banner banner banner
Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5
Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5


“Bence aydınlatacak bir mesele kalmadı.” dedi Lestrade merhametsizce.

“Yine de izninizle onun anlatacaklarını dinlemek istiyorum.”

“Pekâlâ, Bay Holmes, sana karşı gelirsem haksızlık etmiş olurum; çünkü geçmişte bir iki defa polise yardımın oldu. Sana Scotland Yard olarak bir iyilik borcumuz var.” dedi Lestrade, “Fakat tutuklumun yanında kalmalıyım ve söyleyeceği her şeyin aleyhinde delil olarak mahkemede kullanılabileceğini de ilave etmeliyim.”

“Başka bir şey istemiyorum zaten.” dedi müşterimiz, “Tek istediğim, beni dinlemeniz ve gerçekleri görmeniz.”

Lestrade saatine göz attı. “Sadece yarım saatiniz var.” dedi.

“Önce şunu açıklamak istiyorum.” dedi McFarlane, “Ben Bay Jonas Oldacre’yı tanımıyordum. Ama adı bana aşinaydı. Çünkü yıllar önce ailemin onunla görüştüğünü ancak zamanla aralarındaki bağın koptuğunu biliyorum. Bu nedenle dün öğleden sonra saat üç sularında şehirdeki ofisime pat diye gelince çok şaşırdım. Hatta gelme amacını anlatınca daha da şaşırdım. Elinde, bir defterden koparılarak üstüne bir şeyler karalanmış birkaç sayfa vardı. Bakın buradalar, sonra da o kâğıtları masamın üzerine bıraktı.

‘Size vasiyetimi sunuyorum.’ demişti, ‘Bunu yasal bir hâle getirmenizi istiyorum, Bay McFarlane. Siz bu işlemi yaparken ben de burada oturacağım.’

Ben hemen yazmaya başlamıştım. Birkaç istisna dışında bütün varlığını bana bıraktığını görünce nasıl şaşırdığımı tahmin edebilirsiniz. Tavşan görünümlü tuhaf bir adamdı, beyaz kirpikleri vardı. Kafamı kaldırıp ona göz attığımda o, keskin, gri gözlerini bana dikmiş, eğleniyormuşçasına bakıyordu. Vasiyeti okurken gözlerime inanamamıştım. Bekâr olduğunu, yaşayan akrabasının pek bulunmadığını, çocukluğunda ailemi çok iyi tanıdığını, benim her şeye layık genç bir adam olduğumu duyduğunu, parasının, değerini bilen birinin elinde bulunacağından emin olduğunu anlattı bana. Tabii ben de ancak kekeleyerek teşekkür edebilmiştim. Neyse, vasiyetname hazırlanıp imzalandı ve kâtibim tarafından gözden geçirildi. Bütün bunlar buradaki mavi kâğıtta yazılı ve bu elimdekiler, size de anlattığım gibi vasiyetin taslaklarıdır. Her neyse bunun üzerine Bay Jonas Oldacre, bina kontratları, tapu senetleri, ipotekler, muvakkat senetleri gibi birtakım evrakların daha olduğunu ve onları görüp öğrenmem gerektiğini söyledi. Her şeyi bir karara bağlamadan içinin rahat etmeyeceğini anlattı ve o gece vasiyeti de yanıma alarak maddeleri düzenlemek amacıyla benim Norwood’a gelmem için yalvardı. ‘Unutma, oğlum, her şeyi halletmeden ailene bu mesele hakkında tek kelime etmeyeceksin. Onlara sürpriz yapacağız.’ Bu konuda çok ısrarcıydı ve sadakatle söz vermemi istedi.

Onun isteyebileceği herhangi bir şeyi reddedecek bir durumda olmadığımı tahmin edebilirsiniz, Bay Holmes. O benim velinimetimdi ve onun isteklerini yerine getirmek benim tek arzum olmuştu. Bu sebepten eve bir telgraf çekip çok önemli bir işle meşgul olduğumu, ne kadar gecikeceğimi söylememin imkânsız olduğunu yazdım. Bay Oldacre, saat dokuzda -çünkü o saatten önce evde olamayacağını belirtti- kendisiyle akşam yemeği yememi istedi. Ancak evini bulmakta zorlandım ve oraya ulaşabildiğimde saat dokuz buçuğa yaklaşıyordu. Onu…”

“Bir dakika!” dedi Holmes, “Kapıyı kim açtı?”

“Orta yaşlı bir kadın açtı. Herhâlde hizmetçisiydi.”

“Ve o da herhâlde, size adınızla hitap etti, değil mi?”

“Evet.” dedi McFarlane.

“Lütfen devam edin.”

McFarlane terlemiş alnını sildikten sonra hikâyesine devam etti.

“Bu bayan çok sade bir yemeğin hazırlandığı oturma odasına götürdü beni. Yemeğimiz bittikten sonra Bay Jonas Oldacre ile çok ağır bir kasanın bulunduğu bir yatak odasına gittik. Kasayı açıp bir sürü evrak çıkardıktan sonra bunların üzerinden teker teker geçtik. İşimiz, saat on birle on iki arasında bitmişti. Hizmetçiyi rahatsız etmememiz gerektiğini söyledi. Orada bulunduğum sürece açık olan Fransız pencerelerden çıkmamı söyledi.”

“Stor perdeler kapalı mıydı?” diye sordu Holmes.

“Emin değilim ama sanıyorum yarıya kadar indirmişti. Ah, evet, pencereleri açmak için onları yukarı kaldırdığını şimdi hatırlıyorum. Bastonumu koyduğum yeri bir türlü bulamamıştım ve o da ‘Boş ver oğlum, umarım bundan sonra sık sık görüşeceğiz. Tekrar almaya gelene kadar senin için saklayacağım.’ dedi. Kasa açıkken ve masanın üzeri bir yığın evrakla doluyken onu öylece orada bırakıp gittim. Saat o kadar geç olmuştu ki Blackheath’e dönemeyeceğimi anlayarak geceyi Anerley Arms’da geçirmeye karar verdim. Korkunç olayı bu sabah gazetede okuyana kadar hiçbir şeyden haberim olmamıştı.”

“Başka sormak istediğin bir şey var mı Bay Holmes?” dedi Lestrade. Bu olağanüstü açıklamayı dinlerken onun bile merakla kaşlarını kaldırdığını görmüştüm.

“Blackheath’i araştırana kadar hayır, soracak bir şeyim yok.”

“Norwood demek istedin galiba.” dedi Lestrade.

“Ah, evet, şüphesiz onu demek istemişimdir.” dedi Holmes gizemli gülümsemesiyle. Lestrade’in bundan önce defalarca tecrübe etmiş olduğu bir şey varsa o da bu keskin zekânın, kendisinin göremediği şeylere nüfuz ettiği gerçeğiydi. Arkadaşıma merakla baktığını fark ettim.

“Sanıyorum seninle konuşmam gerekiyor Holmes.” dedi, “Bakın, Bay McFarlane, iki polisim kapıda duruyor ve aşağıda da dört tekerlekli bizi bekliyor.” Perişan olmuş genç adam ayağa kalktı ve odadan çıkmadan önce son bir defa yalvaran gözlerle bize baktı. Polis memurları ona arabaya kadar eşlik ederken, Lestrade geride kalmıştı.

Holmes vasiyetin taslağını eline almış, büyük bir ilgiyle incelemeye başlamıştı bile.

“Bu evraklarla ilgili bazı tuhaf noktalar var Lestrade, öyle değil mi?” dedi ona uzatarak.

Müfettiş kâğıtları şaşırmış bir ifadeyle inceledi.

“İlk birkaç satırını, ikinci sayfanın ortasındakileri ve sondan bir iki cümleyi rahat okuyabiliyorum. Bunlar bayağı okunaklı.” dedi, “Ama aradaki yazılar çok kötü, hatta en az üç yerini hiç okuyamıyorum…”

“Buna ne diyorsun?” dedi Holmes.

“Esas sen ne diyorsun?”

“Trende yazılmışlar. Okunaklı yerler istasyonları, kötü yazılanlar hareket hâlini, hiç okunamayanlar da bazı sarsıntılı yerleri gösteriyor. Bir uzman bunun bir banliyö hattında yazıldığını hemen anlayabilir; çünkü büyük şehirler dışında başka hiçbir yerde bu denli sıklıkta istasyon bulunmaz. Bütün yolculuk boyunca bu vasiyet üzerinde uğraştığını kabul edersek trenin bir ekspres olduğu ve Norwood ile London Bridge arasında sadece bir yerde durduğu sonucunu çıkarabiliriz.”

Lestrade gülmeye başladı.

“Senin teorilerini anlamam için çok daha gelişmiş bir zekâya sahip olmam gerek Bay Holmes.” dedi, “Bunun davayla ne ilgisi var?”

“Bir yere kadar genç adamın hikâyesini destekliyor da ondan. En azından Jonas Oldacre’nın vasiyetini dünkü yolculuğu sırasında hazırladığını biliyoruz. Bu kadar önemli bir evrakı böyle gelişigüzel bir şekilde hazırlaması merak uyandırıyor aslında, değil mi? Fazla önemli olacağını ummadığını getiriyor akla. Eğer bir insan kendisi için önemli bir vasiyetname hazırlayacaksa ona göre davranmaz mı?”

“Ama aynı zamanda kendi ölüm fermanını da hazırlamış oldu.” dedi Lestrade.

“Öyle mi dersin?”

“Sence?”

“Mümkün olabilir ama emin olabilmek için davayı yeterince aydınlatmamız gerekiyor.”

“Aydınlatamadık mı? Eğer aydınlanmadı diyorsan sana söyleyecek sözüm yok. Olayda genç bir adam var ve birdenbire, eğer yaşlı bir insan ölürse onun büyük servetine konacağını öğreniyor. Bunun üzerine ne yapıyor? Hiç kimseye bu konudan bahsetmiyor. Ama bir bahane uydurarak o gece müşterisini görmeye gidiyor. Evin içinde bulunan diğer kişinin yatmasını bekliyor ve sonra da adamcağızı odasında yalnız yakalayarak öldürüyor, kereste yığınında cesedi yakıyor ve o bölgede bulunan herhangi bir otele gidiyor. Odadaki ve bastondaki kan lekeleri oldukça silik. İşlediği cinayetin kansız olduğunu ve cesedi, kullandığı yöntem sayesinde hiçbir iz bırakmadan ortadan kaldırabileceğini düşünmüş olması mümkün. Bütün bunlar açık değil mi?”

“Bana öyle geliyor ki sevgili Lestrade, her şey biraz fazla açık oldu.” dedi Holmes, “Bu muhteşem özelliklerine hiç hayal gücü katmıyorsun. Eğer kendini bu genç adamın yerine bir an için koysaydın cinayeti işlemek için vasiyetin hazırlandığı geceden sonraki geceyi mi seçerdin? İki olay arasında çok güçlü bağlar bulunması tehlikeli olmaz mıydı sence de? Ayrıca seni içeri alan hizmetçinin gördüğünü bile bile cinayet için o geceyi mi seçerdin? Ve son olarak, cesedi saklamak için büyük çabalar harcarken suçlunun sen olduğunu belli edecek olan bastonunu bilerek orada bırakır mıydın? İtiraf et, Lestrade, olayların bu şekilde gelişmesi imkânsız!”

“Bastona gelirsek Bay Holmes, sen de en az benim kadar biliyorsun ki serinkanlı bir adamın kaçınacağı durumlarda, bir suçlu, telaşa kapılıp her şeyi yapabilir. Herhâlde tekrar odaya dönmekten korkmuştur. Bana, delillere uyacak başka bir teori söyleyebilir misin?”

“Sana en az yarım düzine sayabilirim.” dedi Holmes, “Örneğin sana olma ihtimali yüksek bir tanesini söyleyeceğim. Bunu sana hediye ediyorum. Yaşlı adam değeri yüksek olan birtakım evraklar gösteriyor. Oradan geçen bir serseri yarıya kadar açılmış perdelerin arasından bunları görüyor. Avukat oradan ayrılıyor ve serseri içeri giriyor! Orada gözüne çarpan bir bastonu alıyor, Oldacre’yı öldürüyor ve sonra da cesedi yaktıktan sonra oradan kaçıyor.”

“Serseri niye cesedi yaksın ki?”

“Aynı şekilde McFarlane niye yaksın?”

“Delilleri saklamak için.”

“Belki serseri de bir cinayetin işlendiğini örtbas etmek istemiştir.”

“Serseri niye hiçbir şey çalmadı?”

“Çünkü bulduğu tek şey, önemini anlayamadığı bazı belgeler.”

Lestrade başını olumsuz anlama gelecek şekilde salladı; ama o anki ifadesi, önceki kadar emin olmadığını ele veriyordu.

“Eh, Bay Sherlock Holmes, sen serserini arayabilirsin ve onu bulana kadar biz adamımızı bırakmayacağız. Neyin doğru olduğunu ileride göreceğiz. Şu noktaya dikkat edin, Bay Holmes; bildiğim kadarıyla evrakların hiçbiri alınmamış ve tutuklumuz, onları çalmak için sebebi olmayan tek adamdır; çünkü ne de olsa hukuken bütün o malın mülkün tek vârisidir ve eninde sonunda onlara sahip olacak.”

Arkadaşım bu sözler karşısında şaşırmışa benziyordu.