Книга Kızıl Odanın Rüyası III. Cilt - читать онлайн бесплатно, автор Сюэцинь Цао. Cтраница 2
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Kızıl Odanın Rüyası III. Cilt
Kızıl Odanın Rüyası III. Cilt
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Kızıl Odanın Rüyası III. Cilt

Bu şekilde görevlendirilen küçük aktrisler, tıpkı özgürlüklerine kavuşturulan kafes kuşları gibi, bütün gün Bahçe’de neşeyle dolaşmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Başka insanların hizmetinde çalışmaya alışkın olmadıkları ve nakış işlemeyi bile bilmedikleri gayet açık olduğundan kimse onlara müdahale etmedi. İçlerinden bir ikisi bir becerileri olmadığı sürece geleceğin kendileri için pek parlak olmayacağını anlayacak kadar sağduyuluydu ve artık tiyatro eğitimleri devam etmeyeceği için dikiş ya da ip eğirme gibi ev içi becerileri öğrenmeye kendilerini adadılar. Ama onlar istisnaydı.

Sonra sabık imparatorun eşi için büyük adak günü geldi ve Büyükanne Jia ile diğer hanımefendiler, sabahın dördünde Saray yakınlarındaki geçici konaklama yerlerine doğru yola çıktılar. Biraz bir şeyler atıştırdıktan sonra Saray’da ölünün ardından verilen kahvaltıya katıldılar. Kahvaltının ardından da biraz dinlenmek üzere evlerine döndüler. Öğle yemeği yediler. Kısa bir dinlenmeden sonra öğle ve akşam adakları için Saray’a geri gittiler. Tekrar geçici evlerine dönüp akşam yemeği yedikten sonra konağa geri geldiler. Geçici olarak kaldıkları yer, yüksek mevkideki bir ailenin, Budist rahibelerin sürekli olarak ibadet ettikleri bir tapınağındaydı. Rahibeler ibadet salonunun doğu ve batısındaki avlularda kalıyorlardı ama bu avlularda çok fazla boş oda vardı. Rong hanımları doğu avlusundaki odaları kiraladılar, Pekin Prensi’nin hanımları da batı avlusundakileri. Saray’a gitmek üzere aynı saatte çıkıp, aynı saatte döndükleri için iki tarafın hanımları birbirleriyle karşılaşma ve nezaket sohbeti etme fırsatı buluyorlardı. Ama bu haricî meseleler bizi ilgilendiren şeyler değil.

Şimdi Bahçe’ye dönelim. Büyükanne Jia ve Wang Hanım cenaze töreni için bir ay gibi uzun bir süre evde olmayınca, onca genç hizmetçilerin ve kadınların etrafta dolanıp keyif çatmaktan başka yapacakları fazla bir şey yoktu. Bahçe’deki farklı dairelere yerleştirilen Armut Ağacı Avlusu’ndakiler de eklenince sayıları iyice artmıştı. Böylelikle birdenbire daha öncekinden çok daha fazla insan Bahçe’ye doluşmuş oldu.

Genç aktrisler kibirli yaratıklardı; hizmetkârlara karşı çok buyurucu ve acımasızdılar. Yiyecekleri ve giyecekleri konusunda çok talepkâr ve titiz oldukları gibi, sivri dilli ve kavgacıydılar da;

dolayısıyla geçinmesi çok zor insanlardı. Armut Ağacı Avlusu kadınları onlardan nefret ediyorlardı ama şimdiye kadar açıkça tartışmaktan kaçınmışlardı. Bu kadınlar için tiyatro okulunun kapanması büyük bir ferahlama oldu. Bazıları kurtulmalarının verdiği sevinçle geçmiş geçmişte kaldı diye düşündüler. O kadar da yüce gönüllü olmayan diğerleri hâlâ hırs besliyorlardı ama bu dağıtım onları önceki görevlerinden azat ettiği için onlara karşı olan savaşlarını başka topraklara taşımadılar.

Bahar Temizliği Festivali gelmişti. Jia Lian her zamanki adakları hazırlatarak Jia Huan, Jia Cong ve Jia Lan’la beraber şehrin dışındaki Demir Eşik Tapınağı’na, aile mezarlarını temizlemeye ve ölüler için adak sunmaya gitti. Jia Rong da Ning Konağı’nın erkekleriyle aynı şey için yola çıktı. Ailenin gençlerinin içinde sadece Baoyu, henüz tam olarak iyileşmediği için gidemedi. Öğlen yemeğinden sonra Xiren onun uykusunun geldiğini fark etti.

“Ne güzel bir gün!” dedi. “Neden biraz Bahçe’de dolaşmıyorsun? Yemek yer yemez uzanırsan hazımsızlık yapar.”

Baoyu isteksiz bir şekilde terliklerini giydi, eline bir baston alıp avludan geçerek Bahçe’de dolaşmaya başladı.

Bahçe’nin bakımı ve ürünleri son zamanlarda bir grup uzman kadının ellerine bırakılmıştı; yılın bu dönemi bahçıvanlar için çok yoğun geçtiğinden, dört bir yanda bambuları keserek düzelttikleri, ağaçları ve çalılıkları budadıkları, bitkileri topladıkları, çiçek soğanlarını diktikleri, tohumları ektikleri görülüyordu. Diğer kadınlar gölün üzerinde ellerinde direklerle tekneleri idare ediyorlar, dipteki çamuru tarayıp lotus kökü dikiyorlardı. Göle nazır minyatür bir kaya dağının üzerinde Xiangyun, Xiangling, Baoqin ve birkaç genç hizmetçiden oluşan bir seyirci grubu manzaranın tadını çıkarıyordu. Baoyu yavaş yavaş yanlarına doğru gelirken, Xiangyun numaradan korkmuş gibi yaparak bağırdı.

“Çabuk, tekneleri gönderin hemen! Kuzen Lin’i almaya gelmişler!”

Herkes gülünce Baoyu kıpkırmızı kesildi.

“İnsanlar hastayken ne yaptıklarını bilmezler. Dalga geçmeniz hiç hoş değil!” dedi sert bir şekilde.

“Bu kadar komik olmasaydın sen de!” dedi Xiangyun. “Her zaman böyle farklı olmak zorunda mısın? Senin hastalığın bile herkesinkinden başka.”

Baoyu bir süre onlarla oturdu ve çalışan kadınları seyretti.

“Burası biraz rüzgârlı.” dedi Xiangyun. “Kayalar da soğuk. İçeri girsen iyi olmaz mı?”

Baoyu de zaten öyle yapmayı düşünüyordu, Daiyu’yü görmeye gidecekti. Bastonuna dayanıp kalktı, kızlarla vedalaşarak, İçe İşleyen Koku Köprüsü’nden geçip karşı kıyıdan yürümeye başladı. Salkım söğütlerden yeni sürgünler altın ipler gibi sarkıyor; şeftali ağaçlarının çiçek tomurcukları kızıl bir sis oluşturuyordu. Suni kaya dağının arkasındaki büyük kayısı ağacı çiçeklerini çoktan dökmüş, yeşil yapraklar ve bezelye büyüklüğünde kayısılarla dolmuştu.

“Ne fena!” diye düşündü. “Birkaç gün hasta yatınca kayısı çiçeklerini kaçırdım.

Şimdi yeşil yaprakların gölgesinde,Dallar kayısıyla dolmuş.

Ağaca bakarak duruyordu. Bunlar Du Mu’nun, Huzhou’ya son ziyaretinde, on iki yıl önce tanıştığı güzeller güzeli, genç dansçı kızın artık çoluk çocuklu bir kadın olduğunu gördüğü zaman yazdığı dizelerdi. Nasıl devam ediyordu?

Esmeden önce hırsız rüzgâr,Beyaz kırmızıdır baharda çiçekler;Şimdi her dalda yeşil yapraklar,Aralarından minik meyveler sarkar.

Xing Xiuyan’in nişanını düşündü. Evlenmesine bir iki yıl vardı. O da tıpkı Du Mu’nun sözünü ettiği kız gibi çoluk çocuk sahibi bir anne olacaktı. Elbette insanların evlenmeleri gerekiyordu; türlerini devam ettirmek zorundaydılar. Ama güzel bir kız için bu nasıl bir sondu!

Beyaz kırmızıdır baharda çiçekler…

Çok geçmeden kömür karası bukleleri gümüş rengine dönecek, gül yanakları kırışıp solacaktı. Bunu düşünmek onu çok üzdü ve elinde olmadan içini çekti. Ağaca bakmaya devam ederken, küçük bir kuş havalanıp dallardan birine kondu, var gücüyle şakımaya başladı. Baoyu’nün gündüz rüyası başka bir şekle büründü.

“Bu kuş ağaçlar çiçek açtığında da buraya gelmiş olmalı.” diye düşündü. “Şimdi söylediği şarkı da dökülüp giden çiçekler için bir ağıt. Sesinden anlaşılıyor. Ne yazık, kuşların dilinden anlayan Gongye Chang1 buralarda değil! Ne diyor diye sorardım ona. Kayısı ağaçları seneye yine çiçek açtığında buraya tekrar gelir mi acaba?”

Hülyaları kayalığın arkasında birden parlayıveren bir alevle bölündü. Kuş korkup uçuverdi. Baoyu de neredeyse kuş kadar ürkmüştü. Ateşin kısacık çatırtısından sonra öfkeli bir bağırtı geldi.

“Eceline mi susadın, Ouguan? Bu paraları ne cüretle Bahçe’de yakıyorsun! Seni hanımefendilere söyleyeceğim. Temiz bir dayak yiyeceksin!”

Baoyu neler olduğunu görmek için kayalığın diğer tarafına koştu. Yüzünde gözyaşı lekeleri olan Ouguan yere çömelmiş, elinde ateşle, için için yanan altın rengi ruh parasının kalıntılarına üzgün üzgün bakıyordu.

“Kim için bu?” diye sordu Baoyu. “Biliyorsun burada yakmaman lazımdı! Herhâlde ailenden birileri içindi? Bana adlarını söyle, bir kâğıda yazayım, çocukları gönderip bu işi doğru dürüst hallettireyim.”

Gelenin Baoyu olduğunu gören Ouguan dudaklarını sımsıkı kapadı ve hiçbir soru ona ağzını açtıramadı. Tam o sırada ona bağıran kadın, yüzünde sinsi bir zafer ifadesiyle hızla gelip kızı kolundan tuttu.

“Seni küçük hanımlara şikâyet ettim.” dedi kadın. “Çok çok sinirlendiler.”

Ouguan daha bir çocuktu. Küçük düşürüleceğinden çok korktu, çocukça direnmeye kalkıştı.

“Haddini aştığını söyledim.” dedi kadın. “Burada, dışarıda davrandığın gibi her istediğin şeyi yapamazsın. Burası farklı. Biz kural ve düzen isteriz.” Sonra Baoyu’yü işaret etti. “Efendi Bao bile kurallara uymak zorunda. Buraya gelip kuralları bozmaya kalkışabileceğini mi sanıyorsun? Olmaz! Artık korkmak için geç kaldın. Gel benimle, çık karşılarına!”

“Bu ruh parası değil.” dedi Baoyu aceleyle. “Bayan Lin için boş kâğıtları yakmış. Şikâyet etmeden önce dikkatli bakman gerekirdi!”

Çaresizliğinin arasında bir de Baoyu’nün gelişiyle Ouguan’ın dehşeti daha da artmıştı. Baoyu kendisini koruyunca kulaklarına inanamadı. Korkusu sürpriz bir memnuniyete dönüştü ve kendisini savunmak için cesaretini topladı.

“Evet, ruh parası olduğunu nereden çıkardın? Bayan Lin’in yazı kâğıdıydı.”

Ama kadın hiç umursamadı. Eğilip küllerin içindeki yanmamış parçalardan bir iki tane aldı.

“Benimle tartışmaya kalkma! İşte kanıtlar burada! Benimle görüşme odasına gelip kendin açıklayacaksın.”

Ouguan’ı kolundan tutup çekiştirdi ama Baoyu de öteki kolundan tutup, bastonuyla kadının eline vurdu.

“İstiyorsan kâğıtları onlara götür.” dedi. “Ben sana doğrusunu söyleyeyim. Dün gece rüyamda Kayısı Ağacı Ruhu bana geldi ve bir an önce iyileşmek istiyorsam ona ruh parası adamam gerektiğini söyledi. Benim evimden birinin değil de bir yabancının yapması gerekiyormuş. Kimsenin de haberi olmaması lazımmış. O kadar uğraşıp bu kızı bulduktan sonra sen görünce her şey boşa gitti. Hastalandığımdan beri ilk kez ayağa kalkmıştım. Şimdi tekrar hastalanırsam, bu senin kabahatin. Hâlâ onu götürmek istiyor musun? Git de gör onları, Ouguan. Şimdi söylediklerimi anlat onlara. Büyükannem geri dönünce ona olanları anlatacağım. Bu kadının bile bile sana engel olduğunu söyleyeceğim.”

Ouguan çok sevindi. Şimdi kendisi kadını çekiştirmeye başladı. Kadın elindeki kâğıt parçalarını yere attı ve yüzünde hastalıklı bir gülümsemeyle Baoyu’ye yalvardı.

“Bilmiyordum, gerçekten bilmiyordum. Eğer büyük hanımefendiye söylerseniz, benim için her şey biter.”

“Bu konuda konuşmazsan ona söylemem.” diye söz verdi Baoyu.

“Ama şimdi onlara anlattığım için Ouguan’ı getirmemi istediler.” dedi kadın. “En iyisi Bay Lin’in çağırdığını söyleyeyim.”

Baoyu biraz düşündü ve başını sallayarak onayladı. Kadın dediğini yapmaya gitti. O gittikten sonra Baoyu sorularına devam etti.

“Kimin içindi? Ailenden biri için olmadığından eminim. Gizli mi?”

Ouguan kendisini koruduğu için Baoyu’ye minnet duyuyordu. Onun anlayışlı biri olduğunu anlayarak daha fazla geri çeviremedi. Gözünde yaşlarla cevap verdi.

“Benim haricimde sadece iki kişi bunu biliyor. Sizin dairenizdeki Fangguan ve Bayan Bao’nın dairesindeki Ruiguan. Bugün olanlardan sonra sanırım siz üçüncü olacaksınız. Ama hiç kimseye söylemeyeceğinize söz verin.” Sonra ağlamaya başladı. “Ama yüzünüze karşı söyleyemem. Eve döndüğünüzde yanınızda kimse yokken, Fangguan’a sorun size anlatsın.”

Sonra Baoyu’yü merak içinde bırakarak kaçıp gitti. Bambu Evi’ne doğru yoluna devam eden delikanlı Daiyu’yü öncekinden daha zayıf buldu ama kız birkaç gün öncesinden çok daha iyi hissettiğini söyledi. O da Baoyu’nün zayıfladığını fark etti ve sebebini düşününce gözyaşı dökmeye başladı. Daha birkaç dakika konuşmuşlardı ki henüz nekahet döneminde olduğunu hatırlayarak evine dönüp dinlenmesi için ısrar etti; Baoyu de onu dinlemek zorunda kaldı.

Evine dönünce, Fangguan’a Ouguan’ın sırrını sormak için sabırsızlandı ama Xiangyun ve Xiangling uğrayıp yan odada Fang-guan ve Xiren’le hararetli bir sohbete girişti. Eğer yanına çağırırsa ötekilerin sorgulamaya başlayacaklarından korkup sabırlı olmaya karar verdi.

Kısa bir süre sonra Fangguan saçını yıkatmak için analığının yanına gitti ama kadının o suyla öz kızının saçını yıkamasına izin verdiğini öğrenince itiraz etti.

“Ne! Kızının yıkandığı suyu mu bana veriyorsun? Bütün aylığımı aldığın düşünülürse artıklardan daha fazlasını hak ediyorum herhâlde!”

Kabahatli olduğunu bilen kadın sinirle bağırdı.

“Seni nankör sefil! Oyuncuların geçimsiz olduklarını söylemelerine hiç şaşmamak lazım. Başlangıçta ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, bu mesleğe başlayınca bozuluyorlar. Böyle çelimsiz bir yaratığın bu kadar cakalı olacağı insanın aklına bile gelmez. En iyisini istiyor hanımefendi! Ya hep ya hiç! İstediğini elde edemeyince de hemen sivri dilli oluyor! Eşini ısıran katır gibi!”

Sonra ikisi kapışmaya başladı. Xiren onları sakinleştirmek için birisini gönderdi.

“Kesin gürültüyü! Büyük hanımefendi evde yok diye kimse sesinin son perdesinden bağırmadan konuşamıyor mu?”

“Fangguan çok yaygaracı.” dedi Qingwen. “Neden bu kadar mükemmel olduğunu sanıyor, bilmem. Birkaç oyun biliyor diye, sanırsınız savaş kazanmış!”

“Kavga iki kişi arasında olur.” dedi Xiren. “Büyük olanın bu kadar adaletsiz, küçük olanın da bu kadar huysuz olmaması lazım.”

“Fangguan’ın suçu değil.” dedi Baoyu. “Doğruluktan ve dürüstlükten ayrılmak sesin yükselmesine neden olur. Büyük bir filozof böyle demiş. Burada kimi kimsesi yok. Bu kadın parasını alıyor ve ona kötü davranıyor. Bu, doğruluktan ayrılmak değil de nedir? Sesini yükseltti diye ona kızamazsınız! Zaten ayda kaç para alıyor ki?” Bu soruyu Xiren’e sormuştu. “Parayı sen alıp ona baksan daha iyi olmaz mı? Sorun da ortadan kalkar!”

“Bakmak sorun değil de eğer bunu yapacaksam para için yapmam. O zaman dedikodudan geçilmez.” dedi Xiren.

Bunu söylerken ayağa kalkıp öteki odaya geçti; bir şişe çiçek yağı, birkaç yumurta, sabun ve saç kurdelesi getirdi. Kadınlardan birinden bunları Fangguan’a götürmesini istedi.

“Söyle ona kavgayı bıraksın. Biraz su getirtip saçını yıkayabilir.”

Ne yazık ki analığı herkesin içinde rezil edildiğini düşünerek daha da öfkelendi.

“Nankör şey!” dedi Fangguan’a. “Güya paranı alıyormuşum!” dedi ve kıza tokat attı. Fangguan ağlamaya başladı. Baoyu hemen dışarı fırlayacaktı ki Xiren ona engel oldu.

“Ne yapıyorsun? Ben konuşurum onunla.”

Qingwen kadını yatıştırmak için dışarı çıkmıştı bile.

“Yaşın gereği böyle şeyleri bilmen gerekir! Saçını yıkasın diye senin vermediğin şeyleri ona biz veriyorsak utanç duyman lazım! Sen kalkmış vuruyorsun bir de! Ne yüzle! Hâlâ eğitimine devam ettiğine göre böyle bir şey yapmaya nasıl cüret edersin?” diye çıkıştı kadına.

“Herkesin içinde beni rezil etmeye kalkıştığı için vurdum.” dedi kadın. “Ben onun analığıyım, buna hakkım var.”

“Sheyue, ben insanlarla tartışma konusunda pek başarılı değilim, Qingwen de çok fevri. Bu işle sen ilgilen.” dedi Xiren.

Sheyue hemen dışarı çıktı.

“Tamam, tamam. Bağırmaya gerek yok. Sana bir şey soracağım. Sen bu Bahçe’de hiç kimsenin efendisinin dairesinde çocuğunu cezalandırdığını gördün mü? Sadece burada değil, bütün Bahçe’de? Bırak evlatlığı, öz kızın olsa bile, bir kere evden ayrılıp başka birisinin hizmetine girdiği andan itibaren, onu cezalandırmak onlara ya da kıdemli hizmetkârlara düşer. Ailelerin sürekli işimize karışmalarını istemeyiz. Aksi takdirde bir kızı nasıl eğitebiliriz? Bilmiyorum! Siz yaşlandıkça daha beter oluyorsunuz! Daha kısa bir süre önce Zhuier’ın annesi burada olay çıkardı. Herhâlde o da senin gibi. Ama merak etme. Son günlerde şu hasta, bu hasta, büyük hanımefendi başka işlerle meşgul diye olanları bildirme fırsatı bulamadık. Birkaç gün daha geçsin, o zaman her şeyi anlatacağız. Sonra belki siz zorbalar ağızlarınızın payını alacaksınız. Bir şey daha var. Baoyu daha yeni iyileşmeye başladı, sesimizin fısıltıdan fazla çıkmaması gerekiyordu ama sen onun odasının önünde kızına vuruyor, hüngür hüngür ağlatıyorsun. Efendiler bir iki gün gitmeyegörsün, hemen kuralların üstündeymişsiniz gibi davranmaya başlıyorsunuz. Elinizden kimse kurtulmaz. Birkaç gün sonra bize de vurmaya başlarsanız hiç şaşırmam! Bana sorarsan senin gibi analık olmasa da olur. Eğer senin elinde bir çiçeğin açacağını sanıyorsan çok yanılıyorsun!”

Baoyu de o kadar sinirlendi ki bastonuyla eşiğe vurdu.

“Bu yaşlıların kalpleri taştan! Sorumlulukları altındaki kızlara bakacaklarına eziyet ediyorlar. Böyle devam ederse ne yapacağız?”

“Ne mi yapacağız?” dedi Qingwen. “Bu sevimsizleri defedin gitsin! İşe yaramazlara ihtiyacımız yok.”

Sheyue’nin nutkuyla utancından sessizliğe gömülen kadın cevap veremedi. Sheyue, Fangguan’a baktı. Kızın üzerinde kiraz kırmızısı, kapitone bir ceket, desenli yeşil ipekten bol bir pantolon vardı; parlak siyah saçları omuzlarına dökülüyordu. Acı acı ağlamaya başlamıştı. Sahnedeki daha bilindik hâlinden çok farklı bir görüntüsü vardı ki Sheyue bu tersliğe gülmeden duramadı.

“Şu anda Cui Yingying’e hiç benzemediğini söylemeliyim. Dayaktan sonra Reddie’ye benzedin. Artık makyaj yapmaya gerek kalmadan bu rolü oynayabilirsin! Haydi, gidip kendine çekidüzen ver.”

“Yo, gayet güzel.” diye itiraz etti Baoyu. “Gayet doğal bir hâli var. Neden çekidüzen versin ki?”

Qingwen, Fangguan’ı saçını yıkamaya götürdü. Havluyla kuruladıktan sonra gevşek bir şekilde bağladı ve giyinip Baoyu’nün odasına gitmesini söyledi.

Kısa bir süre sonra mutfaktan bir kadın gelip yemeğin hazır olduğunu bildirdi ve “Gönderelim mi?” diye sordu. Genç bir hizmetçi de Xiren’e danışmaya gitti.

“Saat kaçı vurdu? Dışarıda bu kadar patırtı olunca duyamadım.” dedi Xiren.

“Vurmadı.” dedi Qingwen. “Neden bilmem ama aptal şeyin yine tamire ihtiyacı var.” Sonra bir saat bulup getirdi. “Yarım fincan çaylık zaman var.” dedi. “Hemen hazır olacağımızı söyle.”

Kız mesajı iletmek için hemen dışarı çıktı.

“Düşündüm de Fangguan bu kadar yaramazlıkla tokadı hak etti aslında. Dün sarkacıyla oynayıp saati bozan oydu.” dedi Sheyue.

Konuşurken bir yandan da masayı hazırlıyordu. Genç hizmetçiler yemek kutularıyla içeri girdiler; Sheyue ve Qingwen kapaklarını açıp içine baktılar. Bir kâse çorba ve bildik pirinç lapasıyla yanında dört çeşit turşu vardı.

“Baoyu artık iyileşti.” dedi Qingwen. “Daha ne kadar lapa ve salamura sebze yemeye devam edecek? Neden doğru dürüst bir yemek göndermiyorlar?”

Sheyue masayı hazırlamıştı. Yemek kutusundan büyük çorba (et ve bambu filizinden yapılmıştı) kâsesini çıkarıp Baoyu denesin diye masaya koydu.

Eğilip höpürtüyle bir yudum alan Baoyu, “Ay, çok sıcak!” dedi.

Xiren güldü.

“Kutsal Buda! Birkaç gün et yemeyince çok mu özledin? Bu kadar açgözlülükle saldırırsan yanarsın tabii!”

Kâseyi aldı, nazikçe üfledi; sonra yanlarında duran Fangguan’a verdi.

“Al, sen yap. Bütün gün boş boş etrafta gezeceğine bir işe yara. Ama yavaş üfle, içine tükürme sakın!” dedi.

Fangguan dediği gibi yaptı. Oldukça iyi beceriyordu ama kapının önünde, illa içeri girip yardım etmek için ısrar ederek bekleyen ve Bahçe’nin adabını hiç bilmeyen analığı, bunu fırsat bilip işgüzarca içeri daldı ve kâseyi elinden almaya çalıştı.

Fangguan ve diğerleri konağa ilk geldiklerinde, dışarıda birer analıkları vardı, sonra bu kadınlar Armut Ağacı Avlusu’nda onlara eşlik ettiler. Bu kadın Rong Konağı’nda üçüncü sınıf bir hizmetçiydi, sadece çamaşır yıkıyor ve asla iç dairelere giremiyordu. Bu yüzden de evin kurallarından haberi yoktu. Aktrisler Bahçe’ye alınınca, analıkları da onlarla beraber farklı dairelere gönderildiler. Sheyue kendisini azarlayınca, bir daha Fangguan’ın sorumluluğunu alamayacağından korkmuştu çünkü bu hiç işine gelmezdi. O nedenle onlara yaranmak istemiş, Fangguan’ın kâseyi eline aldığını görünce içeri dalıvermişti.

“Onun hiç tecrübesi yok. Şimdi kâseyi düşürüverir. Ben yapayım.” dedi.

Qingwen öfkeyle bağırdı ona.

“Hemen çık buradan! Düşürüp düşürmemesi bizim sorunumuz. Senin yapmana ihtiyacımız yok. Kapıdan içeri adım atabileceğini kim söyledi?”

Sonra öfkesini genç hizmetçilere yöneltti.

“Küçük aptallar! O adabı bilmiyor olabilir. Sizin söylemeniz gerekirdi.”

“Biz engel olmaya çalıştık.” diye itiraz etti kızlar. “Söyledik ama inanmadı. Şimdi gördün mü?” dediler kadına dönüp. “Sen bizim girebileceğimiz yerlerin ancak yarısına girebilirsin. Bizim alınmadığımız yerlere bile dalıp gireceğini sanıyorsun. Seni durdurmaya kalkınca da el kol sallayıp bağırıyorsun!”

İtiş kakış odadan verandaya çıkardılar kadını. Aşağıdaki avluda yemek kutularını ve boş kâseleri geri almak için bekleyen yaşlı kadınlar onun çıktığını görünce kahkahalarla güldüler.

“Böyle içeri dalmadan önce aynada kendine bir baksaydın, kardeş!” dedi içlerinden biri.

Öfke ve utanç duyan kadın sessizce alaylarına katlanmak zorunda kaldı.

Fangguan hâlâ çorbayı üflemeye devam ediyordu. Baoyu güldü.

“Üfleyeceğim diye ciğerlerini yorma! Sen de bir tat, bakalım nasıl olmuş?” dedi.

Fangguan onun şaka yaptığını düşünerek Xiren’e ve ötekilere bakıp ürkekçe gülümsedi.

“Haydi, tatsana!” dedi Xiren. “Neden olmasın?”

“Dur, ben sana göstereyim.” dedi Sheyue ve bir yudum aldı.

Ondan cesaret alan Fangguan da bir yudum aldı.

“Tamam.” diyerek kâseyi Baoyu’ye verdi.

Baoyu yarısını içtikten sonra birkaç parça bambu filizi yedi, pirinç lapasının da yarısını bitirdi, doyduğunu söyledi. Hizmetçiler masayı topladılar. Küçük bir kız su kâsesiyle geldi. Baoyu ellerini yıkayıp ağzını çalkaladıktan sonra sıra Xiren ve diğer kıdemli hizmetçilerin yemeklerine geldi.

Baoyu, Fangguan’a göz işareti yaptı. Cin gibi olan, üstelik de genç ömrünün birkaç yılını tiyatro okulunda geçiren kız, midesi ağrıyormuş da iştahı kesilmiş numarasıyla yemek yemeyeceğini söyledi.

“İyi o zaman, madem yemiyorsun, burada kalıp Baoyu’ye eşlik edebilirsin. Pirinç lapasını burada bırakıyoruz. Acıkırsan biraz yersin.” dedi Xiren.

Diğerleriyle beraber çıkıp gitti.

O zaman Baoyu, Ouguan’la karşılaşmasını, onu korumak için nasıl yalan söylediğini ve sorularına cevap verecek durumda olmadığından, açıklama yapması için kendisine başvurmasını söylediğini anlattı.

“Kimin için adak sunuyordu?” diye sordu.

Fangguan’ın gözleri hafif kızardı ve içini çekti.

“Ah, Ouguan çılgının biri!” dedi.

“Neden?” dedi Baoyu. “O ne demek?”

“O adak ölen Diguan için. Bizim ekiptendi.”

“Bunda çılgınca bir şey yok ki.” dedi Baoyu. “Arkadaştılar demek.”

“Arkadaş mı!” dedi Fangguan. “Arkadaştan çok daha ötesiydi! Ouguan’ın tuhaf düşünceleri yüzünden başladı her şey. Biliyorsunuz, Ouguan başroldeki erkeği oynuyor, Diguan da başroldeki kızı. Sahnede âşıkları oynamaya o kadar alıştılar ki giderek ciddiye almaya başladılar ve Ouguan gerçekten sevgililermiş gibi davranıyordu. Diguan ölünce, Ouguan hüngür hüngür ağladı ve onu hâlâ unutamadı. Bu yüzden festivallerde onun için adaklar sunuyor. Daha sonra Ruiguan, Diguan’ın rolünü alınca, yine aynı şey oldu. Biz, ‘Ne oldu? Eski aşkını unuttun mu yoksa? Şimdi yenisini buldun!’ diye ona takılıyorduk. ‘Yok, unutmadım. Tıpkı bir erkeğin karısı ölünce tekrar evlenmesi gibi. Anısını yaşattığı sürece ilk karısına hâlâ sadık demektir.’ diyordu. Siz hayatınızda bu kadar tuhaf bir şey duydunuz mu?”

“Tuhaf” ya da her neyse, Baoyu’nün kendi mizacında buna güçlü bir duygu karmaşasıyla cevap veren bir taraf vardı: Zevk, hüzün ve küçük aktris için sınırsız bir hayranlık. Fangguan’ın ellerini tutup Ouguan’a ne söyleyeceğini büyük bir hevesle anlattı.

“Ona bir daha asla o kâğıtları kullanmamasını söyle. Ruh parası modern çağın batıl bir icadı. Konfüçyüs’ün öğretilerinde böyle bir şey bulamazsın. Tek yapması gereken, festivallerde bir buhurdanda tütsü yakmak. Eğer saygıyla yaparsa, ölüye duygularını iletmek için tek gereken şey bu. Önemli olan adağın kendisi değil, adak sunarkenki samimiyetimizdir. Yürekten verildiği sürece temiz olmayan yiyecekler bile kullanabilirsin. Aptal insanlar bunu anlamazlar ve tanrılara, Buda’ya ve ölülere çeşit çeşit şeyler sunarlar. Aslında önemli olan samimiyettir. Çok acelen varsa ya da evden uzaktaysan ve tütsü bulamıyorsan, bir parça toprak ya da çimen de sunabilirsin. Sadece ölünün ruhu değil, tanrılar da böyle bir adağı kabul ederler. Şuradaki masada duran buhurdanı görüyor musun? Ne zaman sevdiğim birini hatırlamak istesem, festival ya da başka bir bayram günü olması gerekmez, içinde tütsü yakarım, dışarıya bir fincan taze çay ya da su, bazen de varsa biraz çiçek ya da meyve, bazen de et ya da sebze koyarım. Yüreğin temiz olduğu sürece Buda bile adak sunmaya gelir. Şimdi gidip ona söyle.”

Fangguan söyleyeceğine söz verdi ve lapasını yedi. Sonra birisi gelip Büyükanne Jia’nın geri döndüğünü haber verdi.

Devamı gelecek bölümde.

59. BÖLÜM

Söğütlü Yol’da, arazinin koruyucuları Yinger ve Chunyan’e karşı şiddet ve hakarete başvururlar.

Kızıl Neşe Avlusu’nda yasa ve düzen savunucuları daha yetkili birisine danışırlar.

Büyükannesinin ve diğer hanımların geri döndüklerini duyan Baoyu, üzerine kalın bir şey daha giyip, elinde bastonuyla onları görmeye gitti. Geçen günlerin yorucu rutini nedeniyle çok yorgunlardı ve bir an önce dinlenmek istiyorlardı. O gece olaysız geçti. Hanımlar ertesi sabah dörtte kalkıp bir kere daha Saray’a gittiler.

Cenazenin İmparatorluk Anıt Mezarı’na götürülme günü yaklaşıyordu. Yuanyang, Hupo, Yingwu ve Zhenzhu, Büyükanne Jia’nın seyahat sırasında ihtiyaç duyacağı şeyleri hazırlamakla meşgullerdi. Yuchuan, Caiyun ve Caixia da aynı şeyi Wang Hanım için yaptılar. Tüm hazırlıklar bitince, hanımlarına eşlik edecek olan en kıdemli hizmetkârlarla beraber her şeyi tek tek gözden geçirdiler. Toplam altı hizmetçi ve on uşak karısı hanımlarıyla birlikte gidecekti. Bu arada sayıya dâhil olmayan erkek hizmetkârlar, hanımları için, öküzlerin çekeceği tahtırevanları hazırladılar. Gidecek on altı kişinin içinde Yuanyang ve Yuchuan yoktu. Hanımlarının yokluğunda daireleriyle ilgilenmek üzere evde kalıyorlardı.