banner banner banner
İrade Terbiyesi II Zihinsel Çalışma ve İrade
İrade Terbiyesi II Zihinsel Çalışma ve İrade
Оценить:
 Рейтинг: 0

İrade Terbiyesi II Zihinsel Çalışma ve İrade


Basit bir taşın düşüşünde bile doğanın evrensel yasaları bulunur. Aynı şekilde her çalışma aracında hatta alfabe gibi en basit olanında bile tek başına toplumun ilerlemesini mümkün kılan evrensel bir yasa vardır: Yardımlaşma, ortaklık ve dayanışmalı çalışma yasası. Bu ortaklığın olmadığı buzul çağında kaba, cahil ve zavallı kalan insanlık Pascal, Descartes, Sofokles, Platon gibi kişilerin seviyesine asla yükselemedi.

Çocuğun başlamaktan mutlu olduğu işe ulvi bir saygı duyduğu gün, içinde nedenini anlamadığı angarya işlere harcadığından farklı bir şevk taşıdığını söyleyebiliriz.

Fransız Usulü Çalışma, Uygarlığın Teminatı

Bu genel görüşlere özellikle gençleri ilgilendiren bir not ekleyelim. Yirmi kuşağının seçkinlerini yok eden ve insanlığın hayal gücünü dehşete düşüren nitelikte korkunç bir savaş, Alman militarist sınıf tarafından alevlendirildi çünkü tüm Alman halkı kibir eğitimiyle zehirlenmişti. Birkaç Alman zar zor bu duruma uyandı, özellikle de zihninin parlaklığı tutkuyla bulanmayan J’accuse[12 - J’accuse (Suçluyorum), Dreyfus Olayı’yla ilgili olarak L’Aurore (Şafak) gazetesinde yayımlanan ve ünlü yazar Emile Zola tarafından Cumhurbaşkanı Félix Faure’a ithafen kaleme alınan açık mektuptur. (ç.n.)] eserinin yazarı. Öte yandan doksan üç Alman aydının bildirisi, Alman seçkinler topluluğunun cani hükûmetlerinin en kötü yalanlarını, ordusunun rezil vahşetlerini, Louvin’in çantasını,[13 - Bkz. Louvin Olayı, 1914’te Belçika’daki Alman işgal ordusu tarafından sivillere uygulanan zulüm. (ç.n.)] hırsızlığı, yağmalamayı, şehirlerin ve sanat eserlerinin harap edilmesini kendi üstlerine aldıklarını kanıtlar niteliktedir.

Bir ulus eleştirel düşünme özgürlüğünden aciz olduğu sürece kalıcı barış mümkün olmayacaktır. Tüm Fransız yazarlar Köln Katedrali’nin topçularımız tarafından bombalanmasından sorumlu olacaktır; öte yandan yurtseverlik, Alman ordusunun onursuzluk sayılacak rezilliklerine ulusal anlayışı kör etmek anlamına da gelmemektedir.

Neyse ki Fransa’da zekâ, Quinton’un[14 - René Quinton: Fransız fizyolog, biyolog ve doğa bilimci. (ç.n.)] sözlerini takip eden farklılaşmış bir organ hâline geldi. Aramızdaki en kültürlülerde zekâ, özgür bir şekilde işler ve tutkuların baskısı altında çarpıtılmasına izin verilmez. Fransa’nın en iyi zihinleri ortak bir dine sahiptir: Doğruluk dini. Montaigne, Descartes, Malbranche, Pascal da yazıları aracılığıyla doğruluk duygusunu yaymışlardır. Claude Bernard, Berthelot, Pasteur bize gerçekliğin sonsuz bir zenginlik olduğunu ve herkesin kendi küçük gerçeklik payını çalışarak, kendine şüpheyle yaklaşarak, çıkar gütmeden kazanması gerektiğini öğretmiştir. Hepsinden hoşgörüsüzlüğün kalın kafalı aptallığını, bu aptallığın güç simgesi sayılmadığını ve yalnızca zihinsel zayıflık olduğunu öğrendik çünkü zihinsel zayıflık kendine saygı göstermekten aciz olan aklın, dizginleri aşağılık duygulara teslim ettiğinin kanıtıdır: Gücü ele geçiren kibir, tembellik ve egemenlik duygularına.

Fransız bir yazarın zihni üstün bir haysiyet duygusuna sahip olmalıdır. Yarın ulusun manevi yöneticileri olacak çocuklar, gerçeklikten kopmadan saçma milliyetçilik kibirlerini yok edebilen bir Fransız gibi çalışmak zorundadırlar. Ülkenin gerçek hükûmetini yapılandıran ve kişileri köleleştiren değil ama ruhları etkilemeyi başarabilen yazarlar kendilerini hakikat dininin misyonerleri olarak saymalılar. Böylelikle zalim bir otoriteye ya da geçici, kaba bir güce değil kalıcı ve verimli bir etkiye sahip olacaklardır. O hâlde öğrencilerimiz daha yüksek bir manevi yaşama doğru yönelmeye kararlı bir şekilde saf ve parlak gerçeği tutkuyla aramalı, güçlü ve hatasız bir biçimde Fransız usulü çalışmaya sağlam bir saygı duymalıdırlar. Bu, arkamızdan gelenlere bozulmadan aktarmamız gereken ulusal bir mirastır.

Hiçbir Çaba Boşa Gitmez

Ancak iradeyi harekete geçirmeye en etkili nedenler, sık sık cesaret kırıcı bir izlenim sebebiyle etkisiz kalmaya devam eder: Eğitimli bir insana dönüşmek için gereken sürekli çalışmayla karşılaştırıldığında eylemsel çabanın anlamsız olduğu izlenimi ortaya çıkar.

Önümde kitaplarım durmaktadır: Dil bilgisi kitapları, sözlükler; Fransızca, Latince, Yunanca, İngilizce metinler; tarih, coğrafya kılavuzları, bilimsel kılavuzlar. Hepsi, hacmiyle ezici bir yığındır. Asla sonu gelmez! Denemek neye yarar ki? Hem hayranlık uyandıran bir enerjiye sahip hem de umutsuzluğa sürüklenen büyük aydınların ve yazarların seviyesine asla ulaşamayacağım.

Bu güçsüzlük hissi moral bozucudur. Kimsenin çocuksu umutsuzluklarımızı harekete geçirmeye çalışmadığı uzun akşam çalışmaları boyunca hepimiz bu durumun acısını tatmışızdır. Kasvetli çalışma odamızın yalnızlığında ve keşişlerin acedia[15 - Halsizlik, dermansızlık.] dediği tüm isteğin, iradenin, umudun tükendiği o bitkinlik anında hepimiz bu duyguyu deneyimlemişizdir.

O hâlde öğrencilerimizin sağlam bir inanca, daha da önemlisi gösterilen çabanın hiçbir görevden daha önemsiz olmadığı ve hiçbir çabanın boşa gitmeyeceği kesinliğine sahip olmaları gerekir.

Çocukların büyük şairler ve yazarlar gibi yazmayı başardıklarını daha önce anlatmıştım.[16 - Apprentissage de l’Art d’écrire.] Bazı köylülerin ifade yeteneklerini ve tatlı özgünlüklerini kıskandığımız olmuştur. Başarılı bir görsel gözlem yeteneğine sahip işçiler tanırım. Üstünlük sadece zeki çocuklara bahşedilen yeteneklerden oluşur. Her zeki çocuğun çantasında mareşallik asası vardır yani gerekli enerji ve yönteme sahip olduğu takdirde tercih edeceği her konuda ön sıralara ulaşabilir. Başarılı ve mutlu bir hayat, uzmanı olduğumuz alanda yetkin olmaktan geçer ve eğer her gün çalışmak için gerekli sabrımız, cesaretimiz varsa ister istemez o noktaya ulaşırız. Hatıralar’da[17 - Sokrates’in öğrencisi Xenophon’un Sokratik diyaloglardan oluşan bir koleksiyonudur.] Sokrates’in büyüleyici bir gözlemi vardır. Bir Atinalı, Olympos’a yapmak zorunda olduğu yolculuktan hoşnut değildir. Eh fakat yol sizi neden korkutuyor? Neredeyse tüm gününüzü evinizde gezinmekle harcamıyor musunuz? Buradan yola koyularak aynı şekilde gezinecek, yemek için duracak, tekrar yürüyecek, akşam yemeği yiyecek ve daha sonra dinleneceksiniz. Beş altı günde yaptığınız gezintileri bir araya getirerek Atina’dan Olympos’a kolayca gidebileceğinizi görmüyor musunuz? Sokrates, zaman kaybetmemesi ve daha kısa mesafe yapması için ona derhâl yola koyulmasını önerir.

Öyle geliyor ki, Mont-Blanc’ın yüksekliği karşısında bir adım hiçbir şeydir, yine de her adıma yeni bir adım daha eklenerek dağın zirvesine ulaşılır.

Benzer şekilde bilimin zirvelerine ulaşmak için her gün, her saat işini yapabildiğin en iyi şekilde yapmaktan başka bir çare yoktur. Olympos’a ulaşmak için de tek araç budur ve büyük kâşifler Tibet’in ya da Kuzey Kutbu’nun soğuklarına ve Afrika’nın tehlikelerine, sıcağına günden güne meydan okudukları için büyüklerdir.

Tanınmış Kişiler de Senin Gibiydi

Tükenmişlik anlarında her öğrenci, az sayıdaki dâhiler hariç, ünlü insanların kendileri ve benim gibi insanlar olduğunu hatırlasın. Onlar da bizim gibi zihinsel aktivitelerin bağı altında sıkışmışlardı ancak çalışmanın verimliliğine ve sebat edildiğinde ortaya çıkacak olağanüstü sonuçlara sarsılmaz bir inançları vardı. Dehanın yalnızca çabayla sebat etme becerisi olduğunu düşünmüşlerdi. İnsan gerçekten isterse yapmak istediğini er ya da geç başarır.

Türlerin Kökeni hakkındaki yapıtıyla zekânın her alanında bitmek bilmeyen bir devrim gerçekleştiren Darwin’in, ortalama bir hafızası ve değişken bir sağlığı vardı. Spinoza veremliydi ve kırk beş yaşında öldü. Pascal ağrılı bir hastalıktan muzdaripti ve genç yaşta vefat etti. Montaigne hafızasının gerçekte oldukça kusurlu[18 - Denemeler, 2, 17.] olduğundan sıklıkla şikâyet ederdi, “acemi ve geriden gelen” bir zihni vardı. Herbert Spencer hastalanmadan en fazla bir saat çalışabilirdi. Fakat güçlerini bilgece yönetmeyi başararak bu muhteşem insanlar muhteşem birer eser inşa ettiler. Ortalama bir kabiliyete sahip ancak sebatkâr enerjileriyle üst sıralarda yer alan dâhilerin isimleriyle tüm sayfayı doldurabiliriz.

Bunun nedeni zekâ düzeninin de doğadaki gibi olmasıdır: Şiddetli eylemler, depremler, volkanlar, seller vb. olaylar sadece geçici etkiler yaratır çünkü zaman harcanmadan harika bir şey inşa edilemez.

Aynı şekilde geçici çalışma hevesleri ortaya hiçbir eser çıkaramaz. Ama basit bir su damlası ve zaman sayesinde tabiat, Alpler’i oluşturdu; Mont Blanc’ın sıradağlarından vadilere doldurduğu milyarlarca metreküp kayayı yerinden kaldırdı; her bir kum tanesiyle Camargue’ı inşa ederken deniz suyunu Valence’tan Saintes-Maries’ye kadar çekti.

Zihnin eserlerinde de aynı durum söz konusudur. Eğer ülkelerinin gururu olmuş insanların çocukluğunu incelerseniz öğrenciyken her zaman sınıflarının ya da dönemlerinin birincileri olmadıklarını bazen de sonuncu olduklarını görürsünüz. Çoğu, öğretmenleri tarafından kötü tanınır ama Descartes’ın Düşünceler’ini okuyan Malebranche gibi sarsıntı yaşadıkları günden itibaren çalışmak için içlerinde bir tutku uyanır; tüm kalpleri ve tüm enerjileriyle kendilerini çalışmaya verirler. Beynin sağlıklı gençliği tarafından on yıl boyunca yürütülen sessiz, yalnız ama azimli çalışmasının ne kadar verimli olduğuna kader, genellikle on sekiz yaşından otuz yaşına kadar karar verir! Tüm hayatın sadece bir ilerleme olacağı verimli keşifleri bu yıllarda yaparız. Bu süre zarfında sınavlar gibi görüntüden ibaret yarışlarda, çaba göstermeden sizi geride bırakan arkadaşlar güçlerini israf etmekteydi. Sizin ilk eseriniz ise bir toprak yükselmesinin ortaya çıkardığı adalar gibi deniz seviyesinin altında, birkaç kulaç ötede sessizlikten ve karanlıktan aniden belirmekteydi.

Büyük insanların hepsi yavaşça ve sakince kendini geliştirir. Sabırla ilerlerler. Tırmanma tecrübesine sahip dağcılar bilirler ki sıkıntıya gelemeyen turistler, kısa zamanda tükenmiş ve nefes nefese kalmış bir şekilde pes eder. Dağcılar ise lotta adımı diye adlandırdıkları yavaş ama düzenli adımlarla yol alırlar yani bir yatakla hantalca yüklenmiş kötü bir arabanın gerektirdiği adımlarla; yavaşça, durmadan, yöntemsel bir şekilde ilerlerler… Üstün zekâların hepsi “lotta adımı” duygusuna sahiptiler. Newton der ki, “Eğer birkaç keşif yaptıysam bu, zihnimi meşgul eden konuyu kesintisiz düşünmemden, onu tüm yönleriyle tasarlamamdan kaynaklanır… Eğer araştırmalarım birkaç faydalı sonuç ortaya çıkardıysa nedeni yalnızca çalışmak ve ‘sabırlı düşünce’dir.” “Bir tür ön bilgi aracılığıyla, çaba gösterilmeden yapılan dâhiyane keşiflerin var olup olmadığını bilmiyorum. Ama böylesi bir durum Pasteur için kesinlikle söz konusu olmadı ve eğer bir kâşif olduysa bu, öncelikle onun sessiz ve inatçı oluşundandır.”[19 - Duclaux, 18 Haziran 1896, Paris Öğrenciler Birliğinde.]

Dürüst Muhasebeci

Büyük insanların kesintisiz çabanın verimliliğine duydukları güven, kendilerindeki Dürüst Muhasebeci’nin varlığını sezgisel olarak bilmelerine dayanır. Onlar düşüncelerimizi, duygularımızı, çabalarımızı gören ve büyük bir titizlikle kaydeden bu muhasebeciye itimat ederler.

Bu muhasebeci çalışmaktan vazgeçişlerimizi ve çalışmaya en ufak şekilde teslim oluşumuzu borç sütununda toplar. İnisiyatif, cesaret ve bilinçli çaba girişimlerimizin en ufağını elde edilenler sütununa yazar. İradenin sandığa kaldırıldığı gün Dürüst Muhasebeci katı bir şekilde hesabı dengeler: Her daim çaba göstermekten kaçan sen; hâl ve şartların önem arz ettiği bu günde enerjiye ihtiyacın var. Kredini tükettin, rezilce iflas ediyorsun. Küçük enerji parçalarını günden güne sabırla biriktiren senin içinse her şey daha kolaydır. İşte bileşik faizi artan cesaret yatırımların! Çünkü beyin, ekilen her tohumu toprak gibi yüz katına çıkarır.

Günden güne hafıza zenginleşti ve düzene girdi, dikkat daha çevik ve daha sağlam hâle geldi, yargının keskin ağzı bilendi, iyi alışkanlıklar kuvvetlendi ve şimdi birbirlerine karşılıklı destek vermekteler. O hâlde yöntem nedir? Sağlıklı düşünce alışkanlıklarının yanında titiz düzen alışkanlıkları, sınıflandırma, tecrübe ve zorlukları öngörme alışkanlığıdır. Yavaş yavaş eylemlerin aktif alışkanlıklar biçiminde sermayeleştirilmesi sayesinde çırak iyi bir işçiye, sonra usta bir işçiye dönüşür ve Latince, matematik, tarih, felsefe, tıp, hukuk söz konusu olduğunda öğrenci yetkin, sonra yetenekli bir insan, daha sonra da herkesin dinlediği ve sözlerinin sonsuz mutlu eylemlere sebebiyet verdiği bir öğretmen olur.

Ancak amaca ulaşmak için acele edilmemelidir. Peş peşe otuz kez gördüğüm bir böceği örnek alalım. Onu kışlık ambarından ayıran küçük bir yamacı aşmak için usanmadan yeniden başlayan ve her seferinde yuvarlanan besin yumağını ittiren bir böcek sonunda onu içeri almayı başardı. Kendilerinden daha büyük, sürekli düşen bir tanecikle yüklü karıncalar asla usanmazlar; altmış kere denedikten sonra başarıya ulaşan bir sürü karınca gördüm. Bir çınar ağacını kesmek için beş yüz adet çift taraflı testere darbesi gerektiğini saymışımdır. Eğer geri dönmek yerine her salınımda ilerleseydi cep saatimin sarkacı bir günde otuz altı kilometre ve otuz yılda bir dünya turu yapardı.

Bu düşünceler, kişinin hayatını adamak istediği bir bilimi öğrenmenin neden olduğu cesaretsizlik anlarında rahatlık verir. İstersek hiçbir çabanın boşa gitmediğini ve küçük çabaların birikimiyle dikkat çeken işler yapabildiğimizi bilmekten daha teselli edici bir düşünce yoktur. Hem çocuklar hem öğrenciler Dürüst Muhasebeci’nin sarsılmaz varlığını hissederek kazançlı çıkacaktır. Bu akşam, tembelliğimden bir kelimenin anlamını sözlükten doğrulamak ya da bir fiilin zamansal çekimine dil bilgisi kitabından bakmak için yerimden kalkmadım. Bu küçük tembellik beynime kaydolur ve yarın, tüm çabalarım daha zor bir hâl alır. Aksine haritada bir ırmağın, bir dağın bulunduğu yeri doğrulamak için tereddüt etmeden kalkarsam tembelliğe karşı kazanılmış bu küçük zafer beynime kaydolur ve yarın büyük bir enerjiyle işime saldırırım. Oysa çoğunlukla zafer hiçbir şeye bağlı değildir. Port Arthur’da Japonların Rus filosuna saldırısı sırasında Japonlar mühimmatlarını tüketmişlerdi ve Ruslar beş dakika daha direnselerdi Japonlar geri çekilecekti. “Eğer Metz bir gün sonra teslim olsaydı, ikinci ordu Orleans ormanının önüne bir gün sonra gelmiş olsaydı Paris kuşatmasını kaldırmak gerekecekti.”[20 - 4 Aralık 1870, Journal du Prince Frédéric Charles.]

İrade üzerinde bir terazi gibi hareket eden dürtülerin ve güdülerin hassas salınımında, küçücük bir ağırlık galibiyetin ya da yenilginin üzerinde etkili olur. Zafer, genellikle Dürüst Muhasebeci tarafından yorulmak bilmeyen günlük eylem koleksiyonunda yapılandırılan birikimlerden kaynaklanır. Tüm geçmiş, şimdiki zamanda imdadımıza yetişir. Pierre Pithou gibi şunu söyleyebilmek gerekir: “Büyük işlerden ziyade iyi yapılmış bir esere saygı duymaktan daha çok sevgim vardır. Halka başkanlık etmektense onlara fayda sağlamayı tercih ederim.”

İrade için doğru olan, hafıza için daha doğrudur. Çalışmalarım esnasında kaç defa yirmi yıldan beri uyur vaziyette olan bir gözlemin ya da bir okumanın kalıntılarının aniden belirdiğini görmedim! Hiçbir şeyi kaybolmaya terk etmeyen beynin bu gücü öylesine muhteşem ki! Ayrıca konuşurken, yazarken elli yıldan fazlaya ve çalışkan çocukluğuma dayanan edinimleri kullanırım.

Bir öğrenci tercümesinin bir cümlesinin anlamını çözmek ya da birbirini izleyen teoremlerin mantıksal sırasını kavramak için titiz bir çaba gösterdiğinde sergilemiş olduğu bu çaba Montaigne’in, Descartes’ın, Lavoisier’nin, Ampere’inkilerden farklı olmaz. Sen nasıl ki cesaretli bir çocuk olarak görevinin başında yer almaktaysan onlar da en iyi anlarında senin yaptığından farklı bir şey yapmadılar. Tüm ruhunla çaba gösterip büyük insanların büyümek için yaptığını aynen tekrarladığın takdirde onların senden üstün bir tarafları kalmaz. Aynı şekilde doğru ve karakteristik terimler kullanarak cümleler yazdığında en büyük yazardan bir farkın kalmayacaktır. Tüm kalbinle çalışmayı başardığın anda en büyüklerle eş değer olursun. Öğretmenler senin üzerinde tek bir üstünlüğe sahiptir: Onlar özverili çabalarını her gün, her hafta, her yıl yenilediler ve bu sayısız çabayı varlık hanelerine kaydeden Dürüst Muhasebeci sayesinde geçmişlerinin onlara sağladığı güç ve kuruşu kuruşuna tasarruf edilen entelektüel servetleriyle senden daha üstün oldular. Ama senin yaşındayken şu anda sahip olduklarından daha fazlasına sahip değillerdi; hatta belki de daha azına sahiplerdi. Sık sık cesaretlerini senin gibi kaybettiler çünkü yolu uzun ve zahmetli buluyorlardı. Senin gibi cesaret gösteren fakat kötü zamanlarda mücadele etmekten vazgeçen geleceğin büyük insanlarının çoğu da doruğa ilerlerken bu şekilde yarı yolda kaldılar. Sen, hesabına her gün capcanlı çabalar eklemeye devam et. Yorgunlukta aşırıya kaçmadan sakince zirve tırmanışını tamamlayıp engin görüş açısına kavuştuğunu göreceksin.

Unutmayalım ki Dürüst Muhasebeci koruyucu bir meleğin merhametine sahip değildir; esnemez ve acıma duygusuna erişemez: Olanı olduğu şekilde kayıt altına alır ve sadece zenginlere eli açık davranır. Bunu asla aklımızdan çıkarmayalım ve kendimiz aleyhine hareket etme budalalığına sahip olmayalım. Başarısız, kıskanç, hayal kırıklığına uğramış kişi her zaman ödenecek borçlarını budalaca artırıp hanesine yazdıran ve günden güne merhametsiz düşmanını güçlendiren bir “Héautontimorouménos”tur.[21 - Bourreau de soi-même, Térence’tan bir komedi başlığı.] Hayatın, her birimiz için olmasını istediğimiz şekilde var olan birer yapıt olduğunu düşünmemiz daha doğrudur. Her birimizin üzerinde eksiksiz yargıyı oluşturan şey, yapabildiğimiz işin kalitesidir. Yaratmayı bilmeyen kişi yalnızca bir gölge ve saf bir hiçliktir. Yaşamak, yaratmaktır; yaratmak ise çalışmak.

Çalışma üzerine Montaigne’in felsefe hakkında söylediği şeyi söyleyebiliriz: “Onu çocuklara erişilemez, asık suratlı, çatık kaşlı ve korkunç bir şekilde tasvir etmekle hata ediyoruz. Bu sahte suratla onu benden gizleyen kimdir? Bundan daha neşelendirici ve çılgınca diye tarif edebileceğim bir şey yok.”

İKİNCİ BÖLÜM

Gerçek Zekâ ve Sözde Çalışma

Mademki bir insanın değeri yaptığı işin değeriyle ölçülür, o hâlde bu kelimenin anlamını tam olarak belirlemek, sözde çalışmayı gerçek olandan seçmek ve yüzeysel gözlemcileri aldatabilecek taklitleri ayırt etmek gerekir. Emile Zola, Dört İncil yapıtının ilkinde şunu yazmaktaydı:

“Çalışmaya inanç duymanızı rica ediyorum. Hayatın başka bir anlamı, başka bir var olma amacı yok: Her birimiz yalnızca elimizdeki emeği ortaya koymak ve daha sonra yok olmak için tezahür ediyoruz. Ah gençlik! O hâlde hepiniz işinizin başına geçin! Her biriniz hayatını dolduracak bir görev edinsin! Oldukça mütevazı görünebilir ama daha faydalı olacaktır. Ne şekilde olursa olsun fark etmez yeter ki bir göreviniz olsun ve sizi ayakta tutsun! Onu düzene koymayı başardığınız zaman bu görev sizin sağlık ve mutluluk içinde yaşamanızı sağlayacaktır. Her üyesinin kendi çalışma mantığını oluşturan bir toplum ne kadar sağlıklı ve büyük bir toplum olacaktır! Bizi kurtarabilecek tek inancın da eksiksiz çabanın verimliliğine inanmak olduğunu düşünüyorum.”

Birkaç zaman sonra Tolstoy şöyle itiraz ediyordu:

“Çalışmak ama neye?” diye soruyordu. “Afyon, tütün, brendi üreticileri ve satıcıları; tüm borsa vurguncuları, tüm gardiyanlar, tüm cellatlar çalışır. Tüm bu işçiler işlerini durdurursa insanlığın kazanacağı kesindir. En meşgul insanlar kendilerini bir an için rahatlamaya bıraksalar, yaptıkları işin yararlılığını inceleyip sorgulamaya vakit ayırsalar iyi olmaz mıydı? Ve dahası siz genç insanlar, lise bitiminde sizi bekleyen bu engin dünyaya girmeden önce etrafa bakmak ve sizi nereye götüreceğini bilmek için gideceğiniz yolu düşünmeniz gerekmeyecek mi? Ayırt etmek, karşılaştırma yapmak ve düşünmek için hareket etmeyi durdurmazsanız yapılacak en iyi işin ne olduğundan nasıl emin olacaksınız?”

Bu gözlemden daha doğrusu yoktur. Gerçekleştirme zahmetine değmeyecek ve hatta tehlikeli olabilecek, fayda sağlamayan işler vardır. Gerçek altını bakırdan, gerçek çalışmayı da sözde çalışmadan ayırt etmeye yarayan bir mihenk taşı var mıdır? Eğitimde egemen olan ilkeye başvurmak gerekir: Bir anlamda özgürlüğü ve düşünme enerjisini kısıtlayan, onları tek başına mümkün kılan koşulu yani adaleti yıkmaya dayanan her çalışma zararlıdır.[22 - Jules Payot, Cours de Morale.]

Böylece düzenbazlar ve ahlaksızlar tarafından sömürülmeye açık birçok zarar verici işi bertaraf ederiz: Kötü meslek işçileri; dilencilik, fuhuş ve alkolizm işçileri, yazma ya da konuşma kolaylıkları sayesinde gerçek çalışmadan daha çabuk bir şekilde başarıya ulaşmak isteyen pornografik ya da polisiye roman yazarları, yandaş gazeteciler, popüler tutkuların dalkavukları, politikacılar…

Ancak bu kötü işler toplumsal sorunun sadece bir parçasıdır ve bizler bu karanlık uçurumun dipsizliğine yanından geçerken yalnızca şöyle bir göz atabiliriz.

Kendimizi yanıltıcı olan sözde çalışmayı saptamak ve onu gerçek çalışmadan ayırt etmek için zorlayalım.

Daha önce ceza korkusu ve hazzın çekiciliğiyle elde edilen çalışmadan bahsetmiştik; tembellik, ikiyüzlü ve düzenbaz bir tutkudur. Çalışıyormuş gibi yapmak kurnazcadır. Gerçekte çabadan kaçan ve görünüşten ibaret olan çokça çalışma vardır.

Çocuk, çalışıyormuş gibi yapmakta o kadar ustadır ki öğretmenler yorgunluktan kendilerine sunulan komediye boyun eğmek zorunda kalırlar. Az çaba göstermek üzerine yapılan gizli ittifak evrenseldir. Söylediğimiz gibi toplumsal ilişkiler, kimsenin gerçeklerini fark etmek niyetinde olmadığı geleneksel yalanlara dayanır. Benzer şekilde eğitim sistemimiz de üstü kapalı bir anlaşmayla bize sahte para verildiğinin farkında gözükmememiz gerektiğini kabul eder. Saat altıya doğru sıkıcı bir akşam çalışmasına oturmak, çalışmanın aldatıcılığını tespit etmek için yeterlidir: Karmaşık haritalar, verimsiz özetler, gayret gösterilmemiş ödevler. Devamında bir sınav sözlüsünü dinlemek, konu dışı aşırma metinlerle ve öğrenciye anlamsız gelen formüllerle dolu ödev kâğıtlarını okumak yeterli olacaktır. Tıpkı tehlikedeki gemilerin etraflarına denizaltıları kör eden donuk sisler yayması gibi öğrenciler de gözetmenlerine anlaşılmayan kelimeler, soyut formüller, hakkında belli belirsiz fikirlere sahip olunan bilgiler sisinin arkasındaki tutarsız düşünceleri belli etmez; hiçbir anlamlandırma, düzenleme ve mantık çabası göstermez.

Yükseköğretimde de göstermelik işi kabul etmek için aynı gizli ittifak geçerlidir. Üniversite kütüphanelerimiz hukuk, tıp, tarih, doğa bilimleri ve daha nicesi üzerine yazılmış tezlerle doludur, yazık! Sözde çalışmalarla hazırlanmış felsefe tezleri, kişisel hiçbir fikir içermeyen ve israf olmaktan öteye gidemeyen kâğıt yığınlarıdır.

Çalışmanın Anlamsal Lekelenmesi

Çalışma kelimesinin kökeni açıklayıcı niteliktedir. Mareşallerin atları durdurmak için kullandığı ahşap çerçeveyi işaret eden trabs[23 - Fransızcada iş, çalışma ve görev anlamlarına gelen travail kelimesinin kökeni. (ç.n.)] kelimesinden gelir; buradan da yorgunluk, acı, sıkıntı, güçlük anlamlarına geçilir.

Bu şekilde aşağı Latin halkından bize ulaşan dil; çalışmanın anlamını lekelendiren, kölelik damgası olan kelimeyi içine almıştır.

Devamında Doğu kökenli dinler çalışmayı bir ceza olarak görmüştür!