banner banner banner
Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5
Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5


Yeni bir kâğıt ortaya çıkardı. Bu seferki figürler şu şekildeydi:

“Söyler misiniz?” dedi Holmes; gözlerinden ne kadar heyecanlı olduğunu anlayabiliyordum, “Bu resim, sadece ilk resme yapılan bir ilave miydi yoksa tamamen ondan ayrıymış gibi mi görünüyordu?”

“Kapının diğer tarafındaydı.”

“Mükemmel! İşte bu en önemli ayrıntıydı! Yeni ümitlerle doluyorum. Şimdi, Bay Hilton Cubitt, lütfen ilginç hikâyenize devam edin.”

“Söylenecek pek bir şey kalmadı Bay Holmes, sadece o gece beni engelleyen eşime çok kızgınım, yoksa kötü niyetle gizlenen o serseriyi mutlaka yakalardım. Eşim bana zarar geleceğinden korktuğunu söyledi. Aslında bir ara, asıl o adama bir zarar gelmesinden korktuğunu düşündüm; çünkü şüphesiz onun kim olduğunu ve o tuhaf şekillerin ne anlama geldiğini biliyordu. Ancak Bay Holmes, eşimin ses tonu ve gözlerindeki bakış böyle düşünmeme engel oldu. İşte o zaman sadece benim can güvenliğimin onun için önemli olduğunu anladım. İşte bütün hikâye bu kadar ve bundan sonra ne yapmam gerektiği konusunda tavsiyelerinize ihtiyacım var. Bana kalsa çiftliğimde çalışanların yarım düzinesini çalılıkların arasına yerleştireceğim ve bu adam tekrar geldiğinde ona öyle bir dayak attıracağım ki bizi bir daha asla rahatsız etmeye cesaret etmeyecek.”

“Maalesef böyle basit çözümler üretmek için fazla derin bir konu.” dedi Holmes, “Londra’da ne kadar kalabilirsiniz?”

“Bugün geri dönmeliyim. Hiçbir şey için eşimi bütün gece yalnız bırakamam. Çok korkuyor, bu yüzden hemen geri dönmem için bana yalvardı.”

“Çok haklısınız. Burada kalabilseydiniz bir iki gün sonra sizinle geri dönebilirdim. Bu arada o kâğıtları bana bırakın, ben de en kısa sürede yanınıza gelip bu davayı aydınlatacağımı düşünüyorum.”

Ziyaretçimiz gidene kadar Sherlock Holmes sakin ve profesyonel tavırlarını korumuştu; ama ben onu çok iyi tanıdığımdan son derece heyecanlı olduğunu görebiliyordum. Zaten Hilton Cubitt iri yarı gövdesiyle kapıdan uzaklaşır uzaklaşmaz arkadaşım masaya koştu, dans eden adam figürlerinin bulunduğu bütün kâğıt parçalarını önüne yaydı; ardından karmaşık ve ayrıntılı bir hesaba girişti.

İki saat boyunca peş peşe, sayfaların üzerlerini sayılarla ve harflerle doldurdu. Görevine kendini o kadar kaptırmıştı ki benim varlığımı bile unutmuştu. İlerleme kaydettikçe ıslık çalıp şarkılar söyledi; tıkanıp kaldığında ise uzun bir süre kaşlarını çatıp boş boş baktı. En sonunda bir memnuniyet çığlığı atarak sandalyesinden fırladı ve ellerini ovuşturarak odada bir aşağı bir yukarı yürümeye başladı. Sonra çok uzun bir telgraf yazmaya başladı. “Umduğum gibi bir cevap alırsam koleksiyonuna katacağın çok güzel bir dava olacak Watson.” dedi, “Yarın Norfolk’a gidebiliriz. Arkadaşımıza, sıkıntısının kaynağı hakkında kati haberler verebileceğimizi umuyorum.”

Merakla dolduğumu itiraf etmeliyim. Ama Holmes’un, açıklamalarını kendi istediği zamanda ve tarzda yaptığını çok iyi bildiğimden beni sırdaşı olarak kabul edene kadar beklemek zorundaydım.

Ancak telgrafın cevabı hemen gelmedi ve iki gün süren sabırsız bir bekleyiş başladı. Holmes zilin her çalışında kulak kabartıyordu. İkinci günün akşamında Hilton Cubitt’ten beklenen cevap geldi. O sabah güneş saatinin altına öncekilere benzer şekillerin bırakılması dışında her şeyin normal olduğunu yazıyordu. Figürlerin bir örneğini telgrafa eklemişti ve şuna benziyordu:

Holmes birkaç dakika bu tuhaf figürleri inceledikten sonra şaşkınlık ve dehşet nidalarıyla aniden ayağa fırladı. Yüzü, duyduğu endişeden dolayı bitkin görünüyordu.

“Bu olayın fazla ileri gitmesine izin verdik.” dedi, “Bu gece Kuzey Walsham’e bir tren bulabilir miyiz acaba?”

Tren saatlerine baktım. En son tren yeni hareket etmişti.

“O hâlde sabah kahvaltımızı erkenden yapıp ilk trenle gideriz.” dedi Holmes. “Acilen orada bulunmamız gerekiyor. Ah! İşte beklediğimiz telgraf da geldi! Bir dakika Bayan Hudson; bir cevap gelebilir. Hayır, tam beklediğim gibi… Bu mesaj, hiç vakit kaybetmeden Hilton Cubitt’e ne durumda olduğunu bildirmemizin önemini daha da vurguluyor. Norfolk’lu beyefendi benzersiz ve tehlikeli bir tuzağa düşmüş durumda.”

Gerçekten de öyle olduğu ortaya çıkacaktı. Bana çok çocukça ve garip gelen bu hikâyenin sonuna yaklaştıkça içimde biriken dehşet ve korkuyu bir kez daha hissettim. Keşke okurlarıma daha mutlu bir son aktarabilmek elimde olsaydı ama ne yazık ki gerçekleri bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermek ve sonraki günlerde Riding Thorpe Malikânesi’ni bütün İngiltere’nin diline düşüren bu garip olaylar zincirini anlatmak gerekiyor.

Henüz Kuzey Walsham’e inmiş ve gideceğimiz yerden bahsetmeye başlamıştık ki istasyon şefi koşturarak yanımıza geldi. “Londra’dan gelen dedektifler sizsiniz sanıyorum.” dedi.

Holmes’un yüzü sıkıntılı bir ifadeye büründü.

“Bunu nereden çıkardınız?”

“Çünkü Norwich’ten Müfettiş Martin az önce geldi. Yoksa siz beklenen doktorlar mısınız? Bayan henüz ölmedi ya da azından en son durum böyleydi. Belki onu kurtarabilirsiniz; gerçi son anlarını yaşadığı kesin.”

Holmes endişeyle kaşlarını çatmıştı.

“Riding Thorpe Malikânesi’ne gideceğiz.” dedi, “Ancak orada ne olduğu konusunda hiçbir bilgimiz yok.”

“Çok kötü şeyler oldu!” dedi istasyon şefi, “Hem Bay Hilton Cubitt hem de eşi vuruldu. Bayan önce kocasını sonra da kendisini vurmuş, en azından hizmetkârlar böyle söylüyorlar. Adamcağız öldü, kadının hayatından da umudu kesmişler. Ah, zavallılar! Norfolk’un en köklü, en onurlu ailelerinden biriydi onlar…”

Holmes tek kelime etmeden arabaya koştu ve yedi millik yolculuğumuz boyunca bir kere bile ağzını açmadı. Moralinin bozuk olduğunu çok nadiren görmüşümdür. Yolculuk boyunca huzursuzdu; sabah gazetelerini endişeyle inceledikten sonra en kötü korkularının gerçekleştiğini görmüş, derin bir hüzne kapılmıştı. Koltuğunda arkasına yaslanıp karanlık düşüncelere daldı. Oysaki etrafımızda ilgimizi çekebilecek manzaralar vardı; çünkü ne de olsa İngiltere’nin en güzel kasabalarından birinden geçiyorduk. Etrafa serpilmiş birkaç ev günümüzün yerleşimini yansıtırken; ara sıra görünen heybetli, sivri kuleli kiliseler, Doğu Anglia’nın bütün görkemini ve refah seviyesini ortaya koyuyordu. En sonunda Norfolk sahilinin yeşilliği arasında Kuzey Denizi’nin mavi kıyıları göründü ve sürücü, kamçısıyla, ağaçlarla dolu bahçelerin arasındaki üçgen çatıya işaret etti. “Orada gördüğünüz Riding Thorpe Malikânesi’dir.” dedi.

Verandası olan ön kapıya yaklaşırken ön taraftaki tenis kortunun hemen yanında ilginç hikâyemizi süsleyen baraka ile güneş saatini görüverdim. Uyanık tavırlı, bıyıklı, ufak tefek, çevik bir adam, iki tekerlekli at arabasından iniyordu. Kendisini Norfolk Polis Teşkilatından Müfettiş Martin olarak tanıttı ve arkadaşımın adını duyunca çok şaşırdı.

“Ah, Bay Holmes, cinayet sabaha karşı üç gibi işlenmiş! Peki nasıl oluyor da bunun haberini Londra’dan aldığınız hâlde olay mahalline benimle aynı vakitte geliyorsunuz?”

“Olacakları tahmin etmiş ve engellemek ümidiyle gelmiştim.”

“Bu durumda bizim bilmediğimiz önemli ipuçlarınız olmalı; çünkü çok mutlu mesut bir çift olduklarını söylüyorlar.”

“Benim tek ipucum dans eden adamlardır.” dedi Holmes, “Size olanları sonra anlatacağım. Bu arada, trajediyi engellemek için çok geç kaldığıma göre, sahip olduğum bilgiyi anlatarak adaletin yerini bulması için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım. Soruşturmayı birlikte mi yürütmek istersiniz, yoksa benim bağımsız olarak çalışmamı mı tercih edersiniz?”

“Birlikte çalıştığımızı düşünmek benim için gurur verici olacaktır Bay Holmes.” dedi müfettiş tüm samimiyetiyle.

“O hâlde olanları öğrenip gereksiz bir gecikme yaşamadan olay mahallini incelemek isterim.”

Müfettiş Martin, arkadaşımın kendi tarzıyla hareket etmesine izin vererek oldukça sağduyulu davrandı ve sonuçları dikkatle not alıp kendi kendini hoşnut etti. Yaşlı ve beyaz saçlı olan doktor, Bayan Hilton Cubitt’in odasından yeni iniyordu ve yaralarının ciddi olduğunu ama ölümcül olmadığını rapor etti. Kurşun beyninin ön kısmından geçmişti ve kadın tekrar kendine gelene kadar büyük ihtimalle çok zaman geçecekti. Doktor, kadının, kendisi tarafından mı yoksa başkası tarafından mı vurulduğuyla ilgili sorumuza cevap veremeyeceğini belirterek, merminin çok yakından ateşlenmiş olduğunun kesin olduğunu söyledi. Belli ki tabancayla çok yakın mesafeden ateş edilmişti. Odada sadece tek bir tabanca bulunmuştu; ama içindeki iki mermi de kullanılmıştı. Bay Hilton Cubitt kalbinden vurulmuştu. Tabanca her ikisinin tam ortasında bulunduğu için Bay Cubitt’in önce eşini sonra da kendisini vurduğu iddiası daha akla yatkındı ya da tam tersi… Yani eşi suçlu olabilirdi.

“Beyefendiyi hareket ettirdiniz mi?” diye sordu Holmes.

“Yalnızca Bayan Cubitt’i yerinden oynattık. Zaten onu yaralı bir hâlde yerde bırakamazdık.”

“Ne zamandır buradasınız doktor?”

“Saat dörtten beri.”

“Burada başkası da var mıydı?”

“Evet, bir polis memuru vardı.”

“Hiçbir şeye dokunmadınız değil mi?”

“Hayır.”

“Oldukça tedbirli davranmışsınız. Sizi kim çağırdı?”

“Hizmetçileri Saunders çağırdı.”

“Olanları o mu bildirdi?”

“O ve aşçıları Bayan King.”

“Şimdi neredeler?”

“Sanıyorum mutfaktalar.”

“O hâlde olanları bir de onların ağzından dinleyelim.”

Meşe kaplamalı ve yüksek pencereli eskimiş hol, sorgulama mahkemesine dönüştürülmüştü. Bitkin hâline rağmen gözlerindeki değişmeyen parıltıyla Holmes, büyük, eski tip bir koltuğa oturmuştu. Kurtaramadığı müşterisinin öcünü, hayatını adama pahasına da olsa almak için gösterdiği kararlılığı gözlerinden okuyabiliyordum. Yakışıklı Müfettiş Martin; yaşlı, beyaz saçlı kasaba doktoru, ben ve ağırkanlı bir polis memuru, bu ilginç misafir grubunun geri kalanını oluşturuyorduk.

İki bayan olanları oldukça açık ve net bir şekilde anlattılar. Bir silah sesiyle uykularından uyanmışlar ve bir dakika sonra ikincisini duymuşlardı. Odaları yan yanaydı ve Bayan King hemen Saunders’ın yanına koşmuştu. Birlikte merdivenlerden inmişler, çalışma odasının kapısı açıkmış ve masanın üzerinde bir mum yanıyormuş. Evin beyi odanın tam ortasında cansız bir hâlde yüzüstü yatıyormuş. Pencere kenarında yere oturmuş eşi ise kafası duvara dayalı bir vaziyetteymiş. Çok korkunç bir şekilde yaralanmış ve yüzünün bir tarafından kanlar akıyormuş. Derin derin nefes almasına rağmen tek bir kelime bile söyleyememiş. Koridor ve aynı zamanda odaları duman içindeymiş ve barut kokusu varmış. Pencere kesinlikle kapalıymış ve iç tarafından kilitliymiş. Her iki kadın da bundan eminmiş. Hemen bir doktor ve bir polis memuru çağırmışlar. Sonra seyis ve seyis yamağının yardımlarıyla yaralı hanımı odasına taşımışlar. Karı kocanın yataklarında yatmış oldukları belliymiş. Hanımın üstünde geceliği, beyin üstündeyse pijamasının üzerine giymiş olduğu sabahlık varmış. Çalışma odasındaki hiçbir şey yerinden hareket ettirilmemiş. Bildikleri kadarıyla, karı koca arasında hiç tartışma yaşanmamış. Onlara hep birbirlerine çok bağlı bir çift gözüyle bakmışlar.