banner banner banner
Oliver Twist`in Maceraları
Oliver Twist`in Maceraları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Oliver Twist`in Maceraları


Bunu söylerken kıpkırmızı olmuştu Oliver, sık sık nefes alıyordu, ağzı, burun delikleri, tuhaf tuhaf titremeye başlamıştı; Mr. Claypole bunun bir ağlama krizi başlangıcı olduğunu çaktı, bunun üzerine yeniden saldırmaya başladı.

“Annen neden öldü yoksullarevi çocuğu?” dedi Noah.

“Birkaç ihtiyar hasta bakıcının dediğine göre, kalp kırıklığından ölmüş.” dedi Oliver; bunu Noah’ya değil, kendine söylüyordu sanki. “Biliyorum sanırım, kalp kırıklığından nasıl ölünebileceğini!” diye de ilave etti.

O sırada, Oliver’ın yanağından bir damla yaş yuvarlandığını gören Noah “Vay, vay, vay!” dedi. “Ne dokundu böyle yine?”

“Herhâlde sen değil.” dedi Oliver, acele acele gözyaşını silerek. “Sen, sanma.”

“Ben değil demek ha!” diye acı acı güldü Noah.

“Hayır, sen değil!” diye cevap verdi Oliver birden. “Bırak! Yeter artık bir söz daha istemiyorum annem hakkında, yoksa karışmam ha!”

“Karışmazsın demek!” diye bağırdı Noah. “Vay canına, karışmıyormuş be! Yoksullarevi çocuğu, küstahlaşma! Annen pek sağlam pabuç değilmiş.” Böyle diyerek Noah, manalı manalı başını salladı, küçük kırmızı burnunu, adalelerinin büzebileceği kadar büzdü.

Oliver’ın sessizliğinden cesaret alarak, yapma, acıklı bir tavırla, “Sen de bilirsin yoksullarevi çocuğu.” diye devam etti Noah. “Sen de bilirsin, artık bir şey gelmez ki elden! Hoş, o zaman da yapılacak bir şey yoktu ya zaten. Yazık, hepimiz acıyoruz sana. Hem de çok acıyoruz. Ama yine de annenin kötü karının biri olduğunu bilmen gerek.”

“Ne dedin?” dedi Oliver birden, gözlerini yukarı kaldırıp.

“Bayağı kötü kadının biriymiş işte.” dedi Noah istifini bozmadan. “Doğrusu tam zamanında ölmüş. Ölmeseydi ya hapiste imanı gevrer ya da sürülürdü ya da ipe çekilirdi. Öyle değil mi?”

Öfkeden kıpkırmızı, ayağa sıçradı Oliver; iskemleyi, masayı devirdi; Noah’nın gırtlağına yapıştı, dişleri kafasının içinde sallanıncaya kadar öfkesinin şiddetiyle sarstı başını, derken olanca gücünü toplayıp yere deviriverdi Noah’yı.

Bir dakika önce sessiz, mahzun, kendi hâlindeki çocuk, bu kötü muamele karşısında başkaldırmıştı sonunda; ölmüş annesine yapılan hakaret, kanını beynine sıçratmıştı. Göğsü, bir kalkıp bir iniyordu, dimdik duruyordu. Gözleri pırıl pırıl yanıyordu; bütün kişiliği değişmişti; şimdi ayakları dibine diz çökmüş duran başının belasına, cam gözlerle bakıyor ve şimdiye dek görmediği bir güçle ona meydan okuyordu.

“Öldürecek beni!” diye kekeledi Noah. “Charlotte! Hanım! Baksanıza! Yeni çocuk beni öldürüyor! İmdat! İmdat! Oliver delirdi, Charlotte!”

Noah’nın haykırışlarına Charlotte’un haykırışı cevap verdi, arkasından da Mrs. Sowerberry’nin çığlığı; Charlotte, bir yan kapıdan mutfağa daldı, ötekiyse daha aşağı inmenin insan hayatının bekasına bir engel teşkil etmediğine iyicene güven getirinceye dek merdivenin sahanlığında kalakaldı.

“Seni gidi küçük serseri seni!” diye çığırdı Charlotte, iyi antrenman görmüş güçlü kuvvetli bir erkeğin kuvvetiyle Oliver’ı yakalayarak. “Seni gidi küçük nankör seni! Seni gidi katil seni! Seni gidi iğrenç mahluk seni!” Her cümle sonunda Charlotte, Oliver’a vuruyordu, amme menfaati için de her vuruşta bir çığlık atıyordu.

Charlotte’un eli ağırdı ama Mrs. Sowerberry bunun Oliver’ın gazabını yatıştıramayabileceğini düşünerek mutfağa dalıp yardıma yetişti, bir eliyle çocuğu tutuyor, ötekiyle de tırmık atıyordu.

Bu müsait durumdan bilistifade, Noah yerinden kalkıp Oliver’ın kıçına bir tekme indirdi. Bu talim uzun müddet süremeyecek kadar şiddetliydi. Hepsi yorulup da saç baş yolamayacak hâle gelince Oliver’ı tuttular, bağırıp çağırmasından, mücadele etmesinden korkmayarak bir kömürlüğe kapayıp kilitlediler. Bu iş bittikten sonra, Mrs. Sowerberry kendini bir sandalyenin üstüne bırakıp hüngür hüngür ağlamaya başladı.

“Aman ya Rabb’im! Kadıncağız hıkkadak gidiverecek!” dedi Charlotte. “Bir bardak su, Noah yavrum, çabuk.”

Noah’nın, başından boca ettiği kâfi miktarda suyun altında soluk soluğa konuşmaya çalışarak, “Ah Charlotte, uyurken yatağımızda öldürülmediğimize şükredelim.” diyordu Mrs. Sowerberry.

“Şükredelim hanım.” dedi Charlotte. “İnşallah bu bir ders olur da efendiye, bir daha böyle yaradılıştan cani ve haydut ruhlu korkunç mahlukları almaz. Zavallı Noah’cık, ben içeri girdiğimde ölmek üzereydi.”

“Zavallıcık!” dedi Mrs. Sowerberry, acıklı acıklı meccani mektep talebesine bakarak.

Birkaç yapmacık gözyaşı ve burun çekme doğuran bu acıklı davranışla, yeleğinin üst düğmesi Oliver’ın başının tepesiyle hemen hemen aynı seviyede olan Noah, bileklerinin içiyle gözlerini sildi.

“Şimdi ne yapacağız?” diye bağırdı Mrs. Sowerberry. “Efendi evde değil, başka erkek de yok, on dakika geçmeden tekmeyle kırar kapıyı.” Mevzubahis olan keresteye Oliver’ın kuvvetli dalışları bunun vuku bulmasının pek muhtemel olduğunu gösteriyordu.

“Aman ya Rabb’im! Ne yapsak acaba?” dedi Charlotte. “Polis mi çağıralım?”

“İsterseniz jandarma çağıralım.” diye teklifte bulundu Mr. Claypole.

“Olmaz, olmaz.” dedi Mrs. Sowerberry. Oliver’ın eski dostu gelmişti aklına. “Mr. Bumble’a koş, Noah! Hemen gelmesini söyle, bir dakika bile oyalanmasın, şapkanı almana hacet yok! Çabuk koş, haydi! Koşarken de yolda gözüne çakının yüzünü yapıştır da şişmesin!”

Noah cevap vermek için vakit kaybetmedi, olanca hızıyla fırladı dışarı; gözünde çakı, başı açık, gelişigüzel sokaklara saparak koşan bu çocuğu görmek, gezintiye çıkmış halkı şaşırtıyordu.

BÖLÜM 7

OLİVER SERKEŞLİĞE DEVAM EDİYOR

Noah Claypole var süratiyle sokaklar boyunca koştu, bir kere bile nefes almak için durmadı yoksullarevinin kapısının önüne varıncaya dek. Hıçkırıklarını tutmak, gözyaşlarıyla dehşet saçan haşmetli görünüşüne bir çekidüzen vermek için kapıda bir iki dakika durduktan sonra yumruklamaya başladı kapıyı; kapıyı açan yoksul ihtiyara, o kadar elemli bir yüz takdim etti ki, en iyi zamanlarında dahi elemli yüzlerden başka bir yüz görmeyen yoksul bile, hayret içinde geri geri çekildi.

“Ne oldu sana böyle?” diye sordu ihtiyar yoksul.

“Mr. Bumble! Mr. Bumble!” diye bağırdı Noah, felaket havası vermeyi pek iyi beceriyordu. Öyle telaşla, öyle yüksek sesle bağırmıştı ki, sesler tesadüfen oralarda bulunan Mr. Bumble’ın kulağına gelmekle kalmayıp kendisini öyle bir telaşa düşürmüştü ki, başına üç köşeli şapkasını giymeden -bu pek acayip ve kayda değer bir hadiseydi- dışarı fırladı. Bu hareketiyle bir mübaşirin bile, ani ve güçlü bir tesir karşısında, nefsine hâkim olmamanın kısa bir ziyaretiyle ve şahsiyetinin vakarını unutarak mağdur olabileceğini göstermiş oldu.

“Mr. Bumble efendim!” dedi Noah. “Oliver efendim, Oliver…”

“Ne? Ne diyorsun?” dedi Mr. Bumble, madenî gözlerinde bir neşe ışığı parlamıştı. “Kaçmadı ya! Kaçmadı ya Noah?”

“Hayır efendim, hayır. Kaçmadı efendim ama şeytan oldu.” dedi Noah. “Beni öldürmeye kalktı efendim, sonra Charlotte’u, derken hanımefendiyi. Aman neler çektik neler, efendim.” Bu sırada Noah balık gibi vücudunu büküyor, kıvırıyor, çektiklerini temsil ediyor, Mr. Bumble’a, Oliver’ın şiddetli ve kanlı buhranı sonucu almış olduğu ve hâlen ızdırapların en acı vericisini çekmesine sebep olan içten aldığı yarayı anlatmak istiyordu.

Noah, verdiği haberin Mr. Bumble’ı tamamıyla felce uğrattığını görünce daha da arttırdı yakınmasını, eskisinden on misli fazla çığırarak yaralarını ilan etmeye başladı; o sırada avluyu geçmekte olan beyaz yelekli beyi görünce hâline acıması için dikkatini çekmeyi haklı olarak uygun görüp iniltilerini daha bir facia hâline soktu. Beyin dikkati hemencecik çekildi; üç adım atmamıştı ki öfkeyle dönüp küçük köpeğin ne diye uluduğunu ve Mr. Bumble’ın bu avaz avaz çığırışı ne diye lütfedip akim bırakmadığını sordu.

“Meccani bir mektep talebesi zavallıcık.” dedi Mr. Bumble. “Az kalsın öldürülüyormuş, ramak kalmış efendim, Oliver Twist’in…”

“Vay canına!” diye bağırdı beyaz yelekli bey, olduğu yerde donakalıp. “Biliyordum zaten; ta baştan beri, şu küstah, yabani çocuğun, asılacağına dair bir hissikablelvuku vardı içimde!”

“Aynı şekilde hizmetçi kadına da saldırmış efendim.” dedi Mr. Bumble, benzi atmış, kül rengi olmuştu.

“Hanımefendiyi de.” diye ilave etti Mr. Claypole.

‘Efendisini de demiştin galiba değil mi Noah?” dedi Mr. Bumble.

“Hayır, o yoktu, olsaydı onu da öldürürdü, onu da öldüreceğini söyledi.”

“Demek öldüreceğini söyledi ha?” diye sordu beyaz yelekli bey.

“Evet efendim.” diye cevap verdi Noah.

Üç köşeli şapkasını ve bastonunu sahibini tatmin edecek bir şekilde ayarladıktan sonra, Mr. Bumble, Noah Claypole ile tabanları yağlayıp cenaze levazımatçısının dükkânına doğru yola koyuldular.

Orada, durumda bir ilerleme kaydedilmemişti. Sowerberry dönmemişti daha. Oliver’sa aynı güçle kömürlüğün kapısını tekmelemekteydi. Mrs. Soweberry ve Charlotte’un hikâye ettikleri şeyler, öyle korkunç cinstendi ki, Mr. Bumble kapıyı açmadan önce bir müzakere yapmayı uygun gördü.

Bu amaçla, söze girmek üzere, dışarıdan bir tekme attı; sonra ağzını anahtar deliğine uydurarak, derin ve tesir edici bir sesle “Oliver!” dedi.

“Açın diyorum size!” diye cevap verdi Oliver içeriden.

“Bu sesi tanıdın mı Oliver?” diye sordu Mr. Bumble.