banner banner banner
İrade Terbiyesi II Zihinsel Çalışma ve İrade
İrade Terbiyesi II Zihinsel Çalışma ve İrade
Оценить:
 Рейтинг: 0

İrade Terbiyesi II Zihinsel Çalışma ve İrade


Bir okulun merdiven altındaki ceza sınıfına her girdiğimde bunun eğitim sistemimiz için bir utanç durumu olduğunu düşünürüm. Bir gerçek gözlerden kaçar: Ceza alanlar hep aynı öğrencilerdir. Bu da sistemin açıkça iflas ettiğinin bir göstergesidir.

Cezaya alışkın olanlar irade hastalarıdır. Tek yapılan onları iki saat boyunca bir odaya kapatmak ve fiil çekimlerini defalarca yazmak gibi baştan savma yapılabilecek bir işi tamamlamaya zorunlu tutmaktır. Bu, gribe yakalanan bir çocuğu tedavi etmek amacıyla verilen faydasız bir ilaçtır. İrade hastalığı ateşi kırk dereceye çıkarmasa bile bir hastalıktır; semptomlarını ayırt etmek, teşhis koymak ve bilimsel çareleri tatbik etmeyi gerektirir. Ceza odasının hasta koğuşuna dönüştürülmesi gerekmektedir. Mantıksal sapkınlıkların çokça bulunduğu bir eğitim yuvasında, tuhaftır ki kimse bu sapkınlıkları ortaya çıkarmaz ve tedavi etmez. Acımasız ceza sistemimiz, irade hastalarının durumunu yıldan yıla vahimleştirmekte ve eğitimli addedilen insanlar arasındaki hastaların çoğalmasına sebep olmaktadır. Cezaya alışkın olanların çoğu uygunlaştırılmış bir tedaviyle kurtarılabilir ancak ceza korkusu gücü tükenmiş bir iradeye asla atılım imkânı vermez.

Kısacası ertesi gün okul çıkışında sistemin başarısızlığı kendini gösterir. İstemeyi öğrenememiş bir öğrenci için artık ceza da yoktur. Bir ceza, uygulanabilir ve kaçınılmaz olduğu müddetçe sahip olabileceği en az etkiye sahiptir.[5 - Cezaların verimsizliğine dair Bentham’ın nitelikli yazısına göz atın. La Religion Naturelle. Son influence sur le bonheur.] Tembel öğrenciye uygulanan cezaların yaptırımı da çok azdır ve sınavlarda kopya çeken, hakem kurulunun hoşgörüsüyle işin içinden sıyrılan arkadaşlarını temel alarak tembelliğinin cezasını ödemeyeceği yanılgısına kapılır.

Rekabet Duygusu ve Tehlikeleri

Eskimiş pedagoji anlayışımız, iyi ve enerjik öğrencilerde istek uyandırmak için rekabet ortamı yaratır. Ancak rekabet duygusunun iki kötü duygu ortaya çıkarabileceği ortadadır: Zirvede yer almak için mücadele eden pek az öğrencide bencillik ve kibir baş gösterirken diğerlerinde kıskançlık duygusu kendini belli eder. İyiden iyiye yüzeye çıkan rekabet, bilinçaltında koşullanmaya başlar: Eğer bugün dünkünden daha cesur ve dayanıklı olursam bu daha iyi olduğum anlamına gelir. Böylece açığa çıkan mükemmellik duygusu, insan doğasının en derin ve en saf hazlarından biridir. Haklı bir sevinç kaynağıdır.

Ancak kendini akranlarıyla karşılaştırmak üzüntü verici bir durumdur.

İlk olarak kıyaslama yapmak kendimize haksızlıktır çünkü hepimizin taşıdığı özellikler birbirinden farklıdır.

Kendimizi sağduyuyla yargılama konusunda yetenekli olduğumuz kadar başarıda şans faktörünün de söz konusu olduğunu bilmemiz gerekmez mi?

Akranımıza ve kendimize dar bir aralıktan bakarız: Çeviride ve tarihte ondan daha iyi olduğumuzu düşünürüz ancak onun dürüstlük ve cesaretteki üstünlüğünü göz önüne almayız.

Kendini övme duygusu öyle sarmaşık ve kötü bir ottur ki bu otu bahçemizde büyütmek boşa zaman kaybıdır: Bu duygu kendi kendine büyür ve ona sahip olan genç insanlar kendi değerlerini abartmaya, diğerlerinin değerlerini ise küçük görmeye meyilli hâle gelir.

Çocuğu sadece rekabet duygusuyla harekete geçirmeye alıştırmak bir hatadır: Odasında yalnız başına ders çalışırken ve onu örnek gösterecek öğretmenleri etrafında yokken kendiyle övünme duygusu bir işe yaramaz. Yüzüstü yere çakılır ve onca gencin kendinde çalışma gücünü bulamayarak kafelerde hayatını kararttığı üzücü alışkanlıkların kurbanı olur.

Arzusunu yapay bir ocak ısısından almaya ve kaynağını dış etkenlerden sağlayarak içindeki arzuyu alevlendirmeye alışmak, bilinçsiz bir tutumdur. Kendine has gücü bulunmayan ve yalnızca dışardan bir enerjiyle harekete geçen otomatların sayısı hiç de az değildir.

Belki de küçük şehirlerin yoksulluğu, bir bakıma çocukluk çağlarında başlayan kibirden kaynaklanmaktadır. Kendisini harekete geçirecek haklı sebepleri içinde bulmaya alışkın olmayan genç insan, bu sebepleri dışarıda arar. Daha sonraları bu insanın dünya görüşünün kişiliği üzerinde yaratacağı despotluğa maruz kalmasına neden şaşıralım ki? Birçok aşağılık hataya hoşgörülü olan fakat hür zihinlere gelince acımasızca yaklaşan bir dünya görüşü. Bu tip bakış açıları için suçların en büyüğü, girişimde bulunmak ve özgün olmaktır. Eğitim sistemi bu şekilde devam ettiği sürece bu güçlü ama sefil kibir duygusu varlığına devam edecektir.

Rekabetin küçük ölçüde de olsa bir etkiye sahip olduğunu düşünerek bu yönteme başvurmak üzücüdür. Sadece küçük sınıflarda belli başlı bir etkisinin olduğundan bahsedebiliriz. Rekabet, günümüz edimsel pedagojisinin temel dinamizmini oluşturduğu için ödüle ulaşamayanların kendilerini kimsesiz hissetmeleri kaçınılmaz olur. Bu kişilerde öz saygılarına dair hiçbir güçlü duyguyu harekete geçiremeyeceğimizden etkisizliğini anlattığımız cezalandırma korkusuna ve hazzın cazibesine itiraz etmek zorundayız.

Hazzın Cazibesi

Hazzın cazibesi ceza alma korkusundan daha iyi değildir. Çocuğa bir tatlı, bir oyuncak ya da dersini bitirdiğinde onu gezintiye çıkarma sözü vermek kalitesiz bir eğitim biçimidir. Belki belli bir çaba gösterecektir ama emin olun ki bu, gerçek bir çabadan ziyade göstermelik bir çaba olacaktır. Bu noktada, tıpkı korkuyla harekete geçirilmiş bir iradede olduğu gibi ustaca bir taklitle tekrar karşılaşırız. O yapıyormuş gibi gözükürken samimiyetini onunla tartışırsak vakit kaybederiz çünkü tembel ve köşeye sıkıştırılmış çocuk, şiddetle ve mücadeleden yorulmuş bir hâlde kendini savunmaya geçecektir. O hâlde öğretmen, gidişattan memnun gibi gözükmelidir. Gerekli olan şey, çocuktaki samimi iradeyi ikna edip harekete geçirmektir.

İlaveten çaba gösterdiği takdirde ona bir eğlence sözü vermek, onun moralini bozmak demektir. Bu, yapılacak işin sıkıcı bir angarya ya da şimdi çalışmanın gelecekte çalışmamanın tek şartı olduğu konusunda ona hak vermektir. Minimum oranda çalışmayla sonuçlanan vasat yöntemlerin varlığı bu tür zihin eğilimlerinde o kadar çoktur ki, birbirlerinin kopyası niteliğinde girdikleri bakalorya sınavlarında âdeta bir kafasızlar yığınıyla karşı karşıya kalırız. Bu yeteneksizler düşük kalitede bir çalışmayla tıp doktorasına, hukuk eğitimine kabul edilir ve sınavların yükümlülüğünden kurtulmuş bir şekilde hiçbir zihinsel çaba girişiminde bulunmaz. Hatta yüksek öğretmenlik sınavını geçmiş birçok öğretmen de buna dâhildir! Ödül sözü verilerek çocukta ilgi uyandırmayı deneme hatası, psikoloji bilmemenin bir sonucudur. Hazzın doğasının sinirleri zayıf ve değişime açık olmayan uzmanlarca hazırlanmış, tamamıyla çarpıtılan öğretisi eğitim sistemimizin bir parçasıdır. Onlara göre haz sadece dışarıdan gelebilir; yalnızca acı çeken iç organlar bilince üzüntüyü tetikleyen hisler gönderir.

Organizmalara uyarlanmış bir beslenme çeşidinin ve açık havada yaşam alışkanlıklarının yokluğunda, kas gücü gerektiren bir çalışma esnasında hareketsizlikten ve kapalı havadan zayıf düşen vücutlar başkaldırıya geçer. Kalp hızlı atar, nefes kesilir, beden terler ve geriye vücut ağrısı kalır. Devamında gelen istirahat süreci rahatsız edici ve acı vericidir. Bu hareketsiz topluluklar fiziksel aktivitenin hazzını nasıl keşfedebilir? Verimsiz ve hareketsiz bir eğitim sürecinin sonunda öğrencilerimizden sağlıksız bürokratlar ortaya çıkaranlar çocuklara bunu dayatmaktan nasıl vazgeçerler?

Hazzın Hakiki Doğası

Sağlıklı bir insanda haz ve acı, zorunlu olmak ve güç sahibi olmak arasındaki ilişkinin bilincine varılmasıdır. Acı, yalnızca yaşamsal görevler için gerekli olan enerji kaynağından harcama yapıldığında ortaya çıkar. Bundandır ki sabahın temiz havası sağlıklı bir insana hoş gelirken bir hastaya acı çektirebilir.

Haz, vücudun zafer şarkısı gibidir. Yüksek basınçla çalışan makinenin iyi işleyişini gösterir. Gücün aşırı bolluğunun bilincine varmaktır ve Descartes’ın dediği gibi biraz mükemmellik duygusudur. Organizma, tükettiğinden daha fazla güç ürettiğinde bir bolluk olur: Sinir sistemi güçlenir; tutkulu, enerjik ve sevinçli hissederiz. Nefesimiz ne kadar bol olursa kalbimiz o kadar hafifler. Claude Bernard’ın tecrübeleri, sevincin mide öz suyu üretimini artırdığını kanıtlar. Hareketler enerjik ve canlıysa yüz de gülümser. Fikir çağrışımları hareketli ve çoktur.

Modern âlimlerimiz gibi münzevi olmayan ve yaşamını dış dünyada uygulamalı şekilde sürdürmeyi tercih eden Aristo, hazzın doğasına yakından şahit olmuştur. Refah duygusu ve mutluluğu uygulama içinde görmüştür. Haz, çiçeğe verilen can suyu gibi eylemselliği hareketlendirecek bir tamamlayıcıdır. Her eylem kendine özgü hazza sahiptir ve hazzın etkisi, bağlı olduğu eylemin şiddetini artırmasındadır.

Enerjinin Derin Hazzı

Bundan dolayı bir çocuğa hazzın çekim gücü vadedildiğinde sadece tembellik ve oburluk gibi pasif ve sıradan hazlar söz konusu olabilir. Oysa onun içindeki gerçek hazzı bulması sağlandığında tek başına harekete geçmenin ilk şartını gerçekleştirmiş olur.

O hâlde daha zengin ve daha derin bir hazza doğru yola çıkalım: Hareketliliğin hazzı. İçimizde kendiliğinden açığa çıkan bu enerjinin samimi hazzına doğru inmediğimiz, onun doyurucu ve hoş hissinin tadına varmadığımız sürece başarılı sayılmayız.

Alp Dağları’na tırmanmayı birkaç facia yüzünden saçmalık olarak değerlendiren acemileri dinleyin. Kapalı şehir hayatımızın ve körelmiş entelektüel eğitimimizin, dikkatleri enerjinin yoğun sevinçlerinden başka yere çevirdiğini anlayacaksınız. Turistler genelde gösteriş yapma ve marifetlerini ortaya koyma hevesiyle harekete geçerek dağ tırmanışı yaparlar. Ancak başkalarını kandırdığı gibi kendisini de kandıran gülünç roman kahramanı Tartarin misali, eğlenceli bültenlere konu olmaktan öteye geçemeyeceklerdir.

Tan vaktinin dondurucu havasında zorlu tırmanışına devam eden dağcı, zor, dayanıklı ama derin bir haz duyar: Kendi kendinin efendisi olma hazzı. Ruhu besleyen bu güç duygusu kaynağını, dondurucu kış soğuğuna direnen tenin ve zorlanmış kasların sessizce kendini hor görmesinden alır. Kalp ritminin ve solunumun düzene girmesiyle birlikte çeviklik, güçlülük ve fiziksel bir baş döndürücülük hissine kapılır. Bu zevk duygusunda büyük sarp kayalıkların, geniş ufuk çizgisinin yol açtığı mükemmellik hissi ortaya çıkar. Güçlü bir coşku alevlenir ve nasıl ki bir çan aldığı son darbeden uzun zaman sonra bile titremeye devam eder, ruh da artan enerjisini haftalarca korur.

Zihinsel çalışma da kendi coşku anlarında buna benzer bir sevinç hissi yaratır. Yalnızca bir mükâfat ya da sınav başarısı amacıyla çalışan zihin, bu ödülün değerinden kuşku bile duymaz. Ama gerekli çabayı tüm kalbiyle gösterip, içindeki isteksiz “canavarın”, vücudunun ve alışkanlıklarının ayak diremelerini görmezden gelerek bir dağcı gibi cesaretini ortaya koyarsa karşılığını kesin bir memnuniyet duygusuyla alır. Bu duygu, tıpkı çiçeğe verilen can suyunun onu gençleştirmesi gibi hareketliliği artırıcı güçte bir tamamlayıcıdır.

İradenin Olağan Uyarıcısı

Sağlam karakterlerdeki özverili çalışma dürtüsü, zihinsel yetilerin kusursuz işleyişinden ileri gelir. Zayıf iradeye sahip öğrenciler keyifli çalışma duygusuna erişemez çünkü bu duyguyu hak etmek için göreve güvenle yaklaşmak ve karşılaşılan zorlukları coşkuyla aşmak gerekir. İradenin gerçek uyarıcısı ise kuvvetli bir çabadır.

Harekete geçme arzusunun kaynağı içimizde derinlerdedir: Hayat, harcanmaya ihtiyaç duyar ve bu ihtiyaç, enerjinin niceliği ve niteliğiyle büyür. Hareketsizlik acıların en kötüsüdür. Sağlıklı bir çocuğu gözlemlediğimizde gününü oyun oynarken olağanüstü bir güç harcayarak geçirdiğini görürüz çünkü hareket etmek onu tatmin eden neşe veren bir zorunluluktur. Aynı şekilde, öğrenciler kendi deneyimleri gereği, içsel enerjinin mutlak sevincine eriştiklerinde dış kaynaklı uyarıcılara ihtiyaçları kalmayacaktır. Ancak öğrenciyi zorunlu tuttuğumuz çalışmalar, doğal davranış eğilimlerinin uzantısı olmalıdır. Bu koşulu sağlamak için çocuğun ihtiyaçlarını, isteklerini, eğilimlerini, potansiyel enerjisini inceleme zahmetine girmek gerekir. İncelemenin sonuçlarını gizli kalmış güçlere uyarlayabilmek içinse gelişime açık olunmalıdır.

Örneğin, çocuk, istediği bir kutu ya da abajuru kolaylıkla üretebilmenin; odasının hava hacmini, bahçenin ya da havuzun alan kapasitesini; bir ağacın, evin ya da tepenin yüksekliğini hatta bir gezegenin uzaklığını basitçe ölçebilmenin geometri bilmekle olacağını anlarsa geometri ilgisini çeker.

Genç kız, günlük hayatının her alanında yasalarını uyguladığının farkına varırsa fiziğe merak duymaya başlar: Su testisini doldurmak için musluğu açması aslında birleşik kaplar yasasının sonucudur.[6 - Fizikte adı geçen “birleşik kaplar yasası”na göre, sıvı tüm kaplarda aynı düzeyde kalır. (ç.n.)] Buhardan kapağı inip kalkan tencereye bakarken orada yakalanması gereken bir kuvvet olduğunu aniden fark eden Papin değil midir?[7 - Denis Papin, buhar makinesi çalışmalarıyla tanınan Fransız fizikçi. (ç.n.)]

Öğretilerinin günlük yaşama indirgenmesine şaşıran nice profesör gördüm. Madencilerin lambasını incelediğimiz bir sınıfta, öğrencinin öğretmeninin kontrolü altında Davy’nin lamba prensibini anlamadığını kanıtladığını düşünmeden nasıl ızgara yardımıyla küçük odun parçalarını yakmayı boş yere denediğini anlatmıştım.

Bir öğrenci, kendini ifade edebilmesi için önce mantıklı cümleler kurabilmeyi, daha sonra da paragraf oluşturmayı öğrenmesi gerektiğini anladığında söz sanatı derslerini tüm kalbiyle takip edecektir.

Çocuğun, ona verilen görevin istediği eylemleri yerine getirebilmesine izin veren bir araç olduğunu anlaması gerekir. Bu araç aynı zamanda eğilimlerinin görev aracılığıyla tatmin edilmesi içindir. Edinilen deneyim kişisel, hissedilen duygu da doğrudan olmalıdır.

Çocuğu kendinde gerçekleşenleri analiz etmeye yönlendirmek mümkündür. Bu durum, ona içsel sevinçlerini ayırt etmesi ve bu sevinçleri dikkat eşliğinde büyütmesi için gereklidir çünkü dikkat ışığında özen gösterdiğimiz sürece her duygu enerji kazanır ve daha da netleşir.

Bilincin yarı kapalı olması hâlinde neler olacağı konusu üzerinde daha sonra duracağız çünkü birçok öğrenci farkında olmadan kabul ettiği gerçek dışı önerilerin kurbanı oluyor. Kendi bilincinden nasıl kuşku duyulur? Yine de her öneri zihni ele geçirmeye ve dikkatleri üzerine çekmeye çalışır.

Esasen üzerinde durulduğunda bunaltıcı hâle gelen bir duygu vardır ki o da yorgunluk duygusudur. Bu duygu tehlikeli ve şeytani bir duygudur! Kendini gösterdiğinde onu devre dışı bırakmak gerekir. Eğer onu dinlersek bunalırız ve çalışma yarıda kesilir.

Zorlu bir çalışma esnasında bu duygu çoğu kez dayanılmaz ağırlığıyla ortaya çıkmadı mı? Yine de onu görmezden gelmeyi başarabilirsek benliğimizde saklı güce hayret ederiz. Bu duygu, içimizdeki çabayı sevmeyen “canavarın” yerinde durmayan bir hilekâr olmasından kaynaklanır: Bilincin kapısını durmaksızın çalar ve buna tahammül edemeyen zihin haykırmaya başlar.

Oysaki bu canavar bir yalancıdır ve yalanlarını dinlemeyi reddettiğimizde sahip olduğu ve rezervinde gizlediği güçlerini ortaya çıkarmak zorunda kalır.

Zihinsel çalışmada da aynı durum söz konusudur. Yapabileceklerimize kıyasla yaptıklarımız ne kadar da azdır! Sinsi yorgunluk hissi bilincimize doğru akar ve çalışmayı yarıda bırakmak için bahane aradığımızdan bizi evimizden kovan bu yalancıya kapılarımızı açarız.

Bunun aksine bu duyguyu kabul etmeyi kararlılıkla reddettiğimizde içimizde gittikçe zenginleşen enerji kaynaklarını keşfettiğimizi göreceğiz.

Bazı topraklarda suyun fışkırması için artezyen kuyularını derince kazmak gerekir. Aynı şekilde bazen de hareketli enerji kaynaklarına ulaşabilmek için yorgunluğun kendini hissettiren duygusuyla çukurları kazmak zorunda kalırız. Enerji ancak o zaman açığa çıkar. Karar vermekten aciz irade hastaları, ani bir duygunun etkisiyle kendilerini bile şaşırtan kahramanlıklar gösterebilirler.

Fakat derin enerji kaynaklarını fışkırtmayı başaran apansız duygular, sadece anlık bir etkiye sahiptir: Kısa süre sonra sinirler, yalancı duygulardan yorgun düşmüş bir şekilde hastalığa yenilir.

İçimizdeki hareketli enerji kaynaklarına kadar inmeye karar vermek önemlidir. Ne kalıcılığı olmayan duygulara güvenelim ne de dış uyarıcılara; bilelim ki irade, sürekliliği olan tek uyarıcıdır. Kötü alışkanlıklar nedeniyle içimizde var olan enerjinin berisinde kalırız. Kararlı olduğumuz anlarda deyim yerindeyse sahip olduğumuz gerçek enerjinin seviyesini belirlemeli ve bu enerjinin seviyenin çok altına düşmesini engellemeliyiz. Çoğunlukla yorgunluk hissiyle başladığımızda ortaya harika bir iş çıkarırız. Bunun nedeni, bu hissin yalancı bir telkin olup olmadığını doğrulamak için elimizde tek bir araç olmasıdır. O araç da eylemde bulunmaktır. Çünkü sadece eylem, bize bilincimizin gerçek kapsamı hakkında bilgi verebilir.

Bir işle karşı karşıya kaldığımızda o işe kesin bir başarı kazanacağımız duygusuyla başlayalım. Bir an bile başarısızlık ihtimalini düşünmeyelim ve azimle ilerleyelim. O esnada bozguncu fikirlerin ve duyguların birlikteliğiyle arsız bir yorgunluk hissini reddedeceğiz. Eğer işe saldırırken kararlılık ve güvenle engellerin üzerine gidilirse bu birliktelik kendini gösterebilecektir.

Öte yandan çaba asla iş sırasında acı vermezken bu acı, çalışmanın öncesi ve sonrasında ortaya çıkar. Sonrasında ortaya çıkar çünkü gerçek bir yorgunluk söz konusu olabilir; öncesinde ortaya çıkar çünkü kendimizi çalışmaya hazırlamak için gayret göstermek durumundayızdır. Zor olan bu ön dikkat çabasıdır. Fakat çalışmaya başlar başlamaz kendimizi işe kaptırırız.

Çünkü iş, her savaşta olduğu gibi heyecan verici bir mücadeledir ve kahramanlıkla arasında birtakım benzerlikler vardır. Proudhon çalışmayı savaşa benzetir. Ölüme teğet geçilen tehlikeli işler için bu doğru bir benzetmedir ancak zihinsel çalışmada ölüm söz konusu değildir. Tehlikeli olması bir yana gerçek savaş acıya, yokluklara ve engellere dayanıklılıkla, sabırla yapılır. Bunlar bilinçli zihinsel çalışanın da erdemleridir: Yalnızlık, sessizlik, kendini küçük düşüren bedenin direnmelerine karşı yerinde bir hor görme, dikkat çekmeye çalışan düşünce çağrışımlarının ve eğilimlerin sayısız girişimlerine karşı sakin bir reddediş. Birçok genç öğrenci için yoksulluk ve minimum konforu da bu reddedişlerin arasına ekleyin.

Sonrasında üstünlük kendini gösterdiğinde arkadaşların kıskançlığı ve kötü niyeti ama hepsinden kötüsü zarar vermek isteyen bir liderin kıskançlığı ve kötü niyeti ortaya çıkar! Ancak zorluklar ve haksızlıklar bize hücum ettiği vakit enerjimizin farkına varırız. Böyle bir durumda cesaretle görevimize devam etmeliyiz. “Beni incitmeye çalışanlara acı, yalnızlık, hastalık, kötü muamele, utanç diliyorum; derin bir aşağılık hissini, kendinden kuşku duymanın işkencesini, başarısızlığın sıkıntısını tatmalarını diliyorum. Onlar için merhamet duymuyorum; onlara yalnızca herhangi bir değere sahip olup olmadıklarını gösterecek şeyi diliyorum: Direnmeyi.”[8 - Nietzsche.]