banner banner banner
Türk Medeniyet Tarihi
Türk Medeniyet Tarihi
Оценить:
 Рейтинг: 0

Türk Medeniyet Tarihi


Bir vahaya giren, çiçekli, ağaçlı ve ırmaklı bir çemenzâra girdiğini anlardı. Burası çöllerin içinde bir mamure, cehennemlerin ortasında bir cennet gibi idi.

İşte, illerdeki maşerî vicdanın vahdetini, cemiyetin tesanüdünü vücuda getiren bu vahalardı. Vaha, harice karşı “kapalı” bir cemiyetti. Dâhile karşı da daima içtimai hâlinde bulunan büyük bir aile mesabesinde idi.

İzdivaç, ilin dâhilinde olmak lazım geldiği için ne yabancı bir erkek ne de yabancı bir kız, ilin içine giremezdi.

Vaha içinde, binicilikte birinci bulunan Türklerin bir iki saat zarfında birleşmeleri gayet kolay olduğu için her gün, hanlar hanı, beyler beyi, bir toy yahut bir şölen yaparak bütün ili davet ederdi. Bunlar yiyip içtikten, yeni elbiseler giyinip borçları da verildikten sonra, davet sahibinin teklifi ile evinde her ne var ise umum davetliler tarafından yağma edilirdi.

Bu hâl de gösteriyor ki, her il, daimi yardımlaşma hayatı yaşayan, harice karşı kapalı bir aile enmuzecinin teşkilatını muhafaza eden kapalı bir cemiyetti.

Toy ve şölen ziyafetlerini yapanlar bazen de şair beylerdi. Bir oğlu olmak isteyen, bir toy yaparak koyundan “koç”, attan “aygır”, deveden “buğra” kırdırır; tepe kadar et yığar, göl gibi kımız sağdırır, bütün İç-Oğuz’u, Taş-Oğuz’u davet eder; aç olanı doyurur, çıplak olanı giydirir, borçluların borcunu verirdi.

Eski Türklerde “İl teşkilatı” mukaddesti. İl beyleri kerametli idiler. Bunlar, ne zaman hep birden yüz göğe tutsalar, el kaldırıp dua etseler, duaları müstecâb olurdu. Zira o zamanda beylerin alkışı alkış, kargışı kargıştı. Yani, duaları dua idi, bedduaları beddua idi.

Görülüyor ki bütün illeri yapan, vahalardır. Vaha büyük olursa içindeki “il”de büyük olurdu. Vaha küçük olursa içindeki “il”de küçük olurdu. İl, vahanın aynası idi. Bir Türk ilini gördüğünüz zaman, onun nasıl bir vahadan çıktığını anlayabilirsiniz.

Çitlerden hakanlıklar nasıl doğardı? Hakanlıklar da çetelerden yahut çitlerden doğardı. Çin, Hint, İran, Rus, Finova, Macar, Ulah, Bulgar gibi, Türk serhaddinde bulunup da Türk hâkimiyeti altına girmeye kabiliyetli olan milletlere “Çit Milletleri” yahut “Çete Milletleri” unvanı verilirdi. İşte, hakanlıklar, Türk serhatlarındaki gibi mekel milletlerden doğardı. Türk hakanlığı, mutlaka, yakınında istismar edebileceği, iktisaden kuvvetli, askerlikçe zayıf bir iki millete muhtaçtı. Türk hakanlığını doğuran ve besleyen, işte bu zayıf milletlerdi. Görülüyor ki, Türk hakanlıkları da coğrafi bir vaziyetten doğuyordu.

İlhanlıklar nasıl doğardı? “Turan” yahut “Büyük Türkistan” dediğimiz vasi kıta, muazzam bir kum denizinden ibarettir. Vahalar, bu kum denizinin adalarıdır. Arabalar, develer, atlar, öküzler de bu denizin gemileridir.

Bu muazzam denizin adaları arasında seyrüsefere hiçbir mâni yoktur. Yolun zâd ve zahiresini beraber alan bir kervan, bu denizin bir ucundan öteki ucuna kadar gidebilir, turan kıtasının ülkeleri arasında gidip gelmek için hiçbir hail yoktur: Ne aşılmaz dağlar ne geçilmez ırmaklar, ne mürur edilmez göller ne de ubûr edilmez denizler yoktur. Macaristan’dan Mançurya’ya kadar, gayet geniş bir kıta vardır ki, bir Türk, atına binerek bu kıtanın bir ucundan öteki ucuna kadar hiçbir haile rast gelmeksizin gidebilir.

Türk ilhanlığının haliki işte bu denizdir. Bu kum denizi olmasaydı hiçbir vakit Türk ilhanlığı meydana gelmeyecek idi.

Mamafih, bu ilhanlığın teşekkülü ne kadar kolaysa inhilali de o kadar kolaydı; zira, ilhanlık, doğrudan doğruya fertlerden mürekkep olmayıp hakanlıklardan mürekkep idi. Hakanlık da fertlerden mürekkep olmayıp yabguluklardan mürekkepti. Yabguluk da doğrudan doğruya fertlerden mürekkep olmayıp yabguluklardan mürekkepti.

Türk hakanlığı ve ilhanlığı, bir ilden çıkar. Bu il, en büyük il ise iki misli büyük illerden mürekkeptir, büyük illerdense iki misli orta illerden terekküp etmiştir, orta illerdense iki misli küçük illerin birleşmesinden hasıl olmuştur.

Görülüyor ki, Türk cemiyeti, illerin tezâufu ile tekâmül etmiştir. Bu cemiyetin inhilali de tenâsuf tarikiyle olur.

Türk cemiyetinde, “tali zümreler” iyice erimemiş, cemiyet “kıt’avî” şeklinden çıkamamıştır. Tali zümreler iyi erirse “mesleki zümreler” vücuda gelmeye başlar. “İçtimai taksîm-i âmâl” mükemmellesin cemiyetin tali zümreleri bu mesleki zümreler olmuş olur. O zaman cemiyete de “müteazzî cemiyet” adı verilir.

Müteazzî cemiyetler kolayca inhilal etmezler. Çünkü bunların zümreleri, birbirleriyle zeveban ederek imtizaç etmişlerdir. Kimyadaki “imtizaç” da bunun gibidir.

Türk devletinin birdenbire parlaması ve sönmesi: Tudunluk hâlinde bir Türk devleti teşekkül ederse, onun, az zamanda ilhanlığa kadar çıkması mümkündü. Türk devleti, bir merdiven gibi idi. Onun bir basamağına ayağını basan, orada daimi surette kalamazdı. Mutlaka, ya inecek yahut son basamağa, yani ilhanlığa kadar çıkacaktı.

Türk milleti, başka milletlere benzemezdi. Başına bir kahraman gelirse siyasette ve medeniyette birdenbire parlar, siyasi ve medeni seviyesi birdenbire yükselirdi. Başında bir kahraman bulunmazsa inkısama ve inhilale başlardı. İnhitata başlayınca da bir an içinde sönüp giderdi.

Bu hâlin sebebini arayalım:

Türk devletinin inkırazını çabuklatan amil, hükümdarın vefatından sonra eyaletlerin şehzadeleri arasında taksim edilmesiydi. İslamiyet’ten sonra gördüğümüz misaller, İslamiyetten evvelki ahvali de bariz bir surette gösterir:

Kaşgar’daki Hakaniyye Devleti’nde, her eyaletin başında bir “tigin”in hükümran olduğunu görüyoruz. Selçukîlerde de her vilayeti idare eden bir “şehzade” idi. Harizmşâhîlerde, Çingiz Hanîlerde, Timurîlerde de aynı hâl görülür.

Yalnız Osmanlılar, bir şehzadeden fazlasını öldürmekle devletin merkeziyetini temin etmişlerdi. Fakat bu hareket de son derece vahşiyane idi.

Devletlerin birdenbire parlaması da, birleşmeleri de, gayet kolay teşkilatların yan yana bulunmasındandı.

4. Medeniyet ve Irk

Medeniyet zümresi ve ırk: Bazı müellifler, Türkleri bazı müesseselerinin yahut kelimelerinin müşterek olması dolayısıyla “Altay” ırkından veyahut “Ural-Altay” ırkından sayıyorlar. Bazı müesseselerin müşterek olması yahut adlarında iştirak bulunması, böyle bir ırkın mevcudiyetini temin edemez.

Irklar, birtakım teşrihî enmuzeclerdir ki, kafa tasının, uzun yahut yassı olmasıyla; saç, sakal ve bıyıklarının da siyah veyahut kumral olmasıyla taayyün eder.

Medeniyet zümresine gelince, bu teşrihî vasıflarla teşahhus etmez. İçtimai müesseselerin müşterek olmasıyla taayyün eder.

Türklerin akrabalığı aranırken medeniyet zümrelerinin bazı müşterek müesseselerine istinat ederek onlar vasıtasıyla akrabalık aranmamalıdır. Türkler, muhtelif zamanlarda, Çinlilerle, Tibetlilerle, Moğollarla, Tunguzlarla, Finovalarla, Macarlarla aynı ilhanlığın müşterek siyasi bayrağı altında, müşterek bir siyasi hayat yaşadıklarından ve müşterek bir medeniyet zümresi içinde, müşterek bir medeniyet hayatı yaşadıklarından, birçok müesseseleri müşterek olmuştur.

Siyasi ve medeni iştiraklerden doğan müşareketleri, ırki bir vahdetin tecellileri gibi görmemelidir.

Türklerin öteden beri kaç kere ve ne kadar müddet ilhanlık teşkil ettikleri malumdur. Hatta Tatarların ve Moğolların yaptıkları ilhanlıklar da asırlarca Türklerin -aynı bayrak altında- birleşmesini temin etti. Çünkü bu ilhanlıkların umumi ve resmî, hatta edebî lisanı Türkçe idi. Umumi harsı, Türk harsı idi.

Türkler, Altay ırkına ve Ural-Altay ırkına mensup değillerdi. Türkler, bunlarla uzun müddet, siyasetçe veyahut medeniyetçe beraber yaşamışlardı. Türklerin bunlarla görülen, az çok zahirî müşabehetleri, bu müşterek hayatın neticeleridir.

Türk ırkına dair tetkikatta bulunan Eugene Pittard[11 - Eugene Pittard (1867-1942): İsviçreli Antropolog. Cenevre Üniversitesi Antropoloji profesörü olup sözü edilen “Irklar ve Tarih” adlı eseri, 1924 yılında yayınlanmıştır.] “Irklar ve Tarih” adlı eserinde diyor ki: “Türkler, kendi başlarına bir ırktırlar. Başka ırkların birisinden ayrılmış değildirler. Türklerle Moğollar ve Tunguzlarla Tatarlar, aynı ilhanlıkların asırlarca devam eden müşterek terbiyesini almışlar ve mütekabilen birbirini temsil etmişlerdir.”

İlhanlıklar bulunmadığı zamanlarda da müşterek bir medeniyetin müşterek bir medeni hayatı bulunurdu. İşte, Türk âleminde “ırk” adı verilen, müşterek evsafın menşei, bu iki camiavî hayattır. Türklerin Moğol, Tunguz, Samoyed, Finova, Macar gibi kavimlerle olan bazı müşareketleri de şu siyasi ve medeni iştiraklerin neticeleridir.

Türklerin Menşei: Eski Türkler ayrı bir ırk oldukları için asıl ve menşeileri olamaz. Türkler, kablettarih zamandan beri müstakil bir ırktırlar. Müstakil bir ırk teşkil edecek kadar da çokturlar. Eugene Pittard diyor ki: “Türklerin kati menşeini bize kim söyleyecek?” Biz burada umum Türklerden bahsedeceğiz: Garbî Türkler, umumiyetle Oğuz ve Karluk hâkimiyeti altında yaşayan Türkmanlardır. Biz Türkman ile Türkmeni ayırıyoruz. Türkmanlar, “Salur Kara Han” ve “Çanak Han”, “Satık Buğra” ve “İlik Han” adlarını da taşıyan bir “Hâkâniyye Devleti” hükümdarının zamanında İslamiyeti kabul eden ve henüz İslamiyeti kabul etmemiş olan Şark Türkleri ile mücahede eden, bir iller ve kavimler müctemiâsı idi.

Türkman kelimesi: “Türk’e benzeyen” demekti. Aralarında din farkı olduğu için doğrudan doğruya “Türk’üz!” diyemiyorlardı.

Türkmenlere gelince bunlar, Türkmanlar arasında henüz “il hayatı” yaşayan ve hâlâ göçebeliği terk etmemiş olan bir Oğuz ilidir. Bunları Yörüklerle karıştırmamalı.

1) Çıtaklar: Bunlar, Selçukîlerle beraber gelmişlerdi.

2) Yörükler: Celâleddin Harizmşâh ile gelmiş olan Türkmenlerdir. Misal: Çavdarlar, Tekeler, Karamanlar, Sarılar, Kara Keçiler, Kanglılar, Kara-Papaklar, Yomutlar (Hamîd Oğulları), İlbeğliler, Köklenler, Salurlar ilh.

3) Azerî Türkmenler: Bunlar Ak Koyunlular ve Kara Koyunlularla beraber gelmişlerdi.

4) Çığlar: Bugünkü Türkmenlerdir. Bunlara hususi olarak, “Türkmen” demeli. Türkman hepsinin müşterek adıdır. Bu Türkmenlerden Maraş’ta “Dulkadırlar”, Adana’da “Ramazan Oğulları” devletleri teşekkül etti.

Istılahlar: Cemiyet kelimesi iki muhtelif manada kullanılmaktadır. La societe ve l’association manalarında bunlardan birincisi, tabii ve devamlı olan siyasi zümrenin adıdır. İkincisi, suni ve devamsız olan şair zümrelerin unvanıdır.

Camia Kelimesi: Bu kelimenin Fransızcası yoktur. Camia, birçok cemiyetleri muhtevi olan cemiyetler cemiyetidir. Mesela Aksâ-yı Şark Medeniyeti Camiası, Türk Camiası deriz. “Milletler Cemiyeti” yerine de “Milletler Camiası” demek daha doğrudur.

Hülasa, cemiyet, içinde yaşadığımız siyasi ve iktisadi zümredir. Camia ise cemiyetler cemiyeti demektir. Cemiyetin medeni, dinî, kavmi ilh. Camialarının cemiyet üzerinde tesirleri vardır, cemiyetin de kendi camiaları üzerinde tesirleri olduğu gibi.

1. Bölüm

1. İslamiyet’ten Evvel Türk Dini

Eski Türkçede Din Istılahları: Eski Türkler dine, “Nom”[12 - Kaşgarlı Mahmud, Divânı Lügâti’t-Türk, yay. Besim Atalay, TDK, Ankara, 1940-1943, C. m, s. 137. Notlarda bizim verdiğimiz sahifeler hep bu baskıya aittir.] adını verirlerdi. Din kitabına da “Nom” derlerdi.[13 - Cüveynî, Târih-i Cihângüşâ, yay. Muhammed Kazvînî, GMS, Leiden, 1911, C. 1, s. 10.] Türk dininin ruhani reislerine “toyon” adını verirlerdi. Kâhin ve sihirbaza da “Kam” derlerdi. “Şaman” kelimesi, bu “Kam” kelimesinden doğmuştur. “Şamanizm” eski Türklerde kehanetin ve ruhani tababetin ismi idi. Mamafih “Şamanizm” daha evvel mâderî totemizm devrinde bir “din” idi. “Toyonizm”den sonra sihir mahiyetine girdi. Bu sebeple sonraları Şamanizm, eski Türklerin dinî değil sihrî bir sistemi oldu. Avrupalılar, Türklerin bütün dinî sistemlerine “Şamanizm” demekle hataya düşmüşlerdir. Tarih sahnesine çıktıktan sonra eski Türk dinine, “Toyonizm” yahut “Nom” demek lazım gelir. Cihangüşâ’da, Türk dininde olanlara “Nomî, Nomiyân” deniliyor. Bu kitabın beyanına göre hakan huzurunda, Nomîler ile Kamlar imtihan olmuşlar. Nomîler, Kamları mağlup etmiş. Nomîlerin elinde “Nom” adlı bir kitapları da varmış. Eski Türkçede “Yalavı” sihir manasına idi. “Yalavaç” kelimesi, bu asıldan iştikak eder. “Yat”[14 - Divânı Lügâti’t-Türk, C. III, s. 3, 159, 307-8.] kelimesi de sihir demekti. “Yeşim” taşına, “Yat Taşı”, “Yada Taşı” denilirdi.

Eski Türklerde milletler din noktainazarından dört zümreye ayrılırdı: “Türk, Tat, Tatar, Tavgaç.”

“Türk” hem Türkçe konuşan hem de “Toyonizm” dininde olan milletlerdi.

“Tat”, Fârsîlere ve Türk olsun yahut olmasın umum kâfirlere ıtlak olunurdu.