banner banner banner
Ocak Sönmesin Diye – Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı
Ocak Sönmesin Diye – Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Ocak Sönmesin Diye – Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı


Babam Şeker Fabrikasında çalıştığı için Etimesgut’ta oturuyor ama ben artık genel merkez yöneticisi olduğum için arkadaşlarla eve çıktım. Muhsin Yazıcıoğlu, Muharrem Şemsek’in genel başkanlığı zamanında genel başkan yardımcısı idi. Daha çok “Hasret” dergisinde çalışıyordu. Genel merkeze gidince ben de “Hasret” dergisinde çalışmaya başladım. Bu esnada içimizde bir de istihbarat teşkilatı kurduk.

Dergide herhangi bir ücret alıyor muydunuz? Yoksa meccanen mi yapıyordunuz bunca faaliyeti?

Kim verecek ücreti! Dergi zaten kendi dergimiz. 40 bin sattığımız dergi kendi masraflarını karşılıyordu. Biz “Hasret” ve “Genç Arkadaş”ı çıkartırken aynı zamanda dergi bürosunu özel istihbarat teşkilatı yaptık. Aslında rahmetli Türkeş meğerse bu şekilde üç tane istihbarat teşkilatı kurmuş. Biri bizim kurduğumuz teşkilattı. Bizim başımızda Yılmaz Şenyüz ve Sefa abi vardı. Sefa abi daha sonra rahmetli oldu. Bu arada Burhan Kavuncu, Mustafa Mit, Muhsin Yazıcıoğlu, Yılmaz Şenyüz, rahmetli Sefa ağabey, Hasan Çağlayan, ve daha birçok arkadaşla onlarca sol örgüt ve birkaç sağ örgütü takip etmek için masalar kurduk. Bunların dışında kızlar masası, üniversiteler masası, yurtlar masası, mahalleler masası, kütüphaneler masası, sosyal faaliyetler masası vb. çalışma grupları denebilecek masalarımız vardı. Öğrencilerden kimilerini o sol örgütlerin içine soktuk. Örgütlerde başkanlık düzeyine kadar yükselenler oldu. Mesela Siyasal Bilgiler Fakültesinin arkasındaki Cumhuriyet Yurdu, solcuların elindeydi. O yurdun başkanı bir ara bizim ajan oldu.

Yani Ülkücülerden sol örgütlere adam sızdırıyor ve o kişileri de örgüt içinde liderliğe kadar yükseltiyordunuz.

Mesela Muhsin Başkan bazen bana “Kurtuluş’tan haber gelmiyor.” diyordu. Ben de gizlice o yurda gidiyordum. Yurtta bir sürü silahlı solcu oluyordu. Tükürseler beni boğarlardı. O yurt başkanının odasına girer, onunla sabaha kadar tartışırdım. Tabii Marksist kültür egemen olduğu için arkadaş onlardan etkileniyor ve o tarafa kayıyordu.

O dönemde siz de Marksist öğretiyi okuyor muydunuz?

Biz okuyorduk ama, sol içindeki arkadaşlar daha çok okuyordu. Dolayısıyla o daha çok etkileniyordu. Senin hareketinde literatür eksikliği var. Çocuk mecburen onlardan yana dönüyor. O nedenle onunla sabaha kadar tartışıyorduk. Kendi uydurduğum ideolojik çerçeveye onu getirdikten sonra, birlikte gizlice sabah namazını kılardık ve sonra yurttan ayrılırdım. Yazık ki bizde Marksistler kadar literatür yoktu. Ama kendi kurduğum ideolojik çerçeveye arkadaşımı getirmeye çalışıyordum.

Aslında kendinizin hocası, kendinizin ideoloğusunuz.

Zaten bir şiirimde öyle diyorum; deniz anasına benzer ellerimizle kendi yolumuzu kendimiz aydınlatıyorduk. Şüphesiz eski birikimler var.

Ama hareketin kaderi bu. Çünkü 80’den sonra da benzer duyguları o dönemin ülkücü gençleri yaşadılar. Çünkü o gençlerin önünde onlara rehber olacak, onlara seminer verecek, onlara ders verecek insanlarla hiç karşılaşamadılar. Onların pek çoğu ya cezaevindeydi ya da hayat gailesiyle boğuşuyorlardı. Dolayısıyla bir şekilde kendilerine abilik yaptılar, arkadaşlık yaptılar. Onlar da kendi kendilerini yetiştirdiler. Daha da kötüsü, 80’li yılların ikinci yarısında kötü modeller çıktılar.

82-85 arası da değinilmesi gereken bir dönem. 85’lerden sonra her tarafta kötü modeller oldu. Her tarafta hareketler iğdiş edilince kötü modeller görünür oldu.

Fikir tu kaka yapılınca racon kültürü devreye girdi.

Bugünkü iktidarda eski Akıncılar söz sahibi olsa daha kaliteli işler yaparlar. Ya da devrimciler arasında tecrübeli eski devrimciler söz sahibi olsa daha sağlıklı sonuçlar çıkartırlar. Ama kuşaklar hep yıpratılıp çöpe atıldı. Tutunamayanlar neslimizin sembol kitaplarından oldu.

Çıkardığınız “Hasret”, “Genç Arkadaş” gibi dergilerin ülkücü hareketin ideolojik birikiminin oluşmasında ciddi bir etkisi oldu değil mi? Orada yazan insanlar da Ülkücülerin idolleri hâline geldiler.

Evet, ideolojik önderler, ideolojiyi tayin edenler, sloganları belirleyenler o sürecin yazarları idi. Mesela o zaman Muhsin Yazıcıoğlu’nun “İdeolojik Sistemler” diye bir yazı serisi vardı. O yazısında kapitalizm, komünizm eleştirisinden başlayarak bütün ideolojileri anlatıyor ve eleştiriyordu.

Siz o zaman konulara hâkim miydiniz? Sizinki de amatörce bir uğraşı sayılır. Daha büyük abileriniz ne iş yapıyordu? 40’lı, 50’li yaş kuşağından kimseler yok muydu?

Olmaz olur mu? Mesela Galip Erdem, Seyyid Ahmet Arvasi, Necip Fazıl Kısakürek, Erol Güngör, Mustafa Kafalı, Bahattin Ögel gibi büyüklerimiz, Türk kültürü, milliyetçilik gibi konularda eser veren insanlardı. Bizim de onlarla temasımız vardı. Özellikle de Ankara’dan benim çok temasım vardı. Sık sık İstanbul’a gidiyorum, Ahmet Kabaklı, Necip Fazıl, Seyyid Ahmet Arvasi, Cemil Meriç, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Mustafa Necati Sepetçi-oğlu ile görüşüyordum. Nurettin Topçu ve Nihal Atsız’a yetişemedim. Atsız ile sadece telefonla görüştüm. Bir de dergilerini dağıtıyordum. Topçu ile de 1975 yılında görüşmeye gidecektim ama kısmet olmadı o yıl vefat etti.

İstanbul’a gidişleriniz sağın ileri gelen kalemlerini seminere davet etmek için mi? Yoksa kendinizi aydınlatmak için mi?

Onlardan yazı alıyordum. Bazen röportaj yapıyordum. Ayrıca harekete kazandırmak için kandırıyordum. O esnada da boş zamanlarını sorgulayıp Ankara’ya seminer vermek için davet ediyordum.

Sadece kültürel çalışmalar mı yapıyordunuz? Ülkü Ocakları yönetimine ne zaman seçildiniz?

1977 yılındaydı. Biz ocakta kültürel faaliyetler yürütürken 1977 yılının başında Ülkü Ocakları Derneğine genel başkan seçilen Selahattin Sarı’nın dönemi bitmeden Ülkü Ocakları yönetiminde bir iç darbe yaptık. 1977 yılının Ekim ayında yapılan darbeyi “Hasret” dergisinin idare binasında gerçekleştirdik. Yani aynı zamanda istihbarat örgütü olan yerde yaptık. Mustafa Mit ve Muhsin Yazıcıoğlu da Sefa abiden ve Yılmaz abiden sonra bu örgütün ikinci ayağı. Üçüncü ayağında da ben ve Burhan Kavuncu var.

1977 yılının Temmuz ayında Ülkü Ocakları genel başkanı Selahattin Sarı, genel başkan yardımcısı da Mustafa Mit idi. Ben, genel eğitim sekreteriyim ve Burhan Kavuncu ile yayınlara birlikte bakıyorduk. Bizim Yönetim Kurulu toplantılarımız çok ciddi olurdu. Yönetimimizde 3 kız arkadaşımız vardı. Yönetim Kurulu toplantısını görevdeki altıncı ayını dolduran Selahattin Sarı açtı. Yanında da Mustafa Mit oturuyordu. Diğer üniversitelerin başkanlığını yapan arkadaşlar da var toplantıda. Her başkan kendi bulunduğu bölgenin sorunlarını dile getirdi. Konuşmalar öyle bir yere geldi ki ayağa kalktım; “Burada herkes kaldığı yurttan ve okuduğu okuldan bahsediyor. Hâlbuki biz Türkiye’yi yönetiyoruz. Sözde bu genel merkez Türkiye’ye layık değil. Ben istifa ediyorum.” dedim. Burhan Kavuncu kalktı, “Ben de istifa ediyorum.” dedi. Diğer Yönetim Kurulu üyeleri de istifalarını açıkladılar. En son Mustafa Mit de istifa etti. Selahattin Sarı, “Mustafa sen genel başkan yardımcısısın, niye istifa ediyorsun?” dedi. Mustafa Mit, “Ediyorum başkan.” dedi. Selahattin Sarı, “Sen istifa ediyorsan ben de istifa ediyorum.” dedi. Mustafa Mit de “Et o zaman.” dedi. Böylece hep birlikte istifa ettik.

Böylece Ülkü Ocakları Derneğinin yönetim kademelerini boşalttınız.

Evet. Ondan sonra Sivas’a gittik Muhsin Başkanı aldık geldik ve 31 Temmuz 1977’de yapılan 6. Olağan Kurultay’da genel başkanlığa seçildi.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun size göre üstün yanı neydi ki Sivas’tan getirip başkan yaptınız?

Muhsin Yazıcıoğlu, Muharrem Şemsek’in 1973 yılında genel başkan olduğu dönemde, genel başkan yardımcılığı görevini yürütmüştü. Aslında onu genel başkan yapan da Mustafa Mit idi. Şimdi MHP’de kalan Mustafa Mit, en sıkı Muhsinci idi. İkisi de Şarkışlalı idi.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ülkü Ocakları başkanlığında neler oldu?

Muhsin Yazıcıoğlu döneminde yaptığımız ilk değişiklik, ocağın yanındaki daireyi de tutarak genel merkezi genişletmek oldu. Aynı zamanda dernek içinde bir hiyerarşi oluşturduk. Daha önce küçük odada oturan genel başkanı büyük odaya aldık. Mobilyaları yeniledik. Bembeyaz bir makam odası takımı aldık. İnsanlar başkanla görüşmek için üç aşamadan geçmeye başladılar. Dışarıdan gelen kişiler, önce yeni binadaki bekleme salonuna alınıyordu. Oradan taşındığımız dairedeki nöbetçileri geçiyorlar ve ondan sonra büyük salonda oturan başkanla görüşebiliyorlardı. Dolayısıyla Ülkü Ocakları Derneği bir müessese hâline geldi.

Aynı dönemde Ülkü Ocakları hakkında yüzlerce dava açıldı. Bu davalarda da mahkemeye gidip en çok savunma yapan ben oldum. Ülkü Ocakları’nın daha fazla yıpranmaması için Ülkü Ocakları’nı Aydınlar Ocağı gibi bir dernek hâline getirmeye karar verdik. Zaten adliyeden gelen istihbarata göre de derneğin bu mahkemeler sonunda kapatılacağı yönündeydi. Bunun için Muhsin Yazıcıoğlu istifa edip Ülkücü Gençlik Derneğini kuracak, ben de Ülkü Ocakları Derneği Başkanı olacaktım. Dolayısıyla burayı dergi çıkaran, fikrî tartışmalar yapan Aydınlar Ocağı’na benzer entelektüel bir ocak yapıp ismini yavaş yavaş yumuşatacaktık. Çünkü mahkemeden bize gizli olarak ocağın kapatılacağına dair gelen haber üzerine biz Ülkü Ocakları Derneğini bir gecede Ülkücü Gençlik Derneğine çevirdik. Bütün derneklerimizdeki levhalar bir gecede değişti. Bütün teşkilatı bir gecede değiştirdik. Bu değişimde Haşim Akten’in çok emeği var. O, genel sekreterdi ve çok çalışmıştı. Ben de Ülkü Ocakları genel başkanı oldum. Muhsin Yazıcıoğlu da Ülkücü Gençlik Derneği genel başkanı oldu. Ülkü Ocakları genel başkanlığı döneminde zamanımızın önemli bir bölümü mahkemelerde ifade vermekle geçiyordu. Ülkü Ocakları’nı genel merkezden ibaret Aydınlar Ocağı gibi bir kuruluş yapmak üzereyken mahkeme kararıyla Ülkü Ocakları kapandı. Ama kapanma kararı da net olmadı. Dolayısıyla en son Ülkü Ocakları genel başkanı benim. Benimle birlikte Ülkü Ocakları Derneği kapandı. Sonra Ülkücü Gençlik Derneğinde Muhsin Yazıcıoğlu devam etti. Muhsin Yazıcıoğlu’ndan sonra ÜGD’de başkanlığı Şefkat Çetin, ondan sonra Hasan Çağlayan, daha sonra Yaşar Yıldırım aldı. Yaşar’ınki ÜYD idi. Ondan sonra da ihtilal oldu.

Tabii Muhsin Yazıcıoğlu’nun genel başkanlığı döneminde dergileri de müessesenin yayın organı gibi çıkartmaya başladık. O arada ben de babamın ev alacağı 135 bin lira ile matbaa kurdum.

O zaman için iyi para?

Evet, o zaman o para ile Çankaya’dan ev alınırdı. En büyük tek banknot 1000 lira idi. O zaman Muhsin Başkan’la ve bekâr evimizdeki arkadaşlarla haftada bir, annemin yemeklerini yemek için Etimesgut’taki bizim eve giderdik. Bekâr olduğumuz için düzenli beslenemiyorduk. Arada sulu yemeği özlediğimizde bizim eve gidiyorduk. Bu arada kendi tuttuğumuz evimiz de vardı ama her zaman eve gitme imkânı bulamıyorduk. O nedenle en uygun yurt hangisi ise orada da kalıyorduk.

Yurtlara girip çıkmak öyle kolay mıydı? Bekçisi filan yok muydu?

Okullar gibi yurtlar da ideolojik gruplar tarafından paylaşılmıştı. Biz, kendi kontrolümüzdeki yurtlarda kalıyorduk. Yani Cumhuriyet Yurdu Dev-Yolcuların elindeydi, Site Yurdu da bizimkilerin elindeydi. Yüksek Öğretmen, Kütahya Yurdu, Konya Yurdu, Yıldırım Beyazıt, Şeker Yurdu, Adana Yurdu, Sivas Yurdu, Niğde Yurdu…

Yıldırım Beyazıt Yurdu

Yani yurtlar da paylaşılmıştı.

Tabii canım, 80’den önce yurtlar paylaşılmıştı. Her yurdun başkanı vardı, müdürü vardı, yöneticileri vardı. Yurtta kalanlar aynı zamanda mutlaka nöbete kalkarlardı. Askerde olduğu gibi sırası gelen gece bir saat iki saat nöbet tutardı. Yurtlar kurşunlanıyor çünkü. Nöbetçiler iki tane olur. Biri silahlı olur biri silahsız olurdu. Bazen silah bir yerde dururdu. Çünkü polis yurdu basar ve arardı. Yurtlarda silah yakalatmak ayıptı. Yurtlarda silah yakalatan adam görevden alınırdı. Polis bastı, silahı yakalatmadı. O başkan iyi başkandır.

İyi de her öğrenci silah kullanabiliyor muydu? Zira bazı insanlar naif olur. Yani bir eğitimden mi geçiyor bu insanlar silah kullanma konusunda.

Hayır kendiliğinden silah kullanmayı öğreniyor insanlar. Hayatın içinde pişer insanlar. Kendisine bir saldırı olduğunda eline silahı alır ve kullanır. Beyaz Anadol ile geçerken adam takır takır taradı. Sen de silahı alıyor ve karşılık veriyorsun.

Dergilerde İçerik Belirlemesi Nasıl Yapılıyordu?

Muhsin Yazıcıoğlu Veterinerlik Fakültesi öğrencisi. Siz ise Ziraat Fakültesi öğrencisisiniz. Okulunuz yakın ve aynı yurttasınız. Ya da aynı evdesiniz. Dolayısıyla aynı etkileşimin içerisindesiniz. Ülkü Ocakları genel merkezine birlikte geldiniz ve “Hasret” dergisi ile “Genç Arkadaş” dergisini de birlikte çıkarmaya başladınız. Muhsin Yazıcıoğlu’nun genel merkeze gelmesi süreci de sizinkine benziyor mu?

Ben Ali Batman zamanında yazı ve bildiri yazıyordum. Muhsin Yazıcıoğlu ise Muharrem Şemsek zamanında genel başkan yardımcılığı yaptı. Şemsek’ten sonra tekrar okula döndü. Okulda bir görevi yoktu ama bir isim yapmıştı zaten. Aynı zamanda dergide yazıları çıkıyordu. Dediğim gibi dergi aynı zamanda ocağın derin devleti gibiydi.

Yazılarınızda genellikle hangi temaları işlerdiniz?

Ekonomi, siyaset, sosyal konular, tasavvuf, din kültürü, tarım, sanayileşme, gecekondulaşma, şehirleşme gibi bütün temaları işlerdik.

Yani çok özgür yazabiliyor muydunuz? Çünkü yazmakta özgürlük önemli.

Derginin üçüncü sayfasındaki yazı genel merkezin tamimi gibidir. Teşkilatlar derginin üçüncü sayfasındaki yazıyı bir tamim gibi okurlar. Üçüncü sayfadaki yazı o haftaki gündemimizdir. Tartışma konularımız, yapacağımız işlerimiz o yazı ile duyurulur. Edirne’den Kars’a kadar yapacağımız iş o yazı ile belirlenir. O yüzden Edirne’den Kars’a kadar fikrî bir bütünlük vardı.

Kim yazardı üçüncü sayfa makalelerini?

Ben, Muhsin Yazıcıoğlu ve Burhan Kavuncu yazardık. Sonradan Mümtaz’er Türköne, Kemal Görmez ve Naci Bostancı da yazdı.

Bir denetim organı var mıydı?

Kendi kendimizi denetlerdik. Vicdanımız denetlerdi. Başka kimse bize karışmazdı.