banner banner banner
Nutuk
Nutuk
Оценить:
 Рейтинг: 0

Nutuk

    Erzurum’dan, 19.8.1919

Kişiye özeldir. Aceledir. 152

20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa Hazretleri’ne,

c. 17.8.1919

1- Bahsedilen Amerika mandasının nasıl bir yardım sağlayacağının çok dikkatli olarak incelenmesi ve millî gayemize ne dereceye kadar yararlı olacağının hesap edilmesi son derece önemlidir. İstanbul’da çalışanların gayesi, milletin birliği, vatanın bütünlüğü, istiklal ve hâkimiyetin kazanılması olarak anlatıldığına ve gösterildiğine göre Amerika mandasını kabul hâlinde bu gaye korunmuş olabilir mi?

2- Millî arzuya tabi ve uygun olmayan kararlar, hiçbir zaman milletçe kabul edilemeyeceğinden, milletimizin ve vatanımızın mukadderatında, millî vicdana tercüman olmaktan ibaret bulunan vazifemizi tam olarak yapmak için millî arzunun iyice belirip tek bir hedefe yönelmesini beklemeden hiçbir meselede yetkili görünmemiz doğru değildir. Bu sebepten dolayıdır ki tarafımızdan yabancılarla temas ve münasebetin, kongrenin kararlarına göre millet adına yapılmasını tercih etmekteyiz. Allah’a şükür, vatanımızdaki millî akımın pek çok genişlemesi ve kökleşmesi kuvvetlenmekte olması, bizleri daima bu noktaya götürüyor ve davet ediyor.

3- Şurası da göz önünde tutulmalıdır ki memleket ve milletin mukadderatı hakkında Amerika veya herhangi bir devletle anlaşmaya yetkili olabilecek bir hükûmet ancak millî hâkimiyet esasını kabul ve millî meclisin varlığını benimseyerek ona dayanmayı gerekli gören bir hükûmettir. Şu takdirde İstanbul hükûmetinde görev alacak şahısların mutlaka bu vasıflarda olması zaruridir. Bizce olduğu gibi oradaki çalışmalarınızın gayesi de bu noktanın sağlanması olmalıdır.

4- Yakında kongre kararlarını öğreneceksiniz. Gözlerinizden öperiz.

    Mustafa Kemal

Bir küçük bilgi daha vereyim. Sivas’a gelmiş olan gazeteci Mister Brown ile bizzat görüşmeyi uygun gördüm. Karşısındakini kolayca anlayan çok zeki bir genç.

Manda Meselesinin Kongrede Görüşülmesi

Şimdi, efendiler, kongrede manda hakkında yapılmış olan görüşme ve münakaşayı mümkün olduğu kadar geçtiği gibi yüksek heyetinize dinletmeye çalışacağım.

Birçok şahıs söz aldı. Kimseye söz vermeden önce, başkanlık kürsüsünden zabıtlara aynen geçmiş olan şu kısa konuşmayı yaptım: Bu rapor metni hakkında görüşmeye başlamadan önce bazı noktalara dikkatinizi çekmek isterim. Bu raporda, mesela Mister Brown’dan bahsedilmekte ve elli bin kişilik bir işçi ordusu getirileceğini söylediği belirtilmektedir.

Efendiler, Mister Brown: “Ben, hiçbir resmî sıfatla görüşmüyorum. Tamamıyla özel bir şekilde görüşüyorum!” diyor ve hatta Amerika’nın mandayı kabul edeceğini değil, belki etmeyeceğini söylüyor. Onun için sözleri Amerika adına değil, kendi adınadır; mandanın ne olduğunu kendisi de bilmiyor. “Manda, siz ne derseniz odur.” diyor. Bu raporda önemli olarak manda meselesi vardır. Bunun hakkında görüşmezden önce on dakika istirahat edelim (saat: 3.25).

Sonraki celsede “İlk söz Vasıf Bey’indir.” dedim. Vasıf Bey, önce mandanın tarifi hakkında uzun açıklamalarda bulundu. Diğerlerine sözü bıraktı. Tekrar söz aldı ve “Bir kere esas olarak mandayı kabul edelim de şartlar hakkında daha sonra görüşürüz.” dedi.

Üyelerden Macit Bey adında bir zat, “Umumi heyetçe asıl görüşülecek mesele, şimdiden sonra yalnız yaşayabilecek miyiz, yaşayamayacak mıyız? Mandayı ne şekil ve surette anlayarak mandaterle ne tarzda görüşeceğiz? Bu devlet hangisi olacaktır? Asıl mesele budur.” tarzında konuştu. Ben, başkanlık kürsüsünden: ”Zannederim bu rapordan iki görüş ortaya çıkıyor: Bunların birincisi, devletin içte ve dışta istiklalinden vazgeçememesi ve ikincisi de devlet ve milletin yabancı devletlerin zararlı baskılarına karşı bir yardım ve destek ihtiyacında bulunup bulunmamasıdır. Asıl tereddüde düşüren nokta budur. Müsaade buyurulursa, bu noktayı iyice düşünmek için teklif komisyonuna havale edelim. Sonra yüksek huzurlarınıza arz edelim. Her hâlde içte ve dışta istiklalimizi kaybetmek istemiyoruz.” dedim. Bunun üzerine söz alan Bekir Sami Bey: “Yüklendiğimiz vazife gayet ağır ve önemlidir. Boş münakaşalara harcayacak hiçbir dakikamız yoktur. Bu raporumuzu görüşelim ve bir an önce, vakit geçirmeksizin bir karar verelim.” dedi. Ben başkanlık kürsüsünden: “Bu meseleyi komisyon başkanı olmak dolayısıyla izah edeyim (Ben, aynı zamanda Teklif Komisyonu Başkanıydım). Bu rapor metni komisyonda okundu ve birçok müzakere ve münakaşa edildi fakat kesin karar verecek tarzda kanaat belirmedi. Daha önce umumi heyette okunmaksızın Teklif Komisyonuna gönderilmişti. Bu sebeple bir defa da burada okunup umumi heyetin görüşü belli olduktan sonra tekrar Teklif Komisyonuna gönderilerek kesin kararı vermek istemiştik.” dedim. İsmail Fazıl Paşa da (merhum) söz alarak şu konuşmayı yaptı: “Bekir Sami Bey’in fikrine katılırım; kaybedecek vaktimiz yoktur, esasen mesele de basitleşmiştir. Tam istiklal mi, yoksa manda mı kabul edeceğiz? Alacağımız karar budur. Böyle önemli ve çok önemli olan bir meseleyi tekrar Komisyona götürmek ve tekrar umumi heyete getirmekle vakit geçirmeyelim. İş uzar. Zamanımız değerlidir. Buna bugün, yarın yahut öbür gün her hâlde umumi heyetle bir karar verelim. Komisyonda vakit geçirmeyelim. Çünkü pek ruhlu bir meseledir.”

Bunun arkasından Hami Bey söz alarak İsmail Paşa hazretleri ile Bekir Sami Beyefendi’nin fikirlerine katıldığını söyledikten sonra “Her hâlde bir desteğe muhtacız ve bunun en basit delili de devlet gelirlerinin ancak borcumuzun faizini karşılayabilmesidir.” buyurdular.

Bundan sonra, Raif Efendi, manda aleyhinde konuştu. İsmail Fazıl Paşa ona cevap verir tarzda uzun bir konuşma yaptı. Ondan sonra tekrar Bekir Sami Bey konuştu. Ve dedi ki: “İsmail Fazıl Paşa hazretlerinin tamamıyla katıldığım konuşmasına yalnız bir şey ilave edeceğim: Kırım Savaşı’ndan galip sıfatıyla çıkarak katılmış olduğumuz Paris Kongresi’ndeki müttefiklerimizin bize yüklemiş oldukları bilinen şartlar ile bu şimdi okunan rapordaki isteklerimiz karşılaştırılacak olursa, hangisinin daha çok istiklali ortadan kaldırıcı olduğu anlaşılır, zannederim.”

Bekir Sami Bey’den sonra Hami Bey ve Hami Bey’den sonra da Refet Bey (Refet Paşa) konuştular. Refet Bey’in söyledikleri aynen şunlardı: “Mandanın istiklali ortadan kaldırmayacağı muhakkak iken bazı arkadaşlarımız ‘Müstakil mi kalacağız, yoksa mandayı mı kabul edeceğiz?’ tarzında birtakım görüşler ileri sürüyorlar. Onun için her şeyden önce mandanın ne olduğu anlaşılmalıdır. Bununla beraber mandadan bahsetmezden önce de zihinleri gıcıklayan bu raporda, bu tabirin ne şekilde anlaşılmış olduğunu bilmek lazımdır. Fazıl Paşa hazretleri ‘İstiklali korumak şartıyla manda’ buyuruyorlar. Hami Beyefendi tarafından manda hakkında verilmiş olan rapor iki kısma ayrılıyor: Bir gerekçe kısmı var, ondan sonra bir de mandanın tarifiyle ilgili kısım var… Manda meselesini bunlardaki görüşlere göre muhakeme için önce bir noktayı anlamak isterim; bu rapor metni umumi heyette görüşülmeye sunulmuş mudur, sunulmamış mıdır?”

İsmail Fazıl Paşa: “Yanlış anlaşılmaya sebep olduğundan biz üçümüz -yani Fazıl Paşa, Bekir Sami ve Hami Beyler- bu raporu geri alıyoruz. Hiç verilmemiş saydık” dedi. (Bu raporun müsveddesi de, temize çekilmiş şekli de kendilerinde kalmıştır.

Başkanlıktan: ’’Rapor geri alınmıştır.” dedim.

Raporun geri alınmış olmasına rağmen Refet Bey, zabıtlarda beşaltı sayfa tutan parlak bir nutuk söyledi. Bu nutuktan, zabıtlardan aynen aldığım bazı cümleler, hatibin maksadını açıklamaya yetecektir, zannederim.

Refet Bey diyordu ki “Bizim Amerika mandasını tercih etmekten maksadımız, bütün cemiyetleri esir eden, kalpleri, vicdanları söndüren İngiliz mandasından kurtulmak; sakin ve milletlerin vicdanlarına saygılı olan Amerika’yı kabul etmektir. Yoksa asıl iş para meselesi değildir… Söz olarak, manda ile istiklal birbirine engel şeyler değildir; yalnız, eğer biz hakikatte kuvvetli olmayacak olursak, işte o zaman mandanın altında eziliriz ve o zaman manda bizim için istiklali ortadan kaldıran bir şekil alır. Bir de diyelim ki biz dışta ve içte tam bir istiklal isteriz. Fakat acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz? Yapamayacak mıyız? Ondan önce, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklar mı, bırakmayacaklar mı? Bunu düşünelim. Şurası muhakkaktır ki bugün bizi İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan bölüşmek istiyorlar fakat eğer biz, bugün bir devletin kefilliği altında bir barış anlaşması yapacak olursak, ilerde uygun şartlar altında bulunur bulunmaz hemen döner ve kendi faydamızı sağlarız. Fakat eğer menfi bir durum ortaya çıkacak olursa, acaba büsbütün zarar etmiş olmayacak mıyız?…

… Her hâlde, bir Amerika kefilliğini kabul etmek zorundayız. Yirminci yüzyılda, beş yüz milyon lira borcu, harap bir memleketi, pek verimli olmayan bir toprağı ve ancak on on-beş milyon lira geliri olan bir millet için bir dış destek olmaksızın yaşamak imkânı olamaz. Eğer, bundan sonra da bu hâlimizde kalır ve bir dış yardım sayesinde kalkınmayacak olursak, ihtimal, ilerde Yunanistan’ın bile taarruzlarına karşı kendimizi savunamayız.

Allah korusun, eğer İzmir Yunanistan’da kalsa ve aramızda bir savaş açılsa, düşmanımız Yunanistan’dan gemilerle asker getireceği hâlde acaba biz Erzurum’dan hangi demir yollarıyla asker sevk edebiIeceğiz? Bu bakımdan, Amerika mandası her şeyden önce bir kefil ve yardımcı bulmak için gereklidir. Hatip, sözlerini şu cümleyle bitirdi: “Eğer bu arz ettiğim hususlarla, ilerdeki görüşmeler için bir giriş yapabildimse memnunum.”

Efendiler, bu parlak ve ustalıklı nutkun, dinleyenlerin fikir ve kanaatleri üzerinde yapabileceği yanıltıcı tesirin derecesini kolaylıkla takdir buyurursunuz. Zihinlerin, bunun ardından gelmesi muhtemel olan aynı fikirdeki konuşmacıların nutuklarıyla büsbütün zehirlenmesine meydan vermemek ve özel olarak mesele hakkında aydınlatmaya ve yol göstermeye zaman bulabilmek için derhâl “On dakika istirahat edelim, efendim.” diyerek oturuma ara verdim (saat: 5.30’da).

Efendiler, bu nutkun son cümleleri üzerinde dikkatle durulmaya değer. Refet Beyefendi, Yunanların İzmir’i işgalini geçici zannediyor ve savaş hâlinde olduğumuzu kabul etmiyor. Yunanlar İzmir’de kalırsa ve savaş hâline girilirse, başa çıkamayacağımız kanaatinde bulunuyor.

Bundan sonraki oturumda, Bursa temsilcilerinden Ahmet Nuri Bey, manda aleyhinde uzun bir konuşma yaptı. Hami Bey, buna daha uzun bir konuşmayla cevap verdi ve hakikaten pek uzun olan nutkunun sonlarına doğru, söylediklerini şu bilgileri vererek doğruluyordu:

“Fakat şimdi biraz da işin kesin bildiğim bir yanından bahsedeceğim. Meselenin bu safhasında, ilgili olan zat ile şahsen temas ettiğimden sözlerim tahmine değil, kesin bilgilere dayanıyor. İstanbul’dan hareketimden önce, eski Sadrazam İzzet Paşa hazretlerini ziyarete gitmiştim; her hâlde bir manda ihtiyacında bulunduğumuza kendileri de inanıyorlardı. Bendenizden de bu husustaki fikrimi sordular, ben de düşündüklerimi arz ettim; birkaç gün sonra bendenizi çağırtıp şu meseleyi izah ettiler: Suriye ve Adana bölgesinde dolaştıktan sonra, İstanbul’a gelip siyasi partilerin görüşlerini öğrenmeye çalışan Amerika Tahkikat Komisyonu üyeleri, İzzet Paşa’yı konağında ziyaretle Anadolu’daki millî teşkilatın Türk milletini temsil ettiğine inandıklarını ve Paşa’yı da (yani İzzet Paşa’yı) bu işin öncüsü bildiklerini söylemişler ve “Eğer siz Erzurum ve Sivas Kongrelerine Amerikan mandasını istettirecek olursanız, Amerika da Osmanlı Devleti’ni mandası altına almayı kabul edecektir.” demişler; Paşa bunu bendenize açıkladıktan sonra, bu milletin bir savaşa daha kudreti kalmadığından ve her hâlde böyle bir çareye başvurmak zorunda bulunduğumuzdan bahsetti ve Sivas’a gittiğim zaman, oradakilere bu durumu anlatmaklığımı tavsiye buyurdu. İzzet Paşa’nın kanaati de bu suretle istenilecek bir mandanın yüzde doksan ihtimalle kabul edileceği ve yalnız bizim için birtakım şartlar ileri sürmenin zaruri olduğu merkezindedir. Hatta Paşa, Amerika için milletinin arzusuna dayanmadan, mandayı kabul etmek mümkün olmadığından, Kongre’miz tarafından gösterilecek arzunun Avrupa devletlerine karşı Amerika lehinde bir dayanak noktası olacağını da söyledi. Bendeniz bu meseleyi İstanbul’dan şifreyle Erzurum’da Rauf Bey’e bildirdim. Mandanın cisminden çok ismine itiraz edenler, boşuna telaş ediyorlar, kelimenin önemi yoktur. Önemlilik, işin hakikatinde ve mahiyetindedir. Manda altına girdik demeyelim de isterlerse ‘Devlet-i ebed-müddet!’ (ebedî var olacak devlet) diyelim.”

Bu son söze cevap verenler arasında, Hüsrev Sami Bey’in şu sesi işitildi: “Fakat bizim bu çalışmalardan maksadımız kendimizi savunmak suretiyle ‘Devlet-i ebed-müddet’ olduğumuzu ispat etmektir!” Hami Bey, buna karşılık bir geriye dönüşü sezdirir tarzda cevap verirken, Kara Vasıf Bey söz aldı ve o günkü toplantının sonuna kadar konuştu. Vasıf Bey’in uzun sözlerinin kısasını, zabıtlara aynen geçmiş olan şu cümlelerle yüksek dikkatlerinize arz ediyorum: “Bütün devletler bizi tamamen müstakil bile bırakacaklarını söyleseler, yine bir dış desteğe muhtacız (Vasıf Bey, sözlerinin başında mandaya “dış destek” adını verelim demişti.). Dört yüz ile beş yüz milyon lira borcumuz var. Bu parayı kimse kimseye bağışlamaz; bize bunu ödeyiniz, diyecekler; hâlbuki bizim gelirlerimiz bunun faizine bile yetmez. O zaman güç bir durumda kalacağız. Bunun için, müstakil yaşamaya mali durumumuz elverişli değildir. Sonra, yanı başımızda bizi bölüşmeyi emel edinmiş hükûmetler var. Onların ihtirasları karşısında mahvoluruz! Parasız, ordusuz ne yapabiliriz? Onlar uçakla havada uçuyorlar, biz henüz kağnı arabasından kurtulamıyoruz. Onlar zırhlı yapıyor, biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz. Bu şartlarımızla bugün istiklalimizi kurtarsak bile yine günün birinde bizi bölüşürler.” Vasıf Bey, konuşmasını şu sözlerle bitiriyordu:

“… İstanbul’daki Amerikalılar ‘Mandadan korkmayınız, Cemiyetiakvam Nizamnamesi’nde (Milletler Cemiyeti Yasası) yer almıştır.’ diyorlar; işte bütün bu sebeplerden dolayı İngiltere’yi kendimize devamlı düşman ve Amerika’yı da en az kötülük gelebilecek bir devlet sayıyorum. Eğer uygun bulursanız, buradan İstanbul’daki temsilciye bir mektup yazıp gizlice bir heyet göndermek için bir torpido isteyebiliriz.”

Eylülün dokuzuncu salı günkü toplantıda, manda meselesine temas eden Rauf Bey’in zabıtlara geçen sözleri aynen şudur: “Bu manda meselesi hakkında şimdiye kadar gerek basın ve gerekse başka çevreler tarafından birçok sözler söylendi. Gerçi yüksek heyetiniz dış destek esasını kabul buyurduysa da bu desteği kimden isteyeceğimiz açıkça belirtilmedi; Amerika olduğu üstü kapalı anlatılıyorsa da benim kanaatimce doğrudan doğruya belirtilmesinde bir mahzur olamaz.”

Erzurum Kongresi Hiçbir Şekilde Manda Kabulü Hakkında Karar Vermiş Değildir

Bu sözlerden Rauf Bey’in görüşüyle gerek Sivas Kongresi heyetinin ve gerek Erzurum Kongresi heyetinin görüşleri arasında bir yanlış anlama olduğuna şüphe yoktur. Rauf Bey’in görüşünün yorumu olan bu sözlerini, gerek Erzurum ve gerek Sivas Kongreleri beyannamelerinin yedinci maddesindeki ifade şeklinden doğduğuna hükmolunabilir. Hakikaten bu maddenin ifade ediliş şeklinde, ihtimal ki mandacılıkta pek ileri giden ve sonu gelmez propagandalarıyla umumu karıştıranları susturmak ve belki bundan daha çok onların iddialarına bir cevap olmak üzere bir çeşit özellik vardır. Madde metni mantıkla okunur ve incelenirse, ne manda ne de Amerika’nın mandaterliğini istemek düşüncesinin bulunmadığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu noktayı açıkça göstermek için söz konusu maddeyi aynen hatırlatmak isterim:

Madde 7- Milletimiz çağdaş gayelerin büyüklüğüne inanır ve teknik, sınai ve iktisadi durumumuzu ve ihtiyacımızı takdir eder. Bu bakımdan devlet ve milletimizin içte ve dışta istiklali ve vatanımızın bütünlüğünü korunmak şartıyla altıncı maddede belirtilen sınırlar içinde milliyet esaslarına saygılı ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi devletin teknik, sınai ve iktisadi yardımını memnunlukla karşılarız ve bu adaletli ve insanca şartları taşıyan bir barışın da bir an önce gerçekleşmesi, insanlığın selameti ve dünyanın huzuru adına en özlü millî gayemizdir.

Efendiler, bu maddenin hangi noktasında manda ve mandaterin Amerika olacağı fikri vardır? Olsa olsa “Herhangi devletin teknik, sınai ve iktisadi yardımını memnunlukla karşılarız.” sözlerinden manda fikrini çıkaranlar bulunabilir. Fakat mandanın mana ve maksadının bu olmadığı muhakkaktır. Her zaman ve bugün dahi, bu açıklık çerçevesinde yapılacak yardımları memnuniyetle karşılamaktayız ve karşılarız. Nitekim Ankara-Ereğli ve Keller-Diyarbakır demir yollarının yapımı için bir İsveç firmasının ve Kayseri-Sivas-Turhal hatlarının yapımı için de bir Belçika firmasının teknik, sınai, iktisadi yardımını memnunlukla kabul ettik ve mesela Ankara şehrinin ve diğer Anadolu şehirlerimizin bir an önce kurulup yapılmalarında ve bütün öteki demir yollarımızın, yollarımızın, limanlarımızın yapımları teklifinde bulunacak yabancı sermaye sahiplerinin yardımlarını memnuniyetle kabul ederiz. Yeter ki memleketimize sermaye getireceklerin devlet ve milletimizin içte ve dışta istiklalini ve vatanımızın bütünlüğünü bozmaya yönelmiş gizli emelleri olmasın. Bu maddede geçen “milliyet esaslarına saygılı ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi devlet” ifadesinden Amerika Devleti manası çıkarılması da mümkün değildir. Çünkü bu esaslara saygılı dünya devletleri arasında yalnız Amerikalılar yoktur. Mesela İsveç Devleti, Belçika Devleti aynı vasıfta devletler değil midir? Bu devletlerden herhangi birinin mandaterliği de söz konusu olabilir mi? Bir de eğer üstü kapalı şekilde Amerika Devleti kastedilmek istenseydi “herhangi devletin” yerine “bir devletin” veya hiç olmazsa sadece “devletin” kelimesiyle yetinilmek gerekirdi. Bu bakımdan maddenin açıkladığı şartlar çerçevesinde teknik, sınai, iktisadi yardımın iyi karşılanacağı hususunun bütün devletler için söz konusu olduğu açıktır.

Efendiler, bu manda meselesi hakkındaki görüşümün, -ki bundan önce yapılan ve bu dakikada yüksek heyetinizin de öğrenmiş bulunduğu bunca yazışma ve münakaşalarımızla ortaya konulmuştu raylardan beri gece gündüz beraberimde bulunan bir arkadaş tarafından hâlâ anlaşılmamış olduğuna hükmolunabilir mi? O hâlde Rauf Bey, ya aslında benimle aynı fikirde değildi yahut da aynı fikirdeydi de Sivas’ta, İstanbul’dan gelenlerle görüşüldükten sonra fikir değiştirmiş oluyor. Burasını kestirmek bence güçtür. Şimdi biraz daha Rauf Bey’i dinleyelim; Rauf Bey, şu şekilde sözüne devam ediyor:

Ateşkes’in başında Almanlar Barış Anlaşması’nı imza etmeyecek sanılırken, İngiliz basını bazı gizli şeyleri açıkladı. Bunun birinci kısmı Almanya’nın barış anlaşmasını imza edeceğine dairdi. Bu gerçekleşti. İkinci kısmı da Türkiye’nin bölüşüleceğine dairdi. Bu hamdolsun gerçekleşmedi. Bu kısımda, konferansın kararı gereğince Kızılırmak’ın doğu tarafı Ermenistan sayılarak Amerika himayesine veriliyor. Belki Gürcistan ile Azerbaycan da Amerika’ya bırakılıyor, deniliyordu. Kızılırmak’ın batısındaki topraklar da İzmir ve İstanbul dışarıda kalmak üzere, denize çıkış kapısı Antalya olarak Türkiye’yi teşkil ediyordu. Bu kısmın kuzeyi, İtalya ve Fransız ve güneyi de İngiliz himaye ve idaresine veriliyordu. İzmir’in işgali bu açığa vurulan gizli şeylerin doğruluğunu ispata başladı. Şu hâlde bu tehlike karşısında memleketimize karşı en tarafsız durumda bulunan Amerika’nın desteğini kabule mecburuz. Ben bu kanaatteyim.

Rauf Bey’in fikrini anlamak için bundan sonra daha çok devam eden sözlerini dinlemeye bilmem ki ihtiyaç kaldı mı?

Efendiler, pek uzun ve münakaşalı devam eden bu manda görüşmesi, taraftarlarını susturacak ortalama bir çare bulunarak bitti. Hem de bu çareyi teklif eden yine Rauf Bey oldu: “Amerika’da yıllardan beri aleyhimizde yapılmakta olan menfi propagandaların doğurduğu fikir cereyanını düzeltmek için her şeyden önce Amerika Kongresi’nden memleketimizi inceleyecek ve hakikati görecek bir heyet davet etmek..” Bu teklif oy birliğiyle kabul olundu. Kongre Başkanlık Divanının imzalarıyla bu yolda bir mektup kaleme alındığını hatırlıyorsam da bu mektubun gönderilip gönderilmediğini pek iyi hatırlamıyorum. Kaldı ki bu mektuba özel bir önem vermiş değildim.

Efendiler, bu arada kısaca şunu da söyleyeyim: Vesika olarak başvurduğum Kongre zabıtları, Başkanlık Divanı Kâtipliğinde bulunan Afyonkarahisar temsilcisi Şükrü ve manda lehinde nutuklarını dinlediğimiz Hami Beyler tarafından tutulmuş ve Hami Bey’in yazısıyla düzgün bir deftere temize çekilmiştir.

Sivas Kongresi’ni Baltalamak Teşebbüsleri

Efendiler, Kongre 11 Eylül’de bitti. 12 Eylül’de Sivas halkının da hazır bulunmasıyla açık bir toplantı yapılarak bazı nutuklar söylendi. Kongre görüşmeleri esnasında, önemli olarak, Meclisi Mebusan seçimlerinin çabuklaştırılması ve Meclisin nerde toplanması gerektiği hususlarına temas edildi. Fakat şimdi açıklamaya başlayacağım meseleler, Kongre görüşmelerini kısa kesmeyi gerektiriyordu. Bu son noktalarla daha sonra Heyetitemsiliye uğraştı. 9 Eylül 1919 günü, toplanmış olan bazı bilgiler Kongre’ye şu şekilde açıklandı: “Eskişehir ve Afyonkarahisar’daki İngiliz kuvvetleri bir o kadar daha artırıldı. General Miller Konya’ya geldi. Konya Valisi Cemal Bey ve Ankara Valisi Muhittin Paşa karşı koymakta tereddüt ediyorlar. Yeni Kastamonu Valisi Ali Rıza Bey de tıpkı Cemal Bey cinsinden bir adammış. Muhterem arkadaşların böyle durumlar karşısında şiddetle hareket taraftarı olduklarını bildiğimden acele ve şiddetli tedbirler alınmasını Fuat Paşa’dan rica etmiştim. Fuat Paşa da Kongre’nin kendisine olan güvenine dayanarak Kongre adına gereken tebligat ve teşebbüslerde bulunmuştur. Bu hareket tarzının yüksek heyetinizce kabul edilmesini rica ediyor. Fuat Paşa, valilere sert ihtarlarda bulunuyor. Bölgelere yüksek rütbeli subaylardan millî komutanlar tayin ediyor ve bu komutanlara millet adına her çeşit yetki verilmiştir, diyor.” Kongre teklifi kabul etti. Bundan sonra şu yolda açıklamalara devam ettim:

Buraya Galip Bey adında bir vali tayin edilmiş, geliyormuş fakat bunun Harput Valisi Ali Galip Bey mi, yoksa Trabzon Valisi Mehmet Galip Bey mi olduğu anlaşılamadı. Fakat biz başka bir bilgi elde ettik. Mister Nowil adında bir İngiliz Binbaşısı Bedirhanlılardan Kamuran, Celadet ve Cemil Beyler ile beraber yanında on beş kadar Kürt atlısı olduğu hâlde Malatya’ya gelmiş ve Mutasarrıf Bedirhanlı Halil Bey tarafından karşılanmışlardır. Harput Valisi de görünüşte bir posta hırsızını takip bahanesiyle otomobille Malatya’ya gelmiştir. Bu maksatla bunlara Adıyaman’daki müfreze de verilmiştir. Maksatlarının Kürtleri, Kürdistan kurulacağı vaadiyle aleyhimize ve bize karşı suikast yapılmasına sevk etmek olduğu anlaşılmış ve karşı tedbirlere de başvurulmuştur. Mesela Vali’yi ve diğerlerini tevkif ettirmek istiyoruz. Malatya Mutasarrıfı da Kürt aşiretlerini Malatya’ya çağırmıştır. Bu durum üzerine 13’üncü Kolordu bölgesinde faaliyete giriştik. Gereken tedbirler alınmıştır. Yarın akşam Harput’tan gönderilen bir askerî birlik bozguncuları ortadan kaldıracaktır. Buradaki Kolordu Komutanı da gereken tedbirleri almıştır. Malatya ve diğer yerlere de gerekli emirler verilmiştir.

Efendiler, Sivas Kongresi’nin hemen bütün devamı süresince sinirlere gerginlik verecek mahiyette haberler almaktan geri kalmıyordum. Ancak aldığım bütün bilgileri olduğu gibi Kongre heyetine arz etmekte faydadan çok mahzur buluyordum. Gördünüz ki şimdi açıkladığım üzere, hakikaten tehlikeli sayılabilecek mahiyette olan Ali Galip meselesinden de bahsederken ihtiyatlı bir dil kullanmayı tercih etmiştim. Bence en önemli mesele, her türlü güçlük ve tehlikelere rağmen Sivas Kongresi’nin neticeli kararlarla görüşmelerini bir an önce tamamlamış olmak ve bu kararları memlekette uygulamaya girişmekti. Bütün memleketi içine alan teşkilat nizamnamesinin ve umumi kongre beyannamesinin hemen basılarak her tarafa dağıtılması yoluna gidildi. Yalnız umulmadık yeni hadiseler karşısında kalındığından, Kongre sona erdiği hâlde Kongre heyetinin yeni durumların gelişmesini takip etmek üzere Sivas’ta kalmalarını uygun gördüm ve gerekirse daha kuvvetli olağanüstü bir kongre toplamak için de hazırlıklarda bulundum. Ali Galip’in kaçması üzerine, Kongre heyetini Sivas’ta alıkoymaktan vazgeçildiği gibi Ferit Paşa Kabinesinin düşmesi üzerine olağanüstü kongre toplanmasına da ihtiyaç görülmedi (Ves. 55).

Ali Galip Hadisesi

Şimdi efendiler, mücadele tarihimizde önemli bir olay teşkil eden Ali Galip meselesi hakkında, müsaade buyurursanız biraz geniş açıklamalarda bulunayım.

Efendiler, daha temmuz başında, Erzurum’da bulunduğum zaman, Celadet ve Kamuran Ali adında iki şahsın yabancılar tarafından bol miktarda parayla İstanbul’dan Kürdistan’a gönderileceği, bunların menfi propaganda ve aleyhte kışkırtmalar yapmakla vazifelendirildikleri ve bir iki gün içinde hareket etmiş veyahut edecek oldukları haber verildi. Bu haber üzerine, bunların gürültüye meydan vermeden takip edilerek yakalanmaları lüzumunu 3 Temmuz tarihinde Diyarbakır’da 13’üncü Kolordu Komutanı’na ve ayrıca Kurmay Başkanı olan Halit Bey’e ve Canik Mutasarrıfı’na bildirdim.

20 Ağustos’ta, 13’üncü Kolordu Komutanı’na verdiğim emirde, adı geçen insanların İstanbul’dan hareket ettiklerinin bildirildiğini ve alınacak tedbirler arasında, bilhassa Mardin istasyonunun sıkı bir kontrol altına alınmasının uygun olacağını yazdım.

Sivas Kongresi’nin ikinci günü, yani 6 Eylül tarihinde “Bedirhanlı ailesinden Celadet ve Kamuran ile Diyarbakırlı Cemil Paşazade Ekrem adlarında üç şahsın, yanlarında, vaktiyle Diyarbakır vilayetinde aleyhimizde propaganda yapan bir yabancı subay bulunduğu hâlde, silahlı Kürtlerin muhafazasında Elbistan ve Arga üzerinden Malatya’ya geldikleri ve Mutasarrıf ile Belediye Başkanı taraflarından karşılandıkları 13’üncü Kolordunun yazısından anlaşılıyor.” 15’inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın 3’üncü Kolordu Komutanlığına, buna dair gönderdiği 6 Eylül 1919 tarih ve 529 numaralı şifresinde verilen bilgide: Yabancı subayın, Türk, Kürt ve Ermeni nüfusunu incelemek üzere İstanbul Hükûmetinin izniyle dolaştığını söylediklerini, Malatya’da bulunan süvari alayının mevcudu az olduğundan bunları yakalamaya cesaret edemediğini, bununla beraber bunların derhâl yakalanması için İstanbul’a başvurulduğu 13’üncü Kolordudan bildirilmiştir. Bu adamların ne maksat ve vazife için nereleri gezecekleri hakkında bildiklerini Harput Valisi’nden sordum.” denilmekteydi (Ves. 56). Harput Valisi Ali Galip Bey’dir. Bu adamların ne maksatla geldiklerini 3 Temmuz tarihinden beri biliyoruz. Beş-on silahlı Kürt’e karşı, bir süvari alayının mevcudu az görülmüş, yakalanmalarına cesaret edilememiş; asıl şaşırtıcı olan husus, bunların yakalanması için İstanbul’a başvurulmuş olduğu haberidir!.