Книга Kızıl Odanın Rüyası III. Cilt - читать онлайн бесплатно, автор Сюэцинь Цао. Cтраница 4
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Kızıl Odanın Rüyası III. Cilt
Kızıl Odanın Rüyası III. Cilt
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Kızıl Odanın Rüyası III. Cilt

Bunu duyan Jia Huan bakmak için boynunu uzattı ve tozun ferah ve tatlı kokusunu alınca, çizmesinden küçük bir kâğıt parçası çıkardı.

“Bize de biraz versene, ağabey!” dedi, kâğıdı uzatarak.

Baoyu verecekti ama Fangguan, Ruiguan’ın hediyesini paylaşmak istemedi.

“Yok, onu almayın.” dedi. “Ben size başka bir yerden bulurum.”

Baoyu kızın gönülsüzlüğünün nedenini tahmin ederek paketi kapattı.

“Al bunu. Hemen gidip getir o zaman.” dedi.

Fangguan paketi alıp, eşyalarını koyduğu emin bir yere kaldırdı. Kendi toz kutusunu almak için makyaj malzemeleri çekmecesini açtı. Ama kutu boştu. Nedenine bir türlü akıl erdiremedi çünkü daha o sabah kutuda biraz toz olduğundan çok emindi. Diğerlerine sorduğunda tabii ki kimse bir şey bilmiyordu.

“Şimdi bunu düşünmenin sırası değil.” dedi Sheyue. “Belli ki kendi tozu biten biri buraya girip almış. Ona başka bir şey ver. Ne olursa olsun, nasılsa farkı anlamaz. Başımızdan savalım da yemeğimizi yiyelim.”

Ona uyan Fangguan bir parça yasemin tozunu kâğıda sarıp Jia Huan’a götürdü. Çocuk ağzı kulaklarında, paketi almak için elini uzatınca, kız onu kibirli bir şekilde sedire fırlattı. Jia Huan eğilip almak zorunda kaldı, ceketinin göğüs kısmına yerleştirdikten sonra Jia Cong ile beraber izin isteyip kalktı.

Jia Zheng geçici bir süre uzaktaydı; Wang Hanım ve diğerleri de evde olmadıklarından, Jia Huan hasta olduğu bahanesiyle birkaç gündür okula gitmiyor; gündüzleri annesinin avlusunda dolaşmaktan hiç çekinmiyordu. Şimdi de keyifli bir şekilde Caixia’yı aramaya gitti. Kız o sırada Odalık Zhao ile sohbet ediyordu.

“Bak, sana güzel bir şey getirdim.” dedi, yanına gidip. Yüzünde gülücüklerle paketi uzattı. “Yüzüne sürmen için. Gül kökü tozunun cilt problemlerine, dışarıdan aldığın gümüş tozundan daha iyi geldiğini söyleyip duruyordun. Şuna bir bak bakalım!”

Caixia paketi açtı, içine bir bakıp kahkahayı patlattı.

“Sana bunu kim verdi?” diye sordu.

Jia Huan nasıl aldığını anlattı.

“Budalanın teki olduğun için seni kandırmışlar!” dedi kız gülerek. “Bu gül kökü değil, yasemin tozu.”

Jia Huan tozu inceledi, gördüğünden daha pembe olduğunu fark etti; çok tatlı bir kokusu vardı ama gül kökünün taze ve temiz kokusundan farklıydı.

“Neyse canım, bu da güzel!” dedi. “Gül kökü ya da yasemin tozu, ne fark eder? Sende kalsın, yüzüne sürersin. Nasıl olsa dışarıdan alacağın şeylerden daha iyidir.”

Caixia uysalca kabul etti. Odalık Zhao oğluna öfkeyle baktı.

“Hiç düşündün mü, gerçekten iyi bir şeyleri olsa sana verirler miydi? Seninle dalga geçmesine değil de senin ondan bir şey istemene şaşırdım! Hemen geri götürüp suratına at. Yapman gereken şey bu! Hazır herkes ya cenazenin peşinden gitmiş ya da hasta yatıyorken, kavga çıkarıp huzur bozmanın tam sırası! Geçmişte bize yaptıklarını ödet onlara! İki ay sonra herkes geri döndüğünde kimse bu meseleyi tekrar açmaz! Açsalar bile iyi bir bahanen var. Baoyu senin ağabeyin, onu kıracak hiçbir şeye cüret edemezsin, kabul ediyorum. Ama bu, onun küçük kedi köpeklerinin sana yaptıklarına katlanacaksın anlamına gelmiyor.”

Jia Huan başını önüne eğdi.

“Kavga çıkarmaya değmez.” dedi Caixia. “Ne olursa olsun, gülüp geçmek çok daha iyi.”

“Sen bu işe karışma!” dedi Odalık Zhao. “Seni ilgilendirmez. Haklı olduğunu biliyor. Bu küçük sürtüklere ne düşündüğünü söylemesinin tam sırası.” Sonra küçümseyerek Jia Huan’ı işaret etti. “Hıh! Seni omurgasız yaratık! Ben yersiz bir şey söylesem ya da yanlışlıkla bir kusur işlesem, hemen gözlerin yuvalarından çıkar, ters ters bakarsın! Kendi annene karşı acımasız olabiliyorsun! Ama küçücük bir kız seni aptal yerine koyduğunda, alttan alıyorsun. Hep böyle yaparsan, büyüdüğünde hizmetkârların sana saygı duymasını nasıl beklersin? Beni hasta ediyorsun, seni işe yaramaz yaratık!”

Annesinin sözlerine içerleyip sinirlenen Jia Huan yine de dediklerini yapmaya korktu ve hiç aldırmadı.

“Konuşması kolay ama sen de bunları yapmaya cesaret edemezsin! Gidip onlarla kavga etmemi istiyorsun, değil mi? Peki, diyelim ki yaptım, ya beni okula şikâyet ederlerse? Dayak yediğimde acısını ben çekerim, sen değil. Hep beni kışkırtıyorsun; dayak ve küfür yediğim zaman da hiç sesini çıkarmıyorsun. Şimdi de bu kızlarla kavga etmemi istiyorsun. Eğer Tanchun’den korkmuyorsan, neden kendin yapmıyorsun? O zaman belki bundan sonra dediklerini daha çok dinlerim.”

Bu sözler, Odalık Zhao’yu canevinden vurdu.

“Ne?” diye bağırdı. “Kendi canımdan, kanımdan, bir zamanlar içimde taşıdığım kızımdan mı korkacağım! Ben olsaydım ne büyük kavgalar olurdu!”

Caixia’nın kaldırdığı yerden toz paketini aldığı gibi Bahçe’ye doğru fırlayıp gitti. Caixia onu engellemeye çalışmanın boşuna olacağını bildiğinden, fırtınadan korunmak için ortadan kayboldu. Jia Huan da kendi kendine oyalanmak için merasim kapısından dışarı kaçtı.

Patlamaya hazır hâldeki Odalık Zhao, Bahçe’ye dalınca kimi görse beğenirsiniz? Chunyan’in teyzesi, aynı zamanda Ouguan’ın analığı ve can düşmanı olan Xia ana! Odalık Zhao’nun mosmor suratı ve kan çanağı gözlerinden çok öfkeli olduğunu anladı. Kibarca nereye gittiğini sordu.

“Şu evin hâline bak!” diye püskürdü odalık. “Ancak birkaç gündür burada olan boyalı, küçük aktrisler bile bize ayrımcılık yapıyorlar! Başka biri olsa neyse de bu yaratıkların sana haddini bildirmeye kalkmasına can dayanmaz!”

Anladığı kadarıyla bu sözler, Xia ananın kendi hislerine tercüman oluyordu. Onu bu kadar sinirlendirecek ne olduğunu sordu ilgiyle. Odalık Zhao, Jia Huan’ın gül kökü tozu isteyişini ve sıradan bir yüz pudrasıyla nasıl kandırıldığını anlattı.

“Ah, Bayan Zhao!” dedi Xia ana. “Şimdi mi anladın? Bu ne ki! Geçen gün, orada ruh parası yakıyorlardı, Baoyu de onların tarafını tuttu. Eğer başka birisi Bahçe’ye bir şey sokmaya kalksa, ‘Pis! Pis!’ diyerek izin vermezler. Peki, yanan ruh parasından daha pis bir şey var mı? Bu evde hanımefendiden sonra, senden daha büyük kimse yok. Bir kere olsun ayak diremen gerekir bence. Eğer bunu yaparsan, herkes sana saygı duyar. Bana sorarsan, bu oyuncular süprüntüden başka bir şey değiller. Onları üzmekten bir şey çıkmaz. Bu toz ve ruh kâğıdı meselesini kendini savunmak için örnek olarak kullan. Ben de sana şahitlik ederim. Onlara kendi otoriteni gösterirsen ileride başa çıkmak çok daha kolay olur. Küçük hanımların hoşuna gitmese de sana karşı bu ayaktakımının tarafını tutmazlar.”

Odalık Zhao’nun kararlılığı bu yüreklendirmeyle daha da güçlendi.

“Ruh parasından haberim yoktu.” dedi. “Anlatsana.”

Xia ana olanları ayrıntısıyla anlattı ve sözlerini kışkırtmayla bitirdi.

“Git, onların hakkından gel, Bayan Zhao! Bir problem çıkarsa biz arkandayız.”

Bu sözler Odalık Zhao’nun kulağına müzik gibi geldi. Cesaretlenip hiç gecikmeden Kızıl Neşe Avlusu’na doğru yola koyuldu. Oraya vardığında Baoyu evde değildi. (Daiyu’nün Alpinia Parkı’na gittiğini duyup yanına gitmişti.) Fangguan Xiren ve diğerleriyle yemek yiyordu. Odalık Zhao gelince kızlar ayağa kalkıp kibarca onu yemeğe buyur ettiler.

“Yemek yemez misiniz, Bayan Zhao? Ne bu telaş?”

Daveti duymazdan gelen kadın, elindeki tozu Fangguan’ın suratına fırlattı, işaret parmağını sallayarak, bas bas bağırmaya başladı.

“Seni küçük kaltak! Satın alınmış bir malsın sen! Bizi eğlendirmen için parasını verip aldık seni. Senin ait olduğun sınıf oyunculuk ve fahişelik sınıfı; bu evdeki en düşük seviyedeki hizmetçi bile senden birkaç basamak yukarıda. O zaman insanlar arasında ayrımcılık yapma hakkını nereden buluyorsun? Baoyu bir şeyi birisine vermeyi uygun görüyorsa bu seni hiç ilgilendirmez. Onu engellemek sana mı kalmış? Tozu Huan’a yamamaya çalıştığında anlamayacağını sandın herhâlde! Bak ne diyeceğim? Efendi Huan Baoyu’nün kardeşi, onun hakkında ne düşünürsen düşün, bu evin efendilerinden biri, onu küçümsemeye hiç hakkın yok!”

Fangguan bu tür şeyleri sükûnetle karşılayacak biri değildi; gözyaşları içinde yaygarayı kopardı.

“Bende gül kökü olmadığı için ona o tozu verdim; yok dersem bana inanmayacağını düşündüm. Aktris olarak eğitilmiş olsam da dışarıda asla para için oynamadım. Ben küçük bir kızım, senin dediğin gibi kaltak falan değilim! Satın alınmış mal meselesine gelince, beni alan sen değilsin. Şu konuşana bir bakın! Buradaki herkesin satın alındığını sanıyordum. Hepimiz aynı kuşun tüyüyüz ve burada köleyiz. Neden bu konuyu kurcaladığını hiç anlamıyorum.”

“Kes şunu!” dedi Xiren, şaşkın bir hâlde ve Fangguan’ı çekip uzaklaştırmaya çalıştı.

Ama öfkeden konuşamayan Odalık Zhao Fangguan’ın üzerine yürüyüp kafasına birkaç kere vuracak zamanı buldu. Xiren karşı çıktı.

“O daha bir çocuk, Bayan Zhao, onunla aynı seviyeye mi inmek istiyorsunuz? Bu işi bize bırakın.”

Fangguan buna dayanamadı. Saldırıya bir oyunculuk gösterisiyle karşılık verip, ağlayarak, bağırarak kendisini oradan oraya attı.

“Sen bana nasıl vurursun, iğrenç ihtiyar! Önce aynada kendine bir bak! Haydi, vur bir daha, vursana! Senin gibi bir cadıdan dayak yiyeceğime ölürüm daha iyi!”

Başını Odalık Zhao’nun karnına vurup tekrar kendisini dövmesi için tahrik etti. Birkaç hizmetçi ona bağırarak çekiştirdiler. Xiren de aynı şeyi yapacaktı ama Qingwen onu kolundan tutup engelledi.

“Kendi hâllerine bırak.” diye fısıldadı. “Seninle ben bu tür şeylere karışmayalım. Orman kanunu bu, sen bana vur, ben de sana! Herkes üstünlük sağlamaya çalışıyor. Bakalım ne olacak.”

Odalık Zhao’nun peşinden gelen hizmetçiler içerideki kavgayı duyup, sonunda adalet yerini bulacağı için Buda’ya şükrettiler. Aralarında küçük aktrislere kin besleyen yaşlı kadınlar da vardı, onlar Fangguan’ın dayak yediğine özellikle çok memnun oldular.

Haberler hızla yayıldı. Baş başa kalmak için Alpinia Parkı’nda kendilerine sakin bir köşe bulan Ouguan ve Ruiguan, Xiangyun’ün Kuiguan’ı ve Baoqin’in Douguan’ından kavgayı duyunca hemen kalktılar.

“İkiniz de gelin! Eğer Fangguan’ı sindirmelerine izin verirsek, hepimiz sıkıntı çekeriz. Ayağa kalkıp direnmenin zamanı geldi. Gidip öcümüzü alalım!” dediler.

Onlar, arkadaşları için haklı bir öfkeyle dolan dört çocuktu. Sonuçlarını bir an bile düşünmeden hep beraber fırlayıp Kızıl Neşe Avlusu’na gittiler. İlk darbeyi Douguan vurdu; Odalık Zhao neredeyse yere kapaklanıyordu; diğer üçü aynı anda etrafını sarıp yumruk atarak, kafa vurarak ve hep bir ağızdan bağırarak her taraftan ablukaya aldılar. Qingwen ve diğer kıdemli hizmetçiler güya endişeleniyor gibi yaparak numaradan araya girmeye çalışıyorlar, bir yandan da gülmeden edemiyorlardı. Ama Xiren gerçekten telaşlandı ve bir onu, bir bunu çekiştirerek Odalık Zhao’dan uzaklaştırmaya çalıştı. Başarılı olamadı. Birisini çekse, diğeri onun yerini alıveriyordu.

“Aklınızı mı kaçırdınız siz!” diye bağırdı. “Eğer bir derdiniz varsa, neden aklı başında insanlar gibi oturup tartışmıyorsunuz? Kuralları böyle kendi elinize alamazsınız! Hayatımda duymadığım bir şey bu!”

Odalık Zhao çaresizdi. Tek yapabildiği ağız dolusu küfretmekti. Ruiguan ve Ouguan kollarından sıkı sıkı tutuyor, Kuiguan ve Douguan da önden ve arkadan yumrukluyorlardı.

“Dördümüzü de öldürün!” diye bağırıyorlardı.

Bu arada Fangguan ceset gibi yere uzanmış, sanki can çekişiyormuş gibi bağırıyordu.

Küçük aktrisler Odalık Zhao’yu sonsuza kadar aynı şekilde tutmaya devam edebilirlerdi ama Qingwen olanları anlatmak için Chunyan’i Tanchun’e gönderdi. You Shi, Li Wan ve Tanchun, Pinger ve diğer birkaç kadınla birlikte geldiler; derhâl kadını bırakmalarını söylediler. Odalık Zhao’nun öfkeden gözleri yuvalarından çıkmış, alnındaki damarlar şişmişti. Nasıl böyle bir hâle geldiğini sordular ona ama uzun uzadıya verdiği cevabı öfkesi nedeniyle anlamak mümkün değildi. You Shi ve Li Wan hiçbir şey anlamayınca, aktrislere bağırmakla yetindiler. Tanchun sadece içini çekti.

“Bu pek de ciddi bir şey değil. Çok çabuk sinirleniyorsun. Aslında ben de sana bir şey danışmak istiyordum ama hizmetçiler nerede olduğunu bilmediklerini söyleyince çok şaşırdım. Demek burada öfkelenmekle meşgulmüşsün. Haydi, bizimle gel.” dedi.

You Shi ve Li Wan de bu daveti onayladılar.

“Evet, Bayan Zhao. Bizimle görüşme odasına gel. Orada konuşalım.”

Kendisine danışılmasına itiraz edemeyeceğinden, onlarla gitmek zorunda kaldı ama yolda bile kendi kendine öfkeyle söylenmeye devam etti.

“Bu kızlar bizi eğlendirmek için buradalar.” diye araya girdi Tanchun. “Evcil hayvanlar gibi, istersen onlarla konuşup oyun oynayabilirsin; istemiyorsan görmezden gelirsin. Yaramazlık yaptıklarında da öyle. Yavru köpeğin seni ısırdığında ya da yavru kedin tırmaladığında ya görmezden gelirsin ya da cezalandırırsın. Bu kızlar da aynen öyledir. Seni kızdıracak bir şey yaparlarsa, ya üzerinde durmazsın ya da bunu yapamıyorsan hizmetkârlardan birini çağırıp cezalandırılmalarını istersin. Üstlerine yürüyüp bağırmanın hiç gereği yok. Bu çok onursuz bir şey. Ayrıca kötü örnek olur. Odalık Zhou’ya bir bak. Senin şikâyet ettiğin saygısızlıkların hiçbiriyle karşılaşmıyor ve kimsenin üzerine yürümüyor. Ben senin yerinde olsam, odama gider, biraz sakinleşmeye çalışırdım. Bu kötü niyetli fitnecilere hiç kulak asma. Başkalarının pis işlerine karışarak kendini komik duruma düşürüyorsun. Bunun için teşekkür alacağını sanma, sana ancak gülerler. Ne kadar sinirlenirsen sinirlen, birkaç gün sabırlı ol. Wang Hanım döndüğünde, bu sıkıntıları çözmek için neler yapabileceğimize bakarız.”

Bu çıkışma etkili oldu ve Odalık Zhao’ya söyleyecek bir şey kalmadı. Sesini çıkarmadan odasına döndü. O gider gitmez, Tanchun öfkeyle ötekilere bağırdı.

“Yaşından dolayı bazı şeyleri bileceğini sanıyordum. Neden insanların kendisine saygı duyacakları şeyler yapmıyor? Bu ne saçma bir kavga konusu! Bu nasıl bir davranış şekli! Hiç kimsenin dediklerini dinlemiyor! Kendisine ait bir muhakemesi de yok. O lanet kadınlar da bundan yararlanıp onu maşa olarak kullanıyorlar.”

Tanchun düşündükçe daha da sinirleniyordu. Kadın hizmetçilere, Odalık Zhao’nun kimin kışkırtmasıyla harekete geçtiğini bulmalarını söyledi. Kadınlar hemen araştırmaya gittiler ama binadan çıkar çıkmaz birbirlerine gülerek omuz silktiler.

“Samanlıkta iğne aramak gibi!”

Odalık Zhao’nunkilerle beraber Bahçe’deki diğer bütün kadınları sorgulamak üzere önlerine getirseler de hiçbiri bu konuda bir şey bildiğini kabul etmedi. Onlar da Tanchun’e bulamadıklarını söylediler.

“Ama araştırmaya devam edeceğiz, hanımım. Eğer şüpheli bir durum olursa, hemen size haber veririz.”

Bu süre içinde Tanchun’ün öfkesi yatışmıştı, meseleyi kapatırdı belki ama kendi dairesine verilen küçük aktris Aiguan yanına gelip, gizlice suçluyu bildiğini söyledi.

“Xia ana.” dedi. “O bizden nefret ediyor, sürekli başımızı derde sokmak istiyor. Geçen gün Ouguan’ı ruh parası yakmakla suçladı ama Baoyu bunu kendisinin istediğini söyleyince Xia ananın tutunacak dalı kalmadı. Bugün, ben mendilleri dağıtırken, Odalık Zhao ile ikisini uzun uzun konuşurlarken gördüm. Benim yaklaştığımı fark edince, uzaklaştılar.”

Bu işi yapanın büyük ihtimalle Xia ana olduğu anlaşılmıştı ama bu küçük aktrisler birbirleriyle birlik oluyorlardı. Hepsi de çok sinsiydi; içlerinden birinin söylediklerine göre harekete geçmek çok riskli olurdu. Tanchun, Aiguan’a teşekkür etti ve hiçbir şey yapmamaya karar verdi.

Tesadüfe bakın ki Xia ananın torunu Tanchun’ün dairesinde çalışıyor, hizmetçi kızlar için getir götür işleri yapıyordu; hepsi de onu çok severdi. Adı Chanjie’ydi ama hizmetçiler onu Chan diye çağırıyorlardı. O gün Tanchun yemekten sonra görüşme odasına geri döndü ve Cuimo’yu eve göz kulak olsun diye bıraktı. Cuimo, Chan’a Bahçe kapısına gidip, çocuklardan birine kendisi için kek almasını söylemesini istedi.

“Şimdi avluyu süpürdüm, sırtım ve bacaklarım ağrıyor.” diye karşı çıktı Chan. “Başka birisini göndersen olmaz mı?”

“Göndereceğim başka kimse yok.” dedi Cuimo. “Sana bir şey diyeyim mi? Hâlâ vakit varken gitsen iyi olur. Sana bir tavsiyede bulunayım, yolda büyükannene de uğrar, söylersin.”

Aiguan’ın ihbarını ona anlattı.

“Söyle ona tetikte olsun.”

“Küçük hayvan!” dedi Chan, kek parasını alırken. “Demek başını derde sokmak istiyor, hı? Bekle sen, büyükanneme söyleyeyim de gör!”

Böyle söyleyip Bahçe’nin arka kapısına gitti. Mutfakta mola zamanıydı; aralarında Xia ananın da olduğu kadınlar getir götür işlerini bitirmişler; dışarıdaki merdivenlerde oturmuş dedikodu yapıyorlardı. Chan onlardan birine dışarı gidip kendisi için sıcak kek almasını söyledi; sonra büyükannesine, arasına küfür de katarak, duyduklarını anlattı.

Xia ana hem öfkelendi hem de korkuya kapıldı; hemen küçük aktrisle hesaplaşmak ve onu Tanchun’e şikâyet etmek için gitmeye kalktı ama Chan engel oldu.

“Gitme, nine! Gidip ne diyeceksin onlara? Nereden öğrendiğini nasıl açıklayacaksın? Sorular sormaya başladıklarında yine başın derde girecek. Ben sana gardını al diye söyledim. Başka bir şey yapmana gerek yok.”

O sırada Fangguan mutfak avlusunun kapısında belirdi ve mutfakta gürültüyle çalışan aşçı Bayan Liu’ya seslendi.

“Bayan Liu, Efendi Bao, akşam yemeğinde yine soğuk ve sirkeli bir sebze istiyor ama geçen seferki gibi yağlı olmamasını söyledi.”

“Tamam.” dedi Aşçı Liu, kapıdan neşeyle. “Neden böyle önemli bir mesele için seni gönderdiler? Eğer içerisini fazla pis bulmazsan gel de sohbet edelim.”

Fangguan adımını avluya henüz atmıştı ki Chan’ın kek almaya gönderdiği kadın bir tabaktaki sıcak kekle geldi.

“A ne güzel kek! Ver de biraz tadalım.” dedi Fangguan şakayla.

“Bunu başka biri parasını verip sipariş etti.” dedi Chan ciddi bir şekilde, tabağı kadından alırken. “Senin için değil!”

“Böyle şeyleri seviyorsanız, içeride kızım için yeni aldığım kek var, yiyebilirsiniz. Daha elini bile sürmedi, tertemiz duruyor.” dedi Aşçı Liu.

Bir tabakta keki getirip Fangguan’a verdi.

“Buyurun. Biraz beklerseniz yanına bir de çay getireyim. İyi gider.”

Tekrar içeri girip ateşi karıştırdı ve küçük bir tencerede çayı ısıttı. Ama Fangguan onu beklemeyip tabaktaki keki aldı ve Chan’ın yanına gitti. İncelesin diye burnunun ucuna kadar kaldırdı.

“Bak bakalım, neymiş! Sıcak kek. Senin küflü kekini isteyen kim? Şaka yapmıştım. Diz çöküp yalvarsan senin kekini yemem!” dedi.

Keki parmaklarının arasında ufalayıp kuşlara attı.

“Merak etmeyin, Bayan Liu!” diye bağırdı mutfağa doğru. “Size bir kilo kek alacağım.”

Chan ona ters ters baktı.

“Şimşek Tanrısı seni çarpmadığına göre kör galiba!” dedi sert bir şekilde. “Ya kör ya da bana kızgın. Ben seninle boy ölçüşemem! Benim etrafımda koşturup bana bir şeyler hediye edecek, bir kavga olduğunda beni savunacak kimsem yok.”

“Tamam, küçük hanımlar, yeter!” diye araya girdi merdivenlerde oturan kadınlar. “Bir araya geldiğinizde atışmadan duramıyor musunuz?”

İçlerinde daha akıllı olanlar, fırtına kopacağını anlayıp, karışmak istemediklerinden sessizce başka bir yere kaçtılar. Ama kavga edecek cesareti olmayan Chan, daha fazla uzatmadan, kendi kendine söylenerek uzaklaştı.

Kadınların hepsi gidince, Aşçı Liu mutfaktan fırlayıp Fangguan’ın yanına geldi.

“Geçen gün konuştuğumuz şeyden kimseye bahsettin mi?” diye sordu.

“Evet.” dedi Fangguan. “Bugün ona hatırlatacaktım ama o yaşlı cadı Zhao geldi, kavga edip her şeyi mahvetti. Kızın Fivey nasıl? Geçen gün getirdiğim gül özünden içti mi?”

“Hepsini içti.” dedi Aşçı Liu. “Çok sevdi. Aslında biraz daha isteyecekti ama yapamadı.”

“Tamam.” dedi Fangguan. “Biraz daha getiririm.”

Fangguan’ın hatırını sorduğu kız, yaşlı Liu’nun beşinci torunu olduğundan bu isim verilen ve bir aşçının kızı olmasına rağmen hem görünüş hem de zekâ bakımından Pinger, Xiren, Yuanyang ya da Zijuan’den hiç de aşağı olmayan Fivey’ydi; zayıf bünyesi yüzünden on altı yaşında olduğu hâlde çalışamıyordu. Baoyu’nün dairesinde, işleri hiç de ağır olmayan sayısız hizmetçi olduğunu fark eden ve hizmetleri bittiğinde özgürlüklerine kavuşacaklarını duyan annesi Aşçı Liu, onu da Kızıl Neşe Avlusu’na sokma arzusuna kapıldı. Ama içeride hiçbir bağlantısı olmadığından başta bu arzusu imkânsız görünüyordu. Kendisi daha önce Armut Ağacı Avlusu’nda çalışmış, neşeli ve hevesli hizmetiyle kızların saygısını kazanmıştı. Onu kendi analıklarından bile daha çok seviyorlardı. Bunun üzerine Fangguan Kızıl Neşe Avlusu’na taşınınca, bu konuyu Baoyu’ye açması için onu ikna etmişti. Baoyu memnuniyetle kabul etmişti ama Xifeng’ın hastalığı ve son zamanlarda meydana gelen diğer olaylar, bu meseleyi onaya sunmasına engel olmuştu. Neyse konuyu dağıtmayalım.

Baoyu, Alpinia Parkı’na kızları ziyarete gittiğinde, Odalık Zhao’nun kendi dairesinde çıkardığı arbedeyi öğrendi. Fangguan için çok üzülse de kısa bir tereddütten sonra, duruma müdahale etmesi olayları daha da berbat hâle getireceğinden hiçbir şey yapmamaya karar verdi. Sonra Tanchun’ün Odalık Zhao’yu ortadan çekilmeye ikna ettiği haberi gelince, Kızıl Neşe Avlusu’na geri döndüğünde, kavgacılığı yüzünden Fangguan’a çıkıştı ve bir şey alması için mutfağa gönderdi.

Kız Kızıl Neşe Avlusu’na geri gelince, eğer varsa Fivey’nin biraz daha gül özü istediğini söyledi.

“Evet, bayağı var galiba.” dedi Baoyu. “Zaten ben pek içmiyorum, hepsini verebilirsin.”

Xiren’i getirsin diye gönderdi. İçinde çok az gül özü olan şişeyi olduğu gibi Fivey’ye vermesini söyledi. Fangguan şişeyi Aşçı Liu’ya vermek için mutfağa döndü.

Oraya gittiğinde Fivey’yi gayet iyi buldu. Aşçı Liu, eve kapanan, hasta kızını biraz rahatlatmak için işe gelirken onu da yanına almıştı. Kız annesinin mutfağının etrafında biraz gezindikten sonra mutfakta ayaklarını dinlendirerek çay içiyordu. Anne-kız, Fangguan’ın elindeki yarısına kadar gül özüyle dolu on, on iki santimlik kristal şişeyi görünce bunun Baoyu’nün içtiği batı şarabı olduğunu sandılar.

“Buyur otur.” dedi Aşçı Liu. “Şarap tenceresini getireyim de su kaynatıp ısıtalım onu.”

Fangguan güldü.

“Bu kadar varmış.” dedi. “Şişe sizde kalabilirmiş.”

Fivey kırmızı sıvının üzüm şarabı değil de gül özü olduğunu anlayınca defalarca teşekkür etti. Fangguan nasıl olduğunu sordu.

“Bugün kendimi biraz daha canlı hissediyorum.” dedi Fivey. “Onun için annemle beraber geldim. Etrafta biraz dolaştım ama kayalıklardan ve binaların arkalarından başka görülecek bir şey yokmuş. Buna manzara denmez.”

“Neden ön tarafa geçmiyorsun?” diye sordu Fangguan.

“Ben izin vermedim.” diye araya girdi annesi. “Küçük hanımların ondan haberi yok. Eğer meraklı insanlar yolunu kesip soru yağmuruna tutarlarsa, ne yaptığını açıklamakta zorlanır. Söz verdiğin gibi, ona içeride bir yer bulursan, sıkılana kadar gezinecek çok fırsatı olur.”

“Merak etme.” dedi Fangguan. “Ben ona bakarım.”

“Bakacağından eminim.” dedi Aşçı Liu. “Ama bizim gibi insanlar çok dikkatli olmak zorunda.”

Sonra Fangguan’a bir fincan çay doldurdu. Fangguan onun bu misafirperverliğini çayın yarısıyla ağzını çalkalayacak kadar ileri götürdü.

“Benim ellerim dolu. Fivey seni geçirsin.” dedi Aşçı Liu.

İki kız beraber yürüdüler. Fivey etrafta kimsenin olmadığını görünce Fangguan’ın elini tuttu.

“Gerçekten benden söz ettin mi?” diye sordu.

“Tabii ki ettim!” dedi Fangguan. “Seni kandıracak değilim ya? Henüz doldurulmayan iki boş yer varmış. Birisi Bayan Lian’in alıp götürdüğü Hongyu’nün yeri. Henüz başka kimseyi göndermemiş. Diğeri de Zhuier’den boşalan yer. Baoyu bu iki yerden biri için senden söz edecek; bu onun yetkisi dâhilinde. Henüz gündeme getirmemesinin sebebi, Pinger’nın Xiren’e, eğer insanlar ya da maaşlar konusunda bir talebimiz varsa, bunu sonraya bırakmamızı sürekli hatırlatıp durması. Bayan Tanchun ibret olsun diye cezalandıracak birilerini arayıp duruyormuş. Hatta Bayan Lian’in iki üç talebini geri çevirmiş; şimdi gözünü bize dikmiş ama henüz bir bahane bulamadığından aramaya devam ediyormuş. Bu yüzden şimdi ondan böyle bir şey istersek, hayır diyeceği aşikâr. Bir kere reddetti mi bir daha kabul ettirmek imkânsız. Ortalık sakinleşene kadar beklemek en iyisi. Hanımefendiler dönüp de herkesin keyfi yerine gelene kadar duralım. O zaman konuyu açarsa, istediği her şeye onay verecektir.”

“Biliyorum.” dedi Fivey. “Ama o kadar uzun süre bekleyecek sabrım yok. O işi şimdi istiyorum. Öncelikle bu annemi çok sevindirecek. Beni büyütürken çektiklerinin boşa gitmediğini hissedecek. İkincisi, alacağım maaş evi biraz daha rahatlatacak. Üçüncüsü, işe alındığım zaman biraz keyfim yerine geleceğinden sağlığımın da biraz düzeleceğine inanıyorum. Tabii bu da ailemi doktor ve ilaç masraflarından kurtaracak.”

“Anlıyorum.” dedi Fangguan. “Merak etme sen.”

Sonra ayrıldılar, Fangguan eve doğru yürüdü, Fivey de mutfağa döndü. Annesiyle, Fangguan’ın ne kadar iyi kalpli olduğundan söz ettiler.

“Böyle bir şeye sahip olacağımız hiç aklıma gelmezdi.” dedi Aşçı Liu. “Ama çok fazla içersen kanın aşırı ısınır; her ne kadar pahalı bir şey olsa da birazını başka birisine vermek iyi olur.”