Uzun bir duruş… Herkes kendi düşüncesine dalmış gibiydi, bu arada köpek de vardı; pis pis dudaklarını yalayarak, dışarı çıktığında karşısına çıkacak olan ilk bey veya hanımın kaba etine nasıl saldıracağını düşünüyordu.
“Karakolda neler olduğunu biri anlamalı.” dedi Mr. Sikes, içeri girdiğinden beri ilk defa yavaş sesle konuşarak.
Yahudi “Evet.” der gibi başını salladı.
“Bir şey ele vermeden girdiyse içeri, bir daha çıkıncaya kadar kulak asma artık.” dedi Mr. Sikes. “Sonra da icabına bakarız. Ne yapıp yapıp ele geçmesi gerek.”
Yahudi yine “Evet.” der gibi başını salladı.
Bu tedbir hareketinin lüzumu belliydi; ama maalesef bunun tatbik edilmesi için büyük bir mahzur vardı. Düzenbaz’ın, Charley Bates’in, Fagin’in ve Mr. William Sikes’ın, bütün bunların her birinde, ne maksat veya sebeple olursa olsun, bir polisin yanına gitmek konusunda, müthiş ve köklü bir antipati vardı.
Pek hoş olmayan cinsten, belli belirsiz bir durumda, oturup da birbirlerine ne kadar uzun zaman baktıklarını tahmin güç. Bu konuda herhangi bir tahmin boşuna da olur; çünkü Oliver’ın daha önce de gördüğü iki küçük hanım yeniden konuşmanın açılmasına sebep oldu.
“Tamam!” dedi Yahudi. “Bet gider, öyle değil mi canım?”
“Nereye?” diye sordu küçük hanım.
“Polise kadar cicim.” dedi Yahudi, okşar gibi.
Hiçbir zaman gitmeyeceğini söylemek isterdi küçük hanım ama sadece “Gidersem Allah belamı versin!” demekle yetindi; ricanın böyle nezaketle, terbiyeyle savunulması, küçük bayanın, bir hemcinsine doğrudan doğruya, kesin olarak ret yoluyla acı vermeye tahammül edemeyecek kadar yaradılıştan iyi olduğundan ileri geliyordu.
Yahudi’nin yüzü buruştu. Şatafatlı değilse de göze çarpar şekilde giyinmişti, sırtında kırmızı bir entari, ayaklarında yeşil çizmeler, saçlarında sarı kıvırma kâğıtları bulunan bu hanımdan, öteki hanıma döndü:
“Nancy’ciğim!” dedi Yahudi yumuşak bir sesle. “Sen ne dersin?”
“Olmaz, boşuna uğraşma Fagin.” dedi Nancy.
“Ne demek istiyorsun?” dedi Mr. Sikes, asık çehresiyle bakarak.
“Ne dedimse onu!” diye cevap verdi hanımefendi, kılını kıpırdatmadan.
“Ama tam adamısın sen.” diye buyurdu Mr. Sikes. “Kimse tanımaz seni bu dolaylarda.”
“Tanımalarını da istemem.” dedi Nancy, istifini bozmadan. “Pek evet, diyemem bu işe Bill.”
“Gider o, gider Fagin.” dedi Sikes.
“Hayır, gitmiyorum.” dedi Nancy.
“Gidecek Fagin.” dedi Sikes.
Mr. Sikes haklıydı. Muhtelif tehdit, vaat, rüşvet ile mevzubahis olan hanımefendiye, sonunda bu işi üzerine almaya karar verdirildi. Güzel dostunun kuşkuları değildi onu tutan; uzak ama o canım sayfiye yeri olan Ratcliffe’ten daha geçenlerde Field Lane dolaylarına taşındığı için tanıdıkları tarafından tanınmak korkusu yoktu.
Böylece entarisi üstüne temiz, beyaz bir önlük takıp, kıvrılmış buklelerini bonesinin içine sıkıştırıp -bu her iki kalem eşya Yahudi’nin bitmez tükenmez hazinesinden çıkmıştı- Miss Nancy, vazifesini ifa etmek üzere yola çıkmaya hazırlandı.
“Bir dakika cicim.” dedi Yahudi; üstü kapalı, küçük bir sepet çıkardı. “Bir eline şunu al. Daha bir hürmet telkin edersin böyle.”
“Fagin, bir de kapı anahtarı ver, öteki elinde taşısın.” dedi Sikes. “Daha bir tabii, daha bir sahici olur.”
“Olur, olur azizim. Daha sahici olur.” dedi Yahudi, küçük hanımın sağ elinin şehadet parmağına bir anahtar asarak. “Tamam! Âlâ, daha iyisi can sağlığı.” dedi Yahudi ellerini birbirine sürterek.
“Ah kardeşçiğim! Zavallı, sevgili, tatlı, bigünah kardeşçiğim!” diye bağırdı Nancy, hüngür hüngür ağlıyor, küçük sepetle sokak kapısı anahtarını ızdırap içinde sallıyordu. “Ne oldu, neler geldi başına? Nerelere götürdüler seni! Acıyın bana! Ne yaptılar ona beyler, söyleyin ne olursunuz efendiler!” Bu sözleri içler acısı bir şekilde tekellüm ettikten sonra -dinleyicilerinin pek hoşuna gitmişti doğrusu- Miss Nancy durup çevresindekilere göz kırptı, her birine gülümseyerek selam verdikten sonra çıkıp gitti.
“Becerikli kız vesselam.” dedi Yahudi, genç dostlarına dönerek ciddi ciddi başını salladı, görmüş oldukları parlak örneği izlemeleri için dilsiz bir ihtarda bulunuyordu sanki.
“Cinsiyetinin medarıiftiharı.” dedi Mr. Sikes, bardağını doldurup, koca yumruğuyla masaya vurarak. “Onun sıhhatine, herkesin onun gibi olması dileğiyle.”
Bu güzel sözler ve daha nice nice methüsenalar, kusursuz şahsiyet Nancy için sarf olunurken, adı geçen küçük hanım karakol yolundaydı; sokaklarda böyle yalnız ve hamisiz görünmekten, ister istemez biraz çekingen davranmasına rağmen, çok geçmeden sağ salim vardı.
Arka yoldan dolaşarak hücre kapılarının birine anahtarıyla hafifçe vurup dinledi. Ses yoktu, öksürdü, yeniden kulak verdi. Yine ses yoktu; bu kez konuşmaya başladı:
“Nolly’ciğim!” diye fısıldadı Nancy, ince bir sesle, “Nolly!”
İçeride baldırı çıplak, sefil bir mücrimden başka kimse yoktu, flüt çaldığı için kodese konmuş ve topluma karşı işlediği suç açıktan açığa ispat edilmiş olduğundan Mr. Fang tarafından en uygun bir şekilde, bir ay müddetle ıslahhaneye mahkûm olmuştu, üstelik pek münasip ve eğlenceli bir de espri yapmıştı Mr. Fang; “Mademki böyle ulu orta harcayacak kadar nefesi var, bir musiki aletinden çok değirmene üflemesi daha yakışık alır.” demişti. Cevap vermemişti buna, -belediye tarafından istimal edilmek üzere el konulan flütü ile meşguldü kafası- Nancy de öteki hücreye müracaat etti, kapısını çaldı.
“Ne var?” diye bağırdı, zayıf, ince bir ses.
“Küçük bir oğlan çocuğu var mı orada?” diye sordu Nancy, sözüne başlamadan hıçkırmayı da ihmal etmedi.
“Hayır.” dedi bir ses. “Allah korusun!”
Bu, flüt çalmadığı için hapsi boylayan altmış beşlik biriydi; daha doğrusu geçinmek için bir iş yapmayıp, dilencilik ediyordu da ondan; ehliyetsiz, sokaklarda tencere sattığı için hapse girmişti, yani Pul Ofisi’ne karşı gelerek geçinmek için bir iş yapıyordu.
Ama mücrimlerin hiçbiri, Oliver çağrısına cevap vermediğinden ve onun hakkında bir şey bilmediğinden Nancy, çizgili yelekli, babacan polise doğru gitti; içler acısı inleme ve sızlamalarla sokak kapısı anahtarıyla, sepeti de yardıma çağırmayı ihmal etmeyerek sevgili kardeşini sordu.
“Bende değil yavrum.” dedi yaşlı adam.
“Nerede?” diye çığırdı Nancy, kendinden geçerek.
“Beyefendi alıp götürdü.” diye cevap verdi polis.
“Hangi beyefendi? Hay ya Rabb’im! Söylesenize, hangi beyefendi?” diye bağırdı Nancy.
Bu insicamsız sorgu suale cevaben, yaşlı adam, içler acısı bu kız kardeşe, Oliver’ın karakolda hastalandığını ve soygunun hâlen tevkif edilmemiş bulunan başka bir çocuk tarafından işlendiğini söyleyen bir şahidin şehadeti üzerine tahliye olunduğunu ve davacının, baygın bir hâlde kendi ikametgâhına alıp götürdüğünü söyledi; bu bilgiyi veren şahsın oturduğu yer hakkında bütün bildiği Pentonville civarında bir yer olmasıydı; onu da adam arabacıya söylerken duymuştu.
Müthiş bir şüphe ve tereddüt içinde, işkence çekmekte olan küçük hanım, kapıya doğru sallana sallana gitti; derken aksak yürüyüşünü hızlı bir koşmaya tahvil ederek aklına gelebilen en dolambaçlı ve karışık yollardan Yahudi’nin evine vardı.
Mr. Bill Sikes, bu keşfin hikâyesini işitir işitmez, hemen beyaz köpeği çağırdı ve şapkasını giyerek hızla çıktı gitti; orada bulunanlara adabımuaşeret icabı “Allah’a ısmarladık.” demek için zaman bile ayırmadı.
“Nerede olduğunu bulmalıyız dostlar, Oliver bulunmalı.” dedi Yahudi heyecan içinde.
“Charley, git dolaş dur, onun hakkında haber getirmeden buraya gelme! Nancy’ciğim, onu buldurmam gerek. Sana güvenim var, sana canım! Her şeyde zekânı belli edersin! Dur, dur.” diye ilave etti Yahudi, titrek eliyle bir çekmeceyi açarak. “İşte size para dostlar. Bu gece bu dükkânı kapıyoruz. Beni nerede bulacağınızı bilirsiniz! Bir dakika daha durmayın burada! Haydi bakalım. Bir dakika bile durmayın dostlarım!”
Bu sözleri söyleyerek, onları odadan dışarı itti; kapıya çifte kilit vurup, arkalarından sürgüyü çekerek, saklı yerinden, istemeye istemeye Oliver’a göstermiş olduğu kutuyu çekip çıkarttı. Derken acele acele saatleri ve mücevherleri elbisesinin orasına burasına sokuşturmaya başladı.
Kapı hafifçe vurulunca yerinden sıçardı. “Kim o?” diye bağırdı cırtlak bir sesle.
“Ben.” diye cevap verdi Düzenbaz, anahtar deliğinden.
“Ne var yine?” diye bağırdı Yahudi sabırsızca.
“Nancy, onun öteki yere mi getirileceğini soruyor.” dedi Düzenbaz.
“Evet.” dedi Yahudi. “Nerede bulursa bulsun. Bulun onu bulun, işte o kadar. Gerisini bana bırakın, korkmayın.”
Çocuk akıllıca bir cevap verdikten sonra arkadaşlarına katılmak üzere merdivenden aşağı hızla indi.
“Daha bir şey yumurtlamamış olacak.” dedi Yahudi, işine devam ederek. “Boşboğazlık edip de yeni dostlarına bizden bahsedecek olursa daha vaktimiz var ağzını tıkamak için.”
BÖLÜM 14
OLİVER’IN BROWNLOW ’LARDAKİ KALIŞI HAKKINDA MÜTEMMİM MALUMAT. MR. GRİMWİG ADINDA BİRİNİN, OLİVER VAZİFEYLE DIŞARI GİTTİĞİNDE ONUN HAKKINDA KAYDA DEĞER TAHMİNİ
Oliver, Mr. Brownlow’nun ani çığlığı sonucu vuku bulan baygınlığından çok geçmeden ayıldığı zaman, takip eden konuşma esnasında resim sözünün hem beyefendi hem Mrs. Bedwin tarafından, ağıza alınılmamasına dikkat edildi. Konuşulanların, aslında ne Oliver’ın hikâyesiyle ne de geleceğiyle ilgisi vardı, sadece kendisini sarsmadan eğlendirebilecek mevzulara inhisar ediyordu. Oliver ayağa kalkıp da kahvaltı edecek kadar kendine gelememişti daha; ama ertesi gün, kapıcının odasına indiğinde ilk hareketi, o güzel kadının yüzünü görmek ümidiyle merakla duvara bakmak oldu; ümitleri boşa çıktı ama, çünkü resim kaldırılmıştı yerinden.
“Ha…” dedi kapıcı, Oliver’ın gözlerinin yöneldiği yere bakarak. “Kaldırıldı, anlarsın neden.”
“Anlıyorum efendim, kaldırılmış.” diye cevap verdi Oliver. “Niye kaldırdılar?”
“Mr. Brownlow resmin seni kaygılandırdığını düşünerek iyi olmana engel olabilir dediği için kaldırdık.” dedi yaşlı kadın.
“Yok, yok, kaygılandırdığı filan yoktu beni, efendim.” dedi Oliver. “Seyretmek hoşuma gidiyordu o resmi. Çok sevmiştim.”
“Her neyse.” dedi yaşlı hanım, neşelenerek. “Sen mümkün olduğu kadar çabuk iyi olmana bak. Oldu mu? Söz! Haydi şimdi başka şeylerden konuşalım artık.”
Oliver’ın resim hakkında şimdilik elde edebileceği bütün malumat bundan ibaretti. Yaşlı kadın, hastalığı sırasında kendisine pek iyi davrandığı için o konuda bir süre düşünmemeye çalıştı; böylece kadının anlattığı bir sürü hikâyeyi cankulağıyla dinledi; güzel, sevimli bir kızı varmış, güzel sevimli bir erkekle evliymiş, sayfiyede otururlarmış; bir de oğlu varmış, Batı Hint adalarında bir tüccarın kâtipliğini yapıyormuş, yılda muntazaman dört kere mektup yazarmış, öyle mektuplarmış ki bunlar, onlardan bahsetmek bile yetiyormuş gözlerini yaşartmaya. Yaşlı kadın, çocuklarının mükemmellikleri ve yirmi altı yıl önce, rahmetli olup gitmiş olan iyi kalpli kocasının meziyetleri hakkında, uzun uzun konuştuktan sonra, çay içmek zamanı geldi. Çaydan sonra, Oliver’a iskambil öğretmeye başladı. Oliver, kadın öğretebildiği kadar çabuk öğrendi bu oyunu, büyük bir ilgi ve ciddiyetle oynayıp durdular; artık hastanın, sulu sıcak şarapla, bir dilim kızarmış ekmek yiyip güzelcecik yatağa yatma zamanı gelmişti.
Mutlu günlerdi o günler; Oliver’ın nekahet günleri! Her şey öylesine sessiz, temiz, düzenliydi ki, herkes öyle nazik, öyle iyiydi ki, içinde yaşayagelmiş olduğu gürültü ve kargaşalıktan sonra, burası cennetin ta kendisi gibi geliyordu ona.
Üstüne doğru dürüst elbisesini giyebilecek duruma geldiğinde, Mr. Brownlow ona yeni bir elbise, yeni bir pardösü, bir çift de yeni ayakkabı aldırdı. Eski elbiseleri ne yaparsa yapsın diye kendine verdikleri için Oliver, kendine çok iyi davranmış olan bir uşağa verdi onları; Yahudi’nin birine satıp da parasını kendi almasını söyledi. O da öyle yaptı; Oliver salonun penceresinden bakıp da bir Yahudi’nin onları dürerek torbasının içine koyup gittiğini görünce bayağı sevindi; elbiseleri kazasız belasız savmıştı, o elbiseleri bir daha giyme tehlikesi yoktu artık. Doğrusu, elbiseden başka her şeye benziyordu; Oliver o ana kadar hiç yeni elbise giymemişti.
Resim hadisesinden bir hafta sonra, bir akşamüstü, oturmuş, Mrs. Bedwin’le konuşurken, Mr. Brownlow’dan bir haber geldi aşağıya, Oliver, kendisini iyi hissediyorsa, kendisini odasına çağırıyordu; kendisiyle biraz konuşmak istiyordu.
“Aman Allah’ım! Ellerini yüzünü yıka, saçını güzel bir tarayayım da ayırayım.” dedi Mrs. Bedwin. “Hey Allah’ım! Seni çağıracağını bilseydik temiz bir yaka takar da kıskıvrak bir hâle getirirdik seni.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книгиВсего 10 форматов