banner banner banner
Nutuk
Nutuk
Оценить:
 Рейтинг: 0

Nutuk

Hacı Musa Bey: Mutki Aşiret Reisi (Ves. 41).

Efendiler, bu arada şunu arz edeyim ki bu kimseler hiçbir vakit bir araya gelip birlikte çalışmış değillerdir. Bunlardan İzzet, Servet ve Hacı Musa Beyler ve Sadullah Efendi hiç gelmemişlerdir. Raif ve Şeyh Fevzi Efendiler, Sivas Kongresi’ne iştirak etmişler ve ondan sonra biri Erzurum’a, diğeri Erzincan’a dönerek bir daha Heyetitemsiliyeye katılmamışlardır. Rauf Bey ve Sivas Kongresi’nde aramıza katılan Bekir Sami Bey, İstanbul’da Meclisimebusana gidinceye kadar beraber bulunmuşlardır.

Erzurum Kongresi’nde Görülen Tereddütler

Efendiler, hatıra olarak küçük bir noktaya da işaret etmek isterim. Benim, bu Erzurum Kongresi’ne üye olarak girip girmemekliğim hususu mesele yaratmış olduğu gibi Kongre’ye katıldıktan sonra da başkan olup olmamaklığım üzerinde tereddüt gösterenler de bulunmuştur. Bu tereddütü gösterenlerden bir kısmının düşüncelerini iyi niyet ve samimiyetlerine vermek mümkün olduğu hâlde, diğer bazı kimselerin bu hususta tamamen samimiyetten uzak, aksine melunca bir maksat peşinde olduklarına daha o zaman şüphem kalmamıştı. Mesela, düşman casusu olup, her nasılsa Trabzon vilayetinde bir yerden kendini kongreye temsilci tayin ettirerek gelen Ömer Fevzi Bey ve onun arkadaşları gibi. Bu şahsın sonradan Trabzon’da ve oradan kaçtıktan sonra İstanbul’daki faaliyet ve hareketleriyle hıyaneti sabit olmuştur.

Kongre’nin bitiminden iki-üç gün önce, diğer bir münakaşa da söz konusu olmaya başlamıştı. Bazı samimi arkadaşlarım, benim, Heyetitemsiliyeye girerek açıkça faaliyet göstermemi mahzurlu buluyorlardı. Düşünceleri şu noktalarda özetlenebilir: “Millî teşebbüs ve faaliyetlerin bütün manasıyla milletten doğduğunu, hakikaten millî olduğunu göstermek lazımdır. Bu takdirde teşebbüsler, daha kuvvetli olur ve kimsenin kötü yorumuna ve bilhassa yabancıların menfi düşüncelerine fırsat vermez. Fakat tanınmış ve hele İstanbul Hükûmetine ve Hilafet ve Saltanat makamına karşı aksi duruma düşmüş, hücumlara hedef olan benim gibi bir adamın, bütün bu millî teşebbüslerin başında bulunduğu görülürse, faaliyetin millî gayelere dayanmaktan ziyade, şahsi ihtirasların tatmini maksadını güttüğü kanaati uyanır. Bu bakımdan Heyetitemsiliye, vilayetlerin ve müstakil sancakların seçeceği kimselerden meydana gelmelidir. Ancak bu suretle millî bir kuvvet gösterebilir.”

Bu düşüncelerde ne dereceye kadar isabet olup olmadığını araştıracak değilim. Yalnız benim de bu düşüncelere karşı olan düşüncelerimi dayandırdığım noktalardan bazılarını sayayım: Evvela ben, mutlaka Kongre’ye katılmalı ve onu idare etmeliydim. Çünkü zaman kaybetmeksizin, millî iradenin faaliyete geçirilmesini ve milletin bizzat fiilî ve silahlı olarak tedbirler almaya başlamasını temin etmek zaruretine inanıyordum. Bu esaslı noktaları, takdir ve tespit ettirebilmek için, Kongre’de, aydınlatmak, yol göstermek ve bizzat idare etmek suretiyle çalışmamı zaruri görüyordum. Nitekim öyle oldu. Erzurum Kongresi’nin, daha önce açıkladığım prensip ve kararlarını herhangi bir temsilciler heyetinin tatbik ettirebileceğine benim emniyetim olmadığını itiraf ederim. Nitekim zaman ve hadiseler beni haklı çıkarmıştır. Bundan başka daha Amasya’da iken karar altına alınan ve bütün millete her türlü vasıtayla tebliğ ettirdiğim Sivas Umumi Kongresi’nin toplanmasını sağlamak, bütün milleti ve memleketi yalnız bir heyetle temsil etmek, sonra yalnız doğu vilayetlerinin değil bütün vatanın her köşesini aynı dikkat ve hassasiyetle savunma ve kurtarma çarelerini bulmaya çalışmak hususlarını, herhangi bir heyetin başarabileceğine inanmadığımı açıkça ifade etmek zorundayım. Çünkü bende böyle bir kanaat olsaydı, benim iş başına geçtiğim güne kadar faaliyet ve teşebbüslerde bulunanların elde edecekleri neticeleri bekleyerek istifa etmemek yolunu bulurdum. Hükûmet, Padişah ve Halife’ye karşı isyana lüzum görmezdim. Tam tersine, ben de bazı ikiyüzlü ve iki cepheliler gibi görünüşte pek parlak ve gösterişli olan o günün Ordu Müfettişliği görevini ve Yaver-i Hazret-i Şehriyarı (Padişah Hazretlerinin Yaveri) sıfatını taşımaya devam ederdim. Gerçi benim açıkça ortaya atılmamda ve bütün millî ve askerî hareketlerin başına geçmemde şüphesiz mahzur vardı. Fakat o mahzur, başarısızlık hâlinde, herkesten önce ve herkesten çok benim, en büyük ceza ve azaba uğratılmamdan başka bir şey olabilir miydi? Hâlbuki bütün vatanın ve koskoca bir milletin ölüm kalımı söz konusu olurken, vatanseverim diyenlerin kendi akıbetlerini düşünmelerinin yeri var mıdır?

Efendiler, ben, bazı arkadaşlarca ileri sürülen düşünce ve vehimlere uysaydım, iki bakımdan büyük mahzurlar doğacaktı. Birincisi, düşüncelerimde, kararlarımda ve bütün şahsiyetimde isabetsizlik ve zaaf olduğunu itiraf etmek ki, bu husus benim, vicdanımın emriyle yüklendiğim vazife itibarıyla telafisi imkânsız bir hata olurdu.

Efendiler, tarih, itiraz edilemez bir şekilde ispat etmiştir ki büyük meselelerde başarı için sarsılmaz bir kabiliyet ve kudrete sahip bir liderin varlığı şarttır. Bütün devlet adamlarının ümitsizlik ve aciz içinde… Bütün milletin başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada, her “vatanseverim” diyen binbir çeşit insanın, binbir hareket ve görüş tarzı ortaya attığı karmakarışık bir ortamda danışmalarla, birçok hatırlı ve nüfuzlu kimselere bel bağlamak gerektiğine inanmakla, emin ve kararlı ve bilhassa sert yürümek ve en sonunda, çok çetin olan hedefe varmak mümkün müdür? Tarihte bu tarzda başarıya ulaşmış bir cemiyet gösterilebilir mi? İkincisi, efendiler, millet, memleket, siyaset ve ordu idareleriyle hiçbir alaka ve münasebetleri ve bu hususta liyakatleri görülmemiş ve tecrübe edilmemiş gelişigüzel kişilerden, mesela Erzincanlı bir Nakşî şeyhi ve Mutkili bir aşiret reisi gibi zavallılardan da kurulması düşünülebilecek herhangi bir temsilciler heyetine, böyle bir durum ve vazife bırakılabilir miydi? Ve bırakıldığı takdirde, memleket ve milleti kurtaracağız dediğimiz zaman, milleti ve kendimizi aldatmış olmak gibi bir hataya düşmeyecek miydik? Bu mahiyette bir heyete, perde arkasından yardım edilebileceği düşünülse dahi bu hareket tarzı emin bir yol sayılabilir miydi?

Bu söylediklerimin o günlerde değilse bile, artık bugün bütün dünyaca inkâr edilemeyecek hakikatler olarak kabul edildiğine asla şüphe yoktur. Bununla beraber ben, bu söylediklerimi geçmiş günlere ait bazı hatıralar ve vesikalarla da burada bir defa daha belirtmeyi gelecek nesillerin sosyal ve siyasi ahlak terbiyesi bakımından bir vazife sayarım.

Bu dakikaya kadar olduğu gibi bundan sonra da temas edeceğim hadiseler münasebetiyle, bu husus kendiliğinden aydınlanmaya başlayacaktır.

Efendiler, Erzurum Kongresi’nin bitiminde, Ferit Paşa’dan sonra Harbiye Nezaretine yeni gediği anlaşılan bir Nazım Paşa imzasıyla, 15’inci Kolordu Komutanlığına 30 Temmuz 1919 tarihli şöyle bir emir geldi:

“Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in, Hükûmetin kararları aleyhinde faaliyet ve hareketlerinden dolayı hemen yakalanarak İstanbul’a gönderilmeleri Babıalice uygun görülüp, mahallî memurlara gerekli emirler verildiğinden, Kolorduca ciddi yardımda bulunulması ve neticesinden bilgi verilmesi rica olunur.”

Bu emre, Kolordu Komutanlığı tarafından layık olduğu şekilde cevap verildi ve bu cevabı diğer komutanlara da verdirerek dikkatlerini çektirdim.

Kongre beyannamesi memleket içinde her tarafa ve yabancı devlet temsilcilerine çeşitli vasıtalarla bildirildi. Nizamname de komutanlara ve başka güvenilebilir makamlara kısım kısım şifreyle verilerek, bulundukları yerlerde basılmasının ve çoğaltılıp dağıtılmasının teminine çalışıldı. Bu iş tabiatıyla günlerce devam etti. Bu münasebetle, Sivas’ta 3’üncü Kolordu Komutanı Selahattin Bey’den, 22 Ağustos 1919 tarihiyle aldığım bir telgrafta “Nizamnamenin, ikinci ve dördüncü maddelerinin yayımlanmasını mahzurlu bulduğu, bir kere daha incelenmesi lüzumu” bildiriliyordu (Ves. 42).

İkinci Madde, topyekûn savunma ve direnme esasının kabul edildiğine; Dördüncü Madde, geçici bir idare kurulabileceğine dair olan maddelerdir.

Karakol Cemiyeti

Biz Erzurum’da Kongre kararlarının her tarafça anlaşılmasını ve her yerde uygulanmasını sağlayacak tedbirleri almaya çalışırken “Karakol Cemiyetinin Teşkilatıumumiye Nizamnamesi” (Karakol Cemiyetinin Genel Kuruluş Tüzüğü) ve “Karakol Cemiyeti Vezaifiumumiye Talimatnamesi” (Karakol Cemiyetinin Genel Görev Yönetmeliği) diye basılı birtakım kâğıtların bütün orduya, komutan, subay, herkese dağıtıldığından haberdar edildik.

Bu yönetmeliği okuyan bana en yakın komutanlar dahi, bu teşebbüsün benden geldiğini sanarak birçok şüphe ve tereddütlere düşmüşler. Benim, bir taraftan kongrelerle açıkça müşterek millî faaliyetlerde bulunurken bir taraftan da esrarlı ve müthiş bir komite kurmakla uğraştığım zannına düşmüşler. Hakikaten bu teşkilatın ve teşebbüslerin elebaşları İstanbul’da bulunuyorlarmış. Teşebbüslerini benim adıma ve hesabıma yapmaktalarmış.

Karakol Cemiyetinin Teşkilatıumumiye Nizamnamesi’ne göre, genel merkez üyeleri ve sayıları, toplantı yer ve tarzları, nasıl seçilip vazifelendirildikleri kesin olarak gizli ve saklı tutulur.

Bir de en ufak bir sırrı açığa vuran veya Karakol Cemiyetini tehlikeye atan ve hatta tehlikeye atabilecek bir şüphe getiren derhâl idam olunur.

Vezaifiumumiye Talimatnamesi’nde de “bir millî ordu”dan bahsolunuyor ve “Bu ordunun başkomutanı ve büyük kurmay heyeti, ordu ve kolordu ve tümen komutanları ve kurmayları seçilmiş ve tayin edilmiş olup saklı ve gizli tutulur. Bunlar vazifelerini tamamen saklı tutarak gizlice yaparlar.” açıklaması okunur.

Efendiler, derhâl komutanları uyardım ve bu tüzük ve yönetmelik hükümlerini asla uygulamamaları lazım geldiğini ve teşebbüsün kaynağını araştırmakta olduğumu bildirdim.

Sivas’a varışımdan sonra, oraya gelen Kara Vasıf Bey’den anladım ki bu işi yapan kendisi ve bazı arkadaşlarıymış.

Herhâlde bu hareket tarzı doğru değildi. Herkesi idamla tehdit ederek meçhul bir merkeze, meçhul bir başkomutana, meçhul birtakım komutanlara itaate mecbur kılmaya kalkışmak çok tehlikeliydi. Hakikaten, derhâl, bütün ordu mensuplarında birbirlerine karşı bir güvensizlik ve korku başladı. Mesela, herhangi bir kolordu komutanının, “Benim komuta etmekte olduğum kolordunun acaba meçhul ve gizli komutanı kimdir? Bu gizli komutan acaba ne vakit ve nasıl komutayı ele alacak? Ve acaba nasıl muamele yapacak?” gibi haklı birtakım vehimlere kapılması ihtimalden uzak değildi.

Sivas’ta Kara Vasıf Bey’e, gizli merkezin gizli başkomutanının ve gizli büyük kurmay heyetinin kimler olduğunu sorduğum zaman, “Hepsi siz ve arkadaşlarınızdır.” cevabını vermişti. Bu, büsbütün beni şaşırtmıştı. Bu cevap, elbette makul ve mantıki olamazdı. Çünkü bana asla, böyle bir teşebbüs ve teşkilattan kimse bahsetmiş ve iznimi almış değildi.

Bu cemiyetin sonradan bilhassa İstanbul’da, aynı unvan altında faaliyetine devama çalıştığı anlaşıldıktan sonra kuruluşunda ve buna dair bize vermek zorunda kaldıkları bilgilerde samimiyet bulunabileceği iddia olunamaz.

Avrupa’dan Bir Şey Beceremeden Dönen Ferit Paşa’ya Çektiğim Şifre

İstanbul hükûmetini millî teşebbüsleri önlemekten vazgeçirmek, başarı için sürat ve kolaylık sağlayacağından önemliydi.

Bu düşünceyle, Ferit Paşa’nın tabiatıyla hiçbir şey başaramadan, âdeta hakarete uğramış bir hâlde İstanbul’a dönüşünden faydalanarak kendisine 16 Ağustos 1919 tarihinde bir şifre telgraf yazdım. Bu telgrafta başlıca şu cümleler vardı:

“Mösyö Clemenceau’nun, siz Sadrazam hazretlerinin yüksek şahsiyetlerine olan uzun cevabını, ben âcizleri son günlerde okuyunca, İstanbul’a nasıl acı ve elemler içinde döndüğünüzü takdir ediyorum.

Vatanımızı paylaşma ve yok etme düşüncesini bu kadar açık ve haysiyet kırıcı şekilde gösteren bir ifade karşısında titremeyecek hassas bir fert tasavvur edemem. Cenabıhakk’a binlerce şükredelim ki milletimiz, ruhundaki kahramanlık azmiyle, tarihî hayat ve varlığını ne tevekküle, ne de böyle cellatça hükümlere kurban edecektir.

Şimdi pek eminim ki siz Sadrazam hazretlerinin yüksek şahsiyetleri, bugünkü umumi durumu, devlet ve milletin gerçek menfaatlerini üç ay önceki gözlerle görmüyordur.

Dokuz aydan beri işbaşına gelen hükûmetlerin daima birbirinden fazla zaafa uğraması ve maalesef artık tamamen iş göremez bir hâle düşmesi, milletin yüksek haysiyeti karşısında cidden pek üzücü oluyor.

Şurası kesindir ki vatan ve millet mukadderatı adına içerde ve dışarıda sesini duyurmak ve söz sahibi olmak için mutlaka millî iradeye dayanmak şarttır.

Hayat ve istiklal hakkı için çalışan milletin asil ve ciddi gayesine karşılık, İstanbul hükûmeti düşmanca davranmak yolunu tutuyor. Bu hareket tarzı elbette ki büyük bir üzüntü doğuruyor. Milleti, İstanbul hükûmetine karşı, arzu edilmeyen hareketlere sürükleyecek mahiyettedir. Gayet samimi arz edeyim ki millet her türlü iradesini kullanmaya muktedirdir. Teşebbüslerinin önüne geçebilecek hiçbir kuvvet mevcut değildir. İstanbul hükûmetinin menfi teşebbüsleri hiçbir tarafta ve hiçbir kimse tarafından uygulanma imkânı bulmamaya mahkûmdur. Millet çizdiği program çerçevesinde gayet kesin ve açık adımlarla hedefine yürümektedir.

İstanbul hükûmetinin şimdiye kadar olan engelleyici teşebbüslerinin, hiçbir tarafta, hiçbir tesir yapmamakta olmasıyla hakiki durumun takdir buyurulmuş olacağına şüphe yoktur.

İngilizlerin gösterdikleri yolda, kurtuluş çaresi aramak dahi boşunadır ve sonu hüsrandır. Bununla beraber İngilizler de en sonunda kuvvetin millette olduğunu takdir ederek, hiçbir dayanağı olmayan ve millet adına hiçbir taahhütte bulunamayan ve bulunsa bile milletçe kabul edilemeyecek olan bir hükûmetle neticeli bir işe girişmek mümkün olamayacağına inanmışlardır.

Bütün temenniler şu merkezdedir ki hükûmet meşru olan millî akımı durdurmaya çalışmaktan vazgeçerek, Kuvayımilliyeye dayansın ve her türlü teşebbüsünde millî gayeyi rehber kabul etsin!

Bunun için de, millî varlığı ve millî iradeyi temsil edecek olan Meclisimebusanın en kısa bir zamanda toplanmasını sağlasın!

Sivas Kongresi Hazırlıkları

Efendiler, Sivas’ta toplanmasını sağlamaya çalıştığımız kongreye her taraftan temsilci seçtirmek ve onların Sivas’a gelmelerini temin etmek için daha Amasya’da başlamış olan çalışma ve yazışmalar devam ediyordu. Bütün komutanlar ve her tarafta birçok vatansever, olağanüstü gayret gösteriyordu. Fakat yine, her tarafta menfi ve aleyhte propagandalar ve bilhassa İstanbul hükûmetinin engelleyici tedbirleri işi güçleştiriyordu.

Bazı yerler hem temsilci seçmiyor ve hem de maneviyatı kıracak ve herkesi ümitsizliğe düşürecek cevaplar veriyordu. Mesela 20’nci Kolordu Komutanı adına, Kurmay Başkanı Ömer Halis Bey’in İstanbul’dan alınan bilgileri taşıyan 9 Ağustos 1919 tarihli şifresinde, şu maddeler dikkate değer görüldü:

1- İstanbul temsilci göndermiyor. Oradaki işleri tasvip etmekle beraber, cüretli bir duruma girmeyi arzu etmiyor.

2- İstanbul’dan temsilci göndermek imkânı yoktur. Teklif olunan kimseler, orada verimli, başarılı iş göreceklerinden emin olmadıklarından boşuna masraf etmemek ve yolculuk sıkıntılarına katlanmamak için hareket etmiyorlar (Bilindiği gibi bazı kimseleri özel olarak yazarak da davet etmiştik.).

Biz her taraftan temsilci seçtirmek ve göndertmek hususunda karşılaşılan güçlükleri yenmeye çalışırken, diğer taraftan en emniyetli olmak üzere, kongreye toplanma yeri seçtiğimiz Sivas’ta da bir telaş ve heyecan başladı.

Efendiler, burada sırası gelmişken arz edeyim ki ben Sivas’ı hakikaten her bakımdan emniyetli bir yer saymış olmakla beraber, daha Amasya’da iken Sivas’a gelen bütün yollar üzerinde, uzaktan ve yakından gerekli askerî tedbir ve tertipleri aldırmayı da ihtiyata uygun bulmuştum.

Sivas Valisi’nin Endişeleri

Sivas’ın heyecanı şöyle öğrenildi: 20 Ağustos günü, öğleyin Sivas Valisi Reşit Paşa tarafından telgraf başına davet olunduğum zaman, Paşa’nın uzun bir telgrafı veriliyordu. O telgraf şudur:

Erzurum’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne,

Evvela rahatsız ettiğimden dolayı yüksek aflarınızı rica eder ve zatıdevletlerinin sıhhatini sorarım. Neden rahatsız ettiğimi aşağıda arz ve izah ediyorum, efendim. Görünüşte Fransızlara ait müesseseleri teslim almak, hakikatte buraların durumu hakkında incelemelerde bulunmak üzere, Cizvit papazlarıyla beraber İstanbul’dan önceki gün Sivas’a gelerek valilik makamını ziyaret eden Fransız subaylarının ziyaretlerini iade için dün sabah yanlarına gitmiştim. Ziyaret ve görüşmenin sonunda orada hazır bulunan Fransız binbaşılarından Jandarma Müfettişi Mösyö Brunot, biraz özel görüşmek istediğini söyleyerek bendenizi diğer bir odaya aldı. Söylediği sözleri aynen naklediyorum: