banner banner banner
Ocak Sönmesin Diye – Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı
Ocak Sönmesin Diye – Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Ocak Sönmesin Diye – Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı


Milliyetçi Hareket Partisi ile Ülkü Ocakları arasında organik bir bağ yok muydu?

Yoktu. Zaman zaman şikâyet olursa -ki Türkeş’e şikâyet edenler oluyordu- müdahale etmeye kalkardı. Ama Eğitimciler Kadrosu kurulmadan önce Türkeş doğrudan ocak başkanına söylerdi. Ocak başkanı da ya söyler ya söylemez, durumu idare ederdi. MHP’de Eğitimciler’in kurulmasının sebebi Ülkü Ocakları’nın Eğitimciler Grubu kurmasıdır. Muhsin Yazıcıoğlu Ülkü Ocakları başkanı olunca biz birlikte bir atılım yaptık. Aslında eğitim işi Selahattin Sarı zamanında başladı. Şimdi bir üniversitede rektör yardımcısı olan Selahattin Sarı’yı çok severim. Naif, yumuşak huylu, sarışın, iyi niyetli, İngilizce bilen bir kişi idi Sarı. Eğitimci bir kişiliğe sahipti. Onun döneminde eğitime ağırlık verildi. Fakat o dönemde olaylar arttığı için genel merkez olayların peşi sıra gidecek durumda değildi. Bu nedenle Muhsin Yazıcıoğlu’nu getirmeye karar verdik. Bu kararı biz mi verdik, Türkeş mi verdi o hâlâ belli değil. Muhsin Yazıcıoğlu’nu getirme kararını biz kendimiz verdik gibi yapıyoruz ama bizi de bu noktaya iten Mustafa Mit de belki Türkeş ile görüşüp böyle bir kararı uygulamıştır. Onu da hâlen bilmiyorum.

Bugün biz yaptık zannediyoruz ama belki Türkeş, Selahattin Sarı’yı uzaklaştırmak istemiş olabilir. Sonraki duyumlarımızda Selahattin Sarı’nın ev arkadaşlarından birinin MİT’e hizmet ettiğini duyduk. Bu nedenle onun da görevden istifa ettirildiği yorumları yapıldı. Sarı’nın kendisi değil de aynı evi paylaştığı arkadaşlarından birinden şüphelenildiği için Türkeş’in bu değişikliği istediği bilgisine ulaştık. Ama biz kendimiz yaptık zannediyoruz.

Bir şekilde MİT’in ocağı dinlemesinden kurtulmak için böyle bir değişiklik yapmışsınız gibi.

İşte o değişiklik ile biz hem TÖMFED’de hem sosyal faaliyetlerde bir atılım yaptık. Özel bir grup kurduk ve ilk seminerci olarak Galip ağabeyi (Galip Erdem) çağırdık. Bu arada ben Seyyid Ahmet Arvasi’yi İstanbul’dan getiriyordum. Bizim yaptığımız bu eğitimleri öğrenen Türkeş, aynı zamanda ocakları toparlamak için (Çünkü olaylar da çığırından çıkmaya başlamıştı. Her gün 20’ye yakın ölümle sonuçlanan olaylar başladı.) haklı olarak ocakları denetlemek için ocağın üstünde bölge başkanı pozisyonunda eğitimciler ihdas etti. Bu arada hükûmet ortağı olunca eğitimcilerin finansmanı da ayarlandı. MHP’nin koalisyon ortağı olarak girdiği İkinci Millî Cephe hükûmetinde Gümrük ve Tekel bakanı Gün Sazak Bey’di. 30 kişilik Eğitimciler Grubu Gümrük ve Tekel Bakanlığında görevlendirilecek ve maaşlarını o bakanlıktan alacaklardı. Hem memur olacaklar hem altlarında arabaları olacaktı. Bunlar ocak başkanlarının üstünde bir abi gibi, bir hoca gibi çalışacaklar, eğitim işlerini kontrol edeceklerdi. Tabii işler her zaman planlandığı gibi yürümüyordu. Bu eğitimcilerden bazıları zaman zaman ocağın işlerine müdahale etmeye kalkıştılar. Bazıları haklı olarak kalkıştılar, bazıları şahsi olarak ocak başkanıyla yarıştılar.

Ülkü Ocakları’nda ilk eğitim işini biz başlattığımız için Türkeş’in kurduğu Eğitimciler Kadrosu’nda Burhan Kavuncu, Muhsin Yazıcıoğlu ve ben de vardım. Hatta ilk semineri Türkeş verdi. İlk seminere Burhan geç kaldığı için Türkeş onu yarım saat tek ayak üstü bekletti.

Bu noktayı biraz daha açar mısınız? Yani Türkeş ilk semineri nerede verdi? Kimler vardı seminerde? Daha sonra o süreç nasıl işledi? Siz Türkeş ile ilk ne zaman tanıştınız?

Ben Türkeş ile 1974 yılında tanıştım. Yani 17-18 yaşında bir öğrenci idim. O zaman ben Etimesgut Ülkü Derneği başkanıydım. Bizim Çankaya’da da Büyük Ülkü Derneğimiz vardı. Bu derneğin büyük bir salonu vardı. Türkeş, bu dernekte bize seminer verirdi. İlk semineri bugün gibi hatırlıyorum. “Türk Töresi, Büyüklere Saygı, Küçüklere Sevgi” idi konusu. İlk seminer Çankaya Küçükesat’ta yerin altında bir apartman dairesinde idi. Gece kulüpleri gibi, daireye bir merdivenle iniliyordu. O dernekte Türkistanlı bir dede bulunurdu. Ayrıca Yazar Lütfi Oflaz vardı. Daha sonra “Aydınlık” gazetesine geçti. O da oranın müdavimiydi. Türkeş ilk seminerini orada verdi. Ondan önce de 16 sayfalık “9 Işık” diye bir broşür elden ele dolaşırdı. İlk okuma kitaplarımız… Tabii kendi ailelerimizden gelen okumalarımız var. Ziya Gökalp, Mehmet Akif, Nurettin Topçu, bazı Doğu ve Batı klasiklerini biz aileden okuduk. O siyasi hareket döneminde 73-74 döneminde okuduğumuz ilk kitap, Kurt Karaca’nın “Milliyetçi Türkiye”, bir de -o senelerde yayımlandı sanıyorum- Tahsin Ünal’ın Tarım Kentleri idi. Bu kitaplar temel kitaplar olarak kütüphanemizde okunuyordu.

Seminerler nerede veriliyordu?

Ülkü Ocakları’nın seminer salonları, mahallî ocaklar, yurtların kantinleri ve şubelerimizdi. Esasında uygun bulduğumuz her yer seminer mahalliydi. Talebe göre ocaklara seminerciler giderdi. Ben giderim, Lokman Abbasoğlu, Türkeş’in yeğeni Yaşar Türkiş (Soyadında bir harfi değiştirmişti. Şeker Şirketinde Yönetim Kurulu üyesiydi bir zamanlar.), Galip Erdem, Seyyid Ahmet Arvasi, Taha Akyol… Kimi isterlerse o giderdi. Ağzı laf yapan herkesten seminer isterlerdi. Dolayısıyla böyle seminerciler vardı. Ama eğitim işinin sistematik olması için MHP Genel Merkezi tarafından bu Eğitimciler Kadrosu kuruldu.

Ocaklarda eğitim verecek eğitimcilere önce Bayındır Sokak’ta dördüncü katta kiralanan bir dairede hizmet içi eğitim uygulandı. İlk semineri Türkeş kendisi verdi. Ondan sonra her konuda sırayla seminerler verildi. Beşerî münasebetleri Namık Kemal Zeybek verdi. Sosyal değişim seminerini Taha Akyol verdi. Seyyid Ahmet Arvasi, insan ve insan ötesi konusunu anlattı. Böylece hareketin temel prensiplerini anlatacak 30 kişi seminerler verdi. Seminerlere katılanlar, Anadolu’ya gittiklerinde aldıkları eğitimi kendi ocaklarında uygulayacaklardı. Temel hedef buydu.

Daha sonra bunlar Türkiye’ye yayıldılar, hayırlı işler de yaptılar. Eğitimci olarak Muhsin Yazıcıoğlu da bir maaş aldı. O zaman ona, “Paralı asker mi oldun? İade et o maaşı!” dedim. Benim o sözüm üzerine aldığı maaşı iade etti. Ocak terbiyesi liderler için gerçekten hayatlarına mihenk oldu.

İyi de Eğitimciler kurulurken Gümrük ve Tekel Bakanlığında istihdam edileceklerini söylemiştiniz. Maaş almaları doğal değil miydi?

Onlar Gümrük ve Tekel Bakanlığına yerleştiler. Maaşları ve arabaları oldu. O arabalarıyla dolaşmaları gerekiyordu ve dolaştılar. Böylece hayırlı işler de yaptılar. Ben başkana böyle dedim işte. Diğerleri için bir şey demedim. Ben sadece Muhsin Başkan’a yakıştırmadığım için iade etti. Biz ideolojik adamlarız. Diyorum ya, ben babamın ev alacağı para ile bir dizgi makinesi alarak bir matbaa ile ortak oldum. Daha sonra o matbaa büyüyünce Ahmetler’de Sivas Yurdunun altında Hasret Matbaası’na dönüştü. Ofset tesislerimiz oldu. Hamamönü’nde cadde üstündeki Yapıcıoğlu Apartmanı’nda ofisimiz oldu. Burçak Lokantasını açtık. Yayınevi kurduk ve kitap çıkardık. Daha sonra Sedaş Holding olduk. Açtığımız her kuruluşu ayrı ayrı şirketleştirerek holdingleştik.

Holdingin yönetim kurulu başkanı kimdi?

İstihbaratın başında olan Yılmaz Şenyüz’dü. Yönetim kurulu üyeleri de benimle birlikte Şefkat Çetin, Hasan Çağlayan, Mustafa Mit, Muhsin Yazıcıoğlu idi. Başkanlar aynı zamanda gizli yönetim kurulu üyesi idi. Şirketin ilk nüvesini babamın Çankaya’dan ev alacağı birikimi teşkil etti. Ama sonradan büyüdü koca holding oldu. Holding olmasında Vedat Şendil’in emeği çok.

Peki holdingleşince senin şirketteki hissen ne oldu?

Ne saçma soru! Böyle kapitalist kavramlara ne ihtiyacımız var? Şirkette hissem mi var ki! 12 Eylül İhtilali’nden sonra o öldü, uçtu gitti. Şirket yok oldu. Biz cezaevine girip geride bıraktıklarımız sahipsiz kalınca matbaa makineleri filan hepsi kayboldu.

Ülkücüler Türk Dünyasını Tanıyor muydu?

Ne kadar çalışkan bir entelektüel olduğunuzu hepimiz biliyoruz. Sizin onlarca insanın çabasına rağmen gördüğüm kadarıyla Ülkücülerin ufku Türkiye sınırlarının dışına çıkamadı. Nizam-ı âlem diyen bir hareketin mensupları, yerellikten öteye gidemediler. Ülkücülerin kendi hinterlantlarını yeterince tanımadıklarını düşünen bir insanım. Türk dünyasına ilişkin algılarının Nihal Atsız’ın romantizminin ötesine geçemediğini düşünüyorum.

Biz bu konuda çalıştık. Türkiye Yazarlar Birliği’ndeyken Türkçenin Uluslararası Şiir Şölenleri’nden tut, Türk dünyasıyla ilişkiler noktasında çalışmalar yaptık ama…

Ama çok romantik münasebetlerdi onlar.

Genel anlamda eskiden teşkilatlarında Kürşat’ın resmi olan Ülkücüler, ne yazık ki Türk dünyasına ilişkin bir proje geliştiremediler.

Yani Kürşat’ın 40 kişiyle Çin sarayını bastığını biliyor ama Horasan’ı Erzurum’un Horasan ilçesi zannediyor.

Türk dünyasına ilişkin gelecek projeksiyonu olmadı maalesef. Mevcudu okuma noktasında da bir projeksiyonu olmadı. Burada bir talihsiz dönem oldu, o da Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazandığı dönem. Elçibey’in cumhurbaşkanı olduğu 90’lı yılların başında buradan Azerbaycan’a giden insanlar, orada Sovyetler’den artakalan cemiyeti kendilerine çok yabancı buldular. Yani el âlemin karısına kızına el uzatma mı dersin, Sovyet şehirlerinde yaşayan insanların seviyesini anlamamış buradaki birtakım magandalar, oradaki insanların hem kültürel değerlerini hem ekonomik değerlerini iğdiş ettiler. Yani burada 1000 dolara sattığı ürünü, oradan 100 dolara alanlar oldu.

Dahası buranın okumuşu gitmedi o tarafa. Nerede kopuk tayfa var, onlar gitti. Önce tacirler gitti.

Bunda siyasi hareketlerin büyük vebali var. Bu noktada 12 Eylül sonrasındaki MHP’nin, milliyetçi entelektüel seviyenin gelişmesinde tıkayıcı bir rolü olduğunu ifade etmek zorundayım.

“Biz ocak yönetimine geldiğimizde, Esir Milletler Haftası’nı, Esir Türkler Haftası’na çevirdik.” demiştin. Bunun için de Türkiye’de faaliyet gösteren yurt dışı Türklerin derneklerini organize ettiğini söylemiştin. Bu derneklerle 12 Eylül öncesinde temasınız hangi düzeyde idi?

İsa Yusuf Alptekin, Doğu Türkistan’ın ilk cumhurbaşkanı idi. Bizim faaliyetlerimize katılırdı. Biz ondan çok seminer dinledik.

Sizin de yurt dışında partner kuruluşlarınız var mıydı? Yurt dışı ile temasınız var mıydı?

Hayır yoktu. Kendi ulusal sınırlarımızı aşamamıştık. Aslında sınırlarımızı aşmışız da acı ama gülünç bir şekilde aşmışız. O da Frankfurter Allgemeine, Alman Hristiyan demokratları, Fransa’daki faşist örgüt başkanının bizi ziyarete gelişi gibi. Demek ki yurt dışında bu örgütlerin zaviyesinden algılanıyormuşuz.

Türk dünyasını, buraya gelen Türklerin anlattığı kadarıyla mı biliyordunuz?

Tabii. Nasıl olsun ki? Bir tarafta komünist Rusya, bir tarafta Mao’nun Çin’i. Hangisiyle temasımız olabilirdi? Öbür taraf İran idi. Ama duygusal ve kültürel olarak bağımız vardı. Gecelerimizde Azeri folklor ekibi oynar, Türkistan Türküleri söylenirdi.

Necip Fazıl’ın MHP ile İlişkisi Ne Zaman Başladı

Necip Fazıl ile temasın var. Ahmet Kabaklı’ya, Erol Güngör’e, Cemil Meriç’e gidiyorsun. Dönemin entelektüel insanları ile temastasın. Necip Fazıl’ın ülkücü hareket ile ilk kontağı bildiğim kadarıyla 1977 yılındaki MHP Kongresi ile oldu. Sizin Necip Fazıl’ı MHP ile tanıştırmada nasıl bir etkiniz oldu?

Şöyle; ben Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu”sunu zaten okuyordum. Rahmetli Türkeş, beni eli kalem tutan, ağzı laf yapan kişilerden biri olarak değerlendiriyordu. O yüzden, bazı isimlerle diyalog kurmamı isterdi. Mesela Ermeni Kilisesi’nin başındaki adam, Türk Patrik Selçuk Erenerol, iki tane MİT’çi İsmail Kaya-balı, Cemender Arslanoğlu, İsmet Paşa döneminin CHP eski genel sekreteri Kasım Gülek, Necip Fazıl ve hatta 44 olaylarında tutuklanıp birlikte yargılandığı Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan’a gidip temasta olmamı söylemişti. Reha Oğuz Türkkan, Amerika’dan gelmişti ve Amerikalı gibi uzun saçları vardı. Benimle konuşurken merhum Türkeş’ten “Alparslan” diye bahsederdi. Ben de bizim Başbuğ dediğimiz bir insandan onun “Alparslan” diye söz etmesine hayret ederdim. Türkeş’in beni onlara göndermesinin nedeni, onların olumsuz etkisini önlemek ve harekete pozitif katkılarını sağlamaktı. Aynı zamanda gençliğe milliyetçi hareketin mazisini inşa etme noktasında ufuk göstermek istemiş olabilir.

Necip Fazıl Kısakürek, Alparslan Türkeş

Türkeş, Necip Fazıl’ı da aynı amaçla mı ülkücü harekete kazandırmak istiyordu?

Bunların hepsi farklı farklı kişilerdi. Bunların tepkilerini elemine etmek istemiş olabilir. Bütün eserlerini okumuş biri olarak Necip Fazıl’a ben de gitmek istiyordum. Erenköy’deki evine gittim. Orada bana “Ne içersin?” diye sorduğunda “İlaç kokulu çaydan.” dedim. “Ooo Neslihan, ilaç kokulu çaydan içecekmiş.” dedi. O ne söylerse ben kendi kitabından laflar söyledim. Böylece onu etkilediğimi düşündüm. Yaptığımız o ilk görüşmeden sonra Necip Fazıl ile ilişkilerimiz hep iyi oldu. Ne zaman İstanbul’a gitsem Ahmet Kabaklı’ya uğrar, Necip Fazıl’ı aratırdım. Eğer Erenköy’deki eve gel derse oraya giderdim. Eğer Cağaloğlu’ndaki “Büyük Doğu”nun iki odalı yazıhanesine gelmemi isterse oraya giderdim. Böylece temasımız devam etti.

Bu arada haftada bir “Tercüman” gazetesinde Ahmet Kabaklı’ya uğrardım. Bunu “Cemal Amca” şiirimde de yazdım. Oradan Türk Edebiyatı Vakfına geçip Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu yorardım. İstanbul’un ahvalini ondan sorardım.

Niyazi ağabey akar destandan,
Ruh olup içime akar destandan, diye bir de şiir yazdım.

O dönemde Türk Edebiyatı Vakfında “Türk Edebiyatı” dergisi çıkartılıyordu. Biz Beşir Ayvazoğlu ile “Divan” dergisini çıkarmaya kalkıştığımızda Ahmet Kabaklı “Gelin ‘Türk Edebiyatı’nı çıkartın. Niye ayrı bir dergi çıkartıyorsunuz ki?” demişti. Ona rağmen biz “Divan”ı çıkardık.

Gerçekten de çıkardığımız dergiyi sonradan çok beğenmişti.

Öte yandan Erenköy’de Necip Fazıl’ın evinden ayrıldıktan sonra da Göztepe’de Cemil Meriç’in evine uğrardım. Onun yanından ayrıldıktan sonra da Erenköy’de Seyyid Ahmet Arvasi’nin evinde sabahlardım. O bizim arkadaşımız gibiydi. Sabaha kadar onunla sohbet ederdik.

Mustafa Çalık,Cemil Meriç ve Lütfü Şehsuvaroğlu

Gençleri seven biri olmalı ki size sabah namazına kadar tahammül ediyormuş. Pek çok edipte, şairde görülmeyen bir tevazu ve özveri.

Onunla, Necip Fazıl ile Cemil Meriç ile yaptığım sohbetin kritiğini yapardık.

19-20 yaşında bir gençsiniz ve dönemin entelektüel adamlarını ülkücü harekete kazandırmak için siz görevlendiriliyorsunuz. Bir gariplik yok mu? Sizin önünüzde başka büyüklerin olması lazım. Niye size ya da emsaliniz başka genç insanlara bu görev veriliyor da diğer büyüklere bu görev verilmiyor? Sizde ne gibi özellikler buldu Türkeş?

Biz Ülkü Ocağı’nın dergilerini çıkartıyoruz. Seminerler veriyoruz. Yani bizim yaşımız önemli değil ki. O 20 yaşlarındaki çocuk daha lider tabiatlıydı. Şimdi yaşım 57 ama daha çocuk tabiatlıyım.