Книга Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt - читать онлайн бесплатно, автор Сюэцинь Цао. Cтраница 9
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt

Ağlamaya başladı.

“Dün akşam doktorla görüştüm, çok ciddi bir şey olmadığını söyledi.” dedi Jia Qiang. “ ‘O ilaçtan iki doz alsın, iki gün içinde gelip görürüm.’ dedi. Ama kan tükürdüğünü bilmiyordum. Gidip hemen çağırsam iyi olacak.”

Tam giderken Lingguan seslendi.

“Dur gitme! Güneş ortalığı kavuruyor. Sinirlendiğin için gidiyorsun. Artık getirsen de ona görünmem!”

Genç adam bu sözler üzerine durakladı.

Baoyu bu sahneyi hayranlıktan ağzı açık bir hâlde izliyordu. Sonunda yere kazılarak yazılan o kelimelerin gerçek anlamını kavradı. Burada yeri olmadığı çok açıktı, sessizce çekildi. Jia Qi-ang kendisini Lingguan’a öyle bir kaptırmıştı ki Baoyu’nün gittiğini fark etmedi bile. Onu uğurlamak genç oyunculara kalmıştı.

Düşünceler içinde Kızıl Neşe Avlusu’na doğru yürüyen Baoyu öyle şaşkındı ki nereye gittiğinin farkında bile değildi. Oraya vardığında Daiyu, Xiren ile oturmuş sohbet ediyordu. Delikanlı doğru Xiren’in yanına gitti.

“Dün akşam söylediklerim doğru değildi.” dedi iç geçirerek. “Babam bana kendini beğenmiş cahil demekte haklıymış. Anladım ki ben ölünce hepinizin gözyaşlarının nehir olması mümkün değil. Hepimizin payına düştüğü kadar gözyaşımız var ve sahip olduklarımızla yetinmemiz lazım.”

Xiren bu konuyu tekrar açmasına çok şaşırdı. O akşam söylediklerinin şaka olduğunu ve çoktan unuttuğunu sanmıştı. Güldü.

“Biliyor musun, bazen gerçekten biraz çatlak olduğunu düşünüyorum!”

Baoyu sesini çıkarmadı. Bütün aşkların yazgı olduğundan ve herkesin kendi payına düşeni yaşadığından emin bir şekilde, ölünce kimin kendisi için gözyaşı dökeceğini merak ediyordu. Ama aklından geçen her şeyi tahmin etmeye kalkışmayacağız.

Daiyu onun bu tuhaf davranışlarını görünce bir şeyler olduğunu anladı ama sorgulamanın kendisine düşmediğine karar verdi. Konuyu bambaşka bir tarafa çevirdi.

“Demin annenin yanındaydım, bana yarın Xue teyzenin doğum günü olduğunu söyledi. Gitmek isteyip istemediğini sordu. Bir karar verdiğinde birini gönderip kendisine haber vermeni istiyor.”

“Geçen sefer She amcamın doğum gününe de gitmedim.” dedi Baoyu. “Şimdi gidersem ve She amcamınkilerden biriyle karşılaşırsam hiç hoş olmaz. Artık doğum günlerine katılmaktan tamamen vazgeçsem daha iyi olacak galiba. Hem bu sıcakta giyinip kuşanmak zorunda kalacağım. Gitmezsem teyzemin üzüleceğini sanmam.”

“O da ne demek!” dedi Xiren. “Amcan başka, o başka! Uzak bir yerde değilsin ki. Hem annenin kardeşi. Gitmezsen nedenini çok merak edeceğinden eminim. Sıcaktan korkuyorsan, sabah erkenden, hava serinken gidersin. Saygılarını sunar, bir fincan çay içip gelirsin. Böylesi daha iyi olur.”

“Tabii ki gitmen lazım!” dedi Daiyu, daha Baoyu cevap veremeden. “Seni sivrisineklerden koruyan kişiye bir ziyaret borçlusun!”

“Ne sivrisineği?” dedi Baoyu, afallamış bir şekilde. “Ne diyorsun sen?”

Xiren, o uyurken Baochai’in yanında sineklikle yatağının kenarında oturduğunu anlattı.

“Ne korkunç bir şey!” dedi Baoyu çok bozularak. “Onun yanında uyumam ne büyük kabalık! Neredeyse çıplaktım. Çok iğrenç!”

Bunun üzerine söylenecek bir şey yoktu. Kesinlikle Xue teyzenin doğum gününe gidecekti. Üçü böyle konuşurken, Xiangyun giyinip kuşanmış bir hâlde içeri girdi. Amcası onu aldırmak için adamlarını göndermişti, veda etmeye gelmişti. Baoyu ve Daiyu ayağa kalkıp onu buyur ettiler ama uzun kalamayacağını söyleyince kapıya kadar geçirdiler. Xiangyun gözyaşlarına hâkim olmaya çalışıyor; amcasının adamlarının yanında üzüntüsünü göstermek istemiyordu. Birkaç dakika sonra sevgili Baochai’in aceleyle onu yolcu etmeye gelişi, gidişini çok daha dayanılmaz bir hâle getirdi. Neyse ki her zaman diğerlerinden daha anlayışlı olan Baochai, onu almaya gelen adamlar eve döndükleri zaman halasına ağladığını söylerlerse başının derde gireceğini fark edip gidişini hızlandırmak için elinden geleni yaptı.

İki kız ve Baoyu Xiangyun’ü iç kapıya kadar geçirdiler. Baoyu daha da ileri gidecekti ama Xiangyun ona engel oldu. Arabasına doğru birkaç adım attıktan sonra vazgeçip geri döndü. Baoyu’yü yanına çağırdı.

“Büyük hanımefendiye beni sık sık hatırlat da unutmasın. O zaman belki birisini gönderip yine beni aldırır.” diye fısıldadı kulağına.

Baoyu öyle yapacağına söz verdi.

Arabasına binişini seyrettikten sonra hep beraber içeri girdiler.

Sonra olanları öğrenmek için gelecek bölümü okumalısın.

37. BÖLÜM

Bir gün güzel bir ilham sayesinde Tanchun Sonbahar

Tazeliği Stüdyosu’nda Begonya Kulübü’nü kurar.

Bir akşam Alpinia Parkı’nda kasımpatılar şiir teması olarak seçilir.

Hikâyemize devam edelim.

Shi Xiangyun gittikten sonra Baoyu ve diğer kızlar eskiden olduğu gibi zamanlarını Bahçe’de gezinerek ve şiirler mırıldanarak geçirdiler. Neler yaptıkları konusunda fazla ayrıntıya girmeden Jia Zheng’a dönelim.

İmparator Eşi’nin evine yaptığı ziyaretten sonra Jia Zheng, İmparator’un kendisine gösterdiği lütfun karşılığını verebilmek için resmî görevlerini daha büyük bir hevesle gerçekleştirmeye başladı. Düzgün tavırları ve lekesiz şöhreti Majestelerinin gözünden kaçmadı ve gerçek yeteneğini ortaya çıkarmak için onu vilayetlerden birinin Eğitim Müfettişi olarak atadı. Meslek hayatına kamu imtihanlarından geçerek başlamamıştı ama ne de olsa kuşaklardır edebiyata tutkun bir aileden geliyordu. Jia Zheng bu atama kararını alınca, yola çıkmak için sekizinci ayın yirmisini seçti. Yolculuk günü geldiğinde, aile tapınağında büyükleriyle vedalaştı; annesinin önünde secde etti. Baoyu ve ailenin diğer genç erkekleri ona ilk durağı olan Acıklı Ayrılık Hanı’na kadar eşlik ettiler. Evden ayrıldıktan sonra Jia Zheng’ın yaptıkları hikâyemizde yer almıyor.

Onun gidişiyle Baoyu herhangi bir kısıtlama ve ceza korkusu olmadan, Bahçe’de gönlünce aylaklık etme ve oynama özgürlüğüne kavuştu. Zamanını boşa geçirip, yıllarına verimsiz günler ve aylar ekledi.

Bir gün kendisini çok keyifsiz hissediyordu. Annesine ve büyükannesine formalite icabı olan sabah ziyaretlerini yapıp dönmüş ve üzerini henüz değiştirmişti ki Tanchun’ün hizmetçisi Cuimo ona hanımından bir mektup getirdi.

“Geldiğin iyi oldu.” dedi Baoyu, mektubu alırken. “Bu sabah hanımını ziyaret etmeye niyetliydim ama unutmuşum. Nasıl? Daha iyi mi?”

“Evet, gayet iyi.” dedi Cuimo. “Bugün ilacı bıraktı. Hafif bir soğuk algınlığı kaldı sadece.”

Baoyu zarif desenli mektubu açıp okudu.

Sevgili kardeşim,

Geçen gece, yağmurun ardından ay tüm berraklığıyla çıkınca, sanki bütün Bahçe’yi ışığıyla yıkadı. Böyle nadir bir manzara karşısında uyumak düşünülemezdi. Gece yarısını geçtiği hâlde ben hâlâ pavlonyaların altında geziniyordum, canım içeri girmek istemiyordu. Ama sonunda aldatıcı gece havası yapacağını yaptı ve sabah hastalandım. Dün gelip hasta yatağımda beni ziyaret etmen büyük incelikti! Hemen ardından hizmetçilerinle o lezzetli liçileri ve Yan Zhenqing’in kaligrafisini gönderip sağlığımı soracak kadar da düşüncelisin! Yalnız başıma yatağımda sessizce yatarken, eski günlerde hayatları para ve şöhret elde etmek için işin gücün velvelesi içinde geçen insanların bile, minik bir dağ ya da nehir kenarında dinlenecekleri sakin bir yerleri olduğunu; tatlı dil dökerek uzak ya da yakın dostlarını bir araya toplayıp neşelerini paylaştıklarını, şiir kulüpleri ya da edebiyat forumları kurduklarını düşündüm. Böylelikle aylak bir saatin geçici ilhamı ölümsüz şiir şaheserine dönüşebiliyordu. Bu toplantıların şöhreti yüzyıllar sonra bize kadar geldi.

Benim şairlik yönüm olmasa da kayalıklar ve dereler içinde, Baochai ve Daiyu gibi şiir yeteneği bahşedilmiş insanlar arasında yaşama ayrıcalığına sahibim. Bahçe’mizin romantik avlu ve kamelyalarının, bir araya toplanmış şairlerin neşeli âlemleriyle yankılanmaması, çiçekli korularının ve nehir kıyılarının şarap ve şarkı diyarı olmaması ne acı! Neden şiir kulüpleri kurmak sadece erkeklere özgü olsun; kadın şairler ancak saygın birisi uygun görüp davet ettiği zaman seslerini duyurabilsin? Eğer lütfedip gelirsen, yollarını temizleyip seni dört gözle bekliyorum.

Saygılarımla,Ablan Tanchun

Baoyu okumayı bitirince sevinçle ellerini çırptı.

“Sevgili Tanchun! Ne kadar da şairane bir ruhu var! Hemen gidip onunla bu konuyu görüşmeliyim!”

Peşinde Cuimo ile fırlayıp gitti. Ama daha İçe İşleyen Koku Kameriyesi’ne yeni gelmişti ki Bahçe’nin arka kapısında yaşlı dadılardan birini elinde bir notla hızla girerken gördü. Kadın Baoyu’yü görünce yanına gelip notu ona verdi.

“Efendi Yun’den, küçük bey. Arka kapıda bekliyor. Selamlarını iletip bu notu size vermemi istedi.”

Baoyu notu açıp okudu.

Sevgili Babacığım,

Saygılarımı sunarak size sonsuz bir mutluluk ve sağlık diliyorum. Büyük bir lütufta bulunup beni oğlunuz olarak kabul ettiğiniz günden beri, minnetimi göstermenin bir yolunu aradım durdum ama şu ana kadar hiç fırsat bulamadım. Geçenlerde bana çiçek satın alma görevi verildi ve sizin sayenizde pek çok bahçıvanla tanışma ve ünlü bahçeleri ziyaret etme fırsatım oldu. Bu bağlantılar sayesinde nadir bulunan beyaz bir begonya türü keşfettim ve büyük zorluklarla sadece iki saksı edinebildim. Umarım beni gerçek bir oğul olarak kabul edip bu çiçekleri reddetmezsiniz.

Hava çok sıcak olduğundan Bahçe’deki genç hanımları rahatsız etme korkusuyla bizzat gelmeye yeltenmedim.

Naçizane saygılarımı sunar, sağlık dilerim,

Sadık oğlunuzJia Yun

Okumayı bitiren Baoyu güldü.

“Yalnız mıydı?” diye sordu yaşlı kadına. “Yoksa yanında biri mi vardı?”

“Saksı taşıyan iki delikanlı vardı.”

“Peki. Gidip benim adıma teşekkür et. Mektubunu okuduğumu ve düşünceliliğini takdir ettiğimi söyle. Saksıları odama gönder.”

Bu talimatlardan sonra Cuimo ile beraber Sonbahar Tazeliği Stüdyosu’na doğru yoluna devam etti. Oraya vardığında Baochai, Daiyu, Yingchun ve Xichun’ün kendisinden önce geldiklerini gördü. Kızlar onu görünce “İşte biri daha geldi!” diye heyecanla bağrışarak güldüler.

“Birden aklıma geliveren bu fikir pek de fena değilmiş! Bu kadar sevildiğimi bilmiyordum. Bakalım ne olacak diyerek öylesine birkaç davetiye yazmıştım. Sadece bir öneriydi. Herkesin hemen karşılık vereceği hiç aklıma gelmemişti.” dedi Tanchun.

“Keşke daha önce akıl etseydin.” dedi Baoyu. “Böyle bir kulübü çoktan kurmamız gerekirdi.”

“Geç değil!” dedi Daiyu. “Hepiniz bu kadar hevesliyseniz şiir kulübünüzü hemen kurun ama beni bu işe karıştırmayın, lütfen. Ben yokum.”

“Sen yoksan kim olacak?” dedi Yingchun gülerek.

“Tevazu göstermenin sırası değil.” dedi Baoyu. “Bu hepimizin hevesli olduğu ciddi bir iş. Birbirimizi cesaretlendirmeliyiz. Beraber tartışacağımız fikirlere ihtiyacımız var. Haydi, Bao! Önce seni dinliyoruz, belki sonra Kuzen Lin bir şeyler söyler.”

“Bu ne acele?” dedi Baochai. “Henüz herkes gelmedi ki.”

Lafını bitirir bitirmez Li Wan girdi içeri.

“Vay! Ne kadar da şiir severmişiz!” dedi gülerek. “Eğer bir şiir kulübü kuracaksanız başkanı ben olabilir miyim? Bu yılın başında bu fikir benim de aklıma gelmişti ama kendim şiir yazamadığım için teklifin benden gelmesi küstahlık olur diye düşündüm, sesimi çıkarmadım. Şimdi şairane Tanchun kardeşim aynı şeyi düşündüğüne göre ben de elimden geleni yaparım.”

“Eğer bir şiir kulübü kuracaksak, o zaman bu kulübün üyeleri olarak hepimiz eşit durumda ve şair olmalıyız. Artık birbirimize ‘kuzen,’ ‘kardeş’ ya da benzer şekilde hitap etmeyelim.” dedi Daiyu.

“Kesinlikle katılıyorum.” dedi Li Wan. “Kendimize güzel takma adlar bulalım; şiirleri bu adlarla yazar, birbirimize de öyle hitap ederiz. Benim adım Çeltik Çiftçisi olsun. Herhâlde başka hiç kimse istemez.”

“Benimki de Sonbahar Tazeliği Efendisi.” diye bağırdı Tanchun.

“ ‘Efendi’ ifadesinde sahte ve tuhaf bir şey var.” diye karşı çıktı Baoyu. “Etrafında bu kadar pavlonya ve muz ağacı varken neden onları kullanmıyorsun?”

“Peki o zaman.” dedi Tanchun. “Muz ağaçlarımı çok seviyorum, Muzların Altındaki Yabancı olsun.”

Herkes bunu daha orijinal bularak onayladı. Sadece Daiyu gülerek dalga geçti.

“Haydi canım!” dedi. “Tencereye koyup pişirin onu! Şarabımızla av eti iyi gider.”

Diğerleri şaşkın şaşkın bakınca gülerek açıklama yaptı. “Eski bir Taocu hikâyede, bir oduncu öldürdüğü geyiği muz ağacının altına saklar. Bu isim de o geyiği hatırlatıyor. Kuzen Tan kendine bu adı alınca kulüp üyelerine av eti olarak kendisini sunmuş oluyor.”

Herkes gülerken Tanchun araya girdi.

“Pekâlâ Bayan Zekâ! O zaman ‘Muz Düşkünü’ olsun. Ama dur sen! Seninle işim bitmedi.” dedi ve ötekilere dönerek devam etti. “Onun için de harika bir isim buldum. İmparator Shun öldüğünde iki karısı Xiang Nehri kıyısına gidip onu aramış. Efsaneye göre, iki kadın nehir tanrıçasına dönüşmüş ve gözyaşları nehir kıyısında büyüyen bambuların benekleri olmuş. Bu nedenle benekli bambulara onların adı verilmiş. O da Bambu Evi’nde yaşadığına ve sürekli ağladığına göre, bir gün avlusundaki bambular beneklenirse hiç şaşırmam. Bu durumda bence onun için en uygun takma ad ‘Nehir Kraliçesi’ olur.”

Ötekiler alkışlayarak bu adın Daiyu’ye çok uyduğunu onayladılar. Daiyu hiç sesini çıkarmadan başını önüne eğdi.

“Ben de Kuzen Baochai için bir isim buldum.” dedi Li Wan. “Daiyu’nünki gibi kraliyete ait değil ama soylu bir isim.”

“Neymiş?” diye sordu Xichun ve Yingchun.

“Alpinia Hanımefendisi’ne ne dersiniz?”

“Çok yakışır bence.” dedi Tanchun.

“Ya ben?” dedi Baoyu. “Kimse bana bir isim bulmayacak mı?”

“Sen mi!” dedi Baochai. “Senin zaten bir adın var. Boşa Telaşçı! Çünkü her zaman hiçbir şey yapmadan telaş içindesin.”

“Eski adını kullanabilirsin.” dedi Li Wan. “Çiçeklerin Prensi.”

“Gençlik patavatsızlıklarımı hatırlatarak beni utandırman şart mıydı?” dedi Baoyu, gülerek.

“Senin bir sürü takma adın var zaten.” dedi Tanchun. “Neden yeni bir tane istiyorsun? Beğendiğimiz bir tanesini kullanırız.”

“Yok, senin adını ben seçeyim.” dedi Baochai. “Aslında bir tane buldum. Belki biraz sıradan gelebilir ama bence sana çok uyar. Çok şanslı birisin sen; çok güzel bir ortamda, lüks içinde yaşıyorsun, bir sürü boş zamanın var. Üçüne birden sahip olacak kadar şanslı başka birileri olduğunu sanmam. Bu yüzden de ‘Şanslı Aylak’ senin için en uygun isim olur.”

“İltifat ediyorsun! En iyisi herkes benim için hangi adı uygun buluyorsa onu kullansın.” dedi Baoyu gülerek.

“Hayır, olmaz!” dedi Daiyu. “Kızıl Neşe Avlusu’nda yaşadığına göre neden ‘Kızıl Neşe Prensi demiyoruz?”

“Tamam!” dediler diğerleri. “Güzel.”

“Şimdi Kuzen Ying ve Kuzen Xi’ye ne diyeceğiz?” dedi Li Wan.

“İkimiz de şiir konusunda iyi değiliz.” dedi Yingchun. “Takma isim kullanmamızın bir anlamı yok.”

“Öyle bile olsa takma adlarınız olmalı.” dedi Tanchun.

“Yingchun Nergis Adası’nda yaşadığı için adı ‘Nergis Adalı’ olabilir. Xichun de Kokulu Lotus Köşkü’nde yaşadığına göre onun adı da ‘Lotus Sakini’ olsun.” dedi Baochai. “En basit çözüm buymuş gibi görünüyor.”

“Güzel.” dedi Li Wan. “Bu isimler çok yakıştı. Şimdi en büyüğünüz ben olduğuma göre, hepinizin kabul etmesini istediğim bazı şartlar teklif edeceğim. Ne olduğunu duyduğunuzda kabul etmekte zorlanmayacaksınız bence. İlki şu, bu kulübü kuran yedi kişi içinden üçü, yani Kuzen Ying, Kuzen Xi ve ben, şiir konusunda pek iyi olmadığımızdan, bizi şiir yazmaktan muaf tutmanızı ve kulübün memurları olarak görev yapmamıza izin vermenizi öneriyorum.”

“Kuzen Ying ve Kuzen Xi mi!” dedi Tanchun. “Kullanmayacaksanız takma isim bulmanın ne anlamı var peki? Bence bundan sonra bu isimleri kullanmamanın cezası olsun.”

“Her şeyin bir sırası var.” dedi Li Wan. “Önce kulübü bir kuralım da cezaları sonra konuşuruz. Kulüp toplantıları benim dairemde yapılsın çünkü en geniş oda bende. Ben şiir yazamam ama cahil birinin ev sahibiniz olmasına itiraz etmezseniz, sizin etkinizle zamanla ben de daha şairane ve incelikli biri olurum. Diğer bir şartım, beni başkan yapmanız. Bütün resmî işleri kendi başıma yürütemeyeceğim için iki başkan yardımcısı seçmem gerekir. Nergis Adalı ve Lotus Sakini’ni yardımcılarım olarak tayin ediyorum. Birisi temaları ve kafiyeleri belirleyecek, diğeri de gözetmen ve yazman olacak. Son olarak, biz üç memur şiir yazmak zorunda olmasak bile, istediğimiz zaman denememize engel olmayacaksınız. Tabii diğer dört kişinin şiir yazmaktan başka seçeneği yok. İşte benim şartlarım bunlar. Eğer kabul ederseniz, kulübü kurmanıza yardımcı olmaktan memnuniyet duyarım. Kabul etmezseniz, aranızda olmamın bir anlamı kalmaz ve bu güzel topluluktan çekilirim.”

Bu öneriler Yingchun ve Xichun için oldukça uygundu çünkü ikisi de şiir yazmak için hevesli değillerdi; Baochai ve Daiyu gibi ustalarla rekabete hiç niyetleri yoktu. Hemen kabul ettiler. Yingchun ile Xichun’ün memnuniyetle rıza gösterdiğini gören diğerleri de itiraz etmeyip razı oldular. Ama Tanchun aslında bu fikrin kendisine ait olduğunu ve gelinen noktada diğer üçünün sorumluluğu aldığını söylemeden edemedi.

“Tamam.” dedi Baoyu. “Her şey ayarlandı. Şimdi Çeltik Kokan Köy’e gidebiliriz.”

“Hep acele edersin.” dedi Li Wan. “Bugünkü toplantı hazırlıklar için yapıldı. Artık size davet göndermemi beklemeniz lazım.”

“Her şeyden önce ne sıklıkta toplanacağımıza karar verelim.” dedi Baochai.

“Umarım çok sık olmaz.” dedi Tanchun. “Aksi hâlde keyif olmaktan çıkar. Ayda iki ya da üçten fazla olmasın.”

“Ayda iki yeterli bence.” dedi Baochai başıyla onaylayarak. “Hangi günler olacağını belirlersek, hava nasıl olursa olsun mutlaka toplanırız. Ayrıca birisi isterse belirlenen günlerin dışında da toplantıya davet edebilmeli. Biraz esneklik sağlarsak çok daha keyifli olur.”

Diğerleri bu fikri beğenip onayladı.

“Şiir kulübü benim fikrimdi.” dedi Tanchun. “Bari ilk toplantısına benim ev sahipliği yapmama izin verin.”

“Tamam.” dedi Li Wan. “Yarın bir toplantı yapacağız ve bizi sen ağırlayacaksın.”

“Neden yarını bekliyoruz ki?” dedi Tanchun. “Şu andan daha iyisi yoktur. Bir başlık seçin, Nergis Adalı kafiyeleri belirlesin; Lotus Sakini de şiirlerimizi yazarken bizi denetlesin.”

“Bana sorarsanız, her zaman aynı iki kişinin temayı seçip kafiyeyi belirlemesindense kura çekelim.”

“Ben buraya gelirken birilerinin iki saksı beyaz begonya taşıdığını gördüm. Çok güzeldi. Tema bu olsun mu?” dedi Li Wan.

“Hepimiz görmedik ki.” dedi Yingchun. “Görmediğimiz şey hakkında nasıl şiir yazalım?”

“Hepimiz beyaz begonya nasıl olur biliyoruz.” dedi Baochai. “Hakkında şiir yazmak için neden görmemiz gereksin? Eskiler şiirsel bir temayı, o anda ifade etmek istedikleri duygularına bir araç olarak kullanırlarmış. Hakkında şiir yazacakları şeyleri görmeyi bekleselerdi asla şiir falan yazılamazdı.”

“Peki o hâlde, kafiyeyi belirliyorum.” dedi Yingchun.

Raftan bir şiir kitabı aldı, rastgele bir sayfa açtı ve diğerlerine gösterdi.

“İşte böyle sekiz dizelik şiirler yazacaksınız.” dedi.

Kitabı kapatıp, kapı eşiğinde durarak onları seyreden hizmetçiye döndü.

“Bize bir kelime söyle.” dedi. “Herhangi bir kelime.”

“Kapı.” dedi kız.

“Demek oluyor ki ilk dize ‘kapı’ kelimesiyle bitecek.” dedi Yingchun. Tekrar aynı kıza döndü. “Bir tane daha söyle.” dedi.

“Saksı.” dedi kız.

“Tamam, ‘saksı.’ ” dedi Yingchun.

Sonra kafiye kartlarının saklandığı kutuyu aldı, on üçüncü çekmeceyi açıp hizmetçi kızın rastgele iki tane kart seçmesini istedi. ‘Ruh’ ve ‘leke’ kelimeleri çıktı.

“Şimdi, herhangi bir çekmeceden istediğin kartı seç. Sadece bir tane.” dedi kıza.

Kızın seçtiği kartta ‘gün’ yazıyordu.

“Tamam.” dedi Yingchun. “Demek oluyor ki ilk dizeniz ‘kapı’ ile bitecek, ikincisi ‘saksı,’ dördüncüsü ‘ruh,’ altıncısı ‘leke’ ve sekizincisi ‘gün.’ ”

“Saksı ile kapı birbirine kolay kolay uymaz.” dedi Baoyu.

Tanchun’ün hizmetçisi Daishu yarışmacılar için dörder takım kâğıt ve kalem hazırladı. Daiyu hariç hepsi sessizce ne yazacaklarını düşünmeye başladı. Daiyu dışarıda dolaşıyor, pavlonya ağacının kabuklarıyla oynuyor, sonbaharın Bahçe’deki belirtilerini hayran hayran seyrediyordu. Arada bir hizmetçilerle şakalaşıyor, şiiri kafasına takmış gibi görünmüyordu. Yingchun hizmetçilerden birine Tatlı Rüya çubuğu yakmasını söyledi. Bu, yaklaşık sekiz santim uzunluğunda ve lamba fitili genişliğindeydi. Çabucak yanacak bir şeydi. Yarışmacılara şiirlerini bitirmek için çubuk yanıp bitene kadar zamanları olduğunu, aksi hâlde ceza alacaklarını söyledi.

İlk bitiren Tanchun oldu. Eline bir fırça alıp yazdıktan sonra tekrar üzerinden geçip birkaç düzeltme yaptı ve Yingchun’e teslim etti.

“Nasıl gidiyor, Alpinia Hanımefendisi? Şiirini düşündün mü?” diye sordu Baochai’e.

“Evet, bir şeyler düşündüm.” dedi Baochai. “Ama pek hoşuma gitmedi.”

Bu arada Baoyu ellerini arkasında kavuşturmuş koridorda bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu. Konuşmaları duyunca Daiyu ile konuşmak için durdu.

“Duydun mu?” dedi. “İkisi neredeyse şiirlerini bitirmişler.”

“Sen kendi işine baksana.” dedi Daiyu.

Baoyu içeriye bir göz attı ve Baochai’in şiiriyle meşgul olduğunu gördü.

“Vay canına!” diye bağırdı. “Çubuğun iki santimi kaldı ama ben anca dört dize yazabildim.” Sonra Daiyu’ye döndü.

“Çubuk neredeyse bitiyor. Hâlâ o ıslak çimenlerin üzerinde çömelmiş ne yapıyorsun?”

Daiyu ona aldırmadı.

“Şimdi seni düşünecek hâlim yok.” dedi Baoyu. “Ne kadar kötü olursa olsun şiirimi tamamlamam lazım.” Böyle söyleyerek içeri girip masaya doğru gitti.

“Artık şiirleri görme zamanı geldi.” dedi Li Wan. “Hepsini okuyana kadar şiirini teslim etmeyen olursa cezasını öder.”

“Çeltik Çiftçisi kendi güzel şiir yazamasa da değerlendirme konusunda çok iyidir. Çok adaletli bir eleştirmendir. Hepimizin onun kararlarını kabul etmeye hazır olduğumuzdan eminim.” dedi Baoyu.

Diğerleri de onayladılar. Li Wan Tanchun’ün kâğıdını aldı, ötekiler de etrafından toplandılar.

Kış güneşi vuruyor asma kaplı kapıya,Duruyor altında yağmurdan yosun tutmuş saksı.Nazik bedeni kar kadar büyüleyici,Yeşimi gölgede bırakır saf ruhu.Mis kokulu kırılganlığı korkutuyor rüzgârı,Işıl ışıl beyazlığı dolunay kadar lekesiz!Beyaz çiçek perisi ipek kanatlarını silkele!İlahiyi benimle söyle ölmekte olan güne.

Hepsi Tanchun’ün şiirini çok beğendi. Sonra Baochai’inkini okudular.

Tatlı koku duruyor ardında örtük avlu kapısının,Sulamaya gidiyorum yosun kaplı saksıyı.Kızıllara bürünmüş yaz kardeşleri,Kar kadar, buz kadar saftır ruhu.Yalnız saf beyazlık göz kamaştırır;Ve yalnız beyaz yeşimde bulunmaz leke.Sanki dua ediyor sonbaharın beyaz tanrısınaGüzelim çiçekler sessizce, biterken gün.

Li Wan gülümsedi.

“İşte Alpinia Hanımefendisi kendini gayet isabetli bir şekilde ifade etti.” dedi.

Sonra Baoyu’nün şiirine sıra geldi.

Beyaz sonbaharın kız kardeşi durur kapıda,Kar gibidir çiçekleri, büyür saksıda.Yang Hanım çıkar banyodan, buz gibi saf,Yeşim kadar temiz Xi Shi’nin yaslı ruhu.Hiçbir sabah esintisi kurutamaz inci gözyaşlarını,Yağmur geceye ekler taze lekeler.Dalgın ve vakur çiçekleri salınır nazikçe,Hüzünlü bir flüt yas tutar solan güne!

Herkes okuduktan sonra Baoyu üçünün içinde en çok Tanchun’ün şiirini beğendiğini söyledi ama Li Wan Baochai’inkinin harika olduğu konusunda ısrar etti. Tam Daiyu’ye elini çabuk tutmasını söyleyecekti ki kız içeri girdi.

“Hepiniz bitirdiniz mi?” diye sordu.

Hemen fırçasını çıkarıp eline ilk gelen kâğıda hiç duraklamadan zihninde tamamladığı sekiz dizeyi karaladı ve masaya attı. Li Wan ve diğerleri okumaya başladılar.

Yarı açık bambu perde, yarı kapalı kapı,Kırık buza benziyor kalıbın, yeşim gibi saksın.

Daha ilk iki dizeyi henüz okumuşlardı ki Baoyu övgüler yağdırmaya başladı.

“Mükemmel! Nereden buldun bu fikirleri?”

Armut çiçeklerinden çalmışsın beyazı,Erik çiçeğinden ödünç almışsın ruhunu.

Hepsi bu dizelerden büyülendi.

“Çok güzel. Orijinal. Diğer üçünden çok farklı.”

Ay tanrıçası beyaz bir elbise diker,Sonbahar hüznüne kapılmış kızlar siler gözyaşı lekelerini.Sessiz ve mahcup, tek kelime şikâyet etmez,Dayanır sonbahar esintisine biterken gün.

“Evet, en mükemmeli bu.” dediler. “Dördü içinde en şahanesi!”

“İncelik ve orijinallik açısından öyle.” dedi Li Wan. “Ama nitelik ve dil sadeliği bakımından Alpinia Hanımefendisi’ninkini tercih ederim.”

“Bence de doğru bir karar!” dedi Tanchun. “Nehir Kraliçesi ikinciliği almalı.”

“Kızıl Neşe Prensi de sonuncu olur.” dedi Li Wan. “Kabul mü?”

“Evet, tabii.” dedi Baoyu gülerek. “Çok adil bir karar. Benim şiirim pek iyi değildi. Ama Alpinia Hanımefendisi ile Nehir Kraliçesi’ninkini yeniden değerlendirmelisiniz bence.”

“Karar mercii benim. Uymayı kabul etmiştiniz.” dedi Li Wan. “Sizin bu konuda söz hakkınız yok. Eğer birisi benim kararımı sorgulayacak olursa, ceza öder.”

Baoyu konuyu kapatmak zorunda kaldı.

“Toplantılarımızın her ayın ikisinde ve on altısında yapılmasını teklif ediyorum.” dedi Li Wan. “Bu toplantılarda konuyu ve kafiyeyi ben seçeceğim. Bu tarihler arasında başka bir toplantı daha yapmak isteyen olursa, buna bir engel yok. Aslında isterseniz her gün yaparız. Bu tamamen size kalmış. Ayın ikisinde ve on altısında hepiniz benim daireme geleceksiniz ve bu iki tarihteki toplantılar benim sorumluluğumda olacak.”