Kazakların inşa ettikleri evler, Rus evlerinden izler taşır. Özellikle doğuda ağacın çok olduğu bölgelerde, evler ağaçtan yapılır. Kazaklar, ister yılın belirli bir döneminde isterse tamamında bu evlerde yaşasalar bile iç döşeyişi çadırlarınınki gibidir (Bacon: 142).
Sovyet döneminde “halkların eşitliği” sloganıyla Ruslaştırma ve yok etme siyasetine rağmen, Kazak kimliğinin önemli bir unsuru olan yedi ata, ruv ve cüz bağlılığı, yani güçlü akrabalık ilişkileri yaşamaya devam etmiştir. 70 yıllık Sovyet yönetimi altında Kazakların geleneksel akrabalık bağları, şekil değiştirerek de olsa varlığını korumuştur. Sovyet döneminde Komünist Parti ideolojisine aykırı bulunmasına rağmen, Kazaklar şecere geleneği ile toplumsal belleklerini canlı tutmuş, nesiller arasındaki bağlantıyı korumayı başarmış ve böylece kimliklerini de muhafaza edebilmişlerdir (Sahipova 2007: 184, 194). Bu dönemde Kazaklar arasındaki akrabalık ilişkileri şekil değiştirmiş, kolhozlaşmada kolhoz yakın akrabalardan meydana gelmiş, yakın akrabalar kolhoz çatısı altında yine bir arada sıkı ilişkiler içerisinde yaşamıştır (Bacon: 147). Eskiden çeşitli törenlerde bir araya gelen akrabalar, kolhoz sayesinde artık devamlı bir arada bulunmuş, bu da Kazaklar arasında zaten güçlü olan akrabalık ilişkilerini daha da perçinlemiştir. Böylece kolhozlaştırma Kazakların boy akrabalığını bozmak yerine, bilakis güçlendirmiştir.
Sovyet devrinde, şehirlerdeki kültürlü ortamlarda bile geleneklerin yaşamaya devam ettiği görülür. Erkek çocuklar sünnet ettirilir, cenazelerde ve düğünlerde dua edilir, toy olarak adlandırılan törenlerde eskiden olduğu gibi çok sayıda davetli bulunur ve büyük harcamalar yapılır. Bu törenlerde domuz eti yenmemekle birlikte vodkanın içildiği görülür, böylece İslamî uygulamaların biraz yumuşatılarak da olsa yaşamaya devam ettiği dikkati çeker. Eskiden olduğu gibi misafirperverlik ve yaşlılara saygı gibi değerler önemli olmaya devam ederken, yemek yeme alışkanlıkları ve ev içi düzenlenmesi de geleneklere uygun olarak varlığını sürdürür (Roy 2000: 125-126).
Sovyetlerin titizlikle üzerinde durdukları bir konu kadının konumudur. Çünkü kadınlar, ideolojik ve kültürel açıdan Ruslaşmaya engel olan kapalı aile yapısının temel taşını oluşturuyordu. Sovyetler bu sebeple 1927 ve 1928’de kadının konumu üzerinde yoğunlaşarak eskiden kalan geleneklere karşı bir mücadele başlattı. 1927’de adlî sistem ve 1928’de de ceza kanunu değiştirildi ve şeriat mahkemeleri yasaklandı. Yapılan bu değişikliklerle “gelenek kökenli suçlar” cezalandırılıyor, özellikle de başlıkparası, erken yaşta evlilik, zorla evlendirme, çokeşlilik gibi gelenek ve İslamiyetle bağlantılı uygulamalar hedef alınıyordu (Roy 2000: 122). Sovyet Hükümeti’ne göre kadın içinde bulunduğu esaretten kurtarılmalıdır. Hükümet, bu sloganla kadınlar konusundaki reformları başlatmıştır. Kadınları çalışma hayatı içine sokmaya gayret gösterilmiştir. Ancak, konar-göçer kadınları zaten her zaman çalışıyordu ve pek çok sorumluluğu taşıyordu. Kocası olmadığı zamanlar ya da kocasının ölümünden sonra evlenmeyerek boyunu idare eden Kazak idareci kadınlar da vardı. Ancak Sovyet devrinde Kazak kadınlarına sunulan büyük fırsat eğitim almaları olmuştur. Zaten toplumda önemli bir misyonu olan Kazak kadınları Sovyet devrinde kendilerine tanınan olanakları çok iyi değerlendirmiştir. Amengerlik geleneği ve çokeşlilik Sovyet devrinde de tamamiyle yıkılamamıştır. Çok eşlilik, “gelenek kökenli suç” olarak kabul edilip yasaklanmasına rağmen, parti üyesi bazı kolhoz başkanlarının ekonomik durumlarının da elverişli olması sebebiyle birden fazla kadınla, geleneğe uyarak ölen akrabalarının geride kalan dul eşleriyle evlenmelerine de rastlanır (Bacon: 151-152).
Sovyet devrinde eğitim faaliyetleri yaygınlaşmıştır. Devrimden hemen sonra Kazaklar arasında okumuş sayısı düşüktü. Türkistan coğrafyasında kadınlarsa neredeyse hiç okutulmuyordu ve kadınların okuması gereksiz olarak görülüyordu. 1930’ların sonunda Türkistan’da modern anlamda eğitim alan bir zümre yetişmişti, ancak Stalin’in 1937 ve 1938’de gerçekleştirdiği aydın kırımı, Türkistan sahasından yetişmiş eğitimli kişilerin yok olmasına neden oldu (Bacon: 158).
Sovyet devrinde Rusça’nın yaygın kullanımı, Türk toplulukları arasında anadili kullanımını oldukça düşürmüştü. Anadilin geri plana düşmesindeki ana faktörlerden biri, Çarlık devrinde başlayan ve Sovyet devrinde de devam eden Rus iskân siyaseti nedeniyle Türk halklarının kendi yurtlarında nüfus bakımından azınlık durumuna düşmeleriydi (Özönder 1999: 36-37, 38). Sovyet devrinde Kazakistan’a yapılan yoğun Rus göçü nedeniyle Kazaklar arasında da Rusçanın yaygın kullanımı anadili kullanımında düşüşe neden olmuştu. Ayrıca Rusçanın prestijli dil konumunda olması nedeniyle Kazak aileler çocukları ileride Rusça bilmediği için sıkıntı çeker korkusuyla çocuklarını Rus okullarına göndermeyi tercih ediyordu. Bu okullarda Rus öğretmenlerle iyi derecede Rusça öğrenen Kazaklar, kendi ana dillerini daha az kullandıkları için Kazakça, Rusça karşısında gün geçtikçe değerini yitiriyordu (Karabulut 2004: 79). Bununla birlikte, Rus okullarında okuyan Kazak öğrencilerin Rus öğrenci ve hocalarla temasları, onların Rus kültürüne yakınlaşmasına neden oluyor ve ilerleyen süreçte onların Ruslaşmasını kolaylaştırıyordu.
3. Bölüm
Sovyetler ve Edebiyat
Sovyetlerde uygulamaya konulan ideoloji, “Sovyet ideolojisi” olarak nitelendirebileceğimiz, Marksist-Leninist ideoloji üzerine kurulmuştur. Lenin önce, Marx’ın dünya görüşünden etkilenmiş, ardından da kendisi de Marksizm’e katkılarda bulunarak, Sovyetlerde Marksist-Leninist ideolojiyi uygulamaya koymuştur.
Marksizm, genellikle bir iktisadî doktrin olarak ele alınmasına karşın, insan, tarih, devlet, toplum, doğa, Tanrı sorunlarıyla ilgilenen, hem teori alanında hem de uygulamada bu sorunları çözümlemeği ve bir senteze ulaşmayı amaç edinen bir dünya görüşüdür. Marksizm, bu özelliği ile tüm hayatı içine alır. İnsanla uzaktan ya da yakından ilgili olan tüm sorunlar Marksizm’in kapsamına girer. Bir dünya görüşü olarak sadece teoriyi sunmakla kalmaz; dünyanın görünümünü, yönünü değiştirmeyi hedefleyerek, mutlaka bir aksiyon düşüncesini ve bir siyasal programı kapsar (Göze 1983: 326). Lenin, Marksist dünya görüşüne bir katkı olarak Devrimci Parti kavramını ekler. O, parti’ye çok önemli bir misyon yükler. Rusya’da sosyalizmin kurulmasına işçi sınıfı önayak olacaktır; ancak işçi sınıfı, henüz sosyalist bilince ulaşmadığı için ideal sosyalist toplumun kurulmasında parti ona rehberlik ve öncülük etmelidir (Daver 1968: 66; Göze 1983: 370). Dolayısıyla Marksist-Leninist dünya görüşünün zirvesinde Sovyetler Birliği Komünist Partisi yer alır. Sovyetler Birliği’nde edebiyat da bu bağlamda Marksist-Leninist dünya görüşünün uygulama alanlarından biridir ve Komünist Parti edebiyatın da en üst düzey kontrol unsurudur.
Milliyetler Prensibi
Sovyetler Birliği “halkların eşitliği” prensibi üzerine kurulmuştu. Daha 1903 yılında İskra’da yayımlanan Parti Programımızda Ulusal Sorun başlıklı yazısında Lenin, dillerin, ulusların tam eşitliğini parti programlarına aldıklarını, bunun yanı sıra her ulusun kendi kaderini tayin hakkını da tanıdıklarını dile getiriyordu (Lenin 1979: 21). Yine 1913 yılında Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin ortak yaz konferansında alınan kararlardan biri şöyleydi:
Sömürüye, kâr elde etmeye ve didişmeye dayalı olan kapitalist toplumda herhangi bir biçimde ulusal barış, ancak, bütün ulusal topluluklarla dillerin tam eşitliğini güvence altına alan, resmî zorunlu bir dil tanımayan, halka bütün yerli dillerle öğretim yapacak okullar sağlayan ve anayasası herhangi bir ulusal topluluğa herhangi bir ayrıcalık verilmesini ve herhangi bir ulusal azınlığın haklarına saldırılmasını önleyici maddeleri kapsayan, A’sından Z’sine demokratik, cumhuriyetçi bir hükümet sistemiyle sağlanabilir. Bu, özellikle, geniş bir bölgesel özerkliği ve tam demokratik özyönetimi gerektirir. Özyönetime sahip özerk bölgelerin sınırlarını, o bölgelerde oturanlar, kendi iktisadî ve toplumsal koşulları, nüfusun ulusal yapısı,vb., çerçevesinde, kendileri belirlemelidirler. (Lenin 1979: 109)
1917 Rus devrimini hazırlayan süreçte, milletler hapishanesi olan Çarlık idaresine karşı eşitler ülkesi olan bir Sovyetler Birliği zihinlerde filizlenmeye başlamıştı. Sosyal Demokrat Parti her fırsatta Çarlık monarşisi tarafından ezilen halklara kendi kaderini tayin hakkı tanıyor, halkların ayrılma ve bağımsız devletler kurma hakkını destekliyordu. 1914 yılında yayımlanan Ulusal Eşitlik Tasarısı’nda “Rusya’da oturan, her türlü ulusal topluluğun yurttaşları, yasalar önünde eşittir.” (Lenin 1979: 163); Rusya’da yaşayan hiçbir yurttaş, cinsiyeti, dini ne olursa olsun, kökeni veya ulusuna bakılarak siyasal ya da herhangi bir hakkından yoksun bırakılamaz deniyordu (Lenin 1979: 164). Yine 1914’ten sonra yazılan ve ilk kez 1924 yılında yayımlanan Ulusal Siyaset Sorunu Üzerine başlıklı yazıda sosyal demokratların demokratik bir merkeziyetçiliği destekledikleri dile getiriliyordu. Lenin, bütün öteki koşullar eşit olduğu takdirde, iktisadî ilerleme ve proletarya ile burjuva mücadelesi konusunda büyük devletlerin küçük devletlere göre daha etkin olduğuna inançlarını da belirtmekten geri kalmıyordu (Lenin 1979: 172). Lenin her ne kadar halkların eşitliği üzerinde özellikle dursa da, burada büyük devletin etkinliğine olan inanç Orwell’in “bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar diğerlerine göre daha eşittir.” sloganını doğruluyordu. Sovyetler Birliği ilerleyen süreçte bütün halkların eşitliği noktasından bazı halkların daha eşit olduğu bir yapıya dönüşecekti.
Lenin her ulusun kendi kaderini tayin hakkına sıklıkla vurgu yapıyor, zorlayıcı bağlar yerine gönüllü bağları koymanın değişik ulusların proletaryası arasındaki sınıf dayanışmasını güçlendireceğine dikkat çekiyordu (Lenin 1979: 173).
1917 Temmuz ayında toplanan Sovyetler Kongresi, Rusya’daki bütün ulusların kendi kaderlerini tayin haklarını ilan etmiştir. Ekim ayında yapılan ikinci kongrede de bu hak kararlılıkla ortaya konulmuştur. Bu kongre kararları doğrultusunda Halk Komiserleri Kurulu, Rusya’daki uluslara ilişkin stratejilerini şu ilkelere dayandırmaya karar vermiştir:
1) Rusya’daki ulusal toplulukların eşitliği ve egemenliği.
2) Rusya’daki ulusal toplulukların, ayrılma ve bağımsız devletler kurma hakkı dâhil, kendi kaderlerini serbestçe tayin etme hakkına sahip olmaları.
3) Ulusal ve ulusal-dinsel her türlü ayrıcalık ve sınırlamanın kaldırılması.
4) Rusya’nın sınırları içinde yaşayan ulusal azınlıkların ve etnografik grupların özgür gelişmesi. (Lenin 1979: 343)
Lenin, sınıflar arası dayanışmaya bağlı yeni insan toplumu içinde milliyetlerin farklılıklarının eriyeceği ve zamanla milliyetlerin yok olacağı idealine sıkı sıkıya bağlıydı. Ancak Lenin bunun bir çırpıda olmayacağını, belirli bir süreç içerisinde yumuşak bir siyaset yürütülerek halledilebileceğini anlamıştı. Lenin’in idealize ettiği topluma eğitim, hukukî eşitlik ve güven gibi önemli parametreler aşılarak zamanla ulaşılabilirdi. Ona göre, millî vicdanların derinliğine inilmeden, milliyetlerin eriyerek yok olduğu Sovyet toplumunu yaratmanın imkânı yoktu (D’encausse1984: 28). Stalin’in milliyetler siyaseti daha merkezci olmakla birlikte, Birlik’e bağlanmış halklara bazı ayrıcalıklar vermek gerekliydi, çünkü eşitler ülkesi Sovyetler Birliği milletler hapishanesi Rus Çarlığı’na alternatif olarak diğer halkların da desteğini alarak kurulmuştu. Sovyetler Birliği’nin gerçekte de eşitler ülkesi olduğunu herkese ispatlama gereği vardı. Stalin, Lenin’in ölümünün ardından milliyetler siyaseti işini tamamiyle kontrolü altına aldı.
Stalin öncelikle “ulus”u tanımlıyor, ardından da milliyetler siyasetini bu tanım üzerine kuruyordu. Stalin’e göre, “Ulus, tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadî yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliğidir.” (Stalin 1994: 15) Milliyetler siyasetine göre, önce halklar birbirlerinden ayrılıyor, tarih boyunca varlığını sürdüren ve hiç değişmeyen bir sabitin varlığı kabul ediliyor, bu sabit “etni”yi oluşturuyordu. Her etnisiteye bir toprak ve dil tahsis ediliyordu. Etnisiteler toprağa ve dilin statüsüne dayanan idari ve siyasal bir sınıflandırmaya tâbi tutuluyordu. Her etni diliyle tanımlanıyordu. Bu siyasete göre, bir Kazak etnisitesi olduğuna göre mutlaka bu etnisiteye ait bir dil ile toprağın da olması gerekiyordu. Sovyet kuramcıları etnilere sağlam bir temel oluşturabilmek için, etnik oluşum ve dilbilim imkânlarından faydalanmışlardır. Etnik oluşum yaklaşımına göre, etninin şeceresi çıkarılıyordu. Bu yaklaşımla örneğin bir “Özbek etnisi”nin çok eskiden oluştuğu, Marksist anlayışta öngörülen gelişme aşamalarından geçtiği, ancak her zaman o günkü Özbekistan Cumhuriyeti’nin bulunduğu topraklarda yaşadığı ispat ediliyordu. Stalin’e göre, dil bir etninin sürekliliğini sağlayan unsurdu dolayısıyla etnileri temellendirmenin yollarından biri de dilbilimdi. Sovyetlerde dilbilim, bir dilin doğal kullanımının dışında, dilleri ideolojik kriterlere göre sınıflandırıyor ve biçimlendiriyordu. Bu noktada Sovyet bilim adamı olmak da tıpkı Sovyet yazarı olmak kadar zordu, çünkü daha önce doğru kabul edilip ispatlanan bir olgu günün şartları içerisinde değişebiliyordu. Bu sebeple Sovyet bilim adamı daha önce ispatladığı olguyu yeniden gözden geçirmek, eski görüşlerini reddedmek ve yeni dayanaklar bulmak zorunda kalıyordu (Roy 2000: 102-103).
Sovyetler Birliği’nde eşitlik, hukukî olarak ortaya konulmuştu ama Birlik içerisinde çok karışık statüler söz konusuydu. Sovyet idarî sistemi şu yapılardan oluşuyordu:
Teorik olarak, diliyle tanımlanan her halk, gelişmişlik düzeyiyle orantılı bir idari statü kazanan bir “milliyet” (natsionalnost) oluşturur. Kapitalist bir üretim biçimi ve bir piyasaya sahip oldukları için ulus (natsya) aşamasına gelmiş olan halklar “sovyet sosyalist cumhuriyeti” statüsüne hak kazanırlar. Daha az gelişmiş halklar, aşağıya doğru bir sıralamayla “özerk cumhuriyet”, “özerk bölge” (oblast) ve ulusal toprak (okrug) statüsünü alırlar. (Roy 2000: 104)
Sovyet devletinin içyapısı, toplumun etnik bakımdan oldukça karışık olduğunu gösteriyordu. Sovyet toplumu içinde siyasal ve kültürel yapıları birbirine hiç uymayan insanların olduğu ortaya çıkmıştı (D’encausse 1984: 30). Yukarıdaki idarî statülerin dışında dilleri tanındığı için tanınan ama toprak ve kendi idarî makamına sahip olmayan milliyetler de vardı. Gruplar arasındaki ayrım dillerin sınıflandırmasına dayanıyordu. Diller, yazılı olmayan diller, yazılı diller ve edebî diller olarak sınıflandırılıyordu. Yazılı dili olmayan bir milliyet toprak sahibi de olamıyordu, ancak yönetim bir dilin yazıya geçirilmesine karar verebildiği için dilin statüsü siyasaldı. Eğer yazılı dili olmayan bir grubun toprak sahibi olması isteniyorsa, o gruba hemen bir yazılı dil icat edilebiliyordu; şair ve yazarlara bu dilde şiirler ve sosyalist realist romanlar yazdırılarak bu dile edebî dil statüsü de verilebiliyordu (Roy 2000: 105). SSCB’de karmaşık ve değişken bir milliyetler listesi mevcuttu. SSCB’de milliyetlerin bir dil ve toprakla tanımlanması prensibi yaşanan karmaşıklığa neden oluyordu. Bu prensip her zaman olması gerektiği gibi uygulanamıyor ve sık sık keyfî uygulamalar ortaya çıkıyordu.
Toprak bölümlenmesi öyle bir düzenleme ile yapılıyordu ki, bu düzenleme ile hiçbir Sovyet Cumhuriyeti kendi başına ayakta duramıyor ve elbette bağımsız da olamıyordu. Sınırlarla, azınlıklarla ve iç topraklarla sürekli oynanması bu cumhuriyetlerin yumuşak karnıydı. Orta Asya’daki cumhuriyetlerin sınırları coğrafî, iktisadî ya da etnik hiçbir mantığa dayanmıyordu. Zaten bu coğrafyada etniler o kadar birbirinin içine girmişti ki, etnisiteye dayanan bir sınır çizmek de oldukça zordu. Çimkent ve Oş şehirlerinde Özbek nüfusun çokluğuna rağmen Çimkent Kazakistan’a, Oş da Kırgızistan’a bağlıydı (Roy 2000: 109). Sır Derya Vadisi Kazak, Kırgız ve Özbekler arasında devamlı etnik sorunların yaşandığı bir bölgeyi oluşturuyordu. Özbekistan’ın komşu olduğu Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan, Tacikistan ve Afganistan’da Özbekler yaşıyordu. Özbekistan örneğinde olduğu gibi, isimlerini verdikleri ülke sınırları dışında yaşayan meşru milletler önemli bir çatışma unsurunu meydana getiriyordu. Zaten birbirinin içine girmiş etnisiteler, Sovyetlerin sınır çizimleri nedeniyle daha da karmaşık hâle geliyordu. Sınırlardaki bu karmaşa etnisiteler arasında, özellikle de tarihten beri kan bağları olan Türk halkları arasında çözümsüz sorunlar yaratmıştır. Sovyetlerin Orta Asya devletleri arasında ortaya çıkardığı bu sınır sorunları günümüzde dahi zaman zaman o bölgelerde yaşayan Türk halkları arasında kanlı çatışmalara neden olmaktadır.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Bu tarz imaj bilim çalışmalarından bazıları için bkz. Kahf, (2006); Lanza, (2008); Arslan, (2000); Karakartal, (2002); Akpınar Dellal (2002); And, (1999); Fazlıoğlu, (2006); Millas, (1998); Mil-las, (2005); Millas, (2000); Kula, (1992); Kula, (1993); Kula, (1997); Karaca, (2006); Gürsoy, (2013); Doğan, (2013); Üstten, (2013); Avşar, (2013); Karakartal, (2013); Talun İnce, (2008); Uluç, (2013); Yüzsüren, (2005); Uyanık, 2007); Deveci, (2006); Biljali, (2007).
2
http://www.etymonline.com/index.php?allowed_in_frame=0&search=identity&searchmode =none (erişilen tarih 13.10.12)
3
Kazaklar arasında yayınlanmaya başlayan ilk gazetedir. 1913’te Orenburg’da, Alihan Bökeyhanulı’nın editörlüğünde milliyetçi Kazak aydınları tarafından yayımlanmaya başlamış, 1917 yılına kadar yayın hayatına devam etmiştir. Kazaklar arasında bir gelenek oluşturmuş, Kazaklar tarafından rağbet görmüş ve geniş kitlelere ulaşmayı başarmış bir gazetedir. Çarlık devrinde özellikle Kazakların yer meselesi, Çarlık’ın Kazak topraklarına iskân politikası üzerine makaleler yayınlayarak Kazak halkını bilinçlendirmeye çalışmıştır. Bu gazete etrafında okumuş Kazak gençleri örgütlenmiştir. Çarlık düşer düşmez Kazak halkının önderleri bu gazeteyi çıkaran Kazak aydınları olmuştur (Kovalskaya 2002: 647; Kalkan 2002: 369-387; Tar Jol Taygak Keşüv 2009: 48,56).
4
Aralık 1900 yılında Münih’te ilk sayısı yayımlanmıştır. Bu gazete genel olarak Devrim tarihinde, özel olarak ise Komünist Parti tarihinde önemli rol oynamıştır. İskra yalnızca bir gazete işlevi görmemiş, aynı zamanda bütün bir kuşağın düşüncelerini belirlemiş, büyük bir yazınsal-siyasal iş başarmış, partinin genişlemesinde büyük örgütsel-siyasal işlev gören bir yayın organı olmuştur. İskra’nın yayın kurulu: Plehanov, Lenin, Martov, Akselrod, Potresov ve Zasuliç. Lenin dışındaki diğer üyeler daha sonra Menşevizme kaymış ve Lenin gazetede sivrilmiştir ve gazete kısa bir sürede “Leninci” olarak anılmaya başlamıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Zinovyev (ilk baskı Paris 1926, 2012:100-104).
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книгиВсего 10 форматов