banner banner banner
Binbir Gece Masalları
Binbir Gece Masalları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Binbir Gece Masalları


Neşelen, unut bütün tasaları
Yüce kalplerin harcıdır acı
Düşünce aptallığıdır zayıf kölenin
Korun ki sonsuza kadar kurtulasın

Şah, adama dönerek: “Seni buraya neden çağırttığımı biliyor musun?” diye sormuş.

Bilge: “Gizli olanı da açık olanı da yalnızca yüce Allah bilir.” diyerek cevap vermiş.

Bunun üzerine şah da “Seni öldürmek ve böylece senden büsbütün kurtulmak için buraya gelmeni istedim.” demiş.

Bilge Duban bu tuhaf cümleye hayret etmiş ve sormuş: “Şahım, beni neden öldürmek istiyorsunuz? Ben size ne kötülük ettim?”

Şah “Duyduğuma göre sen, beni öldürmek üzere buraya gönderilmiş bir casusmuşsun. Fakat kaderin cilvesine bak ki şimdi ben seni öldüreceğim!” demiş, ardından celladını çağırmış ve ona şunları söylemiş:

“Bu hainin başını vur ki fenalıkları bizden uzak olsun!”

Bilge: “Beni bağışla ki Allah da seni bağışlasın, beni öldürme ki Allah da seni kötülüklerden uzak tutsun.” demiş.

Şah Yunnan: “Seni öldürmeden güvende olmayacağım çünkü beni, elimde tuttuğum bir şey sayesinde iyileştirdin ve öyle görünüyor ki bana bir şey koklatarak ya da benzer bir şekilde ölümüme de sebep olabilirsin.” diye cevap vermiş.

“Demek ki siz, iyiliğe kötülükle karşılık veriyorsunuz.”

“Bu konuşmanın sana hiçbir faydası yok! Öleceksin!”

Hekim, şahın kendisini öldüreceğinden emin olduğu için ağlamaya başlamış. Şaha iyilik yaptığı için pişman olmuş. Bir şiirde de dendiği gibi:

Maymunun aklı ve bilgisi kıttır
Bilgelik akıldan üstündür
Hiç yürünebilir mi çamurda, tozda, kilde
Aklına hâkim ol, yoksa takılıp düşersin yere.

Cellat, Bilge Duban’ın gözlerini bağlamış, bıçağını bilemiş ve şaha:

“Emredin öldüreyim.” demiş.

“Bu arada hekim ağlamaya devam ediyor ve diyormuş ki:

“Beni bağışla ki Allah da seni bağışlasın, beni öldürme ki Allah da seni kötülüklerden uzak tutsun.” Ve şu şiiri okumuş:

İyiydim ve kaçmadım, onlar zalimdi, kaçtı
İyi olmakla sadece gördüm yıkımımı
Asla iyi olmayacağım eğer yaşar isem
Zaten yok olmuşum demektir ölürsem
İyi olanlar lanetlenir tıpkı benim gibi…

“Hak ettiğim karşılık bu mu? Öyle görünüyor ki senin iyiliğin, timsahın yapacağı iyilik kadar.” demiş Duban.

“Timsahın hikâyesi nasıldır?”

“Mevcut durumda bunu anlatmam imkânsız. Beni öldürürsen umarım Allah da seni öldürür.”

Hekim bunu dedikten sonra hıçkırarak ağlamaya devam etmiş. Şahın sevdiği adamlarından biri ayağa kalkarak:

“Şahım! Bu hekimin canını benim hatırıma bağışlayın. Bu adamın size karşı bir kötülük yaptığına hiç şahit olmadım. Sizi diğer bütün hekimlerin mücadele etmekte yetersiz kaldığı bir hastalıktan kurtarmaktan başka bir şey yapmadı.” demiş.

Şah: “Bu adamı öldürmek istememin nedenini bilmiyorsun. Eğer onu bağışlarsam kendimi ölüme mahkûm etmiş olurum. Elime bir şey tutuşturarak beni hastalıktan kurtardığı gibi pekâlâ başka şekillerde öldürebilir de… Beni bir çıkar karşılığında öldürmesinden korkuyorum; ne de olsa buraya gelmesinin tek amacı beni mahvetmek. Faydası yok, onu öldürmeliyim ki kendi hayatımı güvence altına alabileyim.” diye cevap vermiş.

Duban ağlayarak yine: “Beni bağışla ki Allah da seni bağışlasın, beni öldürme ki Allah da seni kötülüklerden uzak tutsun.” demiş.

Fakat bu haykırışı boşunaymış. Şahın kendisini öldüreceğine iyiden iyiye emin olan hekim: “Şahım, eğer ölmekten başka çarem yoksa bana biraz zaman verin. Evime gideyim, sorumluluklarımı son kez yerine getireyim. Aileme beni gömecekleri yeri söyleyip kitaplarımı dağıtayım. Bu kitapların arasında çok nadir bir tanesi var ki onu size hediye etmek isterim. Kütüphanenizi zenginleştirir.” demiş.

“Bu kitabın özelliği nedir peki?” diye sormuş şah.

“Bu eserde tabiatın binbir sırrı yazılıdır… Eğer kafamı kestikten sonra kitaptan üç sayfa açar, sayfaların sol tarafından üç cümle okursanız kesik başım dile gelecek ve sorularınızı cevaplamaya başlayacak.”

Aşırı bir merak duyan şah, gizemin verdiği zevkle titremiş ve şöyle demiş:

“Hekim Efendi! Kafanı kestiğimde gerçekten benimle konuşacak mısın?”

Hekim “Evet.” diye cevap vermiş.

“Bu hakikaten de ilginç bir şey!”

Şah derhâl muhafızları eşliğinde adamı evine yollamış. Duban, bütün görevlerini yerine getirmiş, yarım kalan işlerini tamamlamış.

Ertesi gün, şahın vezirleri, emirleri, generalleri ve asilzadeleri toplanmış ve kabul salonunu âdeta bir çiçek bahçesine çevirmişler. Sonra hekim oturmuş ve: “Bana bir tepsi getirin!” demiş.

Getirilen tepsinin üzerine bir çeşit toz dökmüş ve eliyle tozu yaymış. Şöyle devam etmiş:

“Ey şahım! Bu kitabı alın fakat boynum vuruluncaya dek açmayın. Sonra kafamı tepsiye yerleştirin ve toza bulayın. Toz, kanı derhâl durduracaktır. İşte o zaman kitabı açabilirsiniz.”

Bunun üzerine şah kitabı almış ve celladına emir vermiş. O da hekimin kafasını vurup tepsinin ortasına yerleştirerek toza bulamış. Kan durmuş ve Bilge Duban gözlerini açıp şöyle demiş: “Şimdi kitabı açın şahım!”

Şah büyük bir şaşkınlık içinde kitabı açmış ve yaprakların birbirine yapışık olduğunu görmüş. Bunun üzerine parmağını ağzına götürüp ıslatarak ilk yaprağı kolaylıkla çevirmiş. İkinciyi ve üçüncüyü de… Her sayfayı açmak bir öncekinden daha zormuş. Altı sayfa çevirmiş ve yapraklarda hiçbir şeyin yazılı olmadığını görmüş. Bunun üzerine şöyle demiş:

“Ama Hekim Efendi, burada hiçbir şey yok!”

Duban, “Çevirmeye devam edin.” demiş.

Şah aynı şekilde üç sayfayı daha çevirmiş. Aslında kitabın sayfaları zehirliymiş. Zehir vücuduna yayılıp ona öldürmeden hemen önce şah zorlukla bağırmış: “Beni zehirledin, ölüyorum!”

Bunun üzerine Duban’ın kafası şu şiiri okumaya başlamış:

Uzun yıllar hüküm süren
Ne şahlar geldi, geçti…
Eser kalmadı birinden
Tek tek hepsi göçtü, gitti.