banner banner banner
Odise
Odise
Оценить:
 Рейтинг: 0

Odise

Sana gelince şimdi, burada on on iki gün daha kal, sonra seni yoluna uğurlarım. Sana bir araba ve üç at veririm soylu armağan olarak. Güzel bir kadeh de veririm, böylece yaşadığın sürece ölümsüz tanrılara içki sunusu yaptığında beni hatırlarsın.”

“Atreusoğlu!” diye cevap verdi Telemakhos. “Beni kalmam için zorlama fazla, seninle burada on iki ay daha kalmaktan memnun olurdum. Sohbetin öyle tatlı geldi ki, bir kere bile evimde anam babamla olsam diye düşünmedim; ama Pilos’ta bıraktığım tayfam çoktan sıkılmıştır ve sen beni onlardan alıkoyarsın. Bana vereceğin hediyenin bir tabak çanak parçası olmasını tercih ederim. Yanımda İthaka’ya götürmek için at alamam, kendi ahırını süslemesi için burada bırakacağım onları, zira senin krallığında bolca düzlük var, nilüferler serpilir ve çayır melikesi, buğday, arpa ve yulaf da ak ve yaygın başaklarıyla. İthaka’da ise ne açık alanlarımız var ne de yarış sahalarımız ve topraklarımız attan çok, keçi beslemeye müsait, ben de böyle severim onu. Hiçbir adamızın fazla düzlüğü yoktur, atlar için uygun olan ve hele İthaka’nın hiç yoktur.”

Menelaos gülümsedi ve Telemakhos’un elini eline aldı. “Söylediğin şey, iyi bir aileden geldiğini gösteriyor.” dedi. “Bu değişikliği yapacağım senin için, gücüm yettiğinden; evimdeki en güzel ve değerli tabak çanak parçasını vereceğim sana. Hephaistos’un kendi elleriyle yaptığı bir karma kabını, saf gümüşten, kenarları ise altınla işlenmiş. Phaidimos, Sidon kralı vermişti onu bana, evime dönüş yolculuğumda ona yaptığım ziyarette. Onu sana vermek istiyorum hediye olarak.”

Onlar böyle konuşurken, davetliler geliyordu durmadan kralın evine. Koyun ve şarap getiriyorlardı, karıları yanlarına almaları için ekmek yapmıştı, akşam yemeklerini hazırlamakla böyle meşguldüler meydanda.

Bu sırada İthaka’da, talipler Odysseus’un evinin önünde diskler atıyorlar, nişan alıyorlardı mızraklarıyla ve eski küstah davranışlarını sergiliyorlardı. Antinoos ve Eurymakhos -ki bunlar elebaşları ve önde gelenleriydi- birlikte oturuyordu, Phroniusoğlu Noemon yanlarına gelip Antinoos’a şöyle söylediğinde:

“Antinoos, Telemakhos’un Pilos’tan ne zaman döneceği hakkında bir fikrin var mı? Benim gemimi aldı; Elis’e gitmek istiyorum onunla. Orada on iki damızlık kısrağım var, yanlarında henüz koşulmamış bir yaşında katırlar var ve onlardan birini buraya getirip boyunduruğa koşmak istiyorum.”

Bunu duyunca şaşırdılar, zira Telemakhos’un Neleus’un şehrine gitmediğine emindiler. Sadece çiftliklerde bir yerde, koyunlarla beraber veya domuz çobanı ile birlikte diye düşünmüşlerdi. Bunun üzerine Antionous şöyle dedi: “Ne zaman gitti? Bana doğruyu söyle, hangi delikanlıları aldı yanına? Dışarıdan adamlar mı yoksa kendi köleleri mi? Zira bunu da yapabilir. Şunu da söyle, gemini ona isteyerek mi verdin yoksa senin rızan olmadan mı aldı?”

“Ona ödünç verdim.” diye cevap verdi Noemon. “Daha başka ne yapabilirdim, onun gibi bir adam zor durumda olduğunu ve ona yardım etmemi söylerse? Ona karşı gelemezdim. Onunla beraber gidenler, en iyi adamlarımız; Mentor’un da kaptan olarak gemiye bindiğini gördüm veya ona tıpatıp benzeyen bir tanrıydı o. Anlayamıyorum, zira Mentor’u burada kendim gördüm dün sabah; ama o zaman Pilos’a gitmek üzere yola çıkıyordu.”

Sonra Neomon babasının evine geri döndü ama Antinoos ve Eurymakhos çok öfkelenmişti. Diğerlerine oyunları bırakmalarını, gelip onlarla oturmalarını söylediler. Geldiklerinde Eupeithesoğlu Antinoos öfkeyle konuştu. Yüreği hiddetle kararmıştı ve konuşurken gözlerinden alevler fışkırıyordu:

“Vay canına, Telemakhos’un bu yolculuğu çok önemli bir mesele! Hiçbir şey yapmayacağına emindik ama bu genç adam bize rağmen gitmiş, hem de seçkin bir tayfayla. Başımıza bela getirecek, yetişkin bir adam olmadan alsın Zeus onu. Bana bir gemi bulun, yirmi adamla birlikte, İthaka ve Same arasındaki geçitte pusuya yatıp bekleyeceğim. O zaman pişman olur, babasından haber almak üzere yola çıktığı için.”

İşte böyle konuştu ve diğerleri de söylediklerini alkışladı, sonra hepsi Odysseus’un evine girdiler.

Penelope’nin taliplerin planladıklarını öğrenmesi uzun sürmedi; zira bir uşak, Medon, dış avlunun dışından duymuştu onları, komplolarını planlarlarken; bunun üzerine hanımına söylemeye gitti. Odasının eşiğini geçince Penelope şöyle dedi: “Medon, talipler neden gönderdiler seni buraya? Hizmetçilere efendilerinin işini bırakıp onlara akşam yemeği pişirmelerini söylemek için mi? Keşke bundan sonra ne kur yapsalar ne de yemek yeseler, ne burada ne de başka bir yerde, bu son olsa keşke, hepiniz oğlumun varını yoğunu tükettiğiniz için. Odysseus’un onlara ne kadar iyi davrandığını çocukken anlatmadı mı babanız size? Hiçbir zorbalık yapmadı, kimseye kötü bir şey söylemedi o. Krallar söyler durur bazen, bir adamı kayırır, diğerini sevmez; ama Odysseus kimseye hiçbir zaman haksızlık etmedi, bu da gösteriyor ki çok kötü kalpleriniz var ve bu dünyada şükretmek diye bir şey kalmamış.”

Sonra Medon şöyle söyledi: “Efendim, keşke hepsi bu kadar olsaydı; ama şimdi çok daha korkunç bir şey planlıyorlar. Tanrı onların planlarını bozsun! Onlar Telemakhos’u öldürmeyi deneyecekler, Pilos ve Sparta’dan eve döndüğü sırada, babasından haber almak üzere gitmişti oraya.”

Bunun üzerine Penelope’nin yüreği paramparça oldu ve uzun bir süre sessiz kaldı, gözleri yaşlarla doldu ve söyleyecek bir şey bulamadı. Sonunda şöyle söyledi: “Neden terk etti oğlum beni? Ne işi vardı da okyanuslarda deniz atları gibi uzun yolculuklar yapan gemilerle yolculuğa çıktı? Ardında ismini yaşatacak kimseyi bırakmadan ölmek mi istiyor?”

“Bilmiyorum.” diye cevap verdi Medon. “Bir tanrı mı teşvik etti onu, yoksa kendi isteğiyle mi gitti, babasının ölü mü, diri ve eve dönüş yolunda mı olduğunu öğrenmek için.”

Sonra tekrar indi aşağıya, Penelope’yi acılar içinde bırakarak. Evde oturacak çok koltuk vardı ama hiçbirine oturmayı istemiyordu Penelope’nin canı, yalnızca kendini yerlere atıyordu odasında ve ağlıyordu, bunun üzerine evdeki bütün hizmetçiler de genci de yaşlısı da etrafına toplandı ve ağlamaya başladı, ta ki sonunda acıyla kendinden geçerek bağırına kadar:

“Sevgili dostlar, Tanrı beni, benim yaşımdaki ve ülkemdeki kadınlardan daha fazla dertle sınamaktan memnun. Önce cesur ve aslan yürekli kocamı kaybettim, göğün altındaki her türlü iyi özelliğe sahipti ve ismi yüceydi bütün Hellas ve Orta Argos’ta, şimdi de benim sevgili oğlum rüzgârların ve dalgaların merhametinde, ki bir kelime bile duymadım onun evden gidişi hakkında. Siz edepsizler, hiçbiriniz düşünmediniz beni yatağımdan kaldırmayı, hepiniz gittiğini çok iyi bildiğiniz hâlde! Eğer bu yolculuğa çıkacağını bilseydim o zaman vazgeçmek zorunda kalırdı, ne kadar isterse istesin veya ardında bir ölü bırakacaktı, birinden biri. Haydi şimdi biriniz gitsin ve yaşlı Dolios’u çağırsın, babam vermişti bana onu evlenirken ve bahçıvanlık yapıyor bana. Ona hemen gidip her şeyi Laertes’e anlatmasını buyurun, o belki bir plan bulur uyandırmak için merhametini, kendi soyunu ve Odysseus’un soyunu tüketmeye çalışan bu topluluğun.”

Ardından sevgili yaşlı bakıcı Eurykleia şöyle dedi: “İster beni öldür efendim, ister evinde yaşamama izin ver, hangisini istersen; ama sana gerçeği dosdoğru söyleyeceğim. Bütün bunları biliyordum ben ve ona ekmek ve şarap gibi şeyleri de ben verdim, ama bana kutsal bir yemin ettirdi, sana on on iki gün hiçbir şey söylememem için sen sormadıkça veya gittiğini duymadıkça; zira ağlayarak güzelliğini bozmanı istemedi. Haydi efendim, yüzünü yıka, elbiseni değiştir ve üst kata hizmetçilerinle beraber giderek Zeus’un kalkan taşıyan kızı Athena’ya dualar et, zira sadece o kurtarabilir ölümün ağzından onu. Laertes’e sıkıntı verme, yeterince sıkıntısı var. Bir de zannetmem tanrıların Arkeisos’un soyundan böylesine nefret ettiklerini, ondan sonra gelecek bir oğul olacaktır ve hem evi hem de çevresindeki uçsuz bucaksız güzel toprakları miras alacaktır.”

Bu sözler üzerine hanımının ağlaması son buldu ve gözlerindeki yaşlar kurudu. Penelope yüzünü yıkadı, elbisesini değiştirdi ve hizmetçileriyle yukarı çıktı. Sonra sepete biraz ezilmiş arpa koydu ve Athena’ya yakarmaya başladı.

“Duy beni!” diye ağladı. “Kalkan taşıyan Zeus’un kızı, gücü tükenmeyen. Eğer Odysseus buradayken sana yağlı koyun veya buzağı butları yaktıysa bir kere, şimdi benim için bunu aklına getir ve sevgili oğlumu taliplerin kötülüğünden koru.”

Hıçkıra hıçkıra ağladı ve tanrıça duydu duasını. Bu sırada talipler gürültü koparıyorlardı üstü kapalı avlu boyunca. İçlerinden biri şöyle dedi:

“Kraliçe birimizden biriyle evlenmek için hazırlanıyor. Oğlunun şimdi ölmek üzere olduğundan haberi yok.”

İşte böyle söylediler ama ne olacağından haberleri yoktu. Sonra Antinoos şöyle dedi: “Yoldaşlar, yüksek sesle konuşmayın, içeri taşınabilir sözler. Sessizce gidip yapalım, hep beraber düşündüğümüz şeyi.”

Sonra yirmi adam seçti ve gemiye, kıyıya doğru gittiler. Gemiyi suya çektiler, direğini, yelkenlerini taktılar, kürekleri ıskarmozlara bağladılar bükülmüş deri kayışlarla; hepsini sırayla yaptılar ve ak yelkenleri gerdiler yukarıda, hamarat uşaklar silahlarını getirdi bu sırada. Sonra biraz dışarıda demirlediler onu, tekrar kıyıya geldiler, akşam yemeklerini yediler ve gece çökene dek beklediler.

Ancak Penelope yukarıda, kendi odasında uzandı, ne yiyor ne de içebiliyordu ve yiğit oğlunun kurtulacağını mı yoksa kötü taliplere alt mı olacağını merak ediyordu. Her yönden bastıran avcıların tuzağına düşmüş bir dişi aslan gibi düşündü durdu, uykuya dalıncaya dek ve yatağında uyudu, düşüncelerden yoksun ve hareketsiz.

Sonra Athena başka bir şeyler düşündü ve Eumelos’la evlenerek Pherai’de yaşayan Penelope’nin kardeşi, İkarios’un kızı İphthime’ye benzeyen bir görüntü yaptı. Görüntüye Odysseus’un evine gitmesini ve Penelope’nin ağlamasını durdurmasını söyledi. Böylece odasına girdi mandal kayışından ve başında dolandı şöyle diyerek:

“Uykudasın Penelope. Huzurlu yaşayan tanrılar senin ağlamana ve böyle acı çekmene izin vermeyecek. Oğlun onlara karşı hiçbir yanlış yapmadı, bu yüzden yakında sana geri dönecek.”

Düş ülkesinin kapılarında tatlı tatlı uyuyan Penelope cevap verdi: “Kardeşim, niye buraya geldin? Sen pek sık gelmezsin buraya ama bu senin çok uzakta yaşaman yüzünden sanırım. O zaman ağlamayı bırakıp bana işkence eden acı düşüncelerden kaçınayım mı? Ben cesur ve aslan yürekli kocamı kaybettim, göğün altındaki her türlü iyi özelliğe sahipti ve ismi yüceydi bütün Hellas ve Orta Argos’ta, şimdi de benim sevgili oğlum gemiye bindi gitti, sersem bir delikanlı, alavere dalavere bilmez veya erkeklerin toplantılarında bulunmayı. Ona kocamdan daha çok kaygılanırım. Onu düşününce elim ayağım tutmaz, başına bir şey gelecek diye, ya gittiği yerdeki insanlardan ya da denizden; zira ona oyunlar kuran ve eve dönmeden evvel onu öldürmeye istekli pek çok düşmanı var.”

Ardından görüntü şöyle dedi: “Cesur ol ve bu kadar korkma. Birisi var onunla giden, pek çok insan onun yanında olmasından memnuniyet duyar; Athena’dan söz ediyorum, sana merhamet eden ve beni bu haberi vereyim diye yollayan o.”

“O zaman, eğer sen bir tanrı isen veya buraya ilahi bir görevle gönderilmişsen bana öbür bahtsız hakkında haber ver.” dedi Penelope. “Hâlâ sağ mı yoksa çoktan ölüp Hades’in evine gitti mi?”

Görüntü de şöyle söyledi: “Sana sağ mı ölü mü olduğu hakkında kesin bilgi vermeyeceğim; boş konuşmanın yararı yok.”

Sonra kapı mandalından dışarı süzülüp kayboldu ve yok oldu gitti. Penelope uykusundan ferahlamış ve rahatlamış olarak kalktı, rüyası öylesine canlıydı.

Bu sırada talipler gemiye bindiler ve denize açıldılar, Telemakhos’u öldürmeye niyetli bir hâlde. Kayalık bir adacık vardır, adı Asteris’tir, büyük bir ada değildir, İthaka ve Same arasındaki geçidin ortasındadır ve iki tarafında da gemilerin duracağı limanlar vardır. İşte burada pusuya yattılar Akhalar.

KİTAP V

Hem ölümlülere hem ölümsüzlere ışığın müjdecisi olan Şafak yatağından kalkıp ayrıldığında Tithonos’un yanından, tanrılar kurulda toplandılar; kralları, gök gürültüsünün efendisi Zeus da yanlarındaydı. Bunun üzerine Athena, Odysseus’un çektiği pek çok sıkıntıyı onlara anlatmaya başladı; zira orada, su perisi Kalypso’nun evinde olmasına acıyordu.

“Zeus Baba!” dedi. “Sonsuz mutluluk içinde yaşayan diğer tanrılar, dilerim nazik ve yardımsever hükümdar diye bir şey olmaz bir daha, ne de hakça yöneten biri. Dilerim bundan sonra hepsi zalim ve adaletsiz olur, zira bütün halkı Odysseus’u unuttu, ki onları babaları gibi yönetmişti o. İşte orada, bir adada acılar içinde yatıyor, su perisi Kalypso yaşar orada, bırakmayacak onu Kalypso ve o da ülkesine dönemiyor, zira onu denizde götürecek ne bir gemi bulabiliyor ne de gemiciler. Üstelik kötü insanlar tek oğlu Telemakhos’u öldürmeye çalışıyorlar şimdi, Pilos ve Sparta’dan eve dönüyor Telemakhos, babasından haber alabilir mi diye bakmaya gitmişti oralara.”

“Kızım, neden bahsediyorsun sen?” diye cevapladı babası. “Sen kendin karar vermedin mi ki Odysseus dönüp onların cezasını versin? Bunun yanında, sen Telemakhos’u pekâlâ kendin koruyabilirsin ve eve sağ salim dönmesini sağlayabilirsin, bu sırada talipler de onu öldürmeden aceleyle geri dönmek zorunda kalırlar.”

Böyle konuştuktan sonra, oğlu Hermes’e şöyle dedi: “Hermes, sen bizim habercimizsin, o yüzden gidip Kalypso’ya söyle, zavallı Odysseus’un eve dönmesine karar verdiğimizi. Ne tanrılar ne de insanlar eşlik edecek ona ama bir salda korku dolu yirmi günlük yolculuktan sonra, varacak verimli Skherie’ye, Phaiakialıların toprağına; tanrıların soyuna yakındır onlar, onu içimizden biri gibi sayacaklar. Bir gemide yollayacaklar onu kendi ülkesine ve Truva’dan -eğer bütün ödülünü alıp felaket yaşamadan evine dönmüş olsaydı- getireceğinden çok daha fazla tunç, altın ve elbise verecekler ona. Bunu böyle karara bağladık, ülkesine ve arkadaşlarına geri dönecek.”

İşte böyle konuştu ve Hermes, rehber ve koruyucu, Argos’un katili, ona söyleneni yaptı. Hemen parıldayan altın sandaletlerini bağladı, yeryüzünde ve denizde rüzgâr gibi uçabilirdi bunlarla. Asasını aldı, bununla insanların gözlerini uykuya daldırırdı veya istediği gibi uyandırırdı; elinde tutarak bunu, uçtu geçti Pieria’dan. Sonra gök kubbeden aşağı süzüldü, ta ki deniz seviyesine ininceye dek, okyanusun her deliğinde ve köşesinde balık avlayan ve kalın tüylerini köpüklere daldıran bir karabatak gibi dalgalar üzerinde süzüldü. Pek çok yorgun dalganın üzerinden uçtu gitti ama sonunda son menzili olan adaya varınca denizi terk etti ve karadan yürüdü, ta ki su perisi Kalypso’nun yaşadığı mağaraya gelinceye dek.

Onu evinde buldu. Kocaman bir ateş vardı ocakta ve yanan sedir ve sandal ağaçlarının kokulu buğusu uzaklardan duyulabiliyordu. Kendisine gelince; tezgâhında meşguldü, altın mekiğiyle vuruyordu çözgüler arasından ve güzelce türküler söylüyordu. Mağarası etrafında bir orman vardı bol ağaçlı; kızılağaç, kavak ve tatlı kokan selvi ağaçları… Ağaçlarda her çeşit büyük kuş yuvasını yapmıştı, baykuşlar, atmacalar ve hep denize açılmayı düşünen geveze deniz kargaları. Mağaranın ağzında üzümlerle dolu bir bağ yetişmişti ve bol bol ürün vermişti, bir de birbirine çok yakın dört tane dere akıyordu ve oraya buraya dönüyorlardı, aralardan akarak menekşe bahçelerini ve nefis çayırları suluyorlardı. Bir tanrı bile böylesine güzel bir yere bakınca büyülenir, o yüzden Hermes de öylece kalakaldı ve seyre daldı ama yeterince gönlünü eğleyince mağaranın içine girdi.

Kalypso hemen tanıdı onu, zira tanrılar birbirlerini bilirler, ne kadar birbirlerinden uzak yaşasalar da. Ama Odysseus orada değildi, her zamanki gibi deniz kıyısındaydı, gözlerinde yaşlarla yavan okyanusa bakıyordu, inleyerek ve acıyla yüreğini dağlayarak. Kalypso, Hermes’e bir koltuk verdi ve sordu: “Neden beni görmeye geldin Hermes, onur duydum ve her zaman başımın üstünde yerin var, ancak beni sık sık ziyaret etmezsin sen. Ne istersin söyle, yapacağım hemen senin için, eğer elimden gelirse ve yapılabilecek bir şeyse. Ancak içeri buyur ve önüne ikramlar koyayım.”

Bu sırada yanına bir masa koydu üzeri tanrı yiyecekleriyle dolu ve ona biraz kızıl nektar kardı. Hermes yeteri kadar yiyip içtikten sonra şöyle söyledi:

“Birbirimizle tanrı ve tanrıça olarak konuşuyoruz ve sen bana neden buraya geldiğimi soruyorsun, bana sorduğun gibi sana doğruyu söyleyeceğim. Zeus yolladı beni, benim isteğim değildi. Bunca yolu kim gelmek ister, bana adaklar veya seçkin kurbanlar sunacak insanlarla dolu şehirler yok burada? Yine de gelmek zorundaydım, zira hiçbir tanrı Zeus’a karşı gelemez veya onun emirlerini çiğneyemez. O der ki, burada en kara talihlisi varmış, Kral Priamos’un şehri önünde dokuz yıl savaşanların ve şehri yağmaladıktan sonra onuncu yılda eve doğru denize açılanların. Eve dönüşlerinde, Athena’ya karşı günah işlediler, Athena da hem yeller hem de dalgalarla saldırdı onlara, böylece bütün cesur yoldaşları yok oldu ve o da tek başına buraya sürüklendi rüzgâr ve dalgalarla. Zeus der ki, bu adamı hemen bırakman gerekiyor, zira burada ölmemesine karar verildi, kendi halkından uzaklarda; evine ve ülkesine dönecek o ve arkadaşlarını tekrar görecek.”

Kalypso bunu duyunca öfkeyle titredi. “Siz tanrılar, kendinizden utanın!” diye bağırdı. “Her zaman kıskançsınız ve bir tanrıçanın ölümlü bir adamı beğenmesine ve onunla evlilik bağıyla yaşamasına şahit olmayı sevmezsiniz. Gül parmaklı Şafak, Orion’la beraber olduğunda, siz değerli tanrıların hepsi öfkelenmişti, ta ki Artemis gidip onu Ortygia’da öldürünceye kadar. Demeter de gönül verdiğinde İasion’a ve üç kez sürülmüş, nadasa bırakılmış tarlada ona boyun eğdiğinde, Zeus çok geçmeden duymuştu bunu ve İasion’u yıldırımlarıyla öldürmüştü. Şimdi de bana kızgınsınız; çünkü burada bir erkek var. Zavallı adamı otururken bulmuştum, bir gemi omurgasında yalnız başınaydı, zira Zeus gemisini yıldırımla vurmuştu ve okyanusun dibine göndermişti, böylece bütün tayfası boğulmuştu, kendisi de benim adama sürüklenmişti rüzgâr ve dalgalarla. Onu sevdim ve besledim, onun ölümsüz olmasını istedi yüreğim, hiçbir zaman yaşlanmasın diye. Yine de karşı gelemem Zeus’a veya kararlarını yok sayamam, bu yüzden eğer bunda ısrar ediyorsa gitsin bu adam tekrar uzak denizlere. Ancak kendim yollayamam onu hiçbir yere, zira onu götürecek ne gemilerim ne de adamlarım var. Buna rağmen, ona seve seve öğütler veririm, iyi niyetle, ki kendi ülkesine sağ salim dönebilsin.”


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 830 форматов)