banner banner banner
Ocak Sönmesin Diye – Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı
Ocak Sönmesin Diye – Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Ocak Sönmesin Diye – Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı

Mutlaka olgun gençlerdiniz. Lakin ideolojik olarak kendinizi kifayetli görüyor muydunuz? Ya da entelektüel olarak yeterli donanımınız var mıydı?

Şöyle, yalnız başımıza kaldığımızda kendimizi kifayetli görmüyorduk. Yalnız biz teşkilatı temsil ettiğimiz için yazdığımız her yazı teşkilatı temsil ediyordu. Yazdığımız her orta sayfa yazısı talimat idi. Mesela “Genç Arkadaş”ın üçüncü sayfasındaki yazı hareketin Edirne’den Kars’a kadar ocak başkanlarının bir emir gibi okuması gereken not gibiydi. Bir de derginin orta sayfa yazıları vardı. Onlar daha kapsamlı olurdu. İdeolojik çözümlemeler olur. Kapitalizmin ne olduğu, sosyalizmin ne olduğu teşkilatın dikkate alacağı yazılar üçüncü sayfa başyazı, bir orta sayfa da geniş tahliller yer alırdı. Öbür taraftakiler yazarlarını bağlar. Diğer sayfalarda şehitlerden, haber değeri olan olaylardan örnek verilen metinlerdir. Bir de arka sayfa yazıları vardır ki o yazılar duygusaldır. İsteyen arka sayfayı kesip asabilirlerdi.

Biz Marksizmle uğraşan bir dernek olduğumuz için Marksizmi de tanımak, öğrenmek isterdik. Gecenin birinde sabaha kadar İmam-ı Gazali’nin kitaplarını okurken, kendi tarihimizdeki örnekleri Bahattin Ögel’in, Atsız’ın Erol Güngör’ün, Ziya Gökalp’in ve onlar gibi aydınların kitaplarını okurken, dönüp “Kapital”i de okurduk. Marksizmi eleştiren kitaplar da okurduk. Komünist dergilerin hepsini okurduk. Örgütlerin özel yayınlarını da okurduk. Hatta öyle ki örgütlerin kendi içlerinde birbirlerini öldürecek dereceye varıncaya kadarki gizli mücadelelerine de vâkıf olurduk. Suçlamalarında özel bilgilerine kadar okurduk. Bazen de ihtisaslaşırdık. Mesela 80’den sonra bizim hem ilahiyatçı hem de avukat olan arkadaşımız Ömer Kayır, bu işlerle ilgilenirdi. Ömer Kayır, 80’den önce de yanımıza geldi. Bizim İlahiyat Fakültesinden de arkadaşlarımız vardı. Onlar şimdi profesör oldu. Bazıları şimdi profesör olan arkadaşlarımız da bu işleri tetkik ederler, dinî yayınları takip ederlerdi.

Mümtaz’er Türköne, sol yayınları takip ederdi. Bütün sol örgütlerin ne yazıp çizdiklerine vâkıftı mesela. Gider araştırır ve bize de anlatırdı. Biz de ayrıca takip ederdik. Burhan Kavuncu’nun da sol örgütleri takip etmede özel yetenekleri vardır.

Bütün bu faaliyetleri yaparken, okul ne durumdaydı?

Okul yerinde duruyordu. Arada fırsat bulunca gidiyorduk.

Sizin zamanınızda okuldan atılma diye bir şey yoktu galiba.

Vardı da yoktu.

Necip Fazıl, MHP’ye Ne Kazandırdı?

Bu yazarların kitaplarını dergilerini ocak olarak alıp dağıtmanız da söz konusu oluyor muydu?

Tabii… Örneğin Necip Fazıl’ın “Doğru Yolun Sapık Kolları” kitabından 1000 tane alıp ocak olarak dağıtmıştık. Bu nedenle kendisine 18 bin 200 TL borcumuz vardı. Bir gün Ankara’dan İstanbul’a giderken muhasebeden 18 bin lirayı alıp zarfa koydum. Götürdüm, Cağaloğlu’ndaki “Büyük Doğu”nun bürosunda Necip Fazıl’a verdim. Biliyorsun, Necip Fazıl aristokrat tavırlı bir şairdi. Bizde aristokrat çıkması önemlidir. Üstat da sahip olduğu dil itibarıyla aristokrat sayılır. O yüzden birçok siyasi partinin yapamayacağını tek başına yapmıştır. Camide mahpus Müslüman’ı sokağa, üniversiteye taşımıştır. Üstat’ın fonksiyonu çok önemlidir. O da benim gibi Dulkadiroğulları’ndandır. Onunla tanıştığım ilk gün, Sivaslı olduğumu söylediğimde, “Hayır sen Maraşlısın.” dedi. “Şehsuvaroğlu, Dulkadiroğulları’ndandır. Ben de Dulkadiroğlu’yum.” dedi. Böylece bir başka sohbetimiz oldu. Üstat’ın üniversite gibi, siyasi parti gibi, bir örgüt başkanı gibi, bir radyo şefi gibi, bir yayın kurulu başkanı gibi, bir tekke gibi fonksiyonları gerçekten de o zaman ihtiyaç olan bir açılım sağladı. Bunu ne MTTB ne de MSP başarabilmişti. Bunu o aristokrat kimliği ile Necip Fazıl başardı. Fakat aristokrat olmakla birlikte ben ona 18 bin lira zarfa koydum götürdüm. Bir aristokrat zarfı açıp para saymamalıdır. Alıp çekmeceye atmalıdır. Bunun nitekim bir benzerini çok zengin bir iş adamı yaptı. Muhsin Başkan beni adamın evine gönderdi, ben de ondan bond çanta içinde 150 bin lira aldım, getirdim verdim. Başkan çantayı aldı bir kenara attı. “Saymayacak mısın?” dedim, saymadı. Üstat da 18 bini saydı. Saydıktan sonra, “Lütfullah, nerede bunun küsuratı?” dedi. Tabii daha önce muhatap olduğu akıncı gençlerden, MTTB’li gençlerden biri olsaydı, “Aman üstadım, yanlışlık oldu üstadım, yarın getiririm üstadım.” lafını duyardı. Ben parayı saymasına zaten bozulmuştum. O öfkeyle, “


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 1001 форматов)