Книга Abay Yolu 2. Cilt - читать онлайн бесплатно, автор Muhtar Auezov. Cтраница 11
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Abay Yolu 2. Cilt
Abay Yolu 2. Cilt
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Abay Yolu 2. Cilt

– O kadar insanı ayağa kaldırarak herkesin ortak olduğu hangi malı kırıp dökmüşüz? Sadece akılsız iki gencin toyluğu yüzünden birlik ve beraberlikten, ervahtan ve ezeli dostluktan ayrılacaksa Bökenşilerin bize kıymayışı nerede kalır? Onlar bize kıyarak horlayacaksa, biz neye acıyarak tereddüt edeceğiz? Geride neyimiz kaldı, diyerek cesur bir biçimde ve çok keskin konuştu…

Jigitekler bu konuşmadan sonra sağlam bir karara varamasa da sabahtan beri süren kararsızlıktan, şöyleydiböyleydiden arındı ve konuşmaları belirli bir mecraya bağlandı. Buna göre; bundan sonra atılacak adımlar ve yapılacak işler Bökenşilerin tavır ve davranışlarına göre belirlenecekti. Jigitekler şimdi sorumlu halk durumundaydı. Dolayısıyla en önemli iş, başkalarının izleyeceği yolun farkına varmaktı. Şimdilik Bökenşilerin önüne gidip, göz göre göre suçu üstlenmeyeceklerdi. “Bökenşiler olumlu konuşursa akrabaların gönlünü iyilikle alırız. Kötü konuşurlarsa vebal onlarındır, boyun büküp yıkılacak değiliz” diyerek konuşmaya ara verdiler…

Bazaralı bu fikri de kendi kulaklarıyla işitti, bir şey söylemeden çekip gitti.

Konaklayacak yer bulamayan kabahatli kardeşi ile yeni gelinine giderken ziyadesiyle fazla habere doymuş olarak gidiyordu…

Oralbay ile Kerimbala’yı akşama doğru üç dört evli küçük ve fakir bir obaya getirmişlerdi. Yoksul obanın sahibi olan genç Bökembay bunların gelişinden ürkmemiş, korkmamıştı.

– Canımı senden esirgeyecek değilim. Burada kal, demiş ve az sayıdaki oğlaklarından birini kesip yüzmeye başlamıştı.

Bazaralı bu eve gelse de Oralbay ile çok konuşmadı. Hatta onu da konuşturmadı. Sadece onları uyardı:

– Halkın gözünde fena olsanız da, sahipsiz, barınaksız değilsiniz. Suçlasalar da yapacak bir şeyleri yok! “Kaldıramayız” deseler de mecburen kaldıracaklar bu sıkıntınızı. Olan oldu, pişmanlık duymayın. Boynunuzu bükmeyin, boynunuzu büktürmem! Sizi kimsenin eline vermem, yanınızdayım. Sizinle haberleşirim, dedi…

Bundan önce, öğle vaktinde, bu son kararı kendi kendine verdiğinde Abay’a mektup yazmış ve bir ulakla göndermişti.

Bütün ağırlığını koymuş ve ağabeylik serzenişinde bulunmuştu: “Olan oldu. İlgilen, çekinme, koruyucu ol. Hatta elverişsiz bir mecraya düşecek olursa hükmünü kendin ver” demiş, sorumluluk yüklemişti.

Abay bu selamı aldığında Erbol ve Emir de yanındaydı. Bu ikisine danışır gibi:

– E, biz bu işe ne derdik, deyiverdi.

Özellikle merakla baktığı Erbol idi. Gözlerini ona dikerek:

– Bökenşi sen olsan, Jigitek kardeşin. Bunların arasında Oralbay ve Kerimbala. Duasına “âmin” dediğin akranın, iyi geçimli genç dostların! Boş gailemiz bu mu olacaktı, bu nasıl oldu Erbol, dedi.

Erbol da benzer bir duygulanma içindeydi.

– Arabulucu akrabaların tavırları bütün bunlardan daha kötü olacak. Onlar bu meseleden uzak kalmaz Abay! Böyle bir durum ortaya çıktığında “belayı bastıralım” demeyip, tutarsız tilki patikasına sokanlar çok olur. Bu iki genç gafil böyle bir belanın bahanesi olmak üzere… Elinden gelirse belayı ilerletme! Canı acıyanın yapacağı iş bu! Ben böyle düşünüyorum, dedi…

Abay öz dostuna yüksek bir memnuniyet duygusuyla baktı. İçinden “‘Bökenşilerden biriyim’ diyerek nara atmaya heveslenmiyor. Bana ‘sen, iyi bir adam olarak olayların üstünden bak’ diyor… Sözü doğru, derinlemesine düşünen kişinin efradını cami ağyarını mâni sözü… Bu söz, dürüstçe ve erkekçe söylenmiş bir söz yahu. Erbol gide gide bu ülkenin kalburüstü adamlarından biri olacak efendim” diye düşündü…

Emir, kendisine yönelen bir ifade olmasa da Erbol konuşmasını bitirir bitirmez, söze başladı. Abay, Erbol hakkında düşünceye daldığı için Emir’in sözlerinin baş tarafını anlayamadı. Dinlemeye başladığında, iyi niyetli, ateşli yiğit:

– … Oralbay ile Kerimbala’yı esirgemezsek ayıp olur. Bütün yardımı göstermemiz gerek. Karakesekler azacak olursa mal alır, tazminatını alır… Yardımlaşmadan duramayız… Ben “binit için at, yiyip içmesi için kesimlik mal göndermeliyiz” derim, diyordu.

Abay sessizce güldü ve tasdik eder gibi başını eğdi:

– Emir, bu dediğin de bir çeşit doğru karar. Senin elinden bugün daha fazlası gelmez zaten. Hiç değilse dost akranlarının iyi niyetini görsünler. Yabancı kişilere gösterme, halkın gözüne batırma! Fakat bu dediğin yardımı, Oralbay ve Kerimbala’ya, kendi adına selam göndererek ulaştır, dedi…

Abay, evdeki bu fikir alışverişinden sonra Uljan’ın evindeki toplantıya geldi.

Bütün Aydos soyunun her boyundan gelen yöneticiler kımız içiyor, kendini olaya kaptırıyordu. Şimdi hem başköşe hem de toplantıyı yönetme yetkisi Maybasar amcası ile Jakıp amcasında idi. Onların yanında da kızararak şişinen, el kol hareketleriyle konuşan Takejan oturuyordu. Kötibakları temsilen gelen Jiyrenşe onlar gibi değildi, çekinerek oturuyor gibiydi. Topayların önde gelen kişisi Bazar da görüşünü o kadar belli etmiyordu. Fakat Torğayların önde geleni Dalanbay, Maybasar ve Takejan’a hemen uyum sağlamış ve her denilene bilinmez bir biçimde sevinir gibi keyifli oturuyor göründü Abay’ın gözlerine.

Abay başlangıçta ses çıkarmadan izledi, herkesin yüzüne baktı. Dört büyük boylu Aydos soyu yöneticilerinin ikisi başka bir tavırla, diğer ikisi başka bir tavırla oturuyor gibiydi. Bir müddet durumu değerlendiren Abay, Maybasar ile Jakıp’a bakarak:

– Burada toplanan arabulucu akraba topluluğu şu iki akraba arasındaki kargaşa hususunda ne diyecek? Aydos soyu adına karar verip Bökenşiler ile Jigiteklere adam gönderdiniz mi, diye sordu.

Önce Jakıp cevap verdi:

– Yok, göndermiş değiliz, dedi. Maybasar ona ilave etti:

– Ne diye göndereceğiz adamı? “Uzlaşma şartını söyle” diyen akrabalar olsa neyse. “Birimizin tarafını tut” demiyorlar mı? Hangisine taraf olalım, dedi. Bakışlarını amcasına yönelten Abay, Maybasar’la konuşmaya başladı:

– Aradaki akrabalar öylesine ses çıkarmadan, hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi böylece bakıp duracak mı?

– Neticede bakıp durmaz… Niye öyle olsun?

– Ne yani, öyleyse “iki halkın kırgınlığı düşmanlığı artsın” diye mi bekliyoruz?

Sorguya çeker gibi sorular soran Abay’ın sözleri evdeki topluluğun dikkatini çekti. Diğer herkes kendi aralarındaki konuşmayı bıraktı, bu çekişmeyi dinlemeye başladı.

Maybasar Abay’ın deminki sözünden çekinmedi:

– Bu bela başlamak üzere olan bir yangın değil mi? Şimdi bunu bastırmak için söylenecek söz yangını söndürmeye çare olmaz, bilakis ateşe üfürmek gibi olur.

– E, demek ki başlayacak olan yangınmış, nasıl olursa olsun, “çıksın” diyoruz yani.

– Öncesi hiddet, sonrası akıldan medet! Evvela galeyana gelen Bökenşiler hiddetine sahip çıkacak duruma gelsin. Yangın çıktığında, onu daha çıkmadan söndürmezler, ardına düşerek söndürdüklerini bilirsin ya, diyen amcasına öfkelenen Abay:

– Buna da “halkın huzurunu, iyi geçimliliğini düşünmek” deriz değil mi? “Ben müdahil olacağım, devacı, yamayıcı olacağım. Fakat beni olaya dâhil edebilmeniz için evvela belaya batmanız lazım… Yanmanız lazım” mı diyorsunuz, siz, dedi. Jiyrenşe ve Bazar, Abay’ı “açıkçası böyle, bu dediğin doğru” der gibi yakınlaşarak dinliyordu. Jiyrenşe araya girdi:

– Hay Allah, böyle sepsessiz toplantının gereğini ben de bulamıyordum. Böyle hamilik olmaz yahu, dedi. İçi yanarak oturuyormuş gibi oldu.

Esasında o, Jigiteklerle Kötibakların dostluğuna kıyamıyordu. Yeni yönetici Jiyrenşe, Böjey ve Baysal’dan kalan dostluğu kendi nazarında tutmayı ve korumayı bir borç olarak görüyordu. Topayların önde gelen kişisi Bazar ise, esasında, kurnazlık yöntemlerine çok başvurmadan akrabalar arasındaki böylesi çekişme soğukluğuna dosdoğru ve dürüstçe bir tavırla yaklaşmayı uygun görüyordu. Bu iki lider deminden beri Maybasarların tereddüt ederek çekinmesini anlamlandıramıyor ve kendi içindekileri açıkça ifade edemiyordu. Abay’ın sözleri onları cesaretlendiren kamçı olmuştu. Bu durumu fark eden Takejan, Abay’ın deminden beri sürdürdüğü sorgusundan memnun değildi.

Abay, az önceki son sözünü söyleyip “akrabalar arasında huzuru gözeten değil de yangınını bekleyen bir tavrınız var” dediğinde Takejan lafa girerek ona sataştı ve sert bir biçimde alay etti:

– “Yangın, yangın” diyorsun! Dediğin doğru, yangın! Fakat sen ne diyorsun: Bizim dileyip, bizim çıkardığımız bir yangın mı? Hatta aslını kökünü etraflıca araştırsak, yangının şimdi çıkacağı da yok, önceden çıkmış değil mi? Oralbay ile Kerimbala’dan kaynaklanmış değil mi? Bunu görmüyor musun? “Türkü” diyerek, “güzellik” diyerek bütün yaz boyunca zarafet sarhoşluğuna düşmüştün, özellikle böyle yaparak o zamanki yoldaşlarının suçunu örtbas etmeye mi çalışıyorsun, dedi ve dalga geçer gibi güldü.

Abay gülmemişti, fakat utanıp sıkılmış da değildi:

– E-e, “suçlu bulundu” desene! O, türküymüş meğerse… Türküyü seven benim yahu! Oralbay ile Kerimbala benim obamda türkü söyledi, “bundan oldu” diyorsun yani! Öyle olmuşsa; huzur ve iyi geçimlilik günlerinde Kişeken ile Böben gençlerinin senin obanda içtiği kımız ile yediği koyunları da suçlu olarak değerlendirmeliyiz yahu! Diz dize vermiş düş, dedi. Gözlerini dikerek biraz bekledi. Ardından tekrar hiddetlendi. Cesaretli bir ses tonuyla kızarak konuştu:

– İşe yaramadan oturarak veya özellikle yardım etmek istemeyerek, içten pazarlık yaparak suçlu arıyorsunuz! Yardım etmemek için bahane arayarak çözüm üretmeden oturuyorsunuz hepiniz de, dedi. Irğızbayların toplantısını yerin dibine gömdü ve durdu…

Abay’ın, son yıllarda akrabaları arasında açık seçik öne geçmeye başladığının bir işareti de burada görülmüştü. Hangi mevzu olursa olsun insanların gözlerine sokmaktan korkmuyor, başlarına kakarak söylüyordu. Şimdi silkelenen, üstüne basılan Maybasar olduğu yerde kaldı. Abay’ın zekâ kıvraklığı, tarzının değeri ve dürüstlüğü terazide ağırlığını hissettirmeye başlamış gibiydi. Maybasarlar söz ile usulde yenilmişti. Fakat buna rağmen bu toplantıda Abay’ın dediği olmadı. Diğer Irğızbaylar bir taraf, tek başına Abay bir taraf olmuştu. Onu destekleyen Aydos ileri gelenleri sadece Jiyrenşe ile Bazar idi. Onlar da nüfusu az halklar değildi. İki büyük boyun yöneticisi Abay’ın sözünü desteklemişti… Diğer iki boyun yöneticileri Abay’ın sözüne karşı çıktı. Bunlardan Torğayların Abay’a boyun eğmeyip Maybasar’ı desteklemesinin sebebi öfke ve öç alma arzusundandı. Bu işin Jigitek içindeki suçlusunun Bazaralı olduğunu sezen Dalanbay, Bazaralı’nın geçen gün Balbala ile münasebetinden kaynaklanan memnuniyetsizliğini hatırlamış ve içinden “şimdi kora düştün, başımın belası” der gibi olmuştu…

Toplantıya katılanlar böylece ikiye bölündüğünden Aydos soyunun temsilcileri bir bütün olarak karar veremedi ve kendilerinden haber bekleyen iki halka adam gönderemedi. Fakat “bela artar mı, halkın başı belaya düşer mi” diye sıkıntılanan Abay kendiliğinden Sügir obasına adam gönderdi. Gönderdiği kişi Erbol idi. Abay, arabulucu akraba olarak selamı ile ricasını Sügir’in şahsına ve Akimkoca’ya gönderdi. “Kuvvet hareketi olmasın, işi olduğundan büyük gösterip kadim dostu Kişekenlerle arasını bozmasın. Çözüm bulalım. Sadece yarayı daha fazla büyütmeyelim. Bu Aydos’un büyük çoğunluğunun ricasıdır” diye gönderdi…

Fakat Abayların bilmediği bir husus vardı. Aydos içinden Bökenşilere giden ilk selam bu değildi. Maybasar Bökenşilerden gelen haberciye Aydosların sözünü herkesin önünde net olarak söylemeyip kararsızlık içinde bıraksa da bir ücrada baş başa konuştuğunda Sügir’e gizli bir selam göndermişti: “Jigiteklere cesurca güç göstersin, kuvvet göndersin, ağırlığını koysun, kaçınmasın. Aydoslar yaramazlık edenlerin ardında durmaz. Kaçırttıran kişi bugün yarın Bökenşilerin eline düşer” demişti.

Maybasar ile Takejan bu selamı boşuna göndermemişti. Sügir’in adamı onlarla yaptığı gizli konuşmada bir aygır sürüsü vermeyi vaat etmişti. İkisi bunu uygun bulmuş, bir anlamda Aydos halkını satarak deminki selamı göndermişlerdi.

Böylesi bir destekle serpilen güç, hiddetle inatlaşan Sügir’e açık seçik kamçı olmuştu. Çünkü öfke içinde otururken kendisine söylenenleri anlayamayan Sügir, pek çok başka söz içinden sadece bu sözü iyi kavramıştı. Bu sözü bütün Aydos’un tamamının sözü olarak kabul etmişti.

Abay’ın selamı her hâlükârda bundan sonra gelmişti. Bu arada, Sügir’in gündüz vakti Jigitek’e gönderdiği elçileri Böjey’in obasına gitmiş, bütün ağırlığını koymuş ve “kızla delikanlıyı hemen getirip önüme koyun, elime verin, yoksa vuruşacak yerinizi söyleyin” demişti bile.

Abılğazı olaya müdahil olduktan sonra Jigitekler bu tehdide boyun eğmedi. “Bu, akraba halkın değil, düşmanlık etmek isteyen maraza bir halkın sözü! Halkı hayal kırıklığına uğratmayacak, anlaştıracak sözle gelin. Kendinizi bizim yerimize koyun ve birlikte çare bulacak doğru bir sözle gelin. Ancak o sözünüz işbirliği sözü olur. Bu dediğiniz kaba güç gösterisi yapmanız, zorbalık etmeye yeltenmeniz, Kişekenleri aşağılamanız…

İtin sahibi varsa, kurdun Tanrı’sı var! Bu yaptığınız da nedir? Bu münferit olay bir yana, Bökenşilerin böylesine sert bir tavrına muhatap olacak ne kötülüğümüzü gördünüz? Sizinle bizden daha iyi geçinen akrabanız mı var? Arasından su sızmayan dostluğumuzu bir öfkeye kurban etmeyelim. Daha dün bu neslin gamını çeken, daimi dostluk ve iyi geçimliliği bize miras bırakan Böjey, Süyindik ve Baydalı’yı düşünelim. Bökenşi boyu sözünü bir kez daha tartsın düşünsün, selamını ondan sonra göndersin” demek ve Bökenşi elçisini akşama doğru böyle bir cevapla geri göndermek istemişlerdi. Ancak bu defa Bökenşi selamını getiren kişi, Bökenşilerin o günlerde ortaya çıkan yeni nesil yöneticilerinin başı, iri yarı ve cüsseli bir yiğit olan Küntuv idi. O, geri dönerken Jigitek’in kendisi gibi şahikalarından olan yeni yöneticileri Jabay, Beysembi ve Abdilda’yı bir kenara çekmiş:

– Bu cevabınızla “Sügir’i durdurabilirim” diyemem. O çok bozuluyor. Belaya bulaştınız akrabalar, “söylemedin” demeyin, demişti.

Bu son sözle Jabay’ın beli bükülür gibi olmuş:

– Oy, dur hele! Bu dediğin de ne, deyivermişti.

Küntuv soğuk yüzünü yumuşatmamış, ateşli kara gözlerini ağırbaşlılıkla ve serinkanlılıkla ona dikmiş:

– Diyeceğim bu, demişti.

Jabay endişesini belli etse de o güne kadar böylesi bir tehlikeden yüz geri etmeyen, sözünden dönmeyen, anlayışlı, kavrayışlı ve kıvrak zekâlı Abdilda çekinmedi. Çabuk ve sert bir özet geçti:

– Ey Küntuv, teraziye ikimiz düşecek değiliz. Ervah ile halk düşüyor. “Onlardan büyük oldum” deyip, onları çiğneyip geçerse Allah Sügir’i de bulur, dedi…

Maybasar’ın selamından sonra Jigitek’in bu cevabı da geldi. Kızla delikanlı henüz ortada yoktu. Günahlarını üstlenerek önlerine gelip özür dileyen Jigitekler de yoktu. Az önceki bütün konuşmalar “lafla karın doyurmak, bahane uydurmak” gibi değerlendirildi.

Bunları duyan Sügir nara attı, evde önüne geleni tokatladı, Bökenşi ervahının adını haykırdı, küplere bindi. Kodaman yönetici “bin kara benekliyi saldım namus yoluna. Bütün varlığımı saçtım, verdim koluna. İntikamımı al şunlardan yalnızca” diyerek başkaldırdı. Ele avuca sığmayan, kabından taşan bir ruh hâline büründü. Biniti ve topuzu hazır bekleyen Bökenşi topluluğundan yüz yiğidi yüz boz ata bindirdi, tam kandiller yakılırken Jigitek bölgesine yönlendirdi. Hem de düşmanlık için gönderdi.

Sügir’in Buyruğu:

– Jigitekler kızımı kaçırdı. Mal ile tazminatla öfkemi bastıramam. Adam yağmalamanın karşılığı adam yağmalamak! Jigitek’in canını yakacak yerden bana da bir adamını, bir kızını kaçırıp getirin, şeklinde olmuştu…

İşte Abay’ın selamı, böylesi abes bir maksatla yola çıkan yağmacılar gittikten sonra gelmişti. Erbol’un konuşmasını sessizce dinleyen ve cevap vermeyen Sügir, şaşırmış ve kaskatı kalmıştı…

Yola çıkan yiğitler ayaklanarak gittikten sonra söyleneni yaptı, kırıp dökerek geri döndü… Jigitek içinde Cefa adlı yiğidin yeni gelin gelen ve akarsu gibi pırıl pırıl olan güzel bir eşi vardı. Onu korkutmuşlar, başındaki püsküllü başörtüsüyle26 kaçırıp getirmişlerdi. Köyü basan, güç göstererek etki altına alan yüz yiğit hiç kimseyi kıpırdatmamış, gelini zorla giyindirtmiş ve kaçırmıştı.

Bu haberi, aynı gece Böjey’in obasında işiten Beysembi ve Abdildalar da öfkeli bir karara geldi. Abılğazı’ya buyruk verdiler. Abdilda:

– “Yakınımız” diye gafil geziyoruz. Yâd imişiz! Çarpışmaya başladılar yahu. Karşılıklı esir edinecekmişiz demek ki! Kalk, at bin sen de, dedi…

“Aklımızı başımıza alalım, güç toplayalım” şeklinde bir mâni, bir duraklama olmadı. Bağrış çığrışsız, velvelesiz bir gayretle işe giriştiler, taşlaşarak morarmış gibiydiler. Konuşan kişi azdı. Hazırlanan adamların hareketleri aceleciydi.

Kısa süre sonra buradan da Abılğazı’nın önderliğinde yüz yiğit çıktı, gece yarısı olmadan Bökenşilere doğru at koşturdular. Bu topluluk, tan atarken geri döndüğünde yılkı sürüsü yağmalayarak gelmiş değildi. Bunlar da adam kaçırmıştı. Bökenşilerin seçkin yiğidi Soltabay’ın da bu yıl gelin gelen, o da püsküllü başörtüsü altında gün geçiren genç bir hanımı vardı. Onu kaçırmışlardı…

Bökenşi ve Jigitek boyları içinde o geceyi uykusuz geçirenler sadece bekçiler ve yılkı seyisleri değildi, bütün halk geceyi uykusuz geçirmişti.

Soltabay’ın eşinin kaçırıldığını öğrenen Bökenşiler, bütün yaylalarında gece yaylımında olan yılkı sürülerini köylerine sürdü, gün doğmadan yakaladı. Bütün Bökenşi erkekleri topuz, mızrak, aybalta ile silahlanarak at bindi, Sügir obasında birikti. Tam da o vakitlerde Jigitekler de böyle deste gibi bir araya gelmiş, yağmalama seferine hazırlanmış, çarpışma ve itiş kakış için teçhizatlanmıştı.

Güneş bir mızrak boyu yükseldiğinde Jigitek yerleşkesi olan Sarköl ile Bökenşi yerleşkesi olan Şalkar’ın arası, Suıkbulak ile Karşığalı arası kaynarcasına inatlaşan kuvvetlerle dolup taştı. Yeşil beller, geniş yazılar ve otlu yamaçların tamamı kısa süre içinde tıka basa savaş meydanına dönüşmüştü…

Yaşı altmışı geçip yetmişe yaklaşan Sügir de mızrak tutmuş, savaşa gelmişti. Jabay ve Beysembi çarpışma esnasında bir ara bunun karşısına çıktı. İhtiyar adam mızrağını onlara doğru dikti, dikkatle bakarak saldırdı. Onu gören Jabay yanındakilere:

– Bu ihtiyar kanına susamış, ölmek istiyor yahu! Dokunmayın, diye buyruk verdi.

Fakat Sügir iyice yaklaşıp mızrağı fırlatmak isteyince Jigiteklerin bir yiğidi Jabayları korumak için öne atıldı ve boylu boyunca önlerine geçti. O anda Sügir de mızrağını fırlattı. Olan oldu, mızrağa hedef olan o yiğit yere düştü. Yaralı gencin yanından geçerken mızrağını çekip alan Sügir, tekrar ileri doğru hamle yaptı.

Bir yandan da korka korka arkasına bakıyordu. “Deminkini öldürüp diyet ödemek zorunda kalır mıyım” der gibi endişelenerek gidiyordu. Beysembi karşısına çıktı. Sügir bu defa mızrağını ona doğrulttu. Ancak Beysembi kavga edecek gibi durmuyordu. Sadece mızrağı yakalayıp almak ister gibiydi. Bunu anlayan Sügir mızrağını öylesine uzatıverdi, Beysembi’ye tutturdu ve aniden geri döndü. Hiçbir zaman korkmayan, sağduyusunu yitirmeyen ve çabuk karar vererek hemen hareket edebilen bir kişi olan Beysembi bu durum karşısında kahkahayla güldü. Mızrağı dimdik kaldırıp Jabay’a gösterirken:

– Şunun yaptığını gördün mü? Şu yiğit ölecek olursa, kadı önüne çıktığında; “ben atmadım. Beysembi mızrağımı elimden almıştıı” demek için bana yakalattı da gidiyor, dedi.

Savaşın bir cephesinde bunlar oluyordu… Diğer akrabalar arasında ise nicesi yaralanmış, eceli gelenler attan düşerek ölmüştü.

Jigitekler ile Bökenşilerin ne biçim heybetli erleri ve pehlivan yiğitleri karşı karşıya gelmiş, çarpışmıştı. Bugün cesaretleri ve yiğitlikleriyle özellikle göze çarpanlar Jigitekler içinde Abılğazı, Bökenşiler içinde Markabay idi. Gövdesi bir kucak, baldırı beşik gibi olan, yaşı yeni otuza gelen, yassı suratlı, ala gözlü ve karayağız tenli Markabay hakikaten de destanlarda sözü edilen alpler gibi cesaretliydi. Tobıktı soyu içinde hem tanınmış bir deve yıkan pehlivan, hem de şöhretli bir obur idi.

Bugün tekrar tekrar at değiştiren Markabay nice Jigitek’i attan uçurdu. Kendisi de pek çok topuz darbesi aldı. Kafası gözü yara bere içinde olsa da bunu önemsemiyordu…

Bu çatışma öğleye kadar uzadı. Daha da devam edecekti. İki taraf da yaralanan, kazayla ölen adamlarını düşmana vermeyip, her birini kendi obasına gönderiyordu. Akrabaların eli kana bulanıyordu. Bunu öğrenen Aydos soyu, öğleye doğru kalabalık bir kuvvetle meydana yetti ve iki tarafı da çatışmaktan men etti. Aydos adına öne çıkan Jakıp bağırarak emir verdi:

– Durmayanlar haytadır. Artık kendini toparlamayanlar, bizi kendine düşman kılar, dedi ve oradaki herkesi gayriiradi durdurdu. Çarpışan iki taraf bu emirden sonra çaresizce sakinleşti, kendi köylerine doğru yöneldi.

Aydos kuvvetleri meydanda kaldı, iki tarafın da tamamen dağılmasını bekledi. Çarpışan taraflar tamamen birbirinden ayrılıp uzaklaştıktan sonra Jigiteklerin değil, Bökenşilerin bölgesine doğru yöneldiler. Bu, Jigitekler için kötü bir işaretti. Bütün Aydos kuvvetlerinin ikiye bölünmeden veya başka bir boyun bölgesine gitmeden doğrudan doğruya Bökenşi bölgesine yönelmesi “yananlar bunlar, bunların yanında olayım” diye düşünmelerinden miydi? Yoksa “günahsız olanlar bunlar, bunların yanında olayım” demelerinden miydi?

Bu tür düşünceler pek çok Jigitek’i şüpheye düşürerek hazımsızlığa sevk etti… Bökenşilerin kendi kuvvetleri ise Aydos kuvvetlerinin Sügir obasına gelmesinden sonra o bölgedeki diğer obalara dağılıverdi…

Savaş, her ne kadar meşakkati fazla, acımasızca kan döküşü çok olan sevimsiz bir uğraş olsa da, bununla birlikte, bu halklar arasında her zaman uğultulu bir övünme, şakalaşma, hicvetme ve aşağılama söylemlerine de vesile olurdu… Bu tür muhabbet mevzularından birini Jigitekler Sügir hakkında konuşup efsaneye dönüştürmüştü. Başka bir mevzu Markabay’ın abes bir tavrı hususunda ortaya çıktı.

Markabay kendisini çevreleyen ve sevinçle pohpohlayan bir grup yiğitle birlikte Daleken bölgesine geldi. Buradaki obalardan birinde onun bütün yaz boyunca peşinden koştuğu Kundız adında sevdiği bir kız vardı. Kızın gönlü de bunda olmasına rağmen annesi tarafından çok sıkı takip edildiğinden altı ay süren yaz boyunca Markabay’ı bir defa bile yanına yaklaştırmamıştı.

Markabay bugünkü bu zahmetli çatışmayı arzusuna bahane ederek durumdan faydalanmak istedi, yanındaki yiğitlerle birlikte Kundız’ın evinin yanındaki başka bir eve geldi. Yanındaki bir iki akranına “Siz Kundız’ın annesini ortaya alın, lafa boğun” dedi. Yiğitler eve gelip, yerleşip, kımıza doyup, boşboğazlık sohbetine giriştiğinde çelimsiz bir ihtiyar olan Kundız’ın annesi de bu eve geldi. Yiğitler kadını savaş palavraları ile kuşatmaya girişti.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Büyük yer: Mekke şehrinde bulunan Kâbe.

2

Samsa: Kıymalı börek.

3

Kazakistan’daki sofra adabına göre, sofradaki büyüklerden birisi herkese hitap ederek konuşmaya başlayınca herkes yemekten içecekten elini çeker, bir şey yemeden içmeden konuşan büyüğü dinler.

4

Sadaka verme: Kazakistan’da Hacca yolcu uğurlanırken, cenaze namazı kılındıktan sonra meyyit kabre uğurlanırken, cenazenin ardından yedisinde, kırkında, yüzünde veya yıldönümünde cenaze yemeği verilirken toplanmış olan herkese hemen hemen fitre tutarına yakın bir meblağda sadaka dağıtılır. Gelenlerin zengin yahut fakir olup olmadığına bakılmaz.

5

Som: O devirdeki para birimi, akçe.

6

Şilikti: Bodur ağaçları olan, çalılıklı.

7

Kebe: Yaşını doldurmamış koyun yavrusu. İlk doğduğunda “kuzu”, biraz kendine gelip irileştiğinde “marka”, kıymetli konuklara kesilecek kıvama geldiğinde “bağlan”, kemikleri ve eti daha da sıkılaştığında “kebe”…

8

Kerim: Soylu, Asil.

9

Kunan koşturumluk yer: 20-25 kilometrelik mesafe.

10

Taykazan: Kesilip parçalarına ayrılmış bir tayın bütün etlerini kemiğiyle birlikte içine alacak büyüklükteki kazan. Taykazanların en meşhuru Türkistan şehrindeki Ahmet Yesevi türbesinin büyük salonunda bulunan yaklaşık altı yüz yıllık kazandır.