banner banner banner
Oliver Twist`in Maceraları
Oliver Twist`in Maceraları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Oliver Twist`in Maceraları


“Aman sormayın, iğrenç bir şey.” dedi mübaşir. “Ahlak kaidelerinden öyle uzak ki, Mr. Sowerberry!”

“Ya, öyle!” dedi cenazeci.

“Bu ailenin varlığından ancak evvelsi gece haberdar olduk.” dedi mübaşir. “Aynı evde oturan bir kadın kötü durumda olan bir kadına bakılsın diye kurula müracaat ederek bir mahalle doktoru gönderilmesini istemeseydi, haberimiz olmayacaktı da. Doktor öğle yemeğine çıkmışmış ama çırağı -çok becerikli bir oğlan- hemencecik bir boya şişesi içine, bir ilaç koyup göndermiş.”

“Ne de çabuk!” dedi cenazeci.

“Sormayın.” dedi mübaşir. “Peki bu asilerin nankörce davranışlarına ne buyurulur? Koca olacak adam, tutmuş ilacın karısının derdine deva olmayacağını söylemiş, kadın da almamış ilacı; ‘Almadı.’ diyor, düşünün bir beyim! İyi, kuvvetli, şifalı bir ilaç, daha geçenlerde iki İrlandalı çiftçiyle, bir kömür hamalında büyük başarı elde edilmişti, daha geçen hafta -boya şişesi içinde bedava gönderilen bir ilaç- ‘İlacı almayacak!” diye haber gönderiyor, düşünün bir!”

Bu vahşet, Mr. Bumble’ın zihninde bütün kuvvetiyle belirdiğinde bastonuyla peykeye vurdu ve öfkeden kıpkırmızı oldu.

“Doğrusu…” dedi cenazeci, “Ömrümde…”

“Ben de!” diye bağırdı mübaşir. “Kimse görmemiştir böylesini ama artık öldü, gömmemiz gerekiyor şimdi; talimat da burada, ne kadar çabuk halledersek o kadar iyi.”

Bu sözlerle Mr. Bumble, o heyecanın verdiği ateş içinde ilkin şapkasını ters giydi, sonra da dükkândan fırlayıp çıktı.

“Pek kızgın, Oliver; seni sormayı bile unuttu!” dedi Mr. Sowerberry, yoldan aşağı uygun adımlarla giden mübaşirin arkasından bakarak.

“Öyle efendim.” dedi Oliver; bu müzakere esnasında görünmemeye dikkat etmişti; Mr. Bumble’ın sesini duyması yetmişti onu baştan aşağı titretmeye. Mamafih Mr. Bumble’ın bakışından kaçmasa da olurdu; beyaz yelekli beyin kehanetinin üstünde derin iz bırakmış olduğu bu memur, cenazecinin Oliver’ı tecrübe devresine almış olduğundan ve adamın yedi yıl müddetle Oliver’ı kabul etmesi kesinleşinceye kadar çocuğun yoksullarevine dönme tehlikesi kanunca ve bilfiil bertaraf edilinceye dek Oliver’dan söz etmemeyi tercih etmişti.

“Pekâlâ.” dedi Mr. Sowerberry şapkasını alarak. “İş ne kadar çabuk yapılırsa o kadar iyi. Noah dükkâna sahip ol. Oliver, şapkanı al, benimle gel.”

Oliver itaat etti ve mesleki vazifesini ifa etmek üzere efendisinin arkasından gitti. Şehrin kesif nüfuslu kısımlarından bir süre yürüdüler, derken o zamana kadar geçmiş oldukları sokaklardan daha pis ve sefil dar bir sokağa girdiler, söz konusu olan evi bulmak için bakınmaya başladılar. Evler iki tarafta da yüksek ve büyüktü ama hepsi de kağşamıştı, en yoksul sınıf buralarda otururdu. Kolları kavuşuk iki büklüm vücutlar, ara sıra peydah olan sefil manzaralı tek tük erkek ve kadın ayrıca delil teşkil etmeseydi bile bu evlerin ihmal edilmiş oldukları belliydi. Bu evler dizisinin çoğunun cephelerinde dükkânlar vardı ama kapalıydı bu dükkânlar, baştan başa küf kaplıydı; sadece üst katlarda oturuluyordu. Eskilikten ve çürümeden dolayı tehlike arz eden bazı evler, sokağa çökmesin diye, bir uçları sokağa sıkı sıkı dikilmiş, duvarlar boyunca yükselen, koca koca kalaslarla desteklenmişti. Ama bu harap inler bile, evsiz barksız birkaç serserinin gecelediği yerler olmuştu; kapı ve pencere yerini kaplayan, kaba kerestelerin çoğu, yerlerinden sökülmüş, bir insan vücudunun geçeceği kadar delik açılmıştı. Bu inin içerisi leş gibiydi. Orada burada çürümüş ve tefessüh etmiş farelerin bile temsil ettiği açlık korkunç bir manzara arz ediyordu.

Oliver’la efendisinin önünde durduğu açık kapıda ne tokmak vardı ne zil; böylece cenazeci karanlık koridordan el yordamıyla dikkatle geçerek, Oliver’ın korkmadan arkasından gelmesini söyleyerek, merdivenin ilk kısmını çıktı. Sahanlıkta karşısına çıkan kapıya vurdu.

Kapı, on üç on dört yaşlarında bir kız tarafından açıldı. Cenazeci, söz konusu olan evin o olduğunu gösteren şeyi derhâl gördü. İçeri girdi, arkasından da Oliver.

Odada ateş yoktu; boş sobanın başında duran erkek, durmadan inip kalkıyordu olduğu yerde. Bir de yaşlı kadın vardı, soğuk sobanın başına alçak bir sandalye çekmiş, onun yanında oturuyordu. Bir başka köşede paçavralar içinde birkaç çocuk vardı; kapının karşısındaki, küçük kuytu köşede, yerde, eski püskü bir battaniyeyle örtülü bir şey yatıyordu. Oliver oraya doğru baktığında korkuyla titredi, ister istemez efendisine sokuldu; üstünün örtülü olmasına rağmen, çocuk onun ceset olduğunu fark etmişti.

Erkeğin yüzü ipince, sopsoluktu, saçı sakalı kurşuniydi, gözleri kan çanağı gibiydi. İhtiyar kadının yüzü buruş buruştu; kala kala iki dişi kalmıştı ağzında, onlar da alt dudağından dışarı fırlamıştı; gözleri pırıl pırıl yanıyor, bakışları değdiği yeri deliyordu. Oliver, kadına da erkeğe de bakmaktan korkuyordu. Dışarıda görmüş olduğu farelere öyle benziyorlardı ki.

Cenazeci kuytu köşeye doğru ilerlemeye başlayınca, erkek “Kimse yaklaşamaz ona!” diye bağırdı vahşice atılıp. “Çekil oradan! Allah belanı versin senin, çekil yoksa karışmam!”

“Saçmalamayın dostum.” dedi cenazeci, sefaletin her türlüsüne iyiden iyiye alışıktı. “Saçmalamayın.”

“Beni dinle!” dedi adam, ellerini kenetleyerek öfkeyle ayağını yere vurup. “Toprağa gömdürmem onu. Rahat edemez orada; kurtlar rahat vermez, yiyecek demiyorum, çünkü yenecek yeri kalmadı zaten, eriyip gitti.”

Cenazeci bu hezeyana karşı bir cevap vermek lütfunda bulunmadı; cebinden bir şerit çıkarıp cesedin yanına çöküverdi.

“Ah!” dedi adam hıçkırarak, ölü kadının ayak ucunda diz çöktü. “Çökün, diz çökün, hepiniz çökün çevresinde, hepiniz. Anlıyor musunuz? Açlıktan öldü zavallı. Ateşleninceye kadar durumunun kötülüğünü anlayamadım; derken kemikleri derisinin altından görünmeye başladı. Ne ateş vardı ne mum, karanlıkta öldü, karanlıkta! Çocuklarının yüzlerini bile görmeden, sadece nefes nefese adlarını söyledi, o kadar. Sokaklarda onun için dileniyordum, tutup beni hapse attılar. Döndüğümde ölmek üzereydi; kalbindeki bütün kanı kurudu, onu açlıktan öldürdüler. Bunu gören Tanrı’nın huzurunda yemin ederim ki, açlıktan öldü!” Elleriyle saçlarını hapazlayarak, avazı çıktığı kadar çığlık ata ata yerde kıvranmaya başladı. Gözleri sabit bakıyordu, dudakları köpük içindeydi.

Dehşet içindeki çocuklar, acı acı ağlıyorlardı; ama şimdiye kadar bütün olup bitenlere tamamıyla sağır gibi davranan yaşlı kadın, sessiz durmaları için hâlâ yerde yatmakta olan adamın boyun bağını çözüp, sendeleyerek cenazeciye doğru ilerledi.

“Kızımdı.” dedi yaşlı kadın, başıyla cesedi göstererek; böyle bir yerdeki bir ölünün varlığından daha dehşet saçan bir budala bakışıyla. “Ya Rabb’im, ya Rabb’im! Ne acayip! Onu doğuran ben, onu doğurduğumda kadın olan ben, şimdi hayatta olayım, canlı olayım da o orada yatsın! Sopsoğuk, kaskatı; sahne oyunu gibi bir şey bu; tıpkı bir oyun!”

Zavallı mahluk, korkunç bir neşe içinde mırıldanmaya, kıkırdamaya başlayınca cenazeci çıkıp gitmek üzere döndü.

“Dur, dur hele!” dedi yaşlı kadın, yüksek sesle bir fısıltı çıkararak. “Yarın mı gömülecek, öbür gün mü, yoksa bu gece mi? Gömülmeye hazırlayacağım onu, biliyorsunuz benim de yürümem gerek, büyücek bir manto gönderin bana, sıcak tutsun şöyle, çünkü çok soğuk. Gitmeden, kekle şarap da almalıyız! Neyse aldırma; biraz ekmek gönder sen, bir somun ekmek de işi görür, bir fincan da su. Ekmek yiyelim mi sevgilim?” dedi iştahla, cenazeci kapıya doğru hareket ettiğinde paltosuna yapışarak.

“Olur, olur.” dedi cenazeci. “Elbette, ne arzu ederseniz.” Yaşlı kadından kurtuldu, arkasından Oliver’ı çekerek acele acele çıkıp gitti.

Ertesi gün -bu arada, Mr. Bumble’ın kendisi tarafından bırakılmış olan bir parça ekmek ve bir parça peynirle ailenin yardımına koşulmuştu- Oliver’la efendisi, o sefil malikâneye döndüler: Mr. Bumble gelmişti, yanında da yoksullarevinden iki adam vardı, ölüyü taşıyacaklardı. İhtiyar kadınla, erkeğin paçavraları üstüne birer eski, siyah palto atılmıştı; çıplak tabut, çivilendikten sonra, taşıyıcılar tarafından omuzlar üstüne kaldırıldı ve sokağa çıkarıldı.

“Tabanları yağla bakalım, ihtiyar!” diye fısıldadı Mr. Sowerberry, kadının kulağına. “Epey geciktik, Papaz Efendi’yi bekletmek doğru olmaz. Haydi bakalım çocuklar, mümkün olduğu kadar çabuk!”

Böyle emir alan taşıyıcılar, hafif yüklerinin altında hızlı hızlı yürümeye başladılar; iki matemciyse mümkün olduğu kadar onlara sokuluyordu. Mr. Bumble ile Mr. Sowerberry önde, epey hızlı ilerliyorlardı; bacakları efendisininki kadar uzun olmayan Oliver’sa efendisinin yanında koşuyordu.

Mamafih Mr. Sowerberry’nin tahmini hilafına, acele etmeye lüzum yoktu pek; mezarların bulunduğu, ısırganların ürediği kilise bahçesinin karanlık köşesine vardıklarında, kilise azaları daha gelmemişti; ufak odada, ateş başında oturmakta olan memura bakılırsa Papaz Efendi’nin gelmesinin bir saat kadar sürebileceğinin hiç de gayrimuhtemel olmadığını düşünür gibiydi. Tabutu mezarın kenarına koydular; iki matemci, ıslak toprak üstünde sabırla beklemeye başladı, buz gibi bir yağmur çiseliyordu, manzaranın kilise bahçesine cezbettiği paçavralar içindeki çocuklarsa mezar taşları arasında, gürültü çıkararak saklambaç oynuyorlardı; sonra da eğlencelerine çeşni vermek için tabutun üstünden ileri geri atlayıp duruyorlardı. Kilise memurunun şahsi arkadaşı olan Mr. Sowerberry ile Bumble, kendisiyle birlikte oturmuş gazete okuyordu.

Sonunda, bir saat kadar bir zaman geçtikten sonra, Mr. Bumble ve Sowerberry ve memur, mezara doğru koştular. Tam o sırada Papaz Efendi belirdi; hem yürüyor hem cübbesini giymeye çalışıyordu. Mr. Bumble, vaziyeti kurtarmak için bir iki çocuğa sille tokat savurdu ve Aziz Papaz Efendi dört dakikaya sıkıştırılabilecek kadar ölü gömme duası okuduktan sonra, cübbesini memura verip, çekip gitti.

“Haydi Bill!” dedi Sowerberry, mezar kazıcıya. “Doldur bakalım toprağı!”

Zor iş değildi; çünkü mezar öyle doluydu ki, en üstteki tabut, toprağın yüzünden birkaç karış aşağıdaydı. Mezar kazıcı, kürekle toprak atıp ayaklarıyla bastırdı. Küreğini omzuna vurdu, yürümeye koyuldu, eğlencenin bu kadar çabuk bittiğinden mırıltıyla şikâyet ederek arkasından gitti.

“Haydi azizim!” dedi Bumble, adamın sırtına hafifçe vurarak. “Bahçeyi kapayacaklar.”

Mezar başında yer aldığından beri, hiçbir harekette bulunmayan adam kımıldadı, başını kaldırıp kendisine hitap eden adama baktı, ileri doğru birkaç adım attı ve düşüp bayıldı. Deli ihtiyar kadın (cenazecinin çoktan almış olduğu) mantosunu aramakla öyle meşguldü ki, ona dikkat edecek hâli yoktu; böylece adamın üstüne bir teneke soğuk su boşalttılar. Kendine gelince sağ salim kilise bahçesinden çıkarıp kapıyı kapadılar, her ikisi de yoluna gitti.

“İşte böyle Oliver.” dedi Sowerberry eve dönerlerken. “Hoşuna gitti mi bakalım?”

“Epey gitti efendim, teşekkür ederim.” dedi Oliver epey bir tereddütten sonra. “Ama pek de değil efendim.”

“Çok geçmeden alışırsın Oliver.” dedi Sowerberry. “Alıştın mı bir kere, bitti gitti demektir.”

Oliver, “Mr. Sowerberry’nin bu alışması acaba ne kadar sürdü?” diye düşünüp duruyordu. Ama sual sormaktan çekindi; dükkâna yürümekle yetindi, gördüklerini, duyduklarını düşünmek yetiyordu ona.

BÖLÜM 6

OLİVER, NOAH’NIN KENDİNİ ALAYA ALMASI ÜZERİNE HAREKETE GEÇİYOR. BU HAREKETİ EPEY ŞAŞKINLIK YARATIYOR

Bir aylık deneme süresi bitince Oliver resmen çırak olmuştu. Tam hasta mevsimiydi ticari terimiyle; tabutlar, kapakları açık, bekliyordu; birkaç hafta içinde, Oliver büyük tecrübe sahibi oldu. Mr. Sowerberry’nin dâhiyane fikri, ümit edildiğinden de fazla bir başarı kazanılmasına sebep olmuştu. Oranın en eski yerlileri bile, kızamığın hiç bu kadar yaygın olduğunu görmediklerini, bu kadar çocuk kırıp geçirdiğini hatırlamadıklarını söylüyorlardı; şehirdeki bütün annelerin, tarifi gayrikabil hayranlık ve heyecanı huzurunda, dizlerine dek inen şapka şeridiyle, Oliver’ın başta gittiği matem kafilelerinin sayısı pek çoktu. Sapına kadar bir cenazeci olması için elzem olan vakarı ve sinir hâkimiyetini iktisap edebilmesi için Oliver, efendisinin peşinden, büyük ölülerde de bulunmak üzere gittiği için bazı kuvvetli zekâ sahibi kimselerin felaket imtihanlarını ve kayıplarını, o güzel tevekkül ve metanetlerini, müşahede etmek için birçok fırsat geçmişti eline.

Mesela halkın tam ortasındayken bile acısını tutamayacak derecede olan ve ölmeden önceki hastalığı boyunca, bir türlü teselli bulmak bilmeyen bir sürü yeğenlerin çevresini sardığı ihtiyar, zengin bir hanım veya beyin ölümü için Mr. Sowerberry sipariş aldığında aralarında mümkün olduğu kadar mesut olurlar, onları rahatsız edecek hiçbir şey olmamış gibi neşeli neşeli serbestçe çene çalarlardı. Kocalar da karılarının kayıplarını kahramanca bir sakinlikle karşılarlardı. Kadınlar, matem kıyafeti içinde, acı çekmek şöyle dursun, sanki mümkün olduğu kadar yaraşıklı ve cazibeli görünmeye karar vermişler gibi, kocaları için matem elbiseleri giyerlerdi. Defin merasimi esnasında acıyla kıvranan beyler ve hanımları eve döner dönmez sakinleşiyor ve çay içme daha sona ermeden iyicene rahatlıyorlardı. Bütün bunlar pek hoştu, bunları görmek insanı olgunlaştırıyordu; Oliver bunları büyük hayranlıkla seyrediyordu.

Bu iyi kimselerden örnek alarak Oliver Twist’in tevekkül kazanıp kazanmadığını, her ne kadar hayatını yazıyorsam da tam bir emniyetle beyan etmeyi üstüme alamam; ama kesin olarak söyleyebileceğim bir şey var, aylarca Noah Claypole’un hâkimiyeti ve kötü muamelesine boyun eğdi. Noah, Oliver’a eskisinden daha kötü muamele ediyordu çünkü kendisi eski kıyafetinde kalmış, daha dünkü Oliver, terfi edip güzel urbalar giymişti; kıskanıyordu onu; Noah kötü muamele ettiği için, Charlotte da kötü davranıyordu ona karşı; Mr. Sowerberry’yi Oliver’ın dostu olmaya hazır bir durumda gören Mrs. Sowerberry ise başdüşmandı; böylece bir yanda bu üç kişi, öte yanda cenaze merasimi bolluğu, Oliver, yanlışlıkla bir bira fabrikasında arpa ambarına kapatılan, aç bir domuzun durumundaydı.

Şimdi, Oliver’ın hayat hikâyesindeki pek önemli bir yere geliyorum, bir hadise anlatmam gerek, öyle bir hadise ki, belki görünüşte değersiz ve önemsiz ama bu hadise, dolaylı olarak Oliver’ın bütün gelecekteki plan ve hatt-ı harekâtını madden değiştirecektir.

Bir gün Oliver’la Noah -boynun en kötü tarafından bir buçuk librelik- küçük bir et parçasını afiyetle yemek üzere, her zamanki yemek saatinde mutfağa indiklerinde Charlotte o sırada dışarı çağırıldığı için kısa bir zaman yalnız kaldılar; Noah Claypole aç ve kötü niyetli olduğu için zamanını Oliver Twist’i kızdırmak ve ona eziyet etmekten daha faydalı bir şeye vakfedemeyeceğini düşündü.

Bu saf eğlence üzerine dikkatini teksif ederek, Noah ayaklarını masa örtüsünün üzerine koydu; Oliver’ın saçını çekti; kulağını çekti ve “sinsi, korkağın biri” olduğunu söyledi üstelik, üstelik bir de Oliver asıldığı zaman, o arzu edilen şey vuku bulduğu zaman, gelip görmek niyetinde olduğunu da beyan etti, kötü niyetli, ahlaksız bir meccani mektep talebesi gibi daha bir sürü can sıkıcı başka konulara geçti. Ama bu eşek şakalarının hiçbirinin Oliver’ı ağlatmadığını görünce Noah daha ileri gitti: Yani, kendinden çok daha kıt akıllıların alay etmek için başvurduğu çareye başvurdu. Biraz daha laubalileşmek istedi.

“Yoksullarevi çocuğu!” dedi. “Annenden ne haber?”

“Öldü.” dedi Oliver. “Onu bir daha ağzına alayım deme, yoksa karışmam ha!”