banner banner banner
İrade Terbiyesi II Zihinsel Çalışma ve İrade
İrade Terbiyesi II Zihinsel Çalışma ve İrade
Оценить:
 Рейтинг: 0

İrade Terbiyesi II Zihinsel Çalışma ve İrade


Kristof Kolomb Örneği

Cesaretsizlik anlarında bizi yüreklendiren kahraman bir arkadaşa sahip olmak faydalıdır. Kristof Kolomb’u düşünelim: Bilinmez bir okyanusta kaybolmuş, fırtınalarla, kötü beslenme koşullarıyla zorlanmış Kolomb’u. Sadece mürettebatındakilerin inançsızlıklarına ve yılgınlıklarına, yardımındaki reislerin sessiz vazgeçişlerine karşı mücadele etmek zorunda değildi. Aynı zamanda uykusuz gecelerde içindeki kuşkuya ve kriz anlarında ruhunun derinliklerinden yüzeye tırmanan korkaklık telkinlerine karşı da savaş vermek zorundaydı.

Her şeye rağmen iradesinin keskin ucu hiç körelmedi. Ne pahasına olursa olsun mücadele edeceğine bir kez karar vermişti. Şiddetli kasırgaların, adamlarının ve içindeki fırtınanın başkaldırışının karşısında yenilmez ve sağlam durmayı başardı. Sebat etmenin tüm engelleri yeneceğini biliyordu.

Kristof Kolomb, insani enerjinin mükemmel bir örneğidir çünkü maddi ve manevi tüm engeller aynı anda ona doğru gelmekteydi. Az ya da çok herhangi bir girişimde bulunan insanların hepsi başlangıçtan itibaren içsel engeller, tembellik ve üstesinden gelinmesi gereken güvensizlik duygusuyla karşılaşmışlardır; devamında ise maddi ve sosyal engellerle. Tüm bunların sonrasında yaşanılan ruhsal yücelik ise üstesinden gelinen zorluklardan kaynaklanır.

Tembelliğin yalnızca korkaklığı ve yetersizliği ifade ettiğini şimdi anlıyor musunuz?

Tembelin Ahlaki Sefaleti

Tembel insan bir asker kaçağıdır. Başkaları tarafından ortaya koyulmuş emeğin asalağı gibi durgun, değersiz, haysiyetten ve sevinçten uzak bir yaşam sürer. Tembel kişi okula başladığından itibaren hiçbir memnuniyet duygusuna sahip değildir: Kurnaz hayat anlayışıyla, sadece cezadan kaçmaya yardım eden düzmece bir çaba içerisinde gözükmek için küçültücü ve bayağı bir mücadeleye girişir.

Tembel kişi, okul çıkışında çalışkan olanların geniş görüş alanları keşfederek heyecan bulduğu yaşta gününü can sıkıntısıyla geçiren, birahane müdavimi, yetersiz bir öğrenciye dönüşür. Bu kişi, gelecekte düzmece yöntemleri, yetenek ve bilince tercih eden yetersiz bir doktor olacaktır.

Danışanı olmayan doktorlar gibi kanunlarla kafası karışan ve geleceğin kötü avukatlarının çıkacağı öğrenciler de yine bu tembeller arasındadır.

Tembel insanlar; işini başarıyla tamamlamış arkadaşlarına “şanslısın!” cümlesini kuran, kaybedenler ve kıskançlar topluluğunu oluştururlar.

Duygusuz, hayatın en kalıcı sevinçlerine dair hiçbir tat ve verim alınamayan çalışmalar, tembel insanlara tahammül edilmesi zor angarya bir iş gibi gelir.

Varlığın başlangıcında insana iki seçenek sunulur: Ya çalışmanın kurallarını kabul edeceksindir ya da işsiz güçsüz gezinen asalakların, insanların masumiyetini kötüye kullananların arasında yer alacaksındır. Bu tür sosyal parazitler, korkaklarla aynı soydandır; öyle ki azimli bir çabadan ödleri patlar. Bayle, tembelliğin, aylak insanları kabul etmeyen Tanrı’yı öfkelendirdiğini söyler.

Ancak tembelliğin mutlak olmadığını ve dereceleri olduğunu da fark etmek gerekir. Hiç kimse tembelliğin sınırlarını kendini açlıktan öldürecek kadar zorlamaz. Bundan dolayı her tembel insanda çimlendirebileceği bir istek tohumu vardır. Yine de tembeller onu kurumaya ve ölüme terk eder çünkü reddetmenin kolay olacağı kanısı, zihin tarafından anında meşru kılınmanın yollarını arar. Böylelikle her türlü çaba girişimini felç ederler.

“Telafi edilemez!”, “Yeterince vaktimiz yok!”, “Küçük bir şehirde çalışmak imkânsız!” gibi bahaneleri daha önce incelemiştik.[9 - İrade Terbiyesi, Uygulamalı Kısım, IV. Kitap, III. Bölüm, Mücadele etmemiz gereken düşmanlar: Tembellerin bahaneleri.]

Hiçbir şey yapamayacağını kabullenmek oldukça budalaca bir düşüncedir çünkü kimse hiçbir şey yapmadan duramaz. Oysa zihinsel enerji seviyesini düşüşe terk eden tembel kişi, yaşamın var ettiği ve enerjik bir insanın farkına bile varmadan üstesinden geldiği sayısız küçük işten acı çekmektedir. Gidilecek bir ziyaret, hazır bulunulacak bir akşam toplantısı, yazılacak hoş bir mektup, girişilecek bir iş irade hastası biri için oldukça yorucudur. Çalışmayı bilmeyen biri için şeytanın her şeyi zahmetli bir iş hâline dönüştürdüğü o kadar doğrudur ki.

Çalışma Yoksa Ruh Sağlığı da Yok

Demiştik ki Alpler’e zorlu bir tırmanıştan geriye nasıl ki zinde bir güç ve irade sağlamlığı kalırsa enerjik bir çalışma da aynı şekilde bizi dinç tutar. Çaba sarf eden kişi gittikçe daha kararlı, azimli, sebatkâr olur ve kendi dikkatinin yöneticisi hâline gelir.

Bu önemli bir kazançtır; üstelik tek kazanç bu da değildir. Çünkü kişinin mutluluğa dair kazandığı değer tükenmez ve halkın saygısıyla ödüllendirilir. Tecrübeli bir doktor, akılcı bir avukat, işinin ehli bir öğretmen, gerçekleri anlayan ve geçmişin etkisi altında kalmayan bir yönetici en sonunda toplumun sempatisini kazanır. Erkenden enerjilerini kaybeden ve yaşamları genellikle kıskançlar tarafından kötülükle zehirlenenler ise bu gerçek ödülden mahrum kalabilir. Yalnızca sonuna kadar dayandığımızda kıskançlığa karşı zafer kazanmayı neredeyse garantilemiş oluruz. Yine de gerçek değere sahip ruhlar için toplumsal ödüllere umut bağlamamak daha iyidir çünkü bu ödüller genellikle kimseden bir şey beklemeyen maharetli ustalara gider. Artan enerjiden kaynağını alan ve kötü talihe üstün gelen güven duygusunda ödül aramamak için sıradan bir ruh hâlinde olmak gerekir. Toplumsal ödül, çalışmanın yalnızca “yan ürünüdür”.

Keşfetmenin Mutluluğu

Keşfetmenin yoğun mutluluğu artan enerji duygusuna komşudur. Zorlu bir tırmanıştan sonra engin bir görüş açısına kavuşan dağcı misali çalışan kişi de karışık hâlde bir bilgi yığınının zihni aydınlatan hipotezler sayesinde düzene girdiğini birdenbire keşfeder. Nesnelerin ve düşüncelerin zorlayıcı karışıklığı yakından bakılan bir tablonun renk yoğunluğu kadar kaba gözükür. Bu noktada ise her şey basit ve güzel bir görünümle uyumlanır. Daha sonra olguların, güçlü bir meşe gibi aylar boyu yavaşça gelişen teoride, nasıl uysal bir şekilde yer aldığına tanık oluruz.

Bu şekilde ele geçirilen ve hayata tat katmaya yeten bazı mutluluklar yaşadım. Sainte Anne’daki Magnan servisinde bir hastanın baş ucundayken beni saran duyguyu hatırlıyorum. Bize öğretilen özgür irade teorilerinin saçmalığını birden fark etmiştim. İradesizliğin ya da isteme yeteneksizliğinin ne olduğunu o gün anlamıştım. İradenin yalnızca bir kelime olduğunu da. Bu kelimenin altında kendini gerçekleştirmek, kaslarımızdan oluşan 368 görevliye komut veren gücü ele geçirmek için mücadele eden duygulardan ve düşüncelerden oluşan bir uğultu vardır. Hastalarımızda isteme yetersizliği ya heyecanlanamamaktan ya da anında tetiklenen duyguların aşırılığından geliyordu. O anda ustaca bir taktik ve ileri görüşlü bir stratejiyle özgürlüğümüzü ele geçirebileceğimizi anlamıştım. Otuz sene boyunca bu keşfi olgunlaştırdım ve bu keşif de bir yandan İrade Terbiyesi diğer yandan İnanç isimli kitaplarıma dönüştü.

Sainte Anne’da zahmete değer duygulara meyletmeyen, bu duygulara önem vermeyen irade hastalarını incelediğimi söylemiştim. Bu hastaları zavallı kılan bir sebep var ki aynı sebepten ötürü çoğu genç insan hayatını kaçırır. O sebep de dikkat dağınıklığıdır.

Yirmi yıllık gözlem sürecinden sonra bu keşif benim bir kesinliğe varmamı sağladı: Dikkat dağınıklığını kural olarak kabul eden eğitim sistemimiz, zekânın ve enerjinin akılalmaz bir şekilde yok oluşuna neden olmaktadır.

Başka bir keşfe daha ulaştım çünkü keşfetmek, keşfin sonuçlarının zenginliğiyle somutta yürümektir: Bir köyde doğduğum için bazı ailelerde dört nesil (bir asır) boyunca süregelmiş duygunun etkileri hakkında fikir sahibi oldum. İyi birer analist olduklarından habersiz neredeyse yüz yaşındaki yaşlılara sorular sordum ve anladım ki tek korkunç yazgı, zorunluluklarımızı ve sahip olduklarımızı dakika dakika beynimize kaydeden, aşağıda bahsedeceğimiz Dürüst Muhasebeci’dir.

Evrenin sorunlarının Tanrı tarafından çözüleceğine artık inanmayan çok sayıda zihnin maneviyatsızlığından şaşkın bir hâlde, iyi niyetli küçük bir kitabın getireceği sesten şüphe duymadan Ahlak İlmi Dersi kitabımı yazıyordum… Aylarca hafızama yığılmış felsefi sistemlerin yarattığı karışıklıkta çırpındım ve defalarca bu sistemleri takip etmekten vazgeçtim fakat aniden, yüksek dinlerin ve büyük filozofların ortak gerçekliğinin içinden bir ışık belirdi. Şöyle ki, maneviyata yönelik gittikçe bilgeleşen bir gayreti olmasaydı insan hayatını hayvanların hayatından üstün kılan hiçbir şey olmayacaktı. Bundandır ki insan hayatı, tek bir mutlak değerin içinde yer alır: Aklın değeri. Eğer bu gerçeği kabul etmezsek ne sosyal görevleri ne de yazma ve düşünme özgürlüğünü yapılandırmak imkânsızdır. Düşünceler sadece dinginlik içinde gelişebilir ve sürekli bir dinginlik yalnızca adalette mevcuttur. İnsan toplumu yalnızca bu yüksek amaç sayesinde arılardan, karıncalardan ya da kunduzlardan oluşan bir topluluktan daha yüksek bir değere sahiptir. Materyalist toplum anlayışının neye dönüştüğünü görmek için Durkheim’ın sosyolojisinin dayanıksız payandalarını incelemek yeterli olacaktır.

Bir şimşek çakmasıyla, o vakte kadar hafızaya istiflenmiş düşünceler ve olaylar birikiminin aniden düzene girdiğini gördüğümüz zaman zihin üzerindeki ağır baskı ortadan kaybolur, yerini bir hafiflik ve sevinç duygusuna bırakır. Karışıklık büyük kitleler hâlinde düzene girer. Bu, kesin bir zaferden sonraki günün neşesidir. Canlandırıcı sağlamlık ve düzen duygusu yok olmaz çünkü keşfin sonuçlarının uygulanması bu duyguyu tazeler ve diyebiliriz ki emekçisi tarafından böylesi sevinç bolluğuyla ödüllendirilen zihin, daimi bir kutlama yaşar. Çalışmanın devamıyla daha büyük ödüller arka arkaya gelir.

Çalışma, Özgürlüğün Gücü

Bu olağanüstü savaştan sonra antik köleliğin yok olmadığını ama etkisini hafiflettiğini ve sinsi bir şekle büründüğünü tespit ederiz çünkü ezici bir kölelik anlayışı doğuştan zengin ve ayrıcalıklı olmayanlar üzerinde ağırlığını hissettirmeye devam etmektedir. Bu kişiler varlıklarını sürdürmek için gücü ve parayı elinde bulunduranlara bağımlıdırlar. Kölelik, çoğunlukla yorucudur ve bağımsızlığa duyulan susuzluğu ya da her insanda bulunan haysiyet duygusunu genellikle acımasızca bastırır.

Hakkını elde etmenin tek bir yolu vardır: Değerini büyütmek ve mesleğinde kimsenin yeteneklerine başvurmaktan çekince duymayacağı kaçınılmaz bir insan olmak. Değerini büyütmenin yolu ise çalışmaktan geçer. O hâlde genç insanlar şunu bilmeliler ki, bağımsızlık sadece gayret göstererek ve emek vererek kazanılır.

Ancak çalışmakla elde edilen sadece maddi kölelikten kurtulmak değildir. Cehalet de bunun kadar katı bir köleliktir:[10 - Jules Payot, Cours de Morale.] Eğitilmemiş zekâların kısıtlı bir hayatı vardır ve bu hayat bilgi eksikliğiyle, ön yargılarla, çevrenin bayağı duygularıyla baskılanmış gibidir. Enerjik bir insan ise vadinin dibini kaplayan bu sis bulutundan bir kanat darbesiyle sıyrılır. İnceleme yapmadan kabul etmeyi reddetmek onu özgür kılar. Düşünceleri için aklın yasalarından başka hiçbir yasayı tanımaz. En asil ve en seçkin zeki insanlar topluluğunda yer alırlar. Tüm zamanların sanatçıları, filozofları, önemli yazarları ve şairleriyle samimi arkadaşlık ilişkileri vardır. Bu ilişkiler bir milyonerin bile kıskanabileceği türdendir çünkü milyonerin masasında bir Rodin, Puvis de Chavannes, Ravaisson otursa da yalnızca çalışkan ve sabırlı bir öğrenci bu büyük insanların samimiyetini kazanabilir. Büyük insanları tanımak için zaman ve kesintisiz bir çaba gereklidir çünkü bu insanlar kendilerini sadece onlarla birlikte en azından yolun yarısına kadar gelenlere açarlar. Kendilerini yabancı ve kayıtsız kişilere açmamaya dikkat ettiklerinden büyük insanların sohbeti diğerlerine oldukça basmakalıp gözükür.

Çalışkan öğrenci, çalıştıkça zaman ve mekânın çifte hapishanesinden kaçar yani şimdiki zamanın ve ortamın hapishanesinden. Düşünme faaliyetinde bulunan ülkelerin, son yüzyılların ve antik çağın zeki insanlarının özgürleştirici fikirlerine dâhil olurlar. Bilhassa maneviyatımıza ve düşüncemize daha yakın olan Fransız dehaların varlıklarıyla bütünleşirler.

Çalışma aracılığıyla hem kalbimizi hem zihnimizi kapalı ve sıkışık olandan özgür kılıp en güzel zekâların topluluğuna girdiğimizde muazzam bir özgürlük elde ederiz. Ayrıca Parthenon’a, Sophocle’a, Corneille’e, Le Poussin’e, Corot’ya, Chavannes’a, Berlioz’ya, Bizet’ye, Debussy’e yaklaşmak için zekâsını ve hassasiyetini yeterince geliştirenlerin sahip olabildiği insani sanat hazinesiyle zenginleşiriz.

Asil bir doğaya sahip gençlere cesaret verecek bir şey var.

Çalışmak bizi yalnızca dış baskıdan değil bedenin baskısından da kurtarır. Yazı yazmayı nasıl öğrendiğinizi bir hatırlayın. Çizgi çekmeyi zar zor öğrenmiş olmalısınız. Tecrübesiz elleriniz iyi kötü çizmeyi öğrendiğinde ise onlara eğriler eklemeyi denediniz. Bir sürü ağlama krizinden sonra yavaş yavaş harfleri yazmayı öğrendiniz. Sonunda yardımsever alışkanlık, yorucu olanı kolay kıldı ve bugün kaleminiz sizi zahmete sokmadan kâğıdın üzerinde yol almakta: Zihniniz kaygıdan azade, elleriniz ise kaleme kendiliğinden boyun eğiyor.

Bu durum, iradenizin hayranlık verici bir uzantısı değil midir? Şu anda ayaklarınızın engellerden kaçınarak yürümesi de bu şekildedir. Örneğin bir kemancı, yayın ve parmaklarının teller, gözlerininse notalar üzerinde gidip gelmesine izin verir. Tamamen çaldığı eseri anlamlandırmakla meşguldür. Aynı şekilde özgürleştirici çalışma sayesinde benim zihnim de bu bölümü yazarken açıklayacağım düşüncelere yoğunlaşmış vaziyettedir. Ne kâğıdın üzerinde gezinen kalem, ne hafızanın derinliklerinde koşan kelimeler ne de zihne doğal birer kalıp gibi sunulan cümleler bana rahatsızlık verir.

Vaktinde zahmetle edinilmiş tüm bu eylem kalabalığının şimdi bana tam bir zihin özgürlüğü sağlaması inanılmaz değil mi? İyi alışkanlıklar zihnin sahip olduğu üstün enerjileri bağımsızlaştırmak amacıyla bedenin fiziksel güçlerini ve zekânın ikincil güçlerini, itaatkâr köleler durumuna indirgediği için özgürleştiricidir.

Öte yandan yalnızca çalışarak temel bir özgürlüğe sahip oluruz; içsel özgürlüğe. Çocuklarda -ve çocuk kalan yetişkinlerde!– tutkuların, duyguların, eğilimlerin anarşisi doğal bir durumdur. Bu düzensizlik sadece çalışmanın içinde ve çalışma aracılığıyla düzelir. İçsel özgürlük asla içimizde hareket eden sayısız güce emir veren bir karar eylemi değildir. Böylesi çok güzel ve çok kolay olurdu. Oysa özgürlük; eğilimlerimizin, duygularımızın ve tutkularımızın uyumlu iş birliğine dayanır. Uyumlu ve düzenli eylem ise en derindeki eğilimlerimize uygun bir çalışmayla gerçekleştirilebilir. Öyleyse ruh, yelkenlerini rüzgâra açarak ilerleyen ve her birinin onu harekete geçirmesine izin veren bir gemi gibidir.

Ne zaman ki çalışma kesintiye uğrar, o anda anarşi tekrar başlar çünkü boşta kalmışlık duygusu harekete geçer ve herkes aylaklığın kötü duyguları serbest bıraktığına ikna olur. Bu noktadan sonra psikolojik yükselme ancak bayağılık, alkole dayalı rahatlama hissi, hastalıklı duygusal uyarılma gibi bir tür bağımlılıkla sağlanabilir.

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın çalışmak bir lütuftur ve özgürleşmek için en büyük güçtür.

Çabaların İş Birliğinin İnsani Değeri

Çalışmanın aynı zamanda derin bir anlamı ve zengin bir insani değeri vardır. Beşerî çalışmanın önemi, öğrencilerin çabalarının her birinin birbirine bağlanmasındadır. Evet, ufacık çabaların her biri kocaman bir ırmağı oluşturan su damlalarıdır. Bu damlalar olmadan ırmak akmaz. İnsanlık gittikçe artan manevi bir yaşama doğru yöneliyor ve bu manevi yaşam yalnızca çalışanların iş birliğiyle elde edilebilir. Dâhiyane eserleri inceleyerek kazanılan bu manevi yaşam, karşılıksız bir bağış değildir. Sebatkâr bir çalışmayla onu hak etmek gerekir. Hayat, çözülmesi gereken bir kargaşa olarak önümüze sunulur. Nasıl ki bir elmas kalın bir kabukla kaplıysa ve nasıl ki ışıldamasını özenli bir kesim ve ustaca bir montajla ortaya çıkarırsak aynı şekilde bir keşif de ışıltısını sabırlı bir çalışma neticesinde kazanır.

Öyle gözüküyor ki farklı bir zamanda dünyaya gelen bizler, büyük senyörler gibi sadece kendimize servet toplamak ve saygınlık kazanmak için doğma zahmetini göstermişiz. Sahip olduğumuz güçte bilimsel, edebî, sanatsal ve ahlaki keşiflerin olağanüstü bolluğunu bulabiliriz. Bizler şanslı vârisleriz; Platon’un, Aristo’nun, Descartes’ın felsefeleri bizim için. Orta Çağ’ın saygın sanatçılarının katedraller inşa etmesi ve dua kitaplarına ışık tutması bizim için. Dini düşünürler insanın maneviyatını bizim için tetkik etti ve Galileo, Pascal, Lavoisier, Ampere, Berthelot doğanın gizemlerini bizim için çözdü.

Fakat yine de büyüyen ekinleri kendimiz için biçmeye muktedir olmalıyız. Bunu ise sadece kendimizi yetiştirerek yapabiliriz çünkü keşiflerini anlayamazsak Pasteur boşuna uğraşmış olacaktır.

Öğrenci, geçmişte kendini görmeli; insan çabasının devamlılığının, önemli insanların kararlılığının ve büyük keşiflerin farkına varmalıdır. O da çalışmaları aracılığıyla seçkin insanlarla iş birliği yapmalıdır çünkü toplum eğitiminin bir kısmı ona emanettir. Görünüşe göre jeolojik çağlardan bu yana doğa kendiliğinden bir şey yaptı: İnsan zekâsında parıldayan manevi ilkeyi açığa çıkardı ve dedi ki: “Manevi krallığın iktidara gelişini destekleme sırası sizdedir.” Yerine getirebileceğimiz en önemli özgürlük eylemi böylesi güzel bir görevin farkına varmak, onu tüm kalbimizle kabul etmek ve zavallı hayatımızı oraya bağlı kılmaktır. Bir çocuğun kendi kendine bu büyük resmi anlaması mümkündür.[11 - Jules Payot, Cours de Morale: Les Grandes Conquête.] İsterdim ki bu çocuk en başından itibaren çalışmanın yüceliği ve önemine duyulan saygı atmosferinde yüzsün. Durum böyle olsaydı okumayı öğrendiğinde yazının ve alfabenin keşfinin önemini anlardı. Bu keşiften önce insanoğlu uygarlık tohumunu delik bir çantada taşıyordu. En güzel fikirler yok oluyordu: Hafıza ne kadar geçiciyse unutmak da o kadar hızlıdır! Yazı, üstün zekâlılar tarafından toplanan hasatların kitaplarda depolanmasını mümkün kıldı ve arkadan gelen kuşaklar genç beyinleri tohumlamak için istedikleri kadar bu depodan kullandılar. Hâlâ da Yunan dâhilerinin rehberliğinde yetiştirilen buğdaylarla beslenmekteyiz; Heraklitos, Platon, Aristo, Epikür isimli dâhilerin…

Bir kitabın çok sayıda kopyasının basılmasına izin veren matbaanın keşfi, dünyada ateşli silahların keşfine benzer nitelikte bir devrim yarattı. Öncesinde halk feodal şatolara ve demir zırhlı şövalyelere karşı hiçbir şey yapamıyordu. Benzer şekilde parçası olduğumuz halkın elinden cehaletin zulmüne karşı da bir şey gelmiyordu. Özgürleştirici bilgi yalnızca küçük bir azınlığın kısmetiydi. Kitaba basılan harf, bilgiyi yoksulların kapısına taşıdı ve onları dünyanın en ağır köleliği olan tecrit edilme ve cehaletin köleliğinden kurtardı.

Bir çocuk tek başına basit bir geometri teoreminin gezegenin mesafesini hesaplamaya nasıl yardım ettiğini anlayabilir. Aritmetik, cebir ve en sonunda deneysel bilimler gücün ve özgürlüğün olağanüstü önemini insana kadar getirdi. Çocuğun yok olduğunu zannettiği ve anlamını çözdüğü keşiflerin hoşnutluğunu yaşamasına izin verin; yazı, matbaa ve daha birçok keşfin… Ve bundan kaynaklanacak şahane sonuçları onunla birlikte gözlemleyin!

Kullandığı nesnelerde binlerce çalışanın çabasıyla gerçekleştirilmiş yüzlerce keşfin birbiriyle iç içe geçtiğini ona gösterin. Bu bilinçle odasından dışarıyı net bir şekilde görmesine izin veren pencere camından otomobilin manyetosuna kadar araştırsın.

İnsanların çoğunun doğanın ihtişamıyla çevrelenmesine rağmen hayatını kazanmak zorunda olduğunu anlamadan bir şiiri ezbere nakletmesi. Hassas bir duyarlılığa ve güçlü bir hayal gücüne sahip olan büyük şairler ve büyük ressamlar doğanın güzelliğini keşfetmemiş olsalardı kör kalırlardı.

Umarım ki gelecekte her okul kitabı, ister aritmetik ister dil bilgisi kitabı olsun içerdiği hizmetler, hatalar, çalışmalar, bilimin temellerini atanların cesareti, büyük keşifler ve bizim için zahmete girişmiş emekçilerin ödüllendirilmeleri hakkında önden birkaç sayfa bilgi veriyor olsun.

Nasıl ki herkes atalarının ve ailesinin erdemlerinden, zekâsından ruhunda bir parça bulundurur, çocuğun da bir şekilde kendisini zenginleştiren çalışanların çabaları sayesinde bugüne taşındığını ve ayaklandığını hissetmesini; taş devri medeniyetinden günümüz medeniyetine onu yetiştiren emekçilere minnet ve saygı duymasını isterim.