“Şakayık Bahçesi’nde parti hazır. Hemen koşup yerlerinizi alın.”
Hizmetçi kızları da yanlarına alan kuzenler suyun kenarından Şakayık Bahçesi’ne doğru ilerlediler. Bahçenin tam ortasında büyük ve açık bir çardak vardı, orada masalar kurulmuştu. You Shi bile davet edilmiş, gelip oturmuş onları bekliyordu. Aslında Pinger hariç herkes gelmişti.
Pinger üzerine parti için daha uygun bir şeyler giyme niyetiyle Xifeng’ın dairesine uğramıştı ama oraya vardığı anda Lin ve Lai evlerinden hediyeler yağmaya başladı. Bunları getirenler, her seviyeden hane personelinin hediyelerini ve tebriklerini gönderdiği ve ikili üçlü gruplar hâlinde gelen bir ulak akınının başı çekenleriydi. Pinger onları karşılıyor, hediye getirenleri ödüllendiriyor, bizzat kutlamaya gelenlere teşekkür ediyor, Xifeng’a hediyeleri göstermek için bir içeri, bir dışarı girip çıkıyordu. Bunlardan sadece birkaçını kendisine ayırdı; diğerlerini ya geri çevirdi ya da başkasına verdi. Ziyaretçiler kesildiğinde de bu sefer Xifeng’a yemek servisi yapması ve bitirmesini beklemesi gerekti. Ancak ondan sonra üzerini değiştirip Bahçe’ye dönebildi.
Onu aramak için gönderilen bir grup hizmetçi Bahçe’ye girerken görüp hemen çardağa getirdiler. Gördüğü manzara çok göz alıcıydı. Belki masalar şık, sandalye minderleri lotus desenli değildi ama sofrayı çekici ve iştah açıcı yapmak için hiçbir şey eksik bırakılmamıştı. Dostça bir gülümsemeyle karşılandı Pinger.
“İşte herkes burada!”
Onu ve diğer üçünü -Baoyu, Baoqin ve Xiuyan- başköşeye oturtmak istediler ama Xue teyze orada olduğundan dördü de kabul etmedi.
“Benim gibi bir ihtiyar siz gençlerin arasına pek yakışmıyor.” dedi Xue teyze. “Kalırsam huzursuz olacağım. İzin verirseniz, gidip görüşme odasında biraz uzanmak istiyorum. Hiçbir şey yiyesim yok, zaten içki düşkünü de değilim. Ben burada olmazsam misafirlerinizle daha iyi ilgilenebilirsiniz.”
You Shi ve diğerleri kalması için ısrar ettiler. Sadece Baochai kabul etti.
“Annemin gitmesi bizim için daha iyi mi olur, yoksa olmaz mı bilmem ama eminim gidip uzansa, kendisini burada olduğundan daha iyi hisseder. Sevdiği bir şey varsa, oraya göndeririz, rahat rahat yer. Hem zaten şu anda orada kimse yok. Annem giderse her şeye göz kulak olur.” dedi.
“Peki o hâlde, gitmesine izin verebiliriz.” dedi Tanchun gülerek. “ ‘En büyük saygı itaattir.’ derler.”
O da diğerleriyle birlikte görüşme odasına kadar Xue teyzeye eşlik etti; küçük hizmetçilere yastıkları hazırlattı.
“Şimdi burada kalıp, hiçbir bahane uydurmadan Bayan Xue’nin bacaklarına masaj yapar, istediği zaman çayını getirirseniz, eminim ki bizim yemesi için göndereceğimiz lezzetli şeylerden size de verecektir. Bu yüzden sakın ortadan kaybolmayın.” dedi kızlara, Xue teyze rahatça yerleşince.
Kızlar dediğini yapacaklarına söz verdiler.
Geri döndüklerinde, Tanchun Baoqin ile Xiuyan’i birinci masanın başköşesine oturttu. Pinger yüzü batıya, Baoyu de doğuya dönük olarak onların sağında ve solunda yerlerini aldılar. Tanchun Yuanyang’ı yanına alıp masanın alçak tarafında oturdu. Batı duvarına paralel olan masanın iki uzun kenarında yaş sırasına göre Baochai, Daiyu, Xiangyun, Yingchun ve Xichun; iki kısa kenarında da Yuchuan ve Xiangling oturdular. You Shi ile Li Wan, doğu duvarına paralel olan masanın uzun kenarına, Xiren ile Caixia da kısa kenarlarına yerleştiler. Dördüncü masada diğer hizmetçiler Zijuan, Yinger, Qingwen, Xiaoluo ve Siqi oturuyordu.
Hepsi yerlerine yerleşince, Tanchun tekrar ayağa kalktı, dört yaş günü sahibinin şerefine kadeh kaldırmak istedi ama yaş günü sahibi dörtlü, ev sahiplerinden birinin bunu yapmasına izin verirlerse, ardından diğerlerinin de geleceğini fark ederek karşı çıktılar.
“Eğer bunu başlatırsan, akşama kadar yerimize oturamayız.” dedi Baoqin.
Anlayış gösteren Tanchun tekrar oturdu. Onların peşine takılan kör hikâyeciler bir yaş günü şarkısı için enstrümanlarını akort ettiler. Bu sefer hepsi birden itiraz etti.
“Biz bu eski âdetlerden hiç hoşlanmıyoruz. Neden görüşme odasına gidip Bayan Xue’yi eğlendirmiyorsunuz?”
Onlar giderlerken, masadaki yiyeceklerden bir tabak hazırlayıp, kör hikâyecilere eşlik edecek kızlarla Xue teyzeye gönderdiler.
“Burada oturup sakin sakin sohbet etmek hiç eğlenceli değil.” dedi Baoyu, hikâyeciler gidince. “İçki içme oyunu oynayalım.”
Çeşitli öneriler yapıldı ama hiçbiri herkesin birden onayını alamadı.
“Bakın ne diyeceğim.” dedi Daiyu. “Neden değişik oyunların adlarını kâğıtlara yazıp kura çekmiyoruz?”
“İyi fikir!” dedi diğerleri. Mürekkep taşı, yazı fırçası ve kâğıt getirtildi.
Şiir yazmasının yanı sıra, son zamanlarda kaligrafi de öğrenmeye başlayan Xiangling için yeni becerisini deneme fırsatı dayanılmaz olduğundan, hemen fırlayıp yazma işini üstlenmek istedi. Biraz düşündükten sonra grubun bulmayı başardığı on küsur oyun adını Tanchun teker teker söyleyerek Xiangling’e yazdırdı. Kâğıt parçaları ikiye katlanıp bir kavanoza kondu. Tanchun Pinger’dan bir tane çekmesini istedi. Bir çift yemek çubuğuyla iyice karıştırdıktan sonra bir kâğıt çekti kız. Tanchun açıp okudu.
“Örtülü bilmece.”
“Örtülü bilmece mi?” dedi Baochai, gülerek. “Bütün oyunların büyükbabasıdır o! Eski zamanlarda oynarlarmış. Tabii tam olarak nasıl oynadıklarını bilmiyoruz, bizim modern gizleme oyunumuz daha sonra bulunan bir şey ama yine de çok zor. Eminim buradakilerin yarısı nasıl oynandığını bilmiyordur. En iyisi onu bırakıp herkesin anlayacağı bir tanesini seçelim.”
“Çektik bir kere, artık vazgeçemeyiz.” dedi Tanchun. “Bir tane daha çekelim, herkesin seveceği bir oyun çıkarsa, isteyenler onu, geri kalanı da örtülü bilmeceyi oynar.”
Bu sefer Xiren çekti kurayı. Kâğıtta yazan isim ‘parmak tahmini’ydi. Xiangyun sevinçle onayladı.
“Güzel, basit bir oyundur, benim için uygun! Sizin eski ‘örtülü bilmece’niz benlik değil! Düşüncesi bile başımı ağrıtıyor. Ben parmak tahmini oynayacağım.” dedi.
“Daha oynamaya başlamadan grup içinde anarşi yaratmak değil mi bu?” dedi Tanchun. “Kuzen Baochai, ceza olarak bir kadeh şarap ver ona.”
Baochai hemen koca bir kadeh şarabı zorla Xiangyun’ün boğazından aşağıya gönderdi.
“Şimdi!” dedi Tanchun, kendisi de bir yudum içtikten sonra. “Size kuralları sıralamama gerek yok. Ne söylüyorsam onu yapın. Bir zar ve fincan getirteceğiz, Kuzen Qin’den başlayarak herkes sırayla zar atacak. Aynı sayıyı atan iki kişi ‘örtülü bilmece’ için eşleşecek.”
Baoqin üç attı. Yukarı masadakiler farklı sayılar attılar. İkinci masadan Xiangling de üç attı.
“Oda içindeki eşyalarla yetinsek iyi olur, ne dersiniz?” dedi Baoqin. “Aksi hâlde ihtimaller çok fazlalaşır.”
“Kesinlikle!” dedi Tanchun. “Üç tahminden sonra doğru cevabı bulamayan ceza olarak bir kadeh şarap içecek. Sen başla.”
“Bostan.”
Bu oyunu bilmeyen Xiangling, odada “bostan” kelimesini çağrıştıracak hiçbir şey bulamadı ama Xiangyun ipucu verildiği andan itibaren gözlerini etrafta dolaştırmaya başladı ve birden kapıda asılı olan yazı levhasını gördü:
ŞAKAYIK BAHÇESİ
Hemen Baoqin’in, on üçüncü Seçmeler kitabından bir alıntıyı düşündüğünü anladı. Orada Konfüçyüs, bahçıvanlık öğrenmek isteyen birisine, bostanı olan yaşlı bir adama gidip ondan bilgi almasını söylüyordu. Xiangling cevabı tahmin edemeyince, diğerleri onu hızlandırmak için davula vurmaya başladılar. Wang Wei’nin şiirlerinden birindeki “Bazen yeşillik bahçeme çekilirim” dizesinin bu soruya çok uyduğunu düşünen Xiangyun, eğilip Xiangling’i dürterek ‘yeşillik’ demesini fısıldadı. Ama Daiyu onu fark etti ve hemen ötekilere söyledi.
“Ona ceza verin! Cevabı söyledi.” dedi.
Xiangyun bir kadeh şarap daha içmek zorunda kaldı. Ama o kadar kızdı ki yemek çubuğuyla Daiyu’nün parmaklarına vurdu. Xiangling de ceza olarak bir kadeh şarap içti.
Sonraki çift, Tanchun ve onunla aynı sayıyı atan Baochai’di. Tanchun’ün ipucu “erkek”ti.
“Bunun kapsamı biraz geniş değil mi?” dedi Baochai.
“Pekâlâ.” dedi Tanchun. “Başka bir ipucu vereyim. Bu, kapsamı biraz daraltır.”
Bu sefer “oyuk” kelimesini verdi. Baochai bir süre düşündü. Masada bir yığın tavuk eti vardı. Tanchun Wang Wei’nin, Kırmızı ibikli horoz şafağı haber veriyor dizesini ve Luo Yin’in Alaca karanlıkta hâlâ kitabımı okuyorum, dizesine işaret ediyor olmalıydı. Kendisi de Şiir Klasiği’ndeki altmış üçüncü şiire dayanarak “oyuk” kelimesiyle cevap verdi.
“Horoz oyuğuna tünüyor.”
İki kız birbirlerine güldüler ve başarılarını kutlamak için şaraplarını yudumladılar.
Bu arada Xiangyun sabredemedi, Baoyu ile parmak tahmin etme oynamaya başladı. İkisi avaz avaz bağırıyordu. Odanın öteki ucunda You Shi ve Yuanyang masada birbirlerine dönük oturmuş, aynı oyunu oynuyorlar, bir “yedi”, bir “sekiz” diye sesleniyorlardı. Pinger ile Xiren de yandaki masada bir başka ikili oluşturmuş, gürültüye katkıda bulunuyorlardı. Onların curcunasına beş oyuncunun her hareketiyle bilezik şangırtısı ekleniyordu. Kısa süre sonra Xiangyun Baoyu’yü, Xiren de Pinger’yı yendi. Kaybedenlerin birer kadeh şarap içmesine, içmeden önce ve içtikten sonra bir şey yapmalarına karar verildi.
“İçmeden önce edebiyattan ve şiirden bilinen birer alıntı yapman, bir domino üçlüsü, bir şarkı adı ve takvimden bir gün tahmini söylemen lazım. Beşi bir araya gelince anlamlı bir cümle oluşturacak. İçtikten sonra da bu masada gördüğün, birden fazla anlamı olan bir yiyeceğin adını söyleyeceksin.” dedi Xiangyun Baoyu’ye.
Herkes kahkahalarla güldü.
“Böyle bir saçmalığı ondan başkası düşünemezdi.” dediler. “Ama çok ilginç olabilir.”
Baoyu’ye başlaması için baskı yaptılar.
“İnsaf edin!” dedi Baoyu. “Bu kadar çok şey yapacaksam düşünmek için zamana ihtiyacım olacak.”
“Şarap iç.” dedi Daiyu. “Geri kalanını ben hallederim.”
Baoyu sözünü dinleyip şarabını içti ve ona kulak verdi.
“Bir. Akşam bulutları sudaki ürkek yeşilbaş ördekle yarışıyor.” dedi Daiyu. “İki. Yaban ördeği, rüzgârlı gökyüzünde ağıt yakarak uçuyor. Üç. Kanadı kırık bir yaban ördeği olmalı. Dört. O kadar hüzünlü bir ses ki yürek parçalayıcı. Beş. Yaban ördeğinin çığlığı uzaktan bile duyuluyor.”
Hep beraber gülerek, “Gerçekten çok anlamlı!” dediler.
Daiyu içki sonrası cezasını yerine getirmek için masadan bir fındık aldı.
Fındıkların komşunun çamaşır taşıyla hiçbir ilgisi yok,Peki, neden on bin kişi vuruyor gibi kumaş sesi gelir tok.Diğer iki mağlup Yuanyang ve Xiren’e daha hafif ceza verildi: Her biri yaş günleri üzerine yazılmış, bilinen bir atasözü söyleyecekti. Tasarruf etmek adına onların cevapları hikâyemizden çıkarılmıştır.
Sonraki çiftler belirlenirken kısa bir tereddüt yaşandı. Sonra Xiangyun’ün Baoqin’le parmak tahmini; Xiuyan ile aynı sayıyı atan Li Wan’in de örtülü bilmece oynamalarına karar verildi. Li Wan başlayacaktı.
“Su kabağı.” dedi Li Wan.
“Yeşil.” diye cevap verdi Xiuyan.
Belli ki “yeşil” cevabı doğruydu, Li Wan kabul etti ve iki genç hanım şaraplarından birer yudum içtiler. Bu arada Xiangyun parmak tahmini oyununda Baoqin’e yenildi ve ne ceza vereceğini sordu.
“Lai Junchen, Zhou Xing’in kendi tasarladığı kazanı gösterip ne dedi biliyorsun.” dedi Baoqin. “ ‘Sizi kazana davet ediyorum!’2 Galiba benim de sana aynı şeyi söylemem lazım. Neden Baoyu için belirlediğin cezanın aynısını sen de yapmıyorsun?”
Xiangyun hariç hepsi bu tarihi kinayenin çok yerinde olduğunu söyledi. Xiangyun hiç gecikmeden karşılık verdi.
“Bir. Hızla dönüp duran girdap. İki. Nehrin dalgaları göğe doğru kabarır. Üç. Yalnız tekneyi demir zincirle bağlamalı. Dört. Çünkü nehirde fırtına var. Beş. Yolculuk için kötü bir gün olacak.”
Herkes kahkahalarla güldü.
“Çok komik!” dediler. “Böyle bir ceza vermesine şaşmamak lazım. Kendisi de şakasıyla dâhil olmak için yaptı demek! Haydi o zaman, ikinci kısmını da söyle!”
Xiangyun yemek çubuklarıyla önündeki tabaktan bir ördek başı aldı, odanın öbür ucundaki dördüncü masada oturan hizmetçilere doğru kaldırdı.
Bu küçük ördek şu küçük ördeklerle kıyaslanamaz;Bu kel kafalı ama onların saçları var.Buna daha da çok güldüler ama hizmetçiler alınmış gibi yaptılar; Qingwen ve Xiaoluo masasına gelip itiraz ettiler.
“Bayan Xiangyun’ün şakası güzel de bizi karıştırmamalıydı. Ceza olarak bir içki daha içirin ona! Bize saçımıza sürmemiz için bir şişe de yağ versin.”
“Eminim memnuniyetle verirdi.” dedi Daiyu. “Ama saç yağı dağıtmaya kalkarsa kendisini hırsızlık suçundan hesap verirken buluverir.”
İki kişi hariç kimse bu sözlere dikkat etmedi. Ama Baoyu kendisinin sözde gül özü hırsızlığını ima ettiğini anlayıp, hiçbir şey söylemeden başını önüne eğdi. Asıl hırsız Caixia da utançtan kıpkırmızı kesildi. Baochai, Daiyu’ye ters ters baktı, aslında Baoyu’ye takılmaktan başka bir niyeti olmayan Daiyu, Caixia’nın bunu hırsız olduğunun kötü bir şekilde hatırlatılması olarak algılayabileceğini biraz geç fark etti. Hemen sahte bir coşkuyla bütün ilgiyi parmak tahmini oyununa çevirdi.
Zar atılması sonucunda belirlenen çift Baochai ile Baoyu’ydü. Baochai “değerli” kelimesini ipucu olarak verdi. Baoyu bir süre düşündükten sonra bunun kendi ismine bir ima olduğunu anladı: Değerli Yeşim Taşı. Hiç şüphesiz kızın aklında, kendisinin boynundan hiç çıkarmadığı yeşim taşı vardı ve ipucu olarak adını kullanmıştı. O da aynı şekilde cevap verdi.
“Benimle dalga geçtiğinin farkındayım, kuzen.” dedi. “Cevabı biliyorum. Ben de sana aynı şeyi yaparsam sakın gücenme. Senin adın da ‘Değerli Saç Tokası’ demek olduğuna göre, ‘saç tokası’ kelimesini ödünç alıp cevap veriyorum: ‘Yeşim Saç Tokası.’ Bir Tang şairi der ki: Mum yanıp bitti, yeşim saç tokası kırıldı. Cevap ‘yeşim’ değil mi?”
“İtiraz ediyorum.” dedi Xiangyun. “ ‘Değerli Yeşim Taşı’ bir yerden alıntı değil ki! Bu oyunda sadece alıntılar kullanılabilir. İkinize de ceza vermemiz lazım.”
“ ‘Değerli Yeşim Taşı’nın klasik bir kaynağı var.” dedi Xiang-ling.
“Hiç de değil.” dedi Xiangyun. “Kapılara asılan yeni yıl kutlama dizelerinde kullanılabilir ama herhangi bir edebî kayıtta buna rastlayamazsın.”
“Daha geçen gün Cen Shen’in bir şiirinde ‘değerli yeşim taşı’na rastladım.” dedi Xiangling ısrarla. “O taraflarda çok fazla değerli yeşim taşı bulunuyor. Hatırlamadığına çok şaşırdım. Daha sonra, Li Shangyin’in bir şiirinde ‘değerli saç tokası’na da rastladım: Değerli saç tokası tozlanıyor, diyordu. Tang Hanedanlığı’nın şiirlerinde ikisinin de adının geçmesine çok şaşırmıştım.”
“İşte bu seni susturur!” dedi diğerleri Xiangyun’e gülerek. “Şimdi içkiyi sen içeceksin.”
Tartışmanın bir yararı yoktu. Xiangyun bir kadeh şarabı içmek zorunda kaldı. Sonra herkes örtülü bilmece için eşleşti. Büyükanne Jia ile Wang Hanım olmadığından, kızlar diledikleri gibi gürültü yapmakta özgürdüler. Dalgalanan rengârenk kumaşlar, şangırdayan bilezikler, şıkırdayan küpeler ve sarkan saç süsleri çığlık çığlığa ilan edilen sayılara karışıyordu. Böyle bir curcuna içinde hiçbir şeyin farkına varmak mümkün değildi. Oynamaktan yorulup, dinlenmek için dağılırlarken, Xiangyun’ün yanlarında olmadığını fark ettiler. Önce hava almak için dışarı çıktığını, hemen döneceğini düşünerek beklediler. Bir süre geçtikten sonra geri gelmeyince aramak için hizmetçileri gönderdiler. Bir sonuç çıkmadı. Xiangyun hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuştu.
O sırada Lin Zhixiao’nın karısı, emrindeki birkaç yaşlı kadınla birlikte geldi. Aslında belki küçük hanımlar bir şey isterler diye gelmişti ama aynı zamanda, genç ve havai olan hizmetçi kızların Wang Hanım’ın yokluğundan istifade kontrolden çıkıp fazla içeceklerinden ve şamata yapacaklarından korkmuştu. Tanchun bunun farkındaydı ve kendisine de söyledi.
“Sen bize pek güvenmiyorsun, değil mi Bayan Lin? Seni temin ederim çok fazla içmedik. Sadece şarabı bahane edip biraz eğleniyorduk. Merak edilecek bir şey yok.” dedi.
Li Wan ve You Shi de onu ikna etmeye çalıştılar.
“Gidip dinlenin siz. Çok içmelerine izin vermeyeceğiz, söz!”
Kadınlar güldüler.
“Biliyorum.” dedi Lin Zhixiao’nın karısı. “Büyük hanımefendi içmelerini söylediğinde bile çok içmiyorlar. Wang Hanım olmayınca zaten o kadar içmezler. Onun için gelmedim. Belki bana ihtiyacınız olabilir diye düşündüm. Artık günler uzadı, akşam yemeğine daha çok var; bu kadar eğlendikten sonra bir şeyler yemek isteyebilirsiniz. Normalde öğün aralarında bir şey atıştırmadığınızı biliyorum ama içki içtiğiniz için midenize yiyecek bir şeyler gönderin ki zarar vermesin.”
“Haklısın.” dedi Tanchun. “Aslında siz geldiğinizde biz de bir şeyler atıştırmayı düşünüyorduk.”
Kadın arkasındaki hizmetçilere dönüp mutfaktan yiyecek hafif bir şeyler getirmelerini söyledi. Dört bir yandan cevap verdiler ve birkaçı dediğini yapmaya gitti.
Tanchun kadınlara nazikçe güldü.
“Lütfen gidip dinlenin. Bayan Xue’nin yanına da gidebilirsiniz, içmeniz için şarap gönderdik oraya.” dedi.
Kadınlar kibarca reddedip biraz daha sohbet ettikten sonra gittiler. Pinger ellerini yanaklarına koyup güldü.
“Yüzüm çok sıcak, herhâlde kızarmıştır. Keşke beni böyle görmeselerdi. Artık içmeyi bıraksak iyi olur. Bir daha gelmelerine neden olursak çok ayıp olacak.”
“Saçmalama!” dedi Tanchun. “Çok fazla içmediğimiz sürece bir sorun yok.”
O konuşurken genç bir hizmetçi gülerek içeri girdi.
“Gelin de bir bakın!” diye bağırdı. “Bayan Yun sarhoş oldu herhâlde, hava almaya çıkmış. Kayalıkların arkasındaki taşların üzerinde uyuyakalmış.”
“Sessiz olalım da uyanmasın.” dediler diğerleri, gülerek ve kızın ardından onu görmeye gittiler.
Xiangyun’ü hizmetçi kızın dediği yerde, kayalıkların arkasındaki kuytulukta, taş bankın üzerinde buldular; dünyadan habersiz uyuyordu. Üzeri tepeden tırnağa, kenarda büyüyen şakayıkların kırmızı yapraklarıyla doluydu. Elinden yere düşen yelpazesi de yaprakla kaplanmıştı. Beyaz, ipek bir mendilin içine sardığı şakayık yapraklarından kendisine yastık yapmıştı. Bu yapraklı yığının etrafında bir arı ve kelebek sürüsü uçuşuyordu. Kuzenler bu manzarayı hem komik hem de dokunaklı buldular. Hemen onu kaldırıp oturttular. Ama Xiangyun uykusunda hâlâ içki içme oyunu oynuyordu; gözleri sımsıkı kapalı bir şekilde dizeler okuyordu.
“Bir. Su tatlı, şarap soğuk. İki. Amber rengi sıvıyı yeşimden kadehime doldurun. Üç. Ay erik dallarının üzerine yükselene kadar içmeye devam edelim. Dört. O zaman yuvarlanarak eve gideriz. Bir arkadaşla buluşmak için uygun bir zaman olur.”
Gülerek dürttüler onu.
“Uyan! Uyan! Gelip bir şeyler ye. Islak taşta yatarsan hasta olursun.”
Xiangyun uyanıp gözlerini üzerine eğilen kuzenlerin yüzlerinde dolaştırdı. Sonra kendisine ve yattığı yere baktı. Gürültüden kaçıp, biraz dinlenmek için serin ve sessiz bir yere geldiğini hatırladı. Belli ki aldığı cezalar yüzünden içmek zorunda kaldığı şarap onu etkilemiş ve sızmasına neden olmuştu. Böyle kötü bir hâlde görüldüğü için utanarak ayağa kalkmaya çabaladı ve diğerlerinin eşliğinde Şakayık Bahçesi’ne geri döndü. Orada ağzını çalkaladı ve iki fincan demli çay içti. Tanchun sarhoşları ayıltmak için kullanılan bir parça “sarhoş taşı” getirmelerini istedi. O taşı emip, birkaç yudum da sıcak, ekşi çorbadan içince tekrar kendine geldi.
Bu arada masaya çeşit çeşit yiyecekler kondu, aynı zamanda Xifeng’a da gönderildi, o da aynı şekilde karşılık verdi. Baoyu ve kızlar bir şeyler atıştırdıktan sonra küçük gruplara ayrıldılar, kâh ayakta kâh oturarak oyalandılar. Bazıları da dışarı çıkıp şakayıkların keyfini çıkardı ya da gölün kıyısındaki parmaklıklara dayanıp suda yüzen balıkları seyrettiler. Tanchun ile Baoqin içeride go oynuyorlar; Baochai ile Xiangyun onları seyrediyorlardı. Daiyu ile Baoyu dışarı çıkıp kendilerini çiçekli bir kameriyede buldular, orada durup hararetli bir sohbete daldılar. Herkes böyle bir şeylerle meşgulken, Lin Zhixiao’nın karısı ve grubu yine geldiler. Bu sefer yanlarında gözü yaşlı, kederli bir kadın vardı. Çardağın merdivenlerine geldiklerinde kadın daha fazla ilerlemeden, oracıkta dizlerinin üzerine çöküp başını yere vurmaya başladı. O sırada Tanchun, go tahtasına dikkatle bakarken, bir sonraki hamlesini düşünerek bir eliyle de kutudaki taşları yokluyordu. Taşlarından birisi tehdit altındaydı; nasıl kolayca iki göz alacağını görebiliyordu ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın, planladığı ilerlemeyi bozmayacak bir yol bulamıyordu. Ancak birkaç dakika sonra kafasını kaldırıp bakabildi ve çay istemek için dönünce, epeydir yanında dikilen Lin Zhixiao’nın karısını gördü ve neden geldiğini sordu. Lin Zhixiao’nın karısı diz çöken kadını işaret etti.
“Bu, Bayan Xichun’ün hizmetçisi Caiping’in annesi. Bahçe’de çalışıyor. Ağzı çok bozuk. Az önce onu duydum ve ne dediğini sordum; bana söylediği şeyleri size tekrarlayıp kulaklarınızı kirletemem. Kovulması lazım bence.”
“Neden Bayan Zhu’yla konuşmadın?” diye sordu Tanchun.
“Konuştum, hanımım. Görüşme odasına Bayan Xue’nin yanına giderken yolda gördüm. Size anlatmam gerektiğini söyledi.”
“Neden Bayan Lian’e gitmiyorsun?”
“Buna gerek yok.” dedi Pinger. “Ben geri döndüğümde anlatırım ona.”
Tanchun başını salladı.
“Pekâlâ, şimdi kovun o zaman. Wang Hanım gelince ona anlatır, son kararı vermesini isteriz.”
Tekrar oyununa döndü. Lin Zhixiao’nın karısı ve grubu, suçluyu da alıp gittiler. Baoyu ile Daiyu ne konuşulduğunu duyamayacak kadar uzakta olsalar da çiçekli kameriyede neler olduğunu gördüler.
“Ablan ne kadar da objektif biri.” dedi Daiyu. “Her şeyin idaresi ona verildiği hâlde, yetkilerini bir adım bile aşmıyor. Onun pozisyonundaki çoğu kişi çoktan ağırlığını kullanırdı.”
“Ah, sen yokken neler oldu bilmiyorsun.” dedi Baoyu. “Sen hasta yatarken, bir sürü şey yaptı. Örneğin, Bahçe’yi bölümlere ayırdı ve her bölümü birisinin denetimine verdi. Bugünlerde izin almadan tek bir çiçek bile koparamazsın. Başkalarına örnek olsun diye, çoğunlukla benim ve Feng’ın istediğimiz şeylerde kısıntı yaptı. Tan’in ev ekonomisi konusunda çok kuvvetli görüşleri var. Sadece objektif değil, çok da işini bilen biri o!”
“Bunu duyduğuma çok memnun oldum.” dedi Daiyu. “Biz çok müsrif olmuştuk. Ev idaresi benim işim olmasa da sırf meraktan bazen hesap yapıyordum ve harcamalarımızın gelirimizi aştığını gördüm. Eğer tasarruf yapmadan bu şekilde devam edersek, bir gün gelecek hiçbir şeyimiz kalmayacak.”
“Öyle bile olsa, seninle benim bir eksiğimiz olacağını sanmıyorum.” dedi Baoyu gülerek.
Daiyu sabırsızca dönüp çardağa doğru yürümeye başladı; Baochai’in yanına gidiyordu. Baoyu de arkasından gidecekti ama o anda Xiren, iki kişilik, küçük bir çay tepsisinde iki fincan yeni demlenmiş çay getirdi.
“Nereye gitti?” diye sordu. “İkiniz onca zamandır hiçbir şey içmeden burada duruyorsunuz diye size getirmiştim ama o gitmiş bile.”
“Şurada.” dedi Baoyu, fincanlardan birini alarak. “İçeri götürüp verebilirsin.”
Xiren öyle yaptı ama Daiyu’nün yanına gidene kadar kız Baochai’yle konuşmaya başlamıştı.
“Buyurun.” dedi Xiren. “Bir tane daha getirene kadar hanginiz daha çok susadıysa bunu o alsın.”
“Ben susamadım.” dedi Baochai. “Sadece ağzımı çalkalayacak kadar istiyorum.”
Fincanı dudaklarına götürdü, bir yudum alıp Daiyu’ye verdi.
“Sana başka bir fincan getireyim.” dedi Xiren.
“Ah, beni bilirsin.” dedi Daiyu, gülerek. “Hasta olduğum için çok fazla çay içemiyorum. Yarım fincan bana yeter. Çok teşekkür ederim. Çok naziksin.”
Çayı bir dikişte bitirip fincanı tepsiye koydu. Xiren de Baoyu’nün fincanını almaya gitti.
“Fangguan nerede?” diye sordu Baoyu, Xiren yanına gelince. “Uzun zamandır onu görmüyorum.”
Xiren etrafına bakındı.
“Az önce buradaydı. Birileriyle çiçek eşleştirme oynuyordu. Şimdi ortadan kaybolmuş.”
Baoyu onu aramak için hızla odasına döndü. Kızı yüzü duvara dönük bir şekilde uyurken buldu.
“Kalk haydi, uyuma!” dedi Baoyu. “Biraz dışarıda oyalanalım. Biraz sonra yemek yiyeceğiz. İştahın kaçmasın.”
“Niye uyumayayım?” dedi Fangguan. “Başka yapacak bir işim yok ki. Hepiniz beni yalnız bırakıp içki içmeye gidince canım sıkıldı.”
Baoyu güldü.
“Biz de akşam burada kendi partimizi yaparız.” dedi Baoyu, kızı çekip kaldırarak. “Xiren’den senin de yemekte bizimle oturmana izin vermesini isterim, olur mu?”
“Yalnız benim oturmam değil. Ouguan ve Ruiguan da gelmezse zevki olmaz. Hem zaten ben erişte sevmem. Onun için öğlen doğru dürüst bir şey yiyemedim. Şimdi o kadar acıktım ki burada yiyeyim diye Liu’dan bir tas çorba ve biraz pilav istedim. Akşam başka bir şey istemem. Sadece bir şeyler içebilirim ama içmemi istiyorsanız, dilediğim kadar içmeme izin vermeniz ve bu konuda diğerlerinin sorun çıkarmalarına engel olmanız lazım. Eskiden evdeyken bir oturuşta bir, bir buçuk litre pirinç şarabı içerdim ama tiyatroya başlayınca, sesimi bozar diye içmeme izin vermediler. Son bir iki yıldır kokusunu bile duymadım. Bu akşam bu işin bitişini kutlamak istiyorum.”