banner banner banner
Vadideki Zambak
Vadideki Zambak
Оценить:
 Рейтинг: 0

Vadideki Zambak


“Daha ileri gitmeden…” dedim bizi saran derin sessizlikte kolayca duyulabilen yürek çarpıntılarımla boğuşan bir sesle. “Geçmişteki bir hatıranın izlerini silmeme izin verir misiniz?”

“Susun!” dedi dudaklarıma götürdüğü parmağını birden geri çekerek. Hakaretin ona erişemeyeceği kadar yükseklerde olan bir kadın olarak kibirle bana bakarken altüst olmuş bir ses tonuyla, “Ne hakkında konuşacağınızı biliyorum. Hayatım boyunca karşılaştığım ilk, son ve tek hakaret hakkında konuşmak istiyorsunuz! O balonun bahsi geçmeyecek. Hristiyanlığım sizi bağışlasa da kadın olarak hâlâ o anın acısını çekiyorum.”

“ Bu derece acımasız olmayın!” dedim gözyaşlarımı kirpiklerimin arasında saklamaya gayret ederken.

“Daha da katı olmalıyım lakin zayıf bir kadınım ben.” diye yanıtladı.

“Ama bu karşılaştığınız ilk, son ve tek hakaret de olsa beni dinleyin.” dedim çocuksu bir isyanla.

“Peki, konuşun o hâlde! Aksi takdirde sizi dinlemekten korktuğumu sanacaksınız.”

Dikkatini üzerimde toplayacak bir ses tonuyla, bunun yaşamımızdaki eşsiz bir an olduğunu hissederek, tıpkı hayatımda daha önce gördüğüm kadınlara olduğu gibi o gün balodaki kadınlara karşı da kayıtsız kaldığımı ama kendisini gördüğümde, bütün ömrü okumakla geçmiş ürkek ruhlu bir genç olarak ancak bu duyguyu daha önce hiç yaşamamış kimselerin mahkûm edebileceği bir taşkınlığa kapıldığımı, insan yüreğinin, hiçbir yaratığın ona karşı koyamayacağı ve her şeyi, ölümü bile yenecek böyle bir arzuyu tatmadığımı söyledim.

“Peki, küçümsenmeyi de yenebilir mi bu arzunuz?” dedi sözümü keserek.

“Demek beni küçümsediniz?” diye sordum.

“Bunlar hakkında daha fazla konuşmayalım.” dedi.

“Hayır, konuşalım!” diye direttim insanüstü bir kederden taşan coşkuyla. “Söz konusu olan benim, benim bilinmez hayatım, bilmeniz gereken sırrım; umutsuzluktan öleceğim yoksa! Müsabakaların kazananına vadedilen o ışıklar saçan tacı elinde tutan kadın rolünü üstlendiğiniz hayatınızı da konuşalım.”

Size anlattığım gibi mesafeli bir yerden değil, yaraları hâlâ kanayan genç bir adamın coşkun sözleriyle anlattım çocukluğumu ve gençliğimi. Sesim, ormandaki oduncuların baltası gibi yankılandı. Ölü seneler, o seneleri kuru dallarla çevreleyen destansı acılar yıkıldı Kontes’in önüne. Sizi muaf tuttuğum birçok korkunç ayrıntıyı en ateşli kelimelerle betimledim; pırıltılı dilek hazinesini, arzularımın bakir altınını, sürekli kışın sürdüğü Alplere yığılan buzların altına saklanmış bir yüreği önüne serdim. Yeşaya’nın[10 - İbranice’de “Rab kurtaran” anlamına gelen Yahudilerin dört büyük peygamberlerinden ilki. (ç.n.)] ateşleri içinde anlattığım ızdıraplarımın ağırlığı altında iki büklüm olduğumda, beni başını öne eğerek dinleyen bu kadından gelecek tek bir söz bekledim; tek bir bakışıyla karanlıkları aydınlatan o, tek bir sözcüğüyle dünyevi ve ilahi âlemleri canlandırırdı.

“Aynı çocukluğu yaşamışız!” dedi ışıldayan yüzüyle bakarak. Ruhlarımızın “Demek ki acı çeken yalnız ben değilmişim!” düşüncesiyle birleştiği kısa bir sessizlikten sonra, Kontes sevgili çocuklarıyla konuşurkenki ses tonuyla, bana oğulları ölen bir ailenin tek kızı olarak ne büyük bir bahtsızlıklar yaşandığından bahsetti. Kendisini kederlere boğan bir annenin dizinin dibinden ayrılmayan genç bir kızın ve yatılı okullarda kendi kaderine bırakılmış bir çocuğun ruh hâli arasındaki farklılıkları açıkladı. Öz annesi gibi anlattığı o iyi kalpli teyzesinin, bana yeniden doğan kederini anlattığı güne dek, ruhunun durmadan ezildiği o değirmen taşıyla özdeştirdiği gençliğiyle kıyaslandığında benim yalnızlığım cennet gibi kalıyordu. Hançer darbesinden yılmayan ve Demokles’in kılıcı altında can veren fevri kimselerin katlanamayacağı ve açıklanması mümkün olmayan iğnelemelerin hedefindeydi; bazen samimi bir itiraf buz gibi bir emirle sonlanıyor, bazen soğuk bir öpücükle ödüllendiriliyor. Ne zaman beklendiği, ne zaman sitemlere maruz kalacağını bilemediği bir sessizliğe maruz bırakılıyor, içine akıttığı gözyaşlarını yüreğinde biriktiriyordu; nihayet gururlu bir şekilde göklere çıkarılan anaçlık görünümü altında başkalarından gizlenen sayısız zorbalık ekleniyordu manastır tarafından. Annesi onunla övünüyor, onu övüyor ama ertesi gün öğretmenin göğsünü kabartmak için gereken bu iltifatları fazlasıyla pahalıya mal ediyordu ona. İtaatkârlığı ve uysallığı sayesinde annesinin kalbini kazandığını düşünüp ona içini döktüğü zaman, zalim kadın bu sırları kuşanarak yeniden karşısına dikiliyordu. Bir casus bile bu kadar hain, alçak olamazdı. Genç kız tüm zevkleri, eğlenceleri için ağır bedeller ödüyordu çünkü mutlu ya da mutsuz olması azarlanmaması için bir önem taşımıyordu. Aldığı soylu eğitim kendisine sevgi ile değil, kırıcı bir alayla verilmişti. Annesine kızmıyordu, yalnızca ona karşı sevgi değil de korku beslediği için kendini suçlu buluyordu. “Belki de eğitimim için gerekliydi böylesi sertlikler.” diye düşünüyordu bu melek. Kendisini bugünkü hayatına hazırlayan o sertlikler değil miydi? Onu dinlerken âdeta yabani sesler çıkaran Eyüp’ün arpı, şimdi çarmıhın dibindeki Meryem’in ilahilerinin eşliğinde inançlı parmaklarla akort edilmiş bir ezgi gibi geliyordu bana.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 811 форматов)