banner banner banner
Türk Medeniyet Tarihi
Türk Medeniyet Tarihi
Оценить:
 Рейтинг: 0

Türk Medeniyet Tarihi


“Tatar”, Türk dinine ve medeniyetine henüz girmemiş olan bedevi aşiretlere denilirdi. İhtimal ki; bunlar lisanca da Türk değildiler, Moğol, Tunguz yahut başka bir ırka mensuptular. Şimdiki Şimal Türklerine Tatar denilmesi yanlıştır. Tarihçe, yalnız, Avarlarla Suvarların ve Cücenlerin Tatar olduğu malumdur. Tatar kelimesi “Tat Eri” tabirinden doğmuştur. Türkler Tatarları millî düşman tanırlardı.

“Tavgaç” kelimesi “Tef” kelimesinden gelir. “Tef” kelimesi Mahmud Kaşgarî’ye[15 - Divânı Lügâti’t-Türk, C.I, s. 332.] göre “hiyle ve mekr” manasınadır. Binaenaleyh, “Tavgaç”, “hilekâr” demektir. Türkler Çinlilere “Tat” demezlerdi. Demek ki, din itibariyle Çinlileri kendilerinden ayırmazlardı.

Eski Türkler, Türkçe konuşmayan milletlere “sümlim” derlerdi. Hem lisanca, hem de dince Türk’e benzemeyenlere “Sümlim Tat” derlerdi. Bundan anlaşılıyor ki; “Türk” kelimesi Türkleri, diğer kavimlerden, yalnız, lisanca ve siyasetçe ayıran bir tabir değildi; onları din itibariyle de yabancılardan ayırıyordu. Zahiri iştikakına bakılırsa, “Türk” kelimesi, “Töreli” demektir. “Töre”, “teamül ve âdet”, “la coutume” manasınadır.

İlahların ve Ervahın Mahiyeti: Eski Türklerin dini bir nevi cemiyetsizlikti. Eski Türk dini, içtimai bünyenin tahavvüllerine tebean değişirdi. Eski Türk dininde her içtimai zümrenin maşerî vicdanı ya bir ilah yahut bir ruh suretinde idrak olunurdu. Binaenaleyh, içtimai zümreler ve cemiyet değiştikçe ilahlar da değişirdi. Eski Türklerde “Lâhût” tamamıyla “Nâsût”un bir makesiydi. Türk tarihine ait herhangi bir devrin ilahlarını bilirsek o devirde cemiyetin kaç aşiretten mürekkep olduğunu, bundan kolayca istinbat edebiliriz. Eski Türk dini “Totemizm” dini gibi bir “Cemiyetperestlik” idi. Fertler mensup oldukları cemiyete ve onun muhtelif zümrelerine taparlardı. Bunların maşerî vicdanları ferdî vicdanların fevkinde, gerçekten birer ilah gibiydi. Dinlerin mahiyetini anlamak için “Totemizm”e ait tetkikler kadar, Türk dininin tetkikatı da faideli olabilir. Fakat teessüf olunur ki, Avrupalılar, Türk dinini layık olduğu ehemmiyetle tetkik etmiyorlar. Biz burada, ilahların ve ervahın siyasi ve ailevi nasıl karşılaştığını ve her ilahın bir zümreye ait maşerî vicdana nasıl timsal olduğunu göstereceğiz. Bu tetkikler, siyasi cemiyet ve aile değiştikçe ilahların ve ervahın da aynı kanunlara tebean değiştiğini irâe edecektir.

Türk Dininin Mahiyeti: Eski Türk dini, zahirde bir naturizm yani “Tabiatperestlik”ti. Hakikatte ise bir “Sembolizm” yani “Timsalcilik”ti. Türkler, tabii mevcutlara ve hadiselere taparken bunların içtimai zümrelerin timsalleri olduklarını bilmezlerdi. Fakat bugünkü sosyoloji ilmi gösteriyor ki bütün eski milletler, cemiyete ve onun zümrelerine timsal ittihaz ettikleri eşyaya tapmışlardır. “Totemizm” devrinde bu timsaller, hayvanlarla nebatlardır. “Natürizm” devrinde, tabii mevcutlar ve hadiselerdir. “Politeizm” devrinde, teşahhus ettirilmiş ilahlardır. Fakat bunların hepsi maşerî vicdanların zahiri timsallerinden başka şeyler değildir. Bütün eski milletler, haberleri olmadan “Cemiyetperest” ve “Milletperest” idiler. Vatanperverlik ve aileperverlik, o milletlerde milletin vicdanına ve onun dâhilinde bulunan ailevi zümrelerin vicdanlarına tapmak suretinde tecelli etmişti. Onun için biz burada, dinî tekâmülün muhtelif safhalarını cemiyete ve aileye ait tekâmüllerle karşılaştırarak tetkik edeceğiz. Binaenaleyh, evvela Türk Devleti mebhasinde, gösterdiğimiz “İl”in, muhtelif tekâmül safhalarıyla dinin tekâmül safhalarını karşılaştıracağız.

2. Türk Medeniyetindeki İçtimai Tasnifler

Türk Medeniyetinin Esasları: Geçen fasıldaki sözlerden anlaşıldı ki, İslamiyet’ten evvel “Toyonist” Türkler, Fârsîlere kâfir nazariyle baktıklarından İran medeniyetine kıymet vermiyorlardı. Çinlilere karşı ise bir nevi ihtirazkâr hürmetleri vardı. Türklerin Çinlilere gösterdiği bu temayül, Çin harsı ile Türk harsı arasında bazı müşterek müesseselerin bulunduğunu ima eder. Milletler arasında müşterek olan müesseselerin mecmuu(nun), beynelmilel bir medeniyet vücuda getirdiğini yukarıda gördük. Acaba gerçekten Çinlilerle Türkler arasında müşterek müesseseler ve başka tabirle müşterek bir medeniyet var mıydı? Böyle bir medeniyet varsa başka milletler de buna dâhil olmamışlar mıydı?

Durkheim[16 - Emile Durkheim (1858-1917): Görüşleri Türkiye’de Ziya Gökalp tarafından temsil edilen ünlü Fransız sosyoloğu.] ile Mauss’un[17 - Marcel Mauss (1872-1950) Emile Durkheim’in yeğeni ve onun görüşlerinin takipçisi olan Fransız sosyoloğu.] “L’Annéé Sociologique”in VI. cildinde neşrettikleri “Tasnifin İptidai Şekilleri” unvanlı makale, bize Çinliler, Moğollar, Tibetliler, Kamboçlular, Siyamlılar ve Tunguzlar arasında müşterek olan birtakım iptidai tasnifler bulunduğunu göstermektedir. Vaktiyle “Millî Tetebbûlar Mecmuası”nın 3. sayısında neşrettiğim bir tetkiknamede, Türklerde de bu tasnifin bulunduğunu ve hatta Sibirya’nın Kuriyaklar ve Şukşalar gibi iptidai kavimleriyle Finovalar, Hintliler ve İranlılar arasında da bunun bazı izlerine rast gelindiğini göstermiştim.

Bu iptidai tasnifler ilk nazarda ehemmiyetsiz görünür. Bir medeniyetin temelini böyle esatire merbut tasniflerin teşkil edemeyeceğini itiraz olarak ileri sürenler bulunabilir. Fakat Durkheim ile Mauss, bu tasniflerin yalnız mevcudiyetini haber vermekle kalmadılar; bunların bir taraftan o zamanki içtimai mantığa esas olduklarını, diğer cihetten de içinde teşekkül ettikleri zamandaki içtimai teşkilatların doğru bir makesleri bulunduklarını meydana koydular. Sonradan Durkheim, “İlk Cemiyetlerde Dinî Hayatın İptidai Şekilleri” adlı kitabında, Mauss da Hubert’le[18 - Henri Hubert (öl. 1927): Durkheim Mektebi’ne mensup Fransız sosyoloğu.] beraber “Din Tarihine Dâir Tetkikler” adlı müşterek eserlerinde bu meseleyi tamik ettiler. Lâvy – Bruhl’da[19 - Lucien Levy-Bruhl (1857-1939): Fransız sosyoloğu.] “İptidai Cemiyetlerde Ruhî Ef’ûleler” adlı kitabında bu tasniflerin vücuda getirdiği iptidai mantığı tahlile ve bundan ilmî ve mücerred mantığa nasıl geçildiğini göstermeye çalıştı.

Bu iptidai tasnifler, Çin’de “Halk Taoizmi”nin esasını ve “Li-king” adlı mukaddes bir kitabın da mevzusunu teşkil eder. Çinliler eski zamandan beri “teknik”ler yani “fenniye”ler itibariyle çok ilerlemiş bir millet olduğu hâlde, bilgi noktainazarından bugün iptidai bir seviyededir. Çünkü Çin bilgisi hâlâ bu iptidai tasniflerin çerçevelerinden kurtulamamıştır. İleride görüleceği veçhile bir bina yapılacağı, bir mezar kazıtacağı, bir yolculuğa çıkılacağı zaman, hangi hareketin uğurlu yahut uğursuz olduğunu ancak bu tasnifler gösterir. Türklerin “Nom” adlı kitabıyla “Oğuzname” ismindeki kitabı kayboldukları için, bunlarda da, bir falnamenin mevcut bulunup bulunmadığını bilmiyoruz. Fakat Türklerde içtimai teşkilatın tamamıyla bu tasnife uygun olduğunu “Türk Devleti” ve “Türk Ailesi” mebhaslerinde gördük.

3. Türk Dininin Tekâmülü

Türklerde Dinî Tekâmülün Safhaları: Türk aşiretleri gittikçe tevahhud ederek “Küçük İl”, “Orta İl”, “Büyük İl” ve “En Büyük İl” safhalarından geçtiği gibi, Türk dini de tamamıyla bunlara mütenazır olmak üzere, “Küçük Natürizm”, “Orta Natürizm”, “Büyük Natürizm” ve “En Büyük Natürizm” safhalarından geçmiştir. Türk dininin bu tekâmülü ufkidir. Bir de amudi tekâmülü vardır ki, mükâfat ilahları olan yukarıki semanın tanrılarıyla mücâzât ilahları olan yer altı semasının ilahlarının tekabül etmesi suretinde inkişaf etmiştir.

Tsinlerin Dinî Sistemi / Küçük Naturizm ve Tsinlerdeki Tecellisi: Küçük Naturizm iptida “Tsin” kavminde görülmüştür. “Tsin” kavmi “Çin’e ismini veren ve Çin’de ilk defa olarak muhtelif hükûmetleri birleştirerek umumi bir imparatorluk kuran hanedanı vücuda getirmiştir. Edouard Chavannes’a[20 - Edouard Chavannes (1865-1918): Meşhur Fransız Sinolog ve Türkolog’u.] göre, “Tsin”ler Türk’tür. Bu kelime Türkçede “tosun” manasına yaklaşıyor. Türk kavimleri içinde “Tsin” ismine müşabih bir ad taşıyan “Tuhsin”lerdir. İhtimal ki; bu “Tuhsin”ler eski “Tsin”lerin bakiyyesidir.

Edouard Chavannes’nin Türkler Hakkında Nazariyesi: Edouard Chavannes “Türk Takvimi” adlı eserinde şöyle yazıyor: “Beş unsur nazariyesi” Çin’de doğmamıştır. Kablelmilat 370-335 tarihinde “Wei” ülkesinin hükümdarı olan “Houei” zamanında ve 311-279’da “Yen” ülkesinin hükümdarı “Tcav” zamanında yaşayan “Tseou-yen”dir ki; Çin memleketinde ilk defa olarak bundan bahsetmiştir. Fakat bunun telkinleri de aks-isedasız kaldı, Çinli ruhuna derin bir surette nüfuz edemedi.

Unsurların akidesi Çin tarihinde ancak “Che-hou-ang-ti”den sonra ehemmiyetli bir mevki alabildi. Filhakika “Su”yun bereketiyle hüküm sürdüğünü ilan ve bütün ölçüleri ve kanunları bu unsurların hassalarına göre tayin ve takrir etti. Bununla beraber, bu hükümdar atalarının misalini takipten başka bir şey yapmadı. Çünkü, unsurlar nazariyesinin esası “Tsin” hükümdarlarının çok eski bir zamandan beri aşağıdaki “Dört Hakan”a kestikleri kurbanlarda mündemiçtir: “Yeşil Han”, “Şan Han”, “Kızıl Han”, “Ak Han”.

O hâlde unsurlar nazariyesinin pek eski bir zamandan beri “Tsin” memleketinde mevcut olduğu görünür gibi oluyor. Fakat “Tsin” ülkesi, yabancı bir devlet olduğundan, “Tseou-yen” tarafından kendilerine öğretilinceye kadar Çinliler bunun cahili kaldılar ve ancak “Tsin” prenslerinin bütün Çin’e hâkim olarak, hariçten getirdikleri fikirleri Çinlilere ibram ile arz ettikten sonradır ki, Çinliler bunları kati surette kabul ettiler. Filvaki, “Tseou-yen” daha bidayette beş unsurdan bahsetti ve ondan sonra unsurlar daima beş sayıldı. Fakat pek eski zamanların itikatlarını değiştirmeden muhafaza eden din, “Tsin” ülkesinde yalnız dört hana ibadet edildiğini haber veriyor. O hâlde, o zaman yalnız dört unsur bulunduğu anlaşılıyor.

Vakta ki “Han” Sülalesi’nin müessisi olan Çinli “Lie-Qu-pang” “Tsin” ülkesini ele geçirdi; “Tsin” beylerinin yukarıdaki dört hana ibadet ettiklerini gördü (kablelmilat 205) ve taaccübünü bu suretle ifade etti: “Ben gökte beş sultanın olduğunu öğrenmiştim. Hâlbuki burada dört taneye inanılıyor. Bunun hikmeti nedir?” Kimse bu meseleyi izah edemediği için, kendisi şu yolda cevap verdi: “Anladım, bunların beşe baliğ olması için ben bekleniyordum.”

Edouard Chavannes, bu sözleri söyledikten sonra “Yukardaki Hanlar” unsurlar manzumesinin hususi bir hâli olduğunu ve unsurlar “Tsin”lerde dört iken, Çinliler’in ona bir beşinci ilave ettiklerini ve “Tsin”lerin ise Türk olduklarını, Türkler dört cihete merkezi karıştırmazken, Çinlilerin bu ananeyi Türklerden alarak dört cihete merkezi de ilave ettiklerini izah ediyor (Le cycle turc).

4. Dörtlü Timsallerin Türk Dinindeki Rolü

Dört Cihetin Totemizmle Münasebeti: Dört cihetin, evvela totemleri olduğu anlaşılıyor. Edouard Chavannes’in eserlerindeki bir kısa fıkra bize, dört cihetin ve merkezin totemlerini bildiriyor: “Li-Ki”’nin “Yue-ling” sahifesindeki aylık emirleri diyor ki: “Semanın oğlu ilkbaharın üç ayında ‘koyun’, yazın üç ayında ‘horoz’, senenin ortasında ‘öküz’, sonbaharın üç ayında ‘köpek’, kışın üç ayında ‘domuz’ eti yer.”

Dört Cihetin Dört Mevsimle Tekabülü: Vakıa, yukarıdaki ifadede totemler, mevsimlere ait görünür. Fakat dört mevsimin de dört cihetin timsallerinden başka bir şey olmadığı nazara alınınca totemlerin esasen cihetlere ait olduğu anlaşılır; “Tsin” dinine göre, şarkın mevsimi “İlkbahar”, cenubunki “Yaz”, garbınki “Sonbahar”, şimalinki “Kış”tır. Bu suretle, saydığım totemler, mevsimlerden ziyade cihetlerin totemleri olmak lazım gelir.

Dört Rengin Dört Cihetle Tekâbülü: Dört cihetin, timsallerinden biri de dört renktir. Şarkın rengi “Gök”, cenubunki “Kızıl”, garbınki “Ak”, şimalinki “Kara”dır.

Dört Hakanın İsimleri: Semanın dört manevi hakanı bu renklerle ifade olunmuştur:

Şarkta : Gök Han

Cenupta : Kızıl Han

Garpta : Ak Han

Şimalde : Kara Han

Dört Unsurun Cihetlere Tekabülü: Dört cihetin bir nevi timsalleri de unsurlardır. Şark’ın unsuru “Ağaç”, Cenup’unki “Ateş”, Garb’ınki “Demir”, Şimal’inki “Su”dur.

Timsaller aşiretlere aittir: Mamafih, bu timsallerin doğrudan doğruya dört cihete ait olmaları doğru değildir. Türk ilinin ilk safhası olan “Küçük İl” dört özden yani “aşiret”ten mürekkepti. Türk ili bir yerde konakladığı zaman, bu dört aşiretten her biri, dört cihetten yalnız bir yerde oturabilirdi veyahut hükmen o cihet kendisine aitti.

5. Türkçede “Mana”nın Mukabili

“Mana” Nedir? İptidai cemiyetlerde “Mana” denilen münteşir bir kuvvet vardır ki hangi cisme temas etse, ona, kudsiyet verir. İnsanlar, kudsiyet iktisap eden bu şeyi -ister bir ağaç yahut nebat olsun isterse Şair tabii mevcutlardan yahut hadiselerden bulunsun- ilah addederek ona taparlar. Eski Türklerde “mana” manasına delalet etmek üzere “kut” kelimesi vardı. “Kutlu” demek, “mukaddes” yahut “manalı” demekti. Kutlu olan mevcutlara ibadet edilirdi. Demek ki bunlar ilah mahiyetini haiz idiler. Eski Türkler, “kut”un bir nur sütunu şeklinde semadan indiğini görürlermiş. Tarafımdan “Altun Işık” tesmiye olunan bir nur sütunu her neye temas etse onu kutlu kılardı. Türklerin bir aşk-ı tabii geceleri de vardı. Bu gece esnasında, nur sütunu neye temas etse onu gebe bırakırdı. “Ak Kemik” ve “Altun Kemik” olan illerin hepsi bu suretle üremişlerdi.

Dört Renk “Mana”nın Dört Nev’ini Gösterir: Türk ili dört aşiretten mürekkep olduğu için “kut”un da dört nevi olmak lazım gelir. Her renk “kut”un bir nevini ifade eder.

“İl”in Timsalleri: Aşiretlerin birer totemi, unsuru, mevsimi, ciheti ve rengi olduğu gibi; dört aşiretten mürekkep olan “İl”in de bu neviden timsalleri vardı: Mesela “İl”in totemi “öküz”dü. (“Tibet Öküzü” denilen bir nevi “yak”tır. Türkçe adı “Kutas”tır. “İl”in rengi “sarı” yahut “altun”dur).

“İl”in Mevsimi: “Senenin ortası”dır. Bu sebeptendir ki kurban olan öküz senenin ortasında kesilir. Unsuru “toprak”tır. “Küçük İl” devrindeki Türkler, “İl”in umumi timsali olan mâbuda da “Oğan” adını verirlerdi. Altaylılara göre “Oğan”ın oğulları “Su Han” ile “Demir Han”dır.

“Su Han”ın “Kara Han”a ve “Demir Han”ın “Ak Han”a tekabül ettiği aşikârdır. (Bunlar arasında “Od Han”la “Ağaç Han” da olmalıdır ki sistem tamam olsun? fakat her nedense iki tanesi unutulmuştur).

6. “Yer Su”lar Nedir?

“Küçük Natürizm” devrindeki ilahlara “Yer S u” adı verilir. Bunlar “yer”in ve “su”yun hamileri hükmündedirler. “Küçük İl”de, “Yer Su”ların beş tane olduğunu gördük. Bunlardan, “Oğan” adlı olan bütün “İl”in timsalidir ve diğer “Yer Su”ların babasıdır. Küçük “Yer Su”ların, dört han olduğunu gördük:

Gök Han: Şarktaki aşiretin.

Kızıl Han: Cenuptaki aşiretin.

Ak Han: Garptaki aşiretin.

Kara Han: Şimaldeki aşiretin “yer su”larıdır.

“Yer Su”ların rolleri: Her “Yer Su” “kendi aşiretini, kan davasına, akıncılığa, harbe sevk eder. Mahmud Kaşgarî bunlara “Çıvı”[21 - Dîvân, C. III, s. 225.] adını verir. Ona göre, iki zümre kavga edecekleri günden evvelki gecede, bunların “çıvı”ları düello ederlermiş. Hangi “çıvı” galip gelirse, ertesi gün, onun çerisi[22 - Esas metinde, dizgi yanlışı olarak “ Çıvısı” denilmekle beraber “çerisi” olacağı açıktır.] galip gelirmiş. “Oğan”ın vazifesi kan davasına, akınlara mâni olmaktır: Bir ilin dâhilindeki aşiretler arasında akın ile kan davası olamaz. Akın, “İI” haricinde olur. “Oğan” bu kaidelerin nigehbânıdır. Rolü ile ait tesânüdü muhafaza etmektir.

7. “İl”in Mahiyeti ve Rolü

“İl” kelimesinin manaları: “İl”[23 - Divânı Lügâti’t-Türk, C. I, 9. 49,200.] kelimesinin en eski manası “sulh”tür. “Ilçi” kelimesi, bu manadan gelir; “Ilçi” bidayette “sulhçu” manasına idi. “Toyonizm” bir sulh dinidir. Bir cinsten olan aşiretler arasından kan davasını, akını ve muharebeyi bu din nehyetmiştir (Bir cinsten olan aşiretlerin mecmûnuna Şark Türkleri “budun” adını verirlerdi). “İl” dinî aşiret kavgalarına nihayet verince her “budun” ayrı bir hükûmet hâlini alırdı. Bu suretle “İl” kelimesinin ikinci manası da “devlet” oldu. “Orhun Kitabesi”nde “İl” kelimesi bu ikinci manada kullanılmıştır. Türklerin aşiret devri tarihten evvel geçmiştir. Tarih Türkleri “İl” hâlinde yani göçebe devletler şeklinde görmüştür.

“Küçük İl”de sulh mâbudu hangisidir? “Küçük İl”de sulh mâbudu “Ogan”dır; diğer “Yer Sular” aşiretlerini harbe teşvik ettikleri hâlde “Ogan” bunları harpten ve kan davasından meneder.

“İl” kelimesinin sonraki manaları: Sonradan “İl” kelimesi, Türk’ün her siyasi cemiyetine ıtlak olunmaya başladı. Bundan “halk” manası doğdu: “İl ile kara gün bayramdır.” Sonra bu halkın oturduğu ülke manasına gelmeye başladı: “İç-İl, Taş-İl, Rum İli” gibi. Daha sonraları; “yabancı” manasına gelmeye başladı: “Kâtib benim, ben kâtibin; il ne karışır.”

8. Türk Totemizmi

“Yer Su”lara ibadet nasıl yapılır?

Yukarıda gördük ki; mâbud ilkbaharda “koyun” yer. Demek ki bu mevsimde “Gök Han”a kendi totemi olan “koyun” kurban edilir. Diğerlerine kendi mevsimlerinde kendi totemleri kurban edilir. Totemler, “Totemizm” ibadetinin haricinde kesilemeyeceğinden bu kurban günleri, Avustralyalıların “İnti Şiyuma”sına muadildir.

Totemizmde Semiyyelerin Adları