banner banner banner
Binbir Gece Masalları
Binbir Gece Masalları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Binbir Gece Masalları

Sonra balıkçıya, üç adamın şahitliğinde, diğerleri gibi dört balık daha getirmesini emretmiş. Balıkçı balıkları getirmiş, sultan da ona dört yüz altın verilmesini emretmiş. Vezirine dönüp: “Bu balıkları benim huzurumda pişirin.” diye emretmiş.

Vezir: “Başüstüne!” demiş.

Vezir tavayı getirtmiş, temizlenmiş balıkları tavaya yerleştirip ateşe koymuş. Bunun üzerine duvar yarılmış ve iri yarı bir zenci çıkmış. Elinde bir ağaç dalı tutuyormuş. Yüksek ve korkunç bir ses tonuyla:

“Balıklar! Yemininize sadık mısınız?” diye sormuş ve balıklar aynı sözleri tekrar etmişler:

“Gel ki ben de geleyim, inan çünkü ben de inanıyorum. Eğer ki vazgeçersen, seni ağlatırım.”

Sonra koca zenci tavaya yaklaşmış ve elindeki dalla onu ters çevirdikten sonra geldiği yerden geri dönmüş. Adam gözden kaybolduğunda sultan, balıkları incelemiş ve hepsinin kömür gibi karardığını görmüş. Büsbütün şaşırmış ve vezire:

“Gerçekten de bu meseleye kayıtsız kalmak çok zor. Belli ki balıklarla ilgili büyük bir gizem var.” demiş.

Sonra balıkçının getirilmesini emretmiş ve ona sormuş:

“Yazıklar olsun sana! Bu balıklar nereden geldi?”

“Şehirden de görülebilecek dört tepeli bir dağın üzerindeki gölden.”

“Kaç günlük mesafede?”

“Sultanım, sadece bir saatlik mesafede.”

Meraklanan sultan, adamlarına atlarına binip yola çıkmalarını emretmiş. Balıkçıyı da rehberleri olarak görevlendirmiş. Bu arada balıkçı, içinden cine lanetler okuyormuş. Dağa tırmanıp hayatları boyunca görmedikleri büyük alana ulaşıncaya dek yola devam etmişler. Sultan ve şen şakrak adamları, dört dağın arasında gördükleri bozkır karşısında hayretler içinde kalmışlar. Göl ve farklı renklerdeki balıklar karşısında da şaşkınlıklarını gizleyememişler. Sultan, merak içinde askerlerine sormuş:

“İçinizden herhangi biri daha önce böyle bir şey gördü mü?”

Askerler: “Ey sultanımız, bizler hayatımız boyunca böyle bir şey görmedik!” demişler. Dahası, bölgenin en eski sakinlerini, uzun yıllar boyunca orada yaşamış insanları da sorgulamışlar. Fakat hepsi:

“Buralarda küçük bir göl görmedik.” diye cevap vermiş.

Sultan: “Allah adına yemin ederim ki bu göl ve içindeki balıklar hakkındaki gerçeği öğreninceye kadar ne şehrime döneceğim ne de tahtıma oturacağım.” demiş.

Sonra adamlarına atlarından inmelerini ve dağın etrafında ordugâh kurmalarını emretmiş. Vezirini, yani tecrübeli, akıllı, zeki ve bilge adamını çağırtmış. Ona: “Yapmam gereken bir şey var ve sana bunu anlatmak istiyorum. Kalbim bana bu gece yola çıkıp bu gizemi -balıkların ve gölün gizemini- çözmemi söylüyor. Çadırımın önünde durup emirlere, vezirlere ve yüksek rütbeli subaylara: ‘Sultan hasta, içeri kimseyi kabul etmememi emretti.’ de ve dikkatli ol, kimseye ne yaptığımdan bahsetme!” demiş.

Vezir, sultanın emrini yerine getirmiş.

Bunun üzerine sultan kıyafetlerini değiştirmiş, kılıcını omzuna almış ve dağlara uzanan yolda gecenin geri kalanı boyunca yürümüş; ta ki sabah oluncaya kadar. Uzaktan bir karaltı görünce sevinmiş. Kendi kendine şöyle demiş:

Umarım burada biri bana gölün ve balıkların gizemi hakkında bilgi verir.

Oraya yaklaşırken o karaltının aslında, siyah taşlarla yapılmış, kapısı aralık bir saray olduğunu anlamış. Kapının önünde durmak onu heyecanlandırmış. Sonra sultan, kapıya hafifçe vurmuş. Kimse kendisine cevap vermemiş. Bunun üzerine iki defa daha vurmuş. Fakat yine bir cevap alamamış. Daha sonra kapıya kuvvetle vurmuş ancak sonuç yine aynı olunca kendi kendine şöyle demiş: Demek ki saray boş.

Sonra oldukça cesur bir hareketle kapıdan geçip büyük salona varmış. Yüksek sesle: “Hey, ahali… Ben yolunu kaybetmiş bir yolcuyum. Yok mu bana yemek verecek kimse?” demiş.

Bu haykırışını ikinci ve üçüncü kez de tekrar etmiş fakat hiçbirinde bir cevap alamamış. Cesaretini toplamış ve sarayın girişini geçip geniş bir avluya varmış. Fakat orada da kimseyi bulamamış. Sarayın ipek eşyalarla ve altınlarla süslendiğini görmüş. Tüm kapılar da açıkmış. Girdiği avlu, dört ayrı salona açılıyormuş. O salonlar da başka salonlara… Avluda bir koltuk ve dört köşesinde ağızlarından mücevher kadar berrak su fışkırtan dört aslan heykelinin olduğu bir süs havuzu varmış. Etrafında çeşit çeşit kuşlar serbestçe uçuşuyormuş. Bu kuşların uçup gitmemesi için avlunun üst tarafına bir ağ geriliymiş. Bunları gören sultan çok şaşırmış. Kimsenin kendisine, virane, göl, balıklar, dağ ve saray hakkında bilgi vermeyecek olması kendisini üzmüş. Oturup derin düşüncelere dalarken bir ağlama sesi ile birlikte yürek paralayan acı dolu şu sözleri duymuş:

Aşkımı saklamadım, sevdam oldu aşikâr
Uyku kaçtı gözümden, ağlarım fecre kadar
Öyle bir derde düştüm ki devası bulunmaz
Tahammülüm kalmadı ne kara talihim var!

Bu kederli sözleri duyan sultan, derhâl harekete geçmiş, sesi izlemiş ve kapısında perde asılı olan bir odaya kadar gelmiş. Perdeyi araladığında bir tahtta oturan güzel yüzlü, güzel vücutlu, billur gibi bir sese sahip, beyaz alınlı, gül yanaklı, yanağında âdeta esmer bir amber çiçeğini andıran bir beni olan genç bir adam varmış. Şairin de dediği gibi:

Ey ince belli güzel
Karanlık dünya oldu aydınlık
Senden daha güzeli yok
Gözler senin kadar nadir olanını görmedi
Yanağında kahverengi bir ben, dudakları gül kırmızısı…

Sultan neşeyle genç adamı selamlamış. Mısır altınlarıyla ve çeşitli mücevherlerle bezenmiş ipek kaftan giyen genç adam oturmaya devam etmiş. Yüzünde kederin izlerini taşıyormuş. Sultanın selamına nezaketle karşılık vermiş:

“Ah efendim, büyüklüğünüz ayağa kalkmamı icap ettirir ama maalesef bunu yapamam. Umarım kusuruma bakmazsınız.”

“Ne kusuru genç adam? Beni bir şey sormak üzere yanına gelmiş bir misafir olarak kabul et ve lütfen bana gölden, balıklardan, saraydan ve de feryat figan ağlamana sebep olan bu kederinden bahset.”

Bu sözleri duyan genç adam, acıyla ağlamaya devam etmiş. Öyle ki göğsü gözyaşlarından sırılsıklam olmuş. Sonra şu dizeleri okumuş:

Kader değişirken umarsızca uyuyana söyle
Daha ne kadar zulüm görecek bu dünya böyle
Senin gözlerin mühürlü olsa da
Yüce Allah görür gizleneni de aşikârı da
Kim hayatın adil olduğunu düşünüyor ki zaten

Uzunca bir iç çektikten sonra devam etmiş.

Allah’a güven, sıkıntılarını ona emanet et
Derdi tasayı bırak, karıştırma kafanı
Geçmişi bırak
Kader belirler ne olacağımızı
Sen ona bak!

Hayretler içinde kalan sultan yine sormuş:

“Seni ağlatan nedir genç adam?”

“Bu hâlime nasıl ağlamayayım?”

Bunu söyledikten sonra elbisesini kaldırmış. Meğer vücudunun göbeğinden aşağı kısmı taşmış. Bunu görüp kederlenen sultan, şefkatle şöyle demiş:

“Vah, vah… Senin acın, benim acımdır. Sana balıkların gizemini sormaya gelmiştim. Ama şimdi senin hikâyeni daha çok merak ediyorum. Allah büyüktür. Şimdi bana hikâyeni anlat.”

“O hâlde bana kulak verin ve anlatacaklarımı dinleyin.”

“Tabii ki!”

Sonra genç adam anlatmaya başlamış.

“Benim hikâyem de oldukça ilginç, tıpkı balıklarınki gibi. Benimki insanlara ibret olacak türden bir hikâye…”