banner banner banner
Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5
Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5


Hizmetkârların anlattıkları genel hatlarıyla bu şekildeydi. Müfettiş Martin’in sorusu üzerine, bütün kapıların içeriden kilitlenmiş olduğunu ve hiç kimsenin kolay kolay evden kaçamayacağına emin olduklarını söylediler. Holmes’un sorusuna ise üst kattaki odalarından fırladıklarında barut kokusunu fark ettiklerini çok iyi hatırladıklarını söyleyerek karşılık verdiler. “Bunu dikkatinize saygıyla sunmak istiyorum.” dedi Holmes profesyonel meslektaşına dönerek, “Artık odayı ayrıntılı bir biçimde inceleyebiliriz.”

Küçük olan çalışma odasının üç köşesinde birer kitaplık bulunuyordu ve bahçeye bakan pencerenin hemen önünde bir yazı masası vardı. Dikkatimizi ilk çeken, talihsiz Bay Cubitt olmuştu; çünkü iri yarı vücudu odaya boylu boyunca serilmişti. Dağınık kıyafetleri, uykusundan aceleyle uyandırıldığını gösteriyordu. Ona tabancayla ön tarafından ateş edilmişti ve mermi kalbine isabet ederek vücudunun içinde kalmıştı. Aniden ve çok acı çekmeden öldüğü kesindi. Ne giysilerinde ne de ellerinde barut izine rastlanmadı. Doktorun söylediğine göre bayanın yüzünde bu lekelerden varmış; ama ellerinde hiçbir şey yokmuş.

“Ellerinde ize rastlanmaması bir anlam ifade etmiyor; ama eğer olsaydı o zaman her şey değişebilirdi.” dedi Holmes, “İyi oturmayan bir kurşun söz konusu olduğunda barut geriye sıçrayabilir; ama aksi takdirde hiç iz bırakmadan defalarca ateş edilebilir. Bay Cubitt’in cesedini artık yerinden kaldırmanızı önereceğim. Sanıyorum doktor, bayanın yaralanmasına sebep olan mermiyi henüz çıkartmadınız.”

“Bunu yapabilmek için ciddi bir ameliyat gerekir. Ancak tabancada hâlâ dört tane mermi var. İkisi ateşlenip iki yaraya sebep olduğuna göre kullanılmış mermilere açıklık getirmiş olduk.”

“Öyle görünüyor, değil mi?” dedi Holmes, “O hâlde pencere kenarını delip geçen mermi için de bir açıklamanız olacaktır.”

Aniden dönerek uzun, ince parmağı ile pencere çerçevesinin alt kısmının yaklaşık bir inç üzerindeki mermiyle açılmış deliğe işaret etti.

“Aman Tanrı’m!” diye bağırdı müfettiş, “Bunu nasıl gördünüz?”

“Çünkü onu aradım.”

“Harika!” diye bağırdı doktor, “Gerçekten haklısınız efendim. O zaman üçüncü kez ateş edilmiş; demek ki üçüncü bir kişi mevcutmuş odada. Ama o kim olabilir ve buradan nasıl kaçtı?”

“Birazdan bu problemi çözeceğiz.” dedi Sherlock Holmes, “Hatırlıyor musunuz, Müfettiş Martin, hizmetkârlar odalarından ilk çıktıkları anda bir barut kokusu duyduklarını söylemişlerdi ve ben de size bunun çok önemli bir ayrıntı olduğundan bahsetmiştim?”

“Evet, efendim ama ne demek istediğinizi pek anlamamıştım doğrusu.”

“Şu anlama geliyordu: Ateş edildiği sırada sadece pencere değil aynı zamanda kapıları da açıktı. Yoksa barut kokusu evin geri kalan kısmına bu kadar hızlı yayılmazdı. Bunun için cereyana ihtiyaç vardır; ancak hem kapı hem de pencere çok kısa bir süreliğine açık tutulmuştu.”

“Bunu nasıl kanıtlayabilirsiniz?”

“Çünkü mum akmamış.”

“Mükemmel!” diye bağırdı müfettiş, “Mükemmel!”

“Pencerenin bu talihsiz olay sırasında açık olduğundan emin olduktan sonra o açıklıkta durup ateş eden üçüncü bir kişinin varlığından şüphelendim. Bu kişiye doğru ateşlenmiş bir kurşunun pervaza çarpması beklenebilir bir şeydir. Bunun üzerine pervazı inceledikten sonra aradığım merminin izini buldum!”

“Peki daha sonra pencere ve kapıyı nasıl kilitlediler?”

“Kadının ilk hareketi içgüdüsel olarak pencereyi kapatıp kilitlemek olmuştur. Ama ah! Bu da ne?”

Çalışma masasının üzerinde bir kadın çantası duruyordu; gümüş rengi, timsah derisinden yapılmış, ufacık, süslü bir çanta… Holmes çantayı hemen açarak içindekileri boşalttı. Lastikle bir arada tutulan yirmi adet elli sterlinlik İngiltere Bankası banknotundan başka bir şey yoktu.

“Bunu koruma altına almalıyız çünkü mahkemede delil olarak kullanılacak.” dedi Holmes içindekilerle beraber çantayı müfettişe uzatarak. “Şimdi, artık ahşap pervaza bakıp odanın içinden atıldığı anlaşılan üçüncü kurşuna açıklık getirmenin zamanı geldi. Aşçı Bayan King ile tekrar görüşmek istiyorum.”

“Bayan King, çok yüksek bir patlama sesiyle uyandığınızı söylediniz. Bunu söylerken birinci sesin ikinciye göre daha şiddetli olduğunu mu ifade etmek istemiştiniz?”

“Aslında efendim, uykudan uyandığım için pek emin olamıyorum. Ama çok yüksek bir ses olduğunu söyleyebilirim.”

“Aynı anda iki farklı silahtan ateş edilme ihtimali var mıdır sizce?”

“Pek emin olamıyorum efendim.”

“Şüphesiz böyle olduğunu düşünüyorum. Sanıyorum bu odada her şeyi yeterince tetkik ettik Müfettiş Martin. Eğer benimle gelme nezaketinde bulunursanız bahçenin bize sunacağı yeni ipuçlarını birlikte arayabiliriz.”

Çalışma odasının penceresinin altında bir çiçek tarhı uzanıyordu ve ona doğru yaklaşırken hepimiz, şaşkınlıktan ufak bir çığlık attık. Çiçekler çiğnenmişti ve yumuşak toprağın üstü ayak izleriyle doluydu. Garip bir şekilde uzun parmakları olan, büyük bir erkek ayağının izleriydi. Holmes çimenlerin ve yaprakların arasında, yaralı bir kuşu arayan av köpeği misali dolanıp durdu. Sonra memnun bir ifadeyle öne eğilip yerden küçük, pirinç bir silindir aldı.

“Tam düşündüğüm gibi!” dedi, “Tabancanın bir ejektörü varmış, üçüncü kovan da burada. Sanıyorum Müfettiş Martin, davamızın sonuna epey yaklaştık.”

Holmes’un araştırmalarında hızlı ve zekice ilerlemesi karşısında, kasaba müfettişinin yüzü çok yoğun bir şaşkınlık ifadesine büründü. İlk başta kendi pozisyonunu düşünüp tavır takınmıştı; ancak şimdi hayranlıkla dolup taşıyor ve Holmes’un söylediklerini harfi harfine yerine getirmeye çalışıyordu.

“Kimden şüpheleniyorsunuz?” diye sordu.

“Bunu sonra konuşuruz. Bu davanın birkaç noktasını henüz size açıklayamayacağım. Bu nedenle artık kendim devam etmeliyim ve meseleyi aydınlığa kavuşturmalıyım.”

“Nasıl isterseniz Bay Holmes, yeter ki adamımızı yakalayabilelim.”

“Gizem yaratmak niyetinde değilim ama harekete geçmemiz gereken bir anda uzun ve karmaşık açıklamalara girmem imkânsız. Bu meselenin bütün ipuçları şu an elimdedir. Bayan tekrar bilincine kavuşmasa bile dün geceki olayların ayrıntılarına inip parça parça inceleyerek adaletin yerini bulmasını sağlayabiliriz. Şimdi, ilk olarak bu civarda ‘Elrige’s’ adında bir hanın bulunup bulunmadığını öğrenmek istiyorum.”

Tekrar sorgulanan hizmetkârlar böyle bir yeri daha önce hiç duymadıklarını söylediler. Ancak seyis yamağı olayı biraz aydınlatarak birkaç mil ötede, Doğu Ruston tarafında, bu isimde bir çiftçinin yaşadığını hatırladı.

“Issız bir yer midir bu çiftlik?”

“Çok ıssızdır efendim.”

“Belki oradakiler dün gece olanları henüz duymamışlardır.”

“Belki efendim.”

Biraz düşündükten sonra Holmes’un yüzünü muzip bir gülümseme kapladı.

“Atı eyerle evlat!” dedi, “Senin Elrige’s Çiftliği’ne bir mesaj götürmeni isteyeceğim.”

Üzerlerine dans eden adamların çizildiği kâğıt parçalarını çıkardı cebinden. Bunları önüne sererek bir süre çalışma masasında uğraştı. En nihayetinde kâğıtları oğlana uzatarak sadece üstünde adı yazılı kişiye iletmesini söyledi ve sorulan sorulara asla cevap vermemesini istedi. Nota göz attığımda, Holmes’un her zamanki düzenli el yazısı yerine dağınık ve düzensiz harfler kullandığını gördüm. Elrige’s Çiftliği, Doğu Ruston, Norfolk’a, Bay Abe Slaney adına yazılmıştı.

“Sanıyorum müfettiş…” dedi Holmes, “Yardım istemek için bir telgraf çekseniz iyi olacak çünkü hesaplarım doğru çıkarsa oldukça tehlikeli bir mahkûmu kasaba hapishanesine nakletmek zorunda kalacaksınız. Bu notu götüren çocuk şüphesiz sizin telgrafınızı da gönderebilir. Eğer öğleden sonra şehre bir tren varsa Watson, ona binsek iyi olacak; çünkü ilgilendiğim bir kimyasal analizi bitirmek istiyorum, zaten buradaki dava da hızla sona yaklaşıyor.”

Notu verip çocuğu gönderdikten sonra Sherlock Holmes hizmetkârlara birkaç talimat verdi. Eğer bir ziyaretçi gelip de Bayan Hilton Cubitt’i soracak olursa onun durumu hakkında bilgi verilmeyecekti ve o kişi derhâl oturma odasına alınacaktı. Büyük bir ciddiyetle bu noktanın üzerinde ısrarla durdu. Holmes, en sonunda bu mesele için yapacağı bir şey kalmadığını ve beklerken zamanımızı en iyi şekilde değerlendirmemiz gerektiğini söyleyerek hepimizi oturma odasına doğru götürdü. Doktor diğer hastalarını görmeye gitmişti. Sadece müfettiş ve ben kalmıştık.

“Sanıyorum bir saati ilginç ve kârlı bir biçimde nasıl değerlendirebileceğimizi biliyorum.” dedi Holmes, bir sandalyeyi masaya doğru sürükleyip dans eden tuhaf adamların resimlerinin olduğu kâğıtları önümüze sererek. “Watson, yoğun merakına rağmen bunca süredir sessizce beklediğin için sana teşekkür borçluyum. Ve size müfettiş, bütün bu olaylar garip, profesyonel bir inceleme gibi gelmiş olmalı. Neyse, öncelikle Bay Hilton Cubitt’le Baker Caddesi’ndeki görüşmelerimizden çıkan ilginç sonuçlardan bahsedeyim.”

Bunun üzerine daha önce kayda geçirmiş olduğum olayları yeniden özetlemeye başladı.

“Şu an önümde oldukça ilginç çizimler duruyor; böyle korkunç bir trajedinin habercisi olmasalardı biri bunlara baktığında gülüp geçerdi muhtemelen. Her türlü gizli yazıya aşina olmama, hatta yüz altmış ayrı şifreyi analiz ettiğim naçizane bir çalışmaya sahip olmama rağmen bu yazının bana da tamamen yabancı geldiğini itiraf etmeliyim. Bu sistemi icat edenlerin amacı belli ki bu karakterlerin aslında bir mesajı ifade ettiğini gizlemek ve bunların, çocukların rastgele çizdiği resimler olduğu fikrini vermekti.

Ancak bu sembollerin her birinin bir harf olduğunu anladığımda ve her türlü şifreli yazıda bize rehberlik eden kuralları uyguladığımda, çözümün aslında çok basit olduğunu anladım. Bana teslim edilen ilk resim o kadar kısaydı ki yapabileceğim pek bir şey yoktu. Ancak şu sembolün (

) E harfi olabileceği konusunda az çok emindim. Bildiğiniz gibi E harfi İngiliz alfabesinde en çok kullanılan harftir ve o kadar baskındır ki en kısa cümlede bile sık sık karşımıza çıkmaktadır. Bana takdim edilen ilk mesajda on beş sembol vardı ve dördü aynıydı, bu nedenle bunların E harfi olma ihtimali çok yüksekti. Bazen figürün elinde bir bayrak varken bazen de yoktu ve bayrakların dağılım biçiminden bunların, cümleyi kelimelere böldükleri kanaatine vardım. Bunu bir varsayım olarak kabul ettim ve şu sembolün de

(

) E harfi olabileceğini aklımda tuttum.

Artık incelemelerimin en zor kısmına gelmiştim. E’den sonra alfabenin diğer harflerinin dağılımı çok düzenli değildir. Bir sayfalık herhangi bir yazıdaki bir düzen kısa bir cümlede geçerli olmayabilir. Kabaca; T, A, O, I, N, S, H, R, D ve L harflerinin sıklık sıralaması sayılabilir ama T, A, O ve I birbirlerine çok yakın oldukları için anlamlı bir parça bulana kadar her bir kombinasyonu denemek sonu olmayan bir çalışma olurdu. Bay Hilton Cubitt’le ikinci görüşmemiz bana iki kısa cümle ve arada bayrak olmadığı için tek bir kelime olduğunu tahmin ettiğim bir mesaj sundu. Semboller şu gördüğünüz kâğıttaki gibiydi. Artık elimdeki beş harflik kelimede ikinci ve dördüncü harfin E olduğunu kabul edebilirdim. Bunlar ‘sever’, ‘lever’ ya da ‘never’[2 - İngilizcede söz konusu kelimeler şu anlamlara gelir: “sever”: kesmek, ayırmak; “lever”: kaldıraç; “never”: asla (ç.n.).] olabilirdi. Bunlardan sonuncusunun, bir isteğe cevap olduğu düşünülürse doğru olma ihtimali daha yüksekti ve şartlar da cevabın evin hanımı tarafından yazılmış olduğunu gösteriyordu. Bunu doğru kabul ettiğimizde şu sembollerin, sırayla N, V ve R harflerine karşılık geldiği sonucunu çıkarabilirdik.