınğıs’tan her birimiz bir kışlak alacaksak, Karavıl ve Balpan da elimize geçecekse, yine özellikle yayladaki iki nehir özel mülkümüze dönüşecekse, bizim için üzülecek bir şey yok” diye düşünüyorlardı.

Süyindik ve Sügir, kendi hesaplarınca utulmadıklarını anlayınca göçme yerleşme işini düşünüp kıpırdanmaya başlamışlardı. Süyindik, Sügir ve Jeksen obaları, bugün, diğer Bökenşilere söylemeden tan atışıyla birlikte urganını ipini önceden hazırlattıkları develerini yakalatmışlar ve çardaklarını da toplatmaya başlamışlardı. Bunların, bu şekilde, diğer Bökenşi ve Borsaklardan uyuşmazlık hâlinde ayrıştığını ve göçeceğini anlayan halk içinden yirmi otuz kişi at binerek bunların obasına yöneldi.

Bu topluluk, sıradan çiftçi topluluğuydu. Aralarında iri yapılı ve orta yaşlı Darkembay da vardı. Bunlar önce Kızılşokı sınırında konaklayan Jeksen’in yanına geldiler. Jeksen ve Jetpis’i dışarıya çağıran Darkembay:

– Halkı bırakıp da canını kurtarmak ister gibi nereye böyle? Kal kaldığın yerde! Göçme! Ne göreceksen, birlikte göreceksin bizimle! Çardağını devirme, dedi.

Jeksen mukavemet gösteremedi. Sadece yılan gibi kıvrılarak:

– Canım efendim, bir bildiğiniz mi var, diyebildi. Darkembay:

– Şimdi ikiniz de at binin! Erişin bize! Süyindik ve Sügir’e gideceğiz, dedi.

Jeksen ve Jetpis at bindi, gayri iradi diğer atlıların peşine takılıverdi…

Bu topluluk Süyindik ile Sügir’e de çok şey söylemedi. Buyruklarını kısaca dile getirdi, göçlerini durduruverdi. Bunların sözlerine çaresizce boyun eğen Süyindik:

– Peki, ama bulduğunuz fikri söylesene! Kış geliyor kılıcını sürükleye sürükleye! İhtiyarı, yaşlıyı öksürte öksürte! Çoluk çocuk içinden delikanlılarını alıp ne zamana kadar oturacağız böyle? Nereye gideceğiz, nereye, diye sordu.

Darkembay’ın cevabı hazırdı:

– Süyindik, Jeksen, Sügir, üçünüz de düşün önümüze! Haydi, yürüyün, Böjey’e! Halktan yırtılır gibi ayrılmakla onmazsınız bütünüyle! Böjey’e gideceğiz, ağırlığımızı hissettireceğiz akraba kimselere. Dayanak destek olan olmazsa hiçbir şekilde, sonra düşünürüz gerisini de, dedi…

Jeksen ile Jetpis’i, Süyindik ile Sügir’i de aralarına alan bu topluluk aynı gün öğle vakitlerinde Şınğıs’daki Böjey obasına geldi. Onun kışlağı, Tokpambet denen gür çayırlı, bol çalılı, çok duldalı bir kışlak idi. Burası Böjey’e öz büyükbabası Kengirbay’dan ata yerleşimi olarak miras kalan araziydi.

Bökenşi topluluğu geldikten sonra Böjey alelacele birilerini gönderdi ve yakın yerdeki Baydalı ile Tüsip’i çağırdı. Hiç olmazsa “Jigiteklerin düşüncesi aynı yerden, birlikte çıkmış olsun” diye düşünmüştü.

Süyindik bu topluluk içinde açık seçik konuşmuyor, sözlerini ağır ağır hareket ederek ve boğazındaki bir şey onu boğacakmış gibi yutkunarak sıralıyordu. Nihayet:

– Akrabaların geliyor. Aklına fikrine sığınıyor. Ne diyorsun? Yol gösteren bir söz söyle, dedi.

Böjey onun içinde sakladığı sırrı bilmiyordu. “Alıştığı korkaklığı, Kunanbay’a karşı duramayan ezeli paytaklığı” diye düşündü, “hıh” etti, bıyık altından güldü. Süyindik alabildiğine solgun olmakla birlikte çoğunluk öyle değildi. Onun keyifli hâlinden hoşlanmadığı için boynunu dışarıya doğru döndürüp kanı çekilmişçesine oturan Darkembay, Böjey’in gülücüğünü hissederek:

– Böjike, irkile irkile bir hâl olduk ya! Çalık ayak doğru düzgün basmaz olunca, it de çıkıyor, kuş ta sıçıyor omzuna! “Çök, çömel, otur” demeden yalnızca, bizi de halk kılıp devlet yapacak ve erkek edecek aklı bulsana! Ne duruyorsun daha, dedi.

Baydalı böyle külhanbeyi erkek mizacını beğenirdi. Açık seçik konuşup doğru söyleyeni severdi. Kendisi de cesarete ve harekete değer veren biriydi. Jigiteklerin askerî gücü çoğunlukla bu Baydalı’nın çevresinde görünürdü:

– O-o Süyindik! Sen aklı bu semiz Darkembay’dan sorsaydın ya. Erkeklik sözü bu fukarada! Bu er fukarada, deyip gövdesini dikleştirdi ve hayranlıkla Darkembay’a baktı…

Böjey bu mücadeleye, askerle değil, önce kendi yolu ve yöntemiyle başlamayı makul görüyordu. Bu defa Kunanbay’ı diline dolayıp elinden geldiğince ifşa edecek ve halkın önünde rezilliğini ortaya dökecekti. Şu gelen Bökenşilere yarın başlarına gelebilecek belaları söyleyecek, önlerinde duran meselelerin üstünü açıp haber verecekti… Önce bundan başlamak münasipti:

– Böben, Borsak! Kardeşimsiniz. Size dokunması, bana dokunması! Sizden uzakta kalarak esenlik ve huzur bulamam. Fakat Kunanbay’ın dediği olursa sizinle beni de iyi geçim içinde ve akraba olarak bırakmaz efendim. Talşokı, Karavıl, Balpan denen yerleri söylediğini işittim. Bunun altında yatanı anlıyor musunuz, dedi, kolaçan eder gibi bütün topluluğa baktı, biraz sessiz kaldıktan sonra:

– Bu, “Kişeken ile Böben’in arazi sınırı aynı olsun” demesi: “iki atadan töreyen nesiller birbirine komşu olursa iyi geçimlilikten uzaklaşırlar. Birbirlerine yakın otursunlar. Beş dal kuru ot ile bir yudum su için bile en küçük hareketlerinde çatışsınlar” demesi… “Bugünkülerden gelecek nesillere iflah olmaz ayrılık kalsın” demesi ya… Fakat onun düşüncelerinin hepsi arzu ettiği gibi ilerlemez. Akrabalığım akrabalık! Günlerden bir gün ihtiyaç duyup Talşokı ile Karavıl’a gelecek olursanız yeriniz hazır. Bütün varlığımı ortaya salarım, tartışıp çekişmeden paylaşırım. Bir yol bu… Fakat bundan önce konuşup görelim. Ara akrabamız Kişeken ya. Biz teşebbüs etmezsek kim teşebbüs eder, dedi ve Tüsip’e bakarak:

– Akrabaların önünde “bu yaptığın rezillik, bu yaptığın zorbalık” deyip görelim. İşin kalanı ile konuşmayı sonra bitirelim… Olur mu, diye sordu. Bökenşi topluluğu da Baydalı da Tüsip de “olur” dedi. Böjey konuşmasını:

– O hâlde, Tüsip, sen at bin! Bu konuşmayı Kunanbay’a ilet, cevabını bugün getir, diyerek tamamladı.

Tüsip’in ulak olarak gitmesi karara bağlandıktan sonra Baydalı da öfkeyle konuştu. Tüsip’e:

– Yalnız, serbestçe konuş! Söyleyeceklerinin hepsini söyleyip gel. İçimize ata ata, tasalana tasalana, boğazımıza kadar dolduk. Bozuşsan bile kati söyle, halkın hiddetini yetiştir bütünüyle, diyerek tam cesaret verdi.

Tüsip aynı gün akşamüstü Kunanbay’ın yanına yetişti, bu söylenenleri aynen yerine getirdi…