“Kuzen Lin oraya, paravanın yanına otursun.” dedi Baoyu, misafirler hâlâ sedire yerleşmeye çalışırlarken. “Orada üşümez.”
Daiyu için yastıklardan bir yer hazırlattı ve kız masadan epey uzak olsa da rahat bir şekilde arkasına yaslanıp oturdu. Oradan karşısındaki Baochai, Li Wan ve Tanchun’e takıldı.
“Hizmetkârların geceleri içki içip kumar oynamalarına söylenip duruyordunuz ama şimdi biz de aynı şeyi yapıyoruz. Bir daha bunun için onlara kızacak yüzünüz olacak mı?”
“Önemli değil.” dedi Li Wan, gülerek. “Biz bunu sadece yaş günleri ya da bayramlarda yapıyoruz, her gece değil ki!”
O sırada Qingwen bambudan silindir bir kutuda, bir dizi, fildişi kart getirdi. Her birinin üzerinde farklı bir çiçek resmi vardı. Kutuyu iyice salladıktan sonra masalardan birinin ortasına koydu. Sonra dört zar alıp kutuya attı, kutuyu sallayıp kapağı açtı. Zarların üst yüzlerindeki noktaların toplamı beş ediyordu. Kendisinden başlayıp saat yönünde ileri doğru gidince beşinci kişi Baochai’di.
“Önce ben çekiyorum demek.” dedi Baochai. “Bakalım ne gelecek.”
Silindir kutuyu tekrar sallayıp içinden bir kart aldı. Diğerleri uzanıp baktılar. Şakayık resminin altında kocaman kırmızı harflerle “Bahçenin Kraliçesi” yazıyordu. Hemen onun altında da daha küçük siyah harflerle, Tang şairi Luo Yin’in bir dizesi vardı.
Kalpsiz olsa da cazibesi var.
Kâğıdın arka tarafında bu kartı çeken kişi ve diğerleri için talimatlar yazılıydı.
“Herkes senin şerefine bir kadeh içki içecek. Sen diğer bütün çiçeklerden daha üstün olduğundan, herkesin seni eğlendirmek için bir şiir okumasını, bir fıkra anlatmasını ya da bir şarkı söylemesini isteyebilirsin.”
Diğerleri buna çok güldüler.
“Şakayık sana çok uyuyor. Ne çok seçenek var!”
Herkes bir kadeh şarap içtikten sonra Baochai de biraz içti ve Fangguan’ın kendisi için bir şarkı söylemesini istedi.
“O zaman herkes kadehindekini bitirsin.” dedi Fangguan.
Hepsi dediğini yapınca, Yaş Günü Görkemle Kutlanıyor şarkısını söylemeye başladı.
“Dur, dur!” diye itiraz ettiler diğerleri. “Gecenin bu saatinde yaş günü şarkısı istemiyoruz. Güzel bir şey söyle.”
Fangguan bu sefer bütün performansını sergileyerek Çiçeklerin Tadını Çıkarma Mevsimi’ni söylemeye başladı.
Anka tüyünden minik yeşil süpürgemle,Cennetin kapısında duruyorum;Dökülmüş çiçekler her yere,Yavaş yavaş süpürüyorum.Ah birden coşuyor rüzgâr,Bulutların altında dönüyor tozlar,Döne döne havalanıyorlar.Cenneti süpürmek sanki,Sıradan bir dünyevi iş gibi…Bu arada Baoyu aynı kartı eline almış, ön yüzünde yazan satırı kendi kendisine “Kalpsiz olsa da cazibesi var.” diye mırıldanıyor; Fangguan şarkısını söylerken, düşünceli bir şekilde gözlerini dikip ona bakıyordu. Xiangyun sabırsızca kartı elinden çekip aldı ve Baochai’e geri verdi. Baochai zarları attı. On altı. Bu sefer sayarak masada bir tur döndü ve yanındaki Tanchun’de durdu.
“Acaba ne çıkacak.” dedi Tanchun. Ve uzanıp bir kart çekti. Karta bakınca kızarıp, utangaç bir gülümsemeyle masaya fırlattı.
“Bu oyunu oynamamalıydık!” dedi. “Erkeklerin dışarıda oynayabilecekleri bir oyun bu. Bir sürü uygunsuz şeyle dolu.”
Herkes çok şaşırdı; sonunda Xiren kartı alıp herkesin göreceği şekilde uzattı. Resimde bir dal badem çiçeği vardı, başlığında da kırmızı harflerle “Cennetin Peri Çiçeği” altında da Gao Chan’den bir dize yazıyordu.
Kayısı ağaçları güneşin kırmızı çiçekli zeminini oluşturuyor.
Sonra da Tanchun’ü utandıran cümle geliyordu.
“Tebrikler! Soylu biriyle evleneceksin. Orada bulunanlar sana bir kadeh şarap ikram etsin, kendi şerefine iç.”
Herkes bu sözlere kahkahalarla güldü.
“Neye bozuldun sen? Biz kızların gülmesi için içlerinde böyle birkaç cümlenin olduğu doğru tabii ama hiçbir zararı yok ki! Bu kehanetin nesi kötü? Ailede zaten bir kraliyet odalığı var, neden bir tane daha olmasın? Tebrikler!”
Evliliğin şerefine kadehlerini kaldırdılar. Tanchun içmeyi reddetti ama Xiangyun, Xiangling ve Li Wan onu tutup zorla içirdiler. Yine de bu oyunu bırakıp başka bir şey oynamaları konusunda ısrar etti. Xiangyun onun elini tuttu, zar kutusunu parmaklarının arasına sıkıştırdı ve zar atmaya zorladı. On dokuz. Bu seferki rakam oradakilerin sayısından fazlaydı, ikinci tur dönünce Li Wan’e sıra geldi. Li Wan silindir kutuyu sallayıp bir kart çekti. Çıkan şeyi görünce güldü.
“Çok iyi! Hepiniz şuna bakın! Çok güzel bir şey!”
Kışın açan bir erik çiçeği gördüler, başlığında “Kar Güzeli” altında da Wang Qi’nin bir dizesi yazıyordu.
Kulübenin çitlerinde görülmeden çiçek açmaktan memnun.
Kartın arkasındaki talimat da şöyleydi: “Bir kadeh şarap iç. Senden sonraki oyuncu zarı atsın.”
“Çok güzel, değil mi?” dedi Li Wan. “Ben arkama yaslanıp şarabımı içerken siz zar atacaksınız.”
Kadehindekini bitirip zarları Daiyu’ye verdi. On sekiz çıkınca sıra Xiangyun’e geldi.
“Ha, ha!” dedi Xiangyun, kollarını sıvayarak. Elini uzatıp bir kart çekti. Ötekiler ne çektiğine baktılar. Yaban elması resminin altında “Tatlı Sarhoş Rüyası” yazıyordu ve Su Dongpo’dan bir alıntı vardı.
Gecenin geç saatlerinde çiçek uykuya dalar.
“ ‘Gecenin geç saatlerinde’ yerine ‘taştan bank üzerinde’ olmalıydı.” diye dalga geçti Daiyu.
Herkes o gün Xiangyun’ün sarhoş olup taş üzerinde yatışını hatırlayarak güldü ama Xiangyun hiç üstüne alınmadan gülümseyerek Baoyu’nün rafındaki oyuncak tekneyi gösterdi.
“Saçmalamayı bırak da şu tekneye binip eve git, olur mu?” dedi.
Kahkahalar arasında talimata baktılar.
“Sen tatlı bir sarhoş rüyasına daldığın için, artık içemezsin. İki yanında oturan oyuncular birer kadeh içsinler.”
“Buda aşkına! Ne kadar da düşünceli bir kart!” dedi Xiangyun ellerini çırparak.
İki yanında Daiyu ile Baoyu olduğundan ötekiler onların kadehlerini doldurdular. Baoyu yarısını içip kadehini Fangguan’a verdi; o da bir dikişte hepsini bitirdi. Daiyu birisiyle konuşuyormuş gibi yaparak kadehindekini tükürük hokkasına boşalttı. Xiangyun zarları aldı. Bu sefer toplam dokuz ediyordu, sıra Sheyue’deydi. Çektiği kartta gül resmi, altında “Yaz Güzeli” yazısı vardı. Dize ise Wang Qi’ye aitti.
Gül açtığında ilkbahar çiçekleri solar.
Gelelim talimatlara:
“Oradaki herkes ilkbaharın gidişi anısına üçer kadeh içecek.”
“Ne diyor?” diye sordu Sheyue.
Baoyu kaşlarını çatıp kartı sakladı.
“Hepimiz bir şeyler içeceğiz.” dedi.
Üçer kadeh içmek yerine üçer yudum içtiler. Sheyue’nin attığı zarlar on dokuz ediyordu, sıra Xiangling’deydi. Çektiği karttaki resimde bir sap üzerinde iki tane mor çiçek ve “çift güzellik iyi talihi müjdeliyor” başlığı vardı; Zhu Shuzhen’in dizesi de Tek bir sapta çifte çiçek açıyor, diyordu. Talimat şöyleydi: ‘Bu çiçek sana şans getiriyor. Tebrikler! Oradakiler sana üç kadeh şarap ikram etsinler; kendileri de senin sağlığına birer kadeh içsinler.’
Xiangling altı attı. Daiyu kart çekecekti.
“Başka güzel bir şey kaldı mı acaba?” diye düşündü Daiyu, kart kutusuna uzanırken. “Kaldıysa umarım ben çekerim.”
Çektiği karta baktı. Amber çiçeğiydi. Başlık “Sonbahar Matemcisi”, Ouyang Xiu’nun dizesi, Doğu rüzgârının değil senin suçun ve talimat da “Sen bir kadeh şarap iç, Şakayık da seninle içsin” diyordu.
Diğerleri güldüler.
“Ne güzel, değil mi? Tam ona uygun bir çiçek!”
Daiyu de memnun görünüyordu. Baochai ile birer kadeh içerlerken, zarları attı. Yirmi. Yani Xiren kart çekecekti. Üzerindeki çiçek bir dal şeftali çiçeğiydi, başlıkta “Balıkçının Kayıp Cenneti” yazıyordu. Xie Fangde’nın dizesi Şeftali kırmızı çiçek açınca bir ilkbahar daha gelir; talimat ise “Badem ve yaşıtın olan, seninle aynı gün doğmuş, aynı soyadını taşıyan birileri birer kadeh içsinler.” diyordu.
“Çok ilginç!” dediler diğerleri, gülerek ve hemen kimin bu kategoriye girdiğini hesaplamaya başladılar. Xiangling, Qingwen ve Baochai’in Xiren’le aynı yaşta olduğu, Daiyu’nün de onunla aynı gün doğduğu ortaya çıktı ama aynı soyadına sahip kimse yoktu. Sonra Fangguan kendi soyadının tıpkı Xiren gibi “Hua” olduğunu ve bir kadeh içmeye hak kazandığını iddia etti.
Diğerleri kadehlerini doldururlarken, Daiyu muzipçe Tanchun’e baktı.
“Hem badem hem de kraliyet evliliği yapacak biri olarak sen başla.” dedi.
“Saçmalama!” diye çıkıştı Tanchun. Sonra Li Wan’e dönüp, “Bana bir iyilik yapıp şuna bir tane patlatır mısın?” dedi.
“Ah bu çok zor görünüyor!” dedi Li Wan. “Hem soylu bir kocayla evlenemiyor hem de ona vurmamı istiyorsun, öyle mi? Yapamam!”
Herkes buna güldü. Xiren zarları atarken dış kapıdan birisinin seslendiğini duydular. Yaşlı kadınlardan biri kim diye bakmaya gitti, geri gelince Xue teyzenin dairesinden birilerinin Daiyu’yü almaya geldiklerini söyledi.
“Saat kaç?” diye sordular yaşlı kadına.
“İkinci saati çoktan geçti.” dedi kadın. “Bir süre önce on biri vurdu.”
Baoyu o kadar geç olduğuna inanamayıp saatini istedi. Bakınca gerçekten de on biri yirmi beş geçtiğini gördü. Daiyu gitmek üzere kalktı.
“Zaten daha fazla kalamam.” dedi. “Dönünce ilaç içmem lazım.”
“Belki de artık dağılsak iyi olur.” dediler diğerleri de.
Xiren ve Baoyu onları vazgeçirmeye çalıştılar ama Li Wan ve Tanchun kararlıydı.
“Çok geç oldu. Bir gün için yeterince kuralı ihlal ettik zaten.”
“Pekâlâ.” dedi Xiren. “Son bir kadeh daha içelim o zaman. Sonra gidersiniz.”
Qingwen küçük hizmetçilerden birinin yardımıyla kadehleri doldurmaya başladı. Ötekiler içkilerini içtikten sonra fenerlerin yakılmasını söylediler. Her şey hazır olunca Xiren ve diğer hizmetçiler, İçe İşleyen Koku Kameriyesi’ne kadar onları geçirdiler. Sonra kapıları kilitleyip bir süre daha oyun oynadılar. Xiren büyükçe kadehlere şarap doldurdu, kocaman bir tabağa yiyeceklerden seçip koydu, bu akşam görev başında olan yaşlı kadınlara ikram etti.
O saate kadar artık herkes hafif sarhoş olmaya başlamıştı. Sonra parmak tahmini oyunu oynayıp şarkı söylediler. Saat ikiye doğru, genç hizmetçilerin gizlice verdikleri şarapları da içen yaşlı kadınlar, dokuz litrelik şarap kaynağının dibini buldular. Hiç şarap kalmadığını duyan genç hizmetçiler ortalığı temizleyip, bulaşıkları yıkayarak yatmaya hazırlandılar.
Çok içmekten yanakları kızaran, gözleri tuhaf bir şekilde parlayan Fangguan hareket edemeyecek hâldeydi. Xiren’in omuzuna dayanıp kulağına bir şeyler fısıldamaya başladı.
“Ah, Xiren! Kalbim hızla çarpıyor!”
Xiren güldü.
“O kadar içmemeliydin!” dedi.
Chunyan ve Sier uzun zaman önce pes edip sedirde uyuyakalmışlardı. Qingwen boşuna uyandırmaya çalışıyordu onları. Baoyu onu durdurdu.
“Rahat bırak. Bir kere hepimiz burada uyusak bir şey olmaz!”
Kendisi de onları örnek alıp, başını çiçek yaprağı doldurulmuş, ipek yastığa koydu, yan dönerek anında uykuya daldı.
Xiren, Fangguan’ın çok sarhoş olduğunu anladı. En ufak bir hareketin onu hasta etmesinden korkup, çok yavaşça yerinden kaldırarak sedirin üzerine, Baoyu’nün yanına yatırdı. Kendisi de karşısındaki kanepeye uzandı. Üzerlerine büyük bir kayıtsızlık çöktü ve sabaha kadar mışıl mışıl uyudular.
Xiren gözlerini açtığında hava aydınlanmıştı.
“Ah, çok geç olmuş!” dedi.
Kafasını kaldırıp karşısındaki sedire baktı. Fangguan, başı sedirin yüksek kenarına dayalı şekilde uyuyordu hâlâ. Xiren hemen kalkıp onu uyandırmaya gitti. Sesine uyanan Baoyu doğrulup neşeyle etrafına bakındı.
“Geç olmuş!” dedi ve Fangguan’ı dürttü.
Uyanan Fangguan da yarı uykulu bir hâlde oturdu.
“Kendinden utanmalısın!” dedi Xiren, gülerek. “Nerede uyuduğuna bir bak! Uyuyacağın yeri seçemeyecek kadar sarhoştun herhâlde.”
Fangguan etrafına bakındı ve geceyi Baoyu’nün yanında geçirdiğini anladı. Mahcup bir gülümsemeyle hemen sedirden kalktı.
“Hiçbir şey hatırlamıyorum! Nasıl olur?” dedi.
“Ben de öyle.” dedi Baoyu, gülerek. “Bilseydim yüzüne mürekkep sürerdim!”
Hizmetçiler sabah hazırlıkları için leğenleri ve diğer şeyleri getirdiler.
“Dün geceki parti için hepinize çok teşekkür ederim.” dedi Baoyu. “Bu akşam bir parti daha vereceğiz, bu sefer siz benim misafirim olacaksınız.”
“Yo!” dedi Xiren. “Tekrar mı? Eğer bu akşam da curcuna yaparsak insanlar söylenmeye başlarlar.”
“Olsun.” dedi Baoyu. “Sadece iki kere. Dün gece dokuz litre şarabı bitirdiğimize göre gayet iyi içicileriz! Her şey güzelleşmeye başlamıştı, bir baktık şarap bitmiş.”
“Zaten güzel olan da o tarafı!” dedi Xiren. “Eğlence doruktayken partiye son vermek, herkes tükenene kadar devam etmekten çok daha iyidir. Dün gece herkes formundaydı. Yanlış hatırlamıyorsam Qingwen çekingenliğini bırakıp şarkı bile söyledi.”
“Unuttun mu yoksa, sevgili kardeşim?” dedi Sier. “Sen de söyledin. Hatta hepimiz söyledik.”
Bütün hizmetçiler bunu hatırlayıp kontrol edilemez bir şekilde kıkır kıkır gülmeye başladılar; kızaran yüzlerini elleriyle kapattılar. Onlar böyle gülerken Pinger geldi. Önceki gün partiye katılan herkesi bu sefer kendisi davet etmeye gelmişti.
“Hiçbir bahane kabul etmiyorum!” dedi. “Hepinizin gelmesini bekliyorum.”
Onu buyur ettiler ve hemen birisi çay getirdi.
“Dün gece burada olmaması çok kötü!” dedi Qingwen.
Pinger hemen kulak kabarttı.
“Neden? Dün gece ne oldu ki?” dedi.
“Sana söylemeli miyiz bilemiyorum.” dedi Xiren. “Ama şu kadarını söyleyeyim, çok güzel zaman geçirdik. Büyük hanımefendinin eğlenceleri bile onun yanında hafif kalır. Dokuz litre şarabı bitirdik. Öyle çok içmişiz ki çekingenliğimizi unutup saat ikiye kadar şarkılar söyledik. Sonra üzerimizdeki kıyafetlerimizle olduğumuz yerde uyumuşuz.”
“Aman ne güzel!” dedi Pinger, sahte bir öfkeyle. “Gelip benden şarap istediniz ama beni partiye davet etmediniz, şimdi utanmadan çok eğlendiğinizi söylüyorsunuz. Gerçekten çok sinirlendim.”
“Bu akşam da o bir parti veriyor.” dedi Qingwen. “Kesinlikle seni davet edecektir. Biraz bekle, çağırmaya gelir.”
“O mu? Kimmiş o?” diye sordu Pinger.
Qingwen ona vuracakmış gibi yapıp, gülerek, “Bu keskin kulaklar ne işe yarıyor?” dedi.
“Burada durup sizinle gevezelik edecek zamanım yok benim!”
dedi Pinger. “Bir sürü işim var. Her şey hazır olunca birisini gönderip sizi çağırırım. Hepiniz gelin, yoksa ordumu gönderip zorla getirtirim!”
Baoyu ve hizmetçiler kalması için ısrar ettiler ama o yola koyulmuştu bile.
Baoyu yarım kalan sabah tuvaletini tamamladı ve çayını içmeye başladı. İlk yudumunu alırken, mürekkep taşının altındaki kâğıt parçasına gözü takıldı.
“Benim mürekkep taşımı kâğıt ağırlığı olarak kullanmanız hiç hoş bir şey değil.” dedi.
Xiren ve Qingwen hemen savunmaya geçtiler.
“Ah canım! Bu sefer ne yaptık acaba?”
Baoyu söz konusu kâğıdı işaret etti.
“Şu kâğıda baksanıza. Herhâlde birisi el işi kalıbını kaldırmayı unutmuş.”
Qingwen mürekkep taşını kaldırıp kâğıdı aldı. Nakış kalıbı değil, yazıydı. Kâğıdı Baoyu’ye verdi. Pembe, desenli bir mektup kâğıdıydı. Ortasında alt alta şöyle yazıyordu:
“Yaş gününüzü saygıyla kutluyorum, Eşiğin Ötesindeki Kişi, Miaoyu.”
“Bu notu kim getirdi?” diye sordu Baoyu, heyecanla ayağa fırlayarak.
Baoyu’nün durumunu gören Xiren ve Qingwen, notun çok önemli birisinden geldiğini düşünerek soruşturmaya başladılar.
“Dün bu kartı kim kabul etti?” diye sordular bir ağızdan.
“Ben.” diyerek içeri daldı Sier. “Miaoyu’den geldi. Kendisi getirmedi, yaşlı kadınlarla gönderdi. Burada bir yere koymuştum. Size söyleyecektim ama dün gece o kadar içince unutmuşum.”
“Bu kadar büyütünce biz de önemli birisinden geldiğini sandık.” dediler bunu duyan kızlar. “Bunda abartacak ne var?”
Ama belli ki Baoyu hiç de öyle düşünmüyordu.
“Bana bir parça kâğıt getirin.” dedi ve aynı heyecanla mürekkep öğütmeye başladı. İşini bitirir bitirmez, yazı için hazır bekleyen bir fırçayla temiz bir kâğıdın başına oturdu ama nasıl başlayacağını bilemedi. “Eşiğin Ötesindeki Kişi” için en uygun ifade neydi? Uzun bir süre düşündü ama hiçbir ilham gelmedi.
“Baochai’e sormanın bir faydası yok.” diye düşündü. “Miaoyu’yü eleştirip, ne kadar ‘hayalperest’ olduğundan başka bir şey söylemez. En iyisi Daiyu’ye sorayım.”
Miaoyu’nün notunu tuniğinin koluna yerleştirip Bambu Evi’ne doğru yola çıktı. İçe İşleyen Koku Köprüsü’ne geldiğinde, kararlı adımlarla telaş içinde karşıdan gelen Xing Xiuyan’i gördü.
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu kıza.
“Miaoyu ile konuşmaya.”
Baoyu çok şaşırdı.
“Miaoyu çok soğuk ve sıra dışı biri. Herkesi küçümsüyor, geçinebileceği çok az kişi var. Seni sevdiğine göre, bizim gibi kaba saba değilsin demektir.” dedi.
“Beni sevip sevmediğini bilmiyorum.” dedi Xiuyan. “Ama onunla on yıl komşuyduk. Sarmal Tütsü Tapınağı’nda rahibelik öğrencisiyken, oradan yalnızca bir duvarla ayrılan bir odada yaşıyorduk. Ailem bir ev sahibi olamayacak kadar fakirdi, on yıl tapınağın kiralık odasında kaldık. Yapacak bir işim olmadığında, rahibelerin avlusuna girer Miaoyu ile zaman geçirirdim. Bana okuma yazmayı o öğretti. Aslında, bildiğim her şeyi ona borçluyum. Yani o benim sadece kötü gün dostum değil, aynı zamanda öğretmenim. Ailem sizin cömertliğinize sığınmak için buraya geldiğinde, Miaoyu’nün de kendisine burada bir yuva bulduğunu öğrendik. Belli ki burasının, tuhaflıklarının hoş görüleceği ve ona eziyet etme gücü olanların tacizlerinden korunabileceği bir yer olduğunu düşünmüş. Sanki kaderlerimiz birbirine bağlanmış gibiydi. Onu görmeye gittiğimde benimle olan arkadaşlığının hiç değişmediğini anlayınca çok sevindim. Hatta bana karşı öncekinden çok daha iyi.”
Xiuyan’in ailesinden bu kadar rahat ayrılabilmesinin nedeni bir anda ortaya çıkmış oldu.
“Anlıyorum!” dedi Baoyu. “Yaptığın ya da söylediğin her şeyde görülen ruhani havayı nereden aldığın anlaşılıyor. Ben de Miaoyu ile ilgili bir mesele yüzünden dışarı çıkmıştım. Yazdığı bir şey beni şaşırttı; birisine danışmaya giderken seninle karşılaştım. Ne büyük tesadüf! Sen benim soracağım kişiden çok daha faydalı olabilirsin!”
Kolundaki kâğıt parçasını çıkarıp Xiuyan’e gösterdi. Yazıyı okuyan kız güldü.
“Hiç değişmedi. Hâlâ aynı akıl almaz, tuhaf Miaoyu! Ondan başka kim tebrik kartlarında böyle bir imza kullanabilir? Rahip desen değil, hizmetçi desen değil! Bu ne biçim bir adap?”
“Hiç de değil.” dedi Baoyu gülerek. “Miaoyu bütün adapların çok üzerinde. O bizim sıradan dünyamızın geleneklerine hiç aldırmıyor. Bana bu şekilde yazması, akıllı olduğumu düşündüğünü gösteriyor. Ne yazık ki ben nasıl cevap vermem gerektiğini bilemedim. Kuzen Lin’e danışmaya gidiyordum. Neyse ki sana rastladım.”
Bunun üzerine Xiuyan, Baoyu’yü bir süre tepeden tırnağa süzdü. Sonunda bir kahkaha kopardı.
“ ‘Birisini ismen tanımak, yüz yüze görmeye benzemez.’ derler.” dedi. “Ne demek istediklerini şimdi anladım. Sana bunu göndermesine hiç şaşmadım; geçen yıl erik çiçeklerini vermesine de! Sana özel bir ilgi gösterdiğine göre ben de açıklamak zorundayım. Miaoyu hep, Han, Jin, Kuzey ve Güney, Tang ve Song hanedanlıklarının bütün şairleri tarafından yazılan şiirlerin içinde en iyisinin Fan Chengda’nın ‘Mezarlıkta Yürüyüş’ şiiri olduğunu söyler.
‘Bin yıl yıkılmaz bir demir eşiğin ardında saklansan da,Sonun bir yığın topraktır.’“İşte bu yüzden kendisi için ‘Eşiğin Ötesindeki Kişi’ ifadesini kullanmış. En sevdiği şair Zhuang Zi’dir. Onun için Yabancı… Dünyanın ötesinde dolaşıyor, dizesinden yola çıkarak bazen kendisine ‘Yabancı’ der. Onu memnun etmenin yolu, kendini bu kötü dünyanın kapanına kısılıp kalmış biri olarak nitelerken, ona yukarılarda bir yerlerde özgürce dolaşan biri olarak hitap etmek.
Eğer sana yazdığı notta kendisine ‘Yabancı’ deseydi, sen de cevaben kendin için ‘dünyalı’ yazabilirdin. Ama o kendisine ‘Eşiğin Ötesindeki Kişi’ dediğine göre, sen de kendine ‘Eşiğin Arkasındaki Kişi’ diyerek, Fan Chengda’dan söz ettiğini anladığını gösterebilirsin.”
Kutsal metinler bize Buda gerçeğinin “baştan aşağı dökülen yağ gibi” ortaya çıktığını söyler. Baoyu de Xiuyan’i dinlerken aynı şeyi hissetti. Bir anda her şeyi anlayıp bir kahkaha attı.
“Anlıyorum! Demek bu yüzden aile tapınağımızın adı ‘Demir Eşik Tapınağı.’ Çok teşekkür ederim. Şimdi gidip cevabımı yazabilirim.”
Xiuyan, Yeşil Kafes Manastırı’na doğru yoluna devam ederken, Baoyu de notunu yazmak için odasına döndü.
“İçten ve mütevazı teşekkürlerimle, Eşiğin Arkasındaki Kişi, Baoyu.”
Notu manastıra kendisi götürüp, ikili kapının ortasındaki aralığa sıkıştırdı. Kızıl Neşe Avlusu’na döndüğünde, Fangguan sabah tuvaletini tamamlamıştı. Eski, gösterişli, kadınsı saç şekline geri dönmüş, balıkçıl tüyü saç süsleriyle tuvaletini tamamlamıştı ama Baoyu onu sürekli olarak erkek gibi görmeyi tercih ettiğini söyledi. Perçemini ve yan buklelerini tamamen kesip, kalan kısa saçlarını alnından itibaren tıraş ederek, sadece tepesindeki uzun saçın kalması için ısrar etti.
“Kışın giymen için kulaklarında kapakları olan, büyük bir kürk şapka bulalım sana.” dedi. “Ayaklarına da kocaman kaplan çizmeler ya da bol paçalı pantolonunun altına beyaz çoraplarla kalın tabanlı, içi keçe kaplı ayakkabılar. Adını da değiştirmemiz lazım. Fangguan erkek için uygun değil. Bal Çocuk diyelim mi? Kısaca Bal deriz.”
Fangguan çok sevindi.
“Artık dışarıya giderken beni de götürebilirsiniz.” dedi. “Eğer birisi soracak olursa, tıpkı Mingyan gibi uşaklarınızdan biri olduğumu söylersiniz.”
Baoyu bu fikri gülerek karşıladı ama biraz tereddütlü görünüyordu.
“Ama insanlar kim olduğunu anlarlar.” dedi.
“Hayal gücünüz ne kadar da zayıf!” dedi Fangguan. “Yabancı olduğumu söylersiniz. Ailenizde yabancı uşaklar da var.5 Hem bana örgü saç çok yakışıyormuş; herkes öyle söylüyor. Ne dersiniz? Çok iyi bir fikir değil mi?”
Baoyu çok beğendi.
“Harika!” dedi. “Bazı resmî görevlilerin, savaşta esir aldıkları Tatarlar ya da Tibetliler gibi yabancıları uşak olarak çalıştırdıklarını sık sık görüyorum. Atları gayet iyi idare ettikleri ve soğukta beklemekten rahatsız olmadıkları için seyis olarak çalıştırıyorlar. O zaman biz de sana yabancı bir isim verebiliriz. Yelü Hunni’ye ne dersin? Yelü eski bir Hitay6 soyadı; Hunni de Xiongnuların7 kendilerine verdikleri isim.
“Şimdi doğrudan bilge kral Shun’in soyundan gelen bir İmparator’un yönetimi altında, erdem, insanlık ve ana baba saygısının aşikâr olduğu bir dönemde ve güneşle ay olduğu sürece devam edecek bir hanedanlıkta yaşadığımız için ne kadar şanslıyız. Bu yüzden, geçmiş hanedanlıklarda problem çıkaran azılı barbarlar, şimdi silahlara başvurmamıza gerek kalmadan ellerini kavuşturup, başlarını eğerek bize itaat ediyorlar; uzak kabileler de bizim idaremize boyun eğiyorlar. Egemenliğimizin şerefine onlarla dalga geçebiliriz.”
“Eğer böyle düşünüyorsanız, gidip okçuluk ve binicilik dersi alıp diğer savaş sanatlarını öğrenin; sonra da sınıra gidip asileri ele geçirirsiniz! Bizi kullanmak yerine sadakatinizi böyle göstermeniz daha iyi olmaz mı? Devletin başarılarını ve erdemini övme bahanesiyle kendinizi eğlendirmek için konuşup duruyorsunuz.”
“İşte anlamadığın şey de bu!” dedi Baoyu gülerek. “Dört deniz bizim egemenliğimize boyun eğdi ve her yerde huzur hüküm sürüyor; gelecek yıllarda da silahlara ihtiyaç olmayacak. Huzurun meyvesini yemeyi hak etmek için eğlenirken bile Saray’a övgüler yağdırmalıyız.”
Fangguan kabul etti ve ikisi de uygun bulduğu için Baoyu artık ona Yelü Fangguan Hunni diye hitap etmeye başladı.
O gün yemekten sonra Pinger, Şakayık Bahçesi’ndeki çardak çok sıcak olacağından, partinin Karaağaç Gölgesi Salonu’nda hazırlandığını bildirdi. You Shi, Ning Konağı’ndan kocası Kuzen Zhen’in iki genç odalığı Peifeng ve Xieyuan’i de alıp erkenden geldi. İkisi de çok genç ve çekici kadınlardı; bu konağa pek sık gelme şansları olmuyordu. Bugün enerjik Bahçe sakinlerinden Xiangling, Xiangyun, Fangguan ve Ruiguan ile ilk kez karşılaşınca, “Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş” deyişinin doğruluğunu kanıtlarcasına, kendilerini rahat hissederek, yeni buldukları arkadaşlarıyla hararetli bir sohbete daldılar ve Bahçe’yi keşfe çıktılar. You Shi de kendi hizmetçileriyle baş başa kalakaldı.
Hanımlar Kızıl Neşe Avlusu’nu dolaşırlarken, Xiangling, Peifeng ve Xieyuan, Baoyu’nün Fangguan’a Yelü Hunni diye seslenmesine çok güldüler. Fangguan bu acayip ismi nereden aldığını onlara anlatınca, onlar da aynı ismi kullanmaya başladılar ama ağızları yabancı kelimelere alışmadığından isim kısa sürede Yellow Honey şekline dönüştü; hatta hemen sonra o da Yellow Belly hâlini aldı. Hizmetçiler onun böyle çağrıldığını duyunca, kahkahalarla güldüler. Baoyu onların eğlenmesinin Fangguan’ı inciteceğinden korkarak başka bir isim önerdi.
“Batı’da, Fransa’da çok değerli altın yıldızlı camlar olduğunu duydum; kendi dillerinde venturina diyorlarmış. Sen de o kadar parlak ve ışıl ışıl birisin ki Venturina adı sana çok yakışır.” dedi.