banner banner banner
Odise
Odise
Оценить:
 Рейтинг: 0

Odise

Böyle söyleyerek bağladı ışıl ışıl parlayan altın sandaletlerini, hiç bozulmazdı, yer veya deniz üstünde rüzgâr gibi uçabilirdi onunla. Tunç temrenli, heybetli mızrağını kavradı, oldukça ağır, iri ve sağlamdı, öfkelendi mi yiğitlerin sıralarını bununla kırıp geçirirdi. Olympos’un doruklarından fırladı aşağıya doğru, hemen İthaka’ya vardı; Odysseus’un evinin giriş kapısı eşiğinde, elinde tunç bir mızrak, bir ziyaretçi, Taphosluların önderi Mentes kılığına girdi. Burada kibirli talipleri, boğazlayıp yedikleri öküzlerin postları üzerinde otururken buldu, evin önünde dama oynuyorlardı. Erkek hizmetçiler ve uşaklar koşturuyordu çevrelerinde, bazıları karma kabında şarabı suyla karıyordu, bazıları yaş süngerlerle masaları temizleyip tekrar seriyordu ve bazısı da bol miktardaki eti parçalıyordu.

Telemakhos gördü onu herkesten evvel. Talipler arasında oturuyordu umutsuzca, cesur babasını ve onları evden nasıl kovalayacağını düşünüyordu; günler geçip de tekrar evine dönseydi ve saygı görseydi keşke. Böyle kara kara düşünüp aralarında otururken Athena’yı gördü ve dosdoğru avlu kapısına gitti, zira bir yabancının kabul edilmek için bekletilmesine kızmıştı. Sağ elini tuttu ve mızrağını vermesini söyledi. “Hoş geldin evimize.” dedi. “Önce yemek ye, sonra ne için geldiğini söylersin.”

Böyle deyip yol gösterdi ve Athena da ardından gitti. İçeri girdiklerinde elindeki mızrağı alıp güçlü bir taş direğe dayalı mızraklığa koydu, bedbaht babasının mızrakları arasına ve güzelce işlenmiş, süslü bir keten örtü serdiği bir koltuğa götürdü onu. Ayakları için bir iskemle vardı ve kendisi için de yanına bir sandalye çekti, taliplerden uzaktalardı, böylece konuk bunalmazdı yemek yerken çıkardıkları gürültülerden ve saygısızlıklarından hem de babası hakkında rahat rahat soru sorabilirdi.

Sonra bir hizmetçi kadın su getirdi güzel bir altın ibrikte ve ellerini yıkamaları için gümüş bir leğene döktü suyu, yanlarına da temiz bir masa çekti. Kâhya kadın ekmek getirdi onlara ve evdeki güzel yiyeceklerden koydu önlerine, bu sırada tabak tabak her çeşit etten getirdi, et sunan ve önlerine altın kupalar koydu.

Ardından talipler geldiler içeri ve tahtlarda, koltuklarda yerlerini aldılar. Derhâl erkek hizmetçiler ellerine su döktü, halayıklar ekmek sepetleriyle dolaştılar etraflarında, uşaklar karma kaplarını şarap ve suyla doldurdular ve hepsi önlerindeki güzel yiyeceklere uzattılar ellerini. Yeteri kadar yiyip içtikten sonra, müzik ve dans istediler ziyafete renk katacak. Bir uşak Phemios’a lir getirdi, onlara şarkı söylemesi için zorladılar onu. Phemios lirine dokunup şarkı söylemeye başladığı anda, Telemakhos Athena’yla sessizce konuşmaya başladı, diğerleri duymasın diye başını yaklaştırmıştı onunkine.

“Aziz misafirim!” dedi. “Dilerim söyleyeceklerime gücenmezsin. Bedelini ödemeyenlere şarkı söylemek kolay gelir ve bütün bunlar kemikleri el değmemiş bir yerde çürüyen veya dalgalar arasında un ufak olan birinin pahasına yapılıyor. Eğer bu adamlar babamın İthaka’ya döndüğünü görselerdi, daha uzun keseler yerine, daha uzun bacakları olsun diye dua ederlerdi, zira para işlerine yaramazdı. Ama ne yazık ki, kötü kadere kurban gitti o ve insanlar bazen söyleseler de döneceğini, artık kulak asmıyoruz bunlara, bir daha hiç göremeyeceğiz onu. Haydi şimdi söyle efendi, doğruyu söyle bana, kimsin ve nereden geliyorsun? Şehrini ve ananı babanı anlat, nasıl bir gemiyle geldin, seni nasıl getirdi tayfan İthaka’ya ve hangi millettendirler, zira buraya karadan gelemezsin. Bir de söyle doğruyu ki -zira bilmek isterim- bu eve yabancı mısın, yoksa babamın zamanında burada bulundun mu? Eski zamanlarda çok ziyaretçimiz vardı, zira babamın kendisi de çok ziyaret ederdi insanları.”

Athena da karşılık verdi: “Sana gerçeği tek tek anlatacağım. Adım Mentes, Ankhialos’un oğluyum ve Taphosluların kralıyım. Buraya gemim ve tayfamla geldim, yabancı dilde konuşan adamlara gidiyorum demir yüküyle Temesa’ya doğru ve bakır götüreceğim geriye. Gemime gelince; şehirden uzakta, açık alanda durur, ormanlık Neriton Dağı eteklerindeki Rheithros Limanı’nda. Bizden önce babalarımız dosttu, yaşlı Laertes de söyleyecektir sana eğer gidip sorarsan. Ancak diyorlar ki, artık hiç şehre gelmiyormuş ve kendi başına kırlarda yaşıyormuş, sıkıntı çekiyormuş, yaşlı bir kadın bakıyormuş ona ve akşam yemeğini hazır ediyormuş, bağında başıboş dolaşıp yorgun argın geri döndüğünde. Bana babanın tekrar evde olduğunu söylediler, o yüzden geldim buraya, ancak öyle görünüyor ki tanrılar hâlâ onu alıkoyuyorlar orada, zira o hâlâ ölmedi, ama ana karada değil. Muhtemelen okyanusta sular ortasında bir adada veya onu zorla tutan vahşi adamların yanında mahkûm. Ben kâhin değilim ve kehanetlerden de pek anlamam, ama gökten içime doğanları konuşuyorum ve onun daha fazla uzakta kalmayacağına eminim, zira demirden zincirlere vursalar da bir yolunu bulup tekrar eve dönecek kadar becerikli bir adamdır. Ama anlat bana ve doğruyu söyle, Odysseus’un gerçekten böyle yakışıklı bir oğlu mu varmış? Yüzün ve gözlerin aynı onun gibi harikulade, zira biz onunla yakın arkadaştık o Truva’ya doğru yola çıkmadan evvel, Argosluların en seçkinleri de gittiler oraya. O zamandan beri, ikimiz de birbirimizi görmedik.”

“Anam, Odysseus’un oğlu olduğumu söyler.” diye cevap verdi Telemakhos. “Ama bir çocuk kendi öz babasını gerçekten biliyorsa o çocuk bilge bir çocuktur. Keşke kendi mülkü içinde kocayıp giden birinin oğlu olsaydım, zira madem sordun söyleyeyim, gök kubbe altında babam olduğunu söyledikleri adamdan daha talihsiz biri yoktur.”

Athena da şöyle söyledi: “Soyunuzun tükenmesinden korkmaya gerek yok, Penelope’nin senin gibi üstün bir oğlu varken. Ancak anlat bana ve doğruyu söyle, bu ziyafet neden yapılıyor ve bu insanlar kim? Bütün bunların manası nedir? Bir ziyafet mi verdin, yoksa biri mi evleniyor, zira hiç kimse kendi erzağını getirmemiş gibi? Hele konuklar, ne kadar azgınca davranıyorlar, ne çok patırtı yapıyorlar evin içinde, yanlarına gelen saygıdeğer bir adamı iğrendirecek kadar.”

“Sorduğun soruya gelince…” dedi Telemakhos, “Babam burada olduğu sürece biz de iyiydik ev de ama tanrılar öfkeleri yüzünden başka türlü olmasını istediler ve şimdiye dek ölümlü bir adamın izini sakladıklarından daha çok sakladılar onun izini. Ölümüne bile daha çok katlanırdım, eğer Truva önlerinde adamlarıyla veya savaş bittiğinde dostları yanı başındayken ölseydi, zira o zaman Akhalar külleri üzerinde bir mezar yaparlardı ve bundan bana büyük bir şan kalırdı. Ama şimdi şiddetli kasırgalar onu alıp götürmüştür, nerede olduğunu bilmiyoruz. Ardında pek fazla iz bırakmadan gitti ve ben de hiçbir şey almadım miras olarak, yalnızca yeis. Babamın kaybına kederlenmekle de bitmedi hadise, tanrılar bu sefer de başka türlü acılar verdi bana, zira bütün adalarımızdaki -Dulikhion, Same ve ormanlık Zakynthos Adası- önderler ve de İthaka’nın önde gelen adamları evimi talan ediyorlar anama kur yapma bahanesiyle, ki o da ne evlenmeyeceğini açıkça söylüyor ne de bu yaşananlara bir son veriyor. Bu sebeple onlar da evimi mahvediyorlar; çok geçmeden bana da aynısını yapacaklar.”

“Öyle mi?” diye haykırdı Athena. “O zaman Odysseus’un evde olmasını nasıl da istiyorsundur. Ona tolgasını, kalkanını ve bir çift mızrak ver, bir dikilsin kendi eşiğine gelip yeniden, onu evimizde ilk tanıdığım gibi içen ve eğlenen adamsa çok geçmeden indiriversin yumruğunu bu aşağılık taliplere. O zamanlar Ephyre’den geliyordu, Mermerosoğlu İlos’tan okları için zehir istemeye gitmişti oraya. İlos daima var olan tanrılardan korktu ve vermedi ona; ama babam verdi, zira çok severdi onu. Eğer Odysseus o zamanlarda olduğu gibi bir adamsa bu talipler yaptıklarına tövbe ederlerdi ve acıklı bir düğün olurdu!

Ama vakit var daha! Tanrıların elinde, dönüp dönmeyeceğine ve evinin öcünü alıp almayacağına karar vermek. Ancak bu taliplerden bir an önce kurtulmanı salık veririm. Öğüdümü dinle, Akhalı yiğitleri yarın sabah toplantıya çağır, anlat tüm olanları ve Tanrı’yı şahidin göster. Taliplere çekip gitmelerini emret, herkes kendi evine gitsin ve anan tekrar evlenmeyi düşünüyorsa o zaman geri gitsin babasına ki o bulsun kocasını ve sevgili bir kız evladın beklediği çeyizleri düzsün. Sana gelince; hazırlayabileceğin en iyi gemileri hazırla bana kalırsa yirmi kişilik bir tayfayla beraber ve uzun zamandır kayıp olan babanı aramaya git. Belki biri bir şey söyler veya Tanrı’dan gelen bir mesaj seni yönlendirir, ki insanlar çoğu zaman böyle işitirler haberleri. Önce Pilos’a git ve Nestor’u ara, ardından Sparta’ya git ve Menelaos’u ziyaret et, zira Akhalar arasında en son eve dönen oydu. Eğer babanın sağ olduğunu ve eve dönüş yolunda olduğunu duyarsan bu taliplerin israflarına on iki ay daha dayan. Ama eğer öldüğünü duyarsan hemen eve dön, bütün ihtişamıyla cenaze merasimini yap, anısına bir mezar dik ve ananı tekrar evlendir. Bütün bunları yaptıktan sonra, iyice düşün taşın bu talipleri evinde nasıl öldüreceğini; adilce veya düzenle. Artık küçüğüm diye mazeret sunamayacak kadar yaş aldın, duymadın mı insanlar nasıl övgüler düzer Orestes’e, babasının katili Aigisthos’u öldürdü diye? Güzel, akıllı görünen bir delikanlısın, göster yiğitliğini o zaman ve destanlarda söylensin adın. Artık gemime ve adamlarımın yanına dönmeliyim, daha uzun bekletirsem eğer canları sıkılır. Sen düşün taşın bu durumu ve sana söylediklerimi hatırla.”

“Efendim!” diye cevap verdi Telemakhos. “Benimle böyle konuşman çok nazikçe, sanki oğlunmuşum gibi; bana dediğin her şeyi yapacağım. Biliyorum kendi yoluna gitmek istiyorsun ama biraz daha kal, yıkan ve tazelen. Bir armağan vereceğim sana, sonra güle güle git yoluna. Sana üstün güzellikte ve değerde bir armağan vereceğim, sadece iyi dostların birbirine verdiği bir hatıra…”

Athena cevap verdi: “Beni alıkoymaya çalışma, zira hemen yola koyulacağım. Bana vermeye hevesli olduğun armağanı da ben tekrar gelinceye kadar sakla, o zaman onu götüreceğim eve. Bana değerli bir armağan verirsin ve ben de karşılığında aynı değerde bir armağan veririm.”

Bu sözleri söyleyerek, havaya uçan bir kuş gibi gitti. Ama Telemakhos’un yüreğine cesaret vermişti ve hiç olmadığı kadar babasını düşünmesini sağlamıştı. Telemakhos kendindeki bu değişimi anladı, hayret etti ve yabancının bir tanrı olduğunu sezdi. Böylece taliplerin oturduğu yere gitti doğruca.

Phemios hâlâ türkü çığırıyordu ve dinleyiciler huşu içinde oturmuşlardı, hazin Truva dönüşünü ve Athena’nın Akhalar üzerine saldığı belaları anlatırken o. İkarios’un kızı Penelope yukarıdaki odasından duydu türküyü ve büyük merdivenlerden aşağı indi, yalnız değildi, iki hizmetçi kız da yanındaydı. Taliplerin yanına geldiğinde, kemerlerin[14 - Bu kemerler hakkında bilgi için Kitap XVIII’e bakınız. (ç.n.)] çatısını destekleyen direklerden birinin yanında durdu, vakur hizmetçileri her iki yanındaydı. Bir yaşmakla örttü yüzünü ve acıyla gözyaşı döktü.

“Phemios!” diye inledi. “Sen nice yiğitliklerini bilirsin tanrıların ve kahramanların, ozanların sevinçle andığı. Taliplere bunlardan birini söyle ve bırak içsinler şaraplarını sessizce, ama bu hazin öyküyü bırak, zira benim dertli yüreğimi parça parça eder ve hiç durmadan yas tuttuğum, Hellas’ta ve Orta Argos’ta ünü yaygın kayıp kocamı hatırlatır.”

“Anacığım!” diye karşılık verdi Telemakhos. “Bırak söylesin ne isterse yüreği ozanın, ozanlar söyledikleri belaları yapmazlar, Zeus onları yapan, kendi keyfine göre insanoğluna mutluluk veya üzüntü gönderen, ozanlar değil. Bu adam Danaoların bedbaht dönüşünü anlatarak bir zarar vermek istemiyor, zira insanlar yeni türküleri içtenlikle beğenirler. Aklını başına al ve dayan, Truva’dan dönmeyen tek adam Odysseus değil, pek çoğu da onun gibi öldü. Git şimdi evin içine ve işine gücüne, tezgâhına, ipine bak ve hizmetçilerine buyur, zira konuşmak erkeklerin işi ve herkes içinde en başta benim; burada efendi benim zira.”

Penelope şaşkın bir şekilde eve geri döndü, oğlunun söyledikleri yüreğine işledi. Sonra hizmetçileriyle yukarıdaki odasına gidip sevgili kocasına ağladı, ta ki Athena göz kapaklarına tatlı bir uyku dökünceye dek. Ancak talipler üstü kapalı kemerler[15 - Evin ön kısmını oluşturan tüm iç avlu üstü kapalı bir kemerle çevriliydi. Bu kapalı kısım “gölgelik” veya “gölge-veren” adıyla bilinirdi. Taliplerin masaları bu kısımda kurulmuştu. (ç.n.)] altında yaygara koparıyorlardı, her biri kocası olmak için dua etti.

Sonra Telemakhos konuştu. “Utanmazsınız!” diye bağırdı. “Terbiyesiz taliplersiniz, haydi şimdi zevkle şölen yapalım ve gürültü olmasın, zira Phemios kadar ilahi sesli bir adamı duymak nadir bir şeydir. Ama sabah herkes toplansın, size bildireceğim ki usulüne uygun olarak, gidin ve birbirinizin evinde ziyafet verin sırayla, kendi paranızla. Ama eğer tek bir kişinin sırtından geçinmekte ısrar ederseniz Tanrı yardımcım olsun, Zeus hesaplaşır sizinle ve babamın evinde ölüp gittiğinizde öcünüzü alacak tek bir adam kalmaz.”

Talipler onu duyunca dudaklarını ısırdılar ve konuşmasındaki gözü pekliğe şaşırdılar. Sonra, Eupeithesoğlu Antinoos şöyle dedi: “Tanrılar sana esip gürleme ve abartarak konuşma dersi vermiş anlaşılan, Zeus sana İthaka’da bir zamanlar babanın olduğu gibi önder olmayı hiç bahşetmesin.”

Telemakhos cevap verdi: “Antinoos, çıkışma bana, Tanrı isterse, olabilirsem ben de önder olacağım. Bu benim için düşünebildiğin en kötü kader mi? Kral olmak hiç de kötü bir şey değil, zira hem zenginlik hem de onur getirir. Yine de Odysseus öldüğüne göre, İthaka’da pek çok üstün adam var, genci, yaşlısı; bunlar arasından biri önder olabilir. Buna rağmen, kendi evimde benim önder ve Odysseus’un benim için kazandıklarını ben yöneteceğim.”

Ardından Polybosoğlu Eurymakhos cevap verdi: “Tanrı’ya kalmış karar vermek aramızdan kimin kral olacağına ama evinin ve mallarının efendisi sensin. İthaka’da sana zarar verecek veya zorla mallarını alacak kimse yoktur. Şimdi söyle dostum, şu yabancıyı bilmek istiyorum. Hangi ülkeden gelmiş? Hangi aileden ve evi nerede? Babanın dönüşü hakkında haberler mi getirmiş, yoksa kendi işi için mi gelmiş? Hâli vakti yerinde biri gibiydi ama o kadar aceleyle kalkıp gitti ki onu tanıyamadık bile.”

“Babam öldü gitti.” diye karşılık verdi Telemakhos. “Bana söylentiler ulaşsa da artık inanmıyorum bunlara. Anam bazen bir kâhin çağırıp sorar ama bu kehanetlere kulak asmıyorum. Yabancıya gelince; Ankhialosoğlu Mentes’tir o, Taphosluların önderi, babamın eski bir arkadaşı.”

Ama yüreğinde biliyordu ki o bir tanrıçaydı.

Talipler tekrar türküye ve oyuna döndüler, akşam oluncaya dek. Gece çökünce eğlencelerinin üstüne, kendi evlerindeki yataklarına gittiler. Telemakhos’un odası, yüksekte, dış avluya bakan kuledeydi. Burada, düşüne düşüne yürüdü aceleyle. Yaşlı bir kadın, Peisenoroğlu Ops’un kızı Eurykleia önünde yürüyordu bir çift parlak çıra ışığıyla. Laertes satın almıştı kendi parasıyla daha genç bir kızken onu. Yirmi öküz parası vermişti onun için ve kendi karısına gösterdiği kadar saygı göstermişti evinde, ama yatağına almamıştı karısının öfkesinden korktuğu için. İşte oydu şimdi Telemakhos’un yolunu aydınlatan; evdeki bütün kadınlardan daha çok sevgi göstermişti ona, zira bebekken emzirmişti. Odasının kapısını açtı ve yatağın üzerine oturdu Telemakhos, gömleğini çıkarıp yaşlı kadına verdi. Kadın da düzgünce katlayıp yatağının yanındaki askıya astı. Dışarı çıktıktan sonra, gümüş kilidinden çekti kapıyı ve halka yardımıyla sürgüyü çekip yerleştirdi. Ancak Telemakhos, üzerinde yünden bir örtüyle uzanarak planladığı yolculuğu ve Athena’nın verdiği öğüdü düşündü bütün gece.

KİTAP II

Sabahın çocuğu, gül parmaklı şafak görününce, Telemakhos yatağından kalktı ve giyindi. Güzel ayaklarına sandaletlerini bağladı, kılıcını omzuna astı ve ölümsüz bir tanrı gibi çıktı odasından. Hemen habercileri gönderdi, insanları toplantıya çağırsınlar diye, onlar da çağırdılar ve bunun üzerine insanlar toplandı. İnsanlar toplanınca Telemakhos elinde mızrağıyla toplantı yerine gitti, yalnız değildi, zira iki köpeği de yanındaydı. Athena ona öyle bir tanrısal güzellik bahşetmişti ki yanlarından geçtikçe hayretler içinde bakıyordu bütün gözler ona; babasının tahtına oturması için en yaşlı danışmanlar bile yol açtılar.

Yaşlılıktan iki büklüm olmuş ve çok deneyimli bir adam olan Aigyptios konuştu önce. Oğlu Antiphos, Odysseus’la beraber soylu atların toprağı İlyon’a gitmişti ama yabani Kikloplar öldürmüştü onu hepsi mağaraya kapatıldığında ve akşam yemeği yapılmıştı.[16 - Aigyptios, Antiphos’un sonunu elbette bilemezdi, zira henüz Odysseus’la ilgili veya ondan alınan bir haber yoktu (ç.n.)] Üç oğlu daha vardı, ikisi babalarının topraklarında çalışıyorlardı hâlâ, üçüncü oğlu Eurynomos ise taliplerdendi. Ancak babaları, Antiphos’un acısını unutamıyordu ve onun için gözyaşı döke döke konuşmasına başladı.

“İthaka’nın beyleri!” dedi. “Beni dinleyin. Odysseus gittiği günden beri, böyle dernek kurulmamıştı bugüne kadar. Kim olabilir, yaşlı veya genç, bizi toplantıya çağırmayı gerekli gören? Bir ordu yaklaştığının haberini mi almış ve bizi uyarmak mı ister, yoksa başka bir halk meselesini mi konuşacak? Eminim ki fevkalade bir adamdır ve Zeus yüreğinin arzusunu bahşedecektir ona.”

Telemakhos bu konuşmayı iyi bir işaret olarak gördü ve hemen ayağa kalktı, zira konuşmaya can atıyordu. Meydanın ortasında durdu ve seçkin haberci Peisenor asasını getirdi. Ardından Aigyptios’a dönerek, “Efendim şimdi öğreneceksiniz.” dedi. “Benim sizi toplantıya çağıran, zira çok kederli bir hâldeyim. Sizi uyarmam gereken bir ordunun yaklaştığı haberini almadım veya konuşacağım bir halk meselesi de yok. Benim derdim tamamen bana ait ve evimdeki iki büyük talihsizlikle ilgili. Birincisi, soylu babamın kaybı, kendisi burada olan herkesin önderiydi ve her birinize bir baba gibiydi. İkincisi ise daha ciddi ve çok yakında varlığımın tamamen bitmesine sebep olacak. Aranızdaki önderlerin oğulları rızası dışında evlenmek için rahatsız ediyor anamı. Babası İkarios’a gitmeye korkarlar, beğendiği birini seçmesi ve kızına çeyiz vermesi için. Bunun yerine babamın evinde oyalanırlar her gün; öküzlerimizi, koyunlarımızı ve besili keçilerimizi kurban ederler şölenleri için ve içtikleri şarabın miktarını bile düşünmezler. Hiçbir mal mülk dayanmaz bunca umursamazlığa. Kapımızdan belayı savacak Odysseus da yok artık başımızda ve onlara karşı duramıyorum ben tek başıma. Buna rağmen gücüm olsaydı savunurdum elbette kendimi, zira böyle bir muameleye dayanamıyorum artık, evim rezil ve harap ediliyor. Bu sebeple saygı gösterin kendi vicdanınıza ve halkın düşüncelerine. Tanrı’nın öfkesinden de korkun, hoşnutsuz olup saldırmasın tanrılar size diye. Zeus ve toplantıları başlatıp bitiren Themis adına yalvarırım, geride durmayın dostlarım ve beni tek başıma bırakmayın. Yiğit babam Odysseus Akhalara bir kötülük etmişti de şimdi benden öç mü alıyorsunuz, bu taliplere yardım edip cesaret vererek. Diğer yandan, evim, yuvam tüketilecekse eğer o zaman bunu sizin yapmanızı yeğlerim, zira o zaman size karşı davamı güdüp ziyanımın tamamını ödetinceye kadar ev ev dolaşıp ihtar ederdim, ancak şimdi hiçbir çarem yok.”

Böyle diyerek asasını yere fırlattı ve gözyaşlarına boğuldu. Herkes acıdı hâline; ama sessizce oturdular ve öfkeli bir cevap vermeye girişmedi kimse, Antinoos hariç. Şöyle konuştu Antinoos:

“Telemakhos, küstah bir palavracısın, ne cüretle suçu biz taliplerin üzerine atarsın? Bu ananın suçu, bizim değil, zira kendisi çok kurnaz bir kadın. Şu geçen üç yıl -dört yıl olacak neredeyse- her birimize cesaret vererek ve üstü kapalı mesajlar yollayarak aklımızı başımızdan alıyor. Sonra başka bir oyun var bize oynadığı. Odasına büyük bir tezgâh kurdu ve güzel iğne işinden devasa bir parça üzerinde çalışmaya başladı. ‘Güzel delikanlılar!’ dedi. ‘Odysseus öldü elbet ama hemen evlenmek için baskı yapmayın bana, bekleyin -zira iğne işindeki becerimin boşa gitmesini istemem- ta ki yiğit Laertes için yaptığım kefeni tamamlayana dek, ölüm onu almaya geldiğinde hazır olsun diye. O çok varlıklı; eğer kefensiz yatarsa buranın kadınları ne der?’

Bize söylediği buydu ve biz de rıza gösterdik. Onun bütün gün büyük ağında çalıştığını görürdük ama geceleri ilmekleri çözermiş meğer meşale ışığı altında. Bizi bu şekilde üç sene boyunca kandırdı ve bunu bilmiyorduk, ama zaman geçtikçe ve dördüncü yıla gelinince, ne yaptığını bilen hizmetçilerinden biri bize bunu söyledi ve yaptığı işi çözerken yakaladık biz de onu, böylece istese de istemese de bitirmek zorunda kaldı. Bu yüzden talipler şu cevabı veriyor sana ki hem sen hem de Akhalar anlasın: Ananı gönder, kendisinin ve babasının istediği adamla evlenmesini emret, zira ne olacak bilmiyorum eğer Athena’nın öğrettiği hünerleri hesap ederek o edayla bizi daha fazla bıktırmaya devam ederse; çünkü o çok akıllıdır. Böyle bir kadın daha önce duymadık biz, Tyro, Alkmene, Mykene ve diğer eski ünlü kadınları biliyoruz hep ama onlar anan gibi değildi, hiçbiri. Bize böyle davranması adil değil ve Tanrı’nın ilham ettiği gibi davranmaya devam ettiği sürece, biz de varlığını yemeye devam edeceğiz senin. Ve onun değişmesi için de bir sebep görmüyorum, zira bütün onur ve şerefi alıyor o, bunu ödeyen de sensin, o değil. O zaman anla, topraklarımıza geri dönmeyeceğiz, ne buraya ne de başka bir yere, ta ki kararını verip birimizden biriyle evleninceye kadar.”

Telemakhos cevap verdi: “Antinoos, beni doğuran anayı babamın evinden nasıl göndereyim? Babam yurdumda değil ve ölü mü diri mi bilmiyoruz. Eğer kızını geri göndermekte ısrar edersem İkarios’a vermek zorunda olduğum tazminat bana zor gelir. Hem benimle uğraşacak epey hem de Tanrı cezalandıracak beni, zira anam evi terk ederken öcünü almaları için Furileri[17 - Furi: Yeraltı cehenneminin korkunç devleri. (e.n.)] çağırır. Ayrıca, bunu yapmak şerefli bir iş değil ve söyleyecek bir şeyim yok. Eğer bu yaptığıma gücenirsen evi terk et ve birbirinizin evinde ziyafet verin sırayla, kendi paranızla. Ama tam tersi, tek bir kişinin sırtından geçinmekte ısrar ederseniz, Tanrı yardımcım olsun, Zeus hesaplaşır sizinle ve babamın evinde ölüp gittiğinizde öcünüzü alacak tek bir adam kalmaz.”

Konuştuğu sırada, Zeus iki kartal yolladı dağın tepesinden ve rüzgârla uçtular durmadan bunlar, yan yana asil bir şekilde süzülerek. Derneğin tam ortasına geldiklerinde daire çize çize uçtular oldukları yerde, kanatlarıyla havayı döverek ve alttakilerin gözlerine ölüm saçan gözlerle bakarak. Sonra, şiddetle dövüşerek ve birbirlerini parçalayarak şehrin üzerinden sağ tarafa doğru uçtular. İnsanlar bunu görünce hayrete düştü ve birbirlerine sordular bu ne olabilir diye. Bunun üzerine Halitherses, aralarındaki en iyi elçi ve kehanet okuyucu onlara şöyle dedi, sade bir dille ve tüm dürüstlüğüyle:

“Dinleyin beni, İthaka’nın beyleri ve özellikle de taliplere söylüyorum, zira onlar için bir belanın yaklaştığını görüyorum. Odysseus daha fazla uzakta kalmayacak, yakında ölüm ve felaketi getirmesi yakındır, sadece onların üzerine değil, İthaka’da yaşayan pek çok kimsenin üzerine de. O zaman yol yakınken akıllı olalım ve o gelmeden bu kötülüğe bir dur diyelim. Bırakalım talipler kendi rızasıyla bunu yapsınlar, onlar için daha iyi olur, zira doğru olmasaydı bu kehanette bulunmazdım. Odysseus’a olacağını söylediğim şeyler gerçekleşti, Argoslular Truva’ya doğru yola çıktığında ve o da onlarla gittiğinde. Ona çok zorluklar çekip bütün adamlarını kaybettikten sonra yirminci yılda eve geleceğini söyledim ve şimdi tüm bunlar gerçek oluyor.”

Sonra Polybosoğlu Eurymakhos şöyle dedi: “Evine git yaşlı adam ve kendi çocuklarına kehanette bulun, yoksa onlar için kötü olacak. Ben bu işaretleri senden iyi okurum, kuşlar gün ışığı altında her zaman uçarlar orada burada; ancak bu, nadiren bir anlamı ifade eder. Odysseus uzak bir diyarda öldü gitti ve ne yazık ki sen de onunla ölmedin, onun yerine burada işaretler hakkında gevezelik edip zaten yeterince kızgın olan Telemakhos’un öfkesine öfke katıyorsun. Galiba ailen için bir şeyler vereceğini sanıyorsun ama sana söyleyeyim -ve bu böyle olacak- senin gibi yaşlı bir adam iyi bilir ki, genç bir delikanlının canını sıkana kadar konuşursan evvela bu genç dost için daha da kötü olur -bundan bir fayda gelmeyecek ona, zira talipler buna engel olacaklar- ikincisi de sana ödemekten hoşnut olmayacağın ağır bir ceza veririz, zor katlanırsın buna. Telemakhos’a gelince; herkesin önünde onu uyarıyorum, anasını göndermesi için babasına, ki o bulsun kocasını ve sevgili bir kız evladın beklediği çeyizleri düzsün. O zamana kadar onun taleplerimizle huzurunu kaçıracağız, zira kimseden korkumuz yok; tüm havalı konuşmalarına rağmen ne ona ne de senin gelecekten haber vermene aldırış ediyoruz. İstediğin kadar vaaz verebilirsin; ama daha çok nefret ederiz senden. Gidip Telemakhos’un varını yoğunu yemeye devam edeceğiz, hiçbir şey ödemeden ona, anası her geçen gün bizi beklentiye sokarak işkence etmekten vazgeçmediği sürece; her birimiz böyle nadide bir ödül için birbirimizle rekabet ediyoruz. Bunun yanında, vakitlice evlenmek için başka bir kadının peşinden de gidemiyoruz, onun bize davranışları yüzünden.”

Ardından Telemakhos şöyle dedi: “Eurymakhos ve siz diğer talipler, başka bir şey söylemeyeceğim ve rica etmeyeceğim size daha fazla, zira tanrılar ve İthaka halkı artık biliyor hikâyemi. O zaman bana beni oradan oraya götürecek bir gemi ve yirmi adamlık bir tayfa verin, çok uzun zamandır kayıp olan babamı bulmak üzere Sparta ve Pilos’a gideceğim. Belki biri bir şey söyler bana veya Tanrı’dan gelen bir mesaj benim yönümü çizer, ki insanlar çoğu zaman haberleri böyle duyarlar. Eğer babamın sağ ve eve dönüş yolunda olduğunu duyarsam siz taliplerin israflarına on iki ay daha dayanırım. Ama eğer öldüğünü duyarsam hemen eve dönerim, bütün ihtişamıyla cenaze merasimini yaparım, anısına bir mezar dikerim ve anamı tekrar evlendiririm.”

Böyle diyerek yerine oturdu. Odysseus’un dostu olan ve geride kalan her şeyinden sorumlu olarak hizmetkârları tam yetkiyle idare etmek üzere orada kalan Mentor konuşmak için ayağa kalktı. Sade bir dille ve tüm dürüstlüğüyle şöyle dedi:

“Dinleyin beni, İthaka’nın beyleri, bundan sonra nazik ve yardımsever bir kral bulamazsınız dilerim, ne de sizi adaletle yönetecek. Bundan böyle bütün önderleriniz zalim ve adaletsiz olurlar dilerim, zira herkes Odysseus’u unuttu, ki o sizi babanız gibi yönetti. Taliplere çok da kızgın değilim, zira yüreklerindeki edepsizlikle zulüm yapmayı seçtilerse ve Odysseus’un dönmeyeceğine dair başlarını koyarak iddia ediyorlarsa zorbalık yapıp onun varını yoğunu yiyebilirler. Ama sizlere gelince İthaka halkı; böylesine rezil bir şeyi durdurmayı dahi denemeden oturuyorsunuz, ki isterseniz yapabilirsiniz, zira siz çoğunluksunuz, onlar azınlık.”

Euenoridesoğlu Leiokritos cevap verdi ona şöyle diyerek: “Mentor, ne bu çılgınlık, insanları bize karşı kışkırtıyorsun? Bir adamın erzakları için pek çok adamla savaşması zor iş. Odysseus’un kendisi bile bize saldırsa evinde ziyafet çekerken ve bizi zorla çıkarmak için elinden geleni yapsa bundan dönüşüne bu kadar hasret çeken karısını sevindirecek bir netice çıkmaz; kendi kafası bulanır kana, bu kadar kalabalığa karşı savaşırsa. Söylediğin şeyler mantıklı değil. Bu yüzden artık insanları işlerine gönder ve babasının eski arkadaşları, Mentor ve Halitherses bu oğlanı yolculuğuna hazırlasın, eğer ki giderse tabii. Ben gideceğini düşünmüyorum, zira burada kalacak gibi, ta ki birisi gelip ona bir şey söyleyinceye kadar.”

Böyle diyerek toplantıyı bitirdi ve herkes kendi evine gitti, ancak talipler Odysseus’un evine döndüler.

Sonra Telemakhos tek başına deniz kıyısına gitti, gri dalgalarla ellerini yıkadı ve Athena’ya yakardı.

“Dinle beni!” diye inledi. “Dün ziyaret eden ve uzun zamandır kayıp olan babamı aramak için denize açılmamı emreden tanrı. Sana uyacağım ama Akhalar ve özellikle uğursuz talipler yapamayayım bunu diye engellemek istiyorlar beni.”

Böyle yakarırken, Athena görünüşü ve sesiyle Mentor’a benzeyerek ona yaklaştı. “Telemakhos!” dedi. “Eğer babanla aynı maddeden yapıldıysan bundan böyle ne aptal ne de korkak olacaksın, zira Odysseus hiçbir zaman sözünden dönmedi ve işini yarım bırakmadı. Eğer ona benziyorsan yolculuğun sonuçsuz olmayacak, damarlarında Odysseus ve Penelope’nin kanları yoksa o zaman başarılı olman için ihtimal görmüyorum. Oğullar nadiren babaları kadar iyi adam olurlar, genellikle daha kötüdürler, daha iyi değil. Yine de bundan böyle aptal ve korkak, babanın aklından da tamamen yoksun olmayacağına göre, bu teşebbüsüne umutla bakıyorum. Ama bak, bu taliplerin hiçbiriyle beraber iş yapma, zira ne sağduyuları ne de erdemleri var ve yakında her birinin üzerine çökecek olan ölüm ve felaketi düşünmezler, aynı gün yok olacaklar hepsi. Yolculuğuna gelince; daha fazla gecikmeyecek. Baban o kadar eski bir arkadaşım ki o yüzden sana bir gemi bulup kendim de geleceğim seninle. Ama şimdi eve dön ve taliplere görün, yolculuğun için erzakları hazır etmeye başla, her şeyi iyice istif et, şarapları küplere ve hayatın kaynağı arpa ununu tulumlara; bu sırada ben de şehri dolaşıp hemen gönüllüleri toplarım. İthaka’da çok gemi var, hem eskisi hem de yenisi, senin için bakacağım onlara ve en iyisini seçeceğim, onu hazırlayıp gecikmeden indiririz denize.”

İşte böyle konuştu Zeus’un kızı Athena ve Telemakhos da tanrıçanın ona söylediklerini yapmak için zaman kaybetmedi. Yüreği kaygı içinde eve gitti ve talipleri dış avluda keçilerin derisini yüzerken ve domuzları ütülerken buldu. Antinoos geldi yanına hemen ve elini aldı eline, şöyle söyledi: “Telemakhos, kavgacı dostum, söz ve hareketlerindeki şu kızgınlığı bırak artık, her zamanki gibi bizimle ye, iç. Akhalar her şeyi bulur sana, bir gemi ve yanında seçkin bir tayfa; böylece Pilos’a yelken açabilirsin hemen ve soylu babandan haber alabilirsin.”

“Antinoos!” diye karşılık verdi Telemakhos. “Sizin gibi adamlar yanında ne huzur içinde yiyebilirim ne de herhangi bir keyif alabilirim. Küçük bir çocukken pek güzel malımı tükettiğiniz yetmedi mi? Şimdi büyüdüm ve neyin ne olduğunu biliyorum artık, hem daha güçlüyüm, burada insanlar arasında veya Pilos’a giderek elimden gelen kötülüğü yapacağım size. Gideceğim ve gidişim boşuna değil; ancak taliplerin yüzünden ne gemim ne de tayfam var, kaptan olarak değil yolcu olarak gideceğim.”

Konuştuğu sırada elini Antinoos’un elinden kurtardı. Bu arada, diğerleri binaların arasında akşam yemeğini hazırlamaya devam ediyorlardı, bir yandan da onu alaya alıyorlardı.

“Telemakhos bizi öldürmeyi istiyor.” dedi bir delikanlı. “Sanırım Pilos’tan ona yardım edecek dostlar getirmeyi düşünüyor, belki de Sparta’ya sefere çıkmak arzusu ile içi içine sığmıyor. Yoksa Ephyre’ye de mi gidecek, şarabımıza koyup bizi öldürecek zehir almak için?”