Книга Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt - читать онлайн бесплатно, автор Сюэцинь Цао. Cтраница 10
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt
Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt

“Lütfen tamamını açma.” dedi Jia Zheng. “Tekrar katlamak zor olacak.”

Feng ve Zhan Guang kumaşı dikkatle katlayıp kutuya yerleştirdiler.

“Bu dört malzeme için istenen fiyat gerçekten çok makul.” dedi Feng. “Sanırım yirmi bin taele bırakmaya hazır. Anne İnci için on bin tael, Midye Lifi için beş bin, saat ve paravan için de iki bin beşer yüz.”

“Maalesef biz alamayız.” dedi Jia Zheng.

“Ama Saray’daki bağlantılarınız düşünüldüğünde, bunlar çok ideal hediye olurdu.” dedi Feng.

“Kesinlikle öyle.” dedi Jia Zheng. “Saray’a layık olan daha bir sürü şey var tabii ama bizim paramız yok. Yine de Jia Hanımefendi’nin görmesini isterim.”

“Kesinlikle.” dedi Feng.

Jia Zheng birisini gönderip Jia Lian’i çağırttı. Gelince, inciyi ve perdeyi Büyükanne Jia’nın dairesine götürmesi söylendi. Ayrıca Xing ve Wang Hanımlarla Xifeng’ı da davet etmesi için birisi gönderildi.

“İki malzeme daha var.” diye açıklama yaptı Jia Lian, hanımlara. “Katlanan bir paravan ve müzikli bir saat. Tamamı yirmi bin taelmiş.”

“Ne!” diye bağırdı Xifeng. “Çok güzel şeyler olduğunu kabul ediyorum ama bizim bunlara verecek paramız yok. Hem biz bu tür hediyeler vermesi beklenen bölge ya da vilayet valisi değiliz! Yo; yaşadığım yıllar boyunca, mali geleceğimizi güvence altına almanın en mantıklı yolunun arazi, konak ya da mezar yerine yatırım yapmak olduğu sonucuna vardım. Bu tür şeyler, aile zor zamanlar yaşadığında, çöküşe karşı garanti sağlar. Büyükannem, annem ve babam bana katılırlar mı, bilmem. Tabii ki Sör Zheng ve babam bunları almak isterlerse, karar tamamen onlarındır.”

Büyükanne Jia ve diğerleri onunla aynı fikirdeydiler.

“Kesinlikle çok haklısın, canım.” dedi yaşlı kadın.

“Verin bana o zaman.” dedi Jia Lian. “Sör Zheng Saray için hediye olabilir diye büyükanneye göstermemi istemişti. Kimse kendimiz için alalım demedi zaten. Daha kendisi ağzını bile açmadan eleştirmeye başlayıverdin!”

Jia Lian hediyelikleri alıp çalışma odasına döndü ve Büyükanne Jia’nın almak istemediğini bildirdi.

“Kimse değerli olduklarını inkâr etmiyor.” dedi Feng, Ziying’e. “Ama bizim gücümüz yetmez. Ben gözümü dört açarım, eğer bir alıcıya rastlarsam haber veririm.”

Feng malzemeleri tekrar yerlerine yerleştirdi. Hayal kırıklığına uğradığı belli oluyordu. Bir süre daha oturup, biraz keyifsiz bir hâlde sohbet ettikten sonra gitmek üzere kalktı.

“Yemeğe kalmaz mısın?” diye sordu Jia Zheng.

“Zaten çok fazla zamanınızı aldım…”

“Yok canım. Çok memnun olduk.”

Onlar konuşurlarken, Jia She’nın geldiği bildirildi. Odaya girdi bile. Selamlamalardan sonra, Feng onu birkaç dakika lafa tuttu. Şarap servisi yapıldı, çeşit çeşit atıştırmalıklar masaya yerleştirildi. Dört ya da beş kere şarap servisinden sonra hediyelikler konusu açıldı yine.

“Aslında bu tür şeyleri satmak çok zor.” diye itiraf etti Feng. “Bunun pazarı sizinki gibi birkaç aileyle sınırlı.”

“Haydi canım, birisini bulacağından eminim.” dedi Jia Zheng.

“Hem zaten biliyorsun, biz bir zamanlar olduğumuz gibi büyük ve ihtişamlı bir aile değiliz. Görünüşü kurtarıyoruz sadece…” dedi Jia She acıklı bir şekilde.

“Ning Konağı’ndan Zhen Bey nasıl?” diye sordu Feng. “Geçen gün gördüm onu, sohbet sırasında oğlunun yeni eşinden söz etti. İlk karısının tırnağı bile olamazmış, öyle diyor. Kimlerdenmiş? Adını bile sormadım.”

“Eski bir aile olan Hulardan. Babası bir zamanlar Bölge Valisi olan Bay Hu.” dedi Jia Zheng.

“Biliyorum.” dedi Feng. “Evinde çok komik şeyler olduğunu duymuştum. Önemli olan kızın iyi olması.”

“Büyük Sekreterlik’teki birinden duyduğuma göre, Yucun yine terfi etmiş.” diyerek konuyu değiştirdi Jia Lian.

“Öyle mi? Bunu duyduğuma sevindim.” dedi Jia Zheng. “Resmî olarak duyuruldu mu?”

“Büyük ihtimalle.” dedi Jia Lian.

“Evet. Ben de bugün Sivil İşler Bakanlığındayken duydum.” dedi Feng. “Sizin bir akrabanız olduğunu biliyorum, yanılıyor muyum, beyefendi?”

“Evet, öyle.” dedi Jia Zheng.

“Yakın mı?”

“Uzun bir hikâye. Aslında Zhejiang’daki Huzhou vilayetinden kendisi. Evden ayrılıp Suzhou’ya gelmiş; orada pek bir varlık gösterememiş. Arkadaş olduğu Zhen Shiyin adındaki beyefendi ona yardım etmiş. Daha sonra Yucun saray imtihanını yüksek bir dereceyle geçmiş, vilayetlerden birindeki yamen makamına getirilmiş. Zhen ailesinin hizmetçilerinden birini odalık olarak almış. Sanıyorum şimdiki karısı o. Yaşlı Zhen Shiyin ise yaşadığı bir sürü felaketten sonra çok fakir düşmüş ve hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuş.”

“O dönemde Yucun görevinden uzaklaştırıldığı zaman bizim ailemizle henüz tanışmamıştı. Eniştem Lin Ruhai o zamanlar Yangzhou Tuz Denetim Kurulu Vekili’ydi ve Yucun’ı kızına öğretmen olarak tutmuştu. İşlerinden atılanlar için yeniden göreve iade şansı verildiğini öğrenen Yucun, bundan yararlanmak için başkente gelmeye karar vermiş. O sıralarda tesadüfen yeğenim de -yani Ruhai’in kızı- bizi ziyarete gelecekti; babası Yucun’dan ona eşlik etmesini istemiş. Bana da bir tavsiye mektubu gönderdi ve mümkün olan yerlerde ondan övgüyle bahsetmemi istedi. Üzerimde iyi bir izlenim bıraktı; ondan sonra sıkça görüşmeye başladık. Yucun’da gördüğüm en sıra dışı şeyi iyi hatırlıyorum: Bizim aile geçmişimizi çok iyi biliyordu. Bilmediği hiçbir şey yoktu: Atalarımız kimler, unvanlarını nasıl kazandılar, Rong ve Ning ailelerinin bütün dalları, kaç kişi olduğumuz, kim olduğumuz, nerelerde yaşadığımız, ne işler yaptığımız. Tam bir bilgi madeniydi! Bu yüzden sevdim onu.” Jia Zheng gülerek sözlerine devam etti. “Çok kısa süre içinde resmî basamakları nasıl tırmanacağını öğrendi. Kısa süre içinde Sivil İşler Bakanlığı Bakan Yardımcılığına, sonra da Savaş Bakanı Müsteşarlığına yükseldi. Bir olay yüzünden rütbesi üç derece indirilmişti ama görünüşe bakılırsa şimdi yine terfi etmiş.”

“İnsan hayatındaki değişimleri tahmin etmek ne kadar zor.” dedi Feng Ziying.

“Her şeyin bir kalıbı var.” dedi Jia Zheng. “Mesela incini düşün. Büyük olan talihli bir insana benziyor; küçükler de onun bağımlıları, etkisi altına sığınıyorlar. Eğer büyük olan giderse, küçükler çaresiz kalıyorlar. Eğer bir ailenin reisinin başı beladaysa, karısı ve çocukları ondan alınıyor, akrabalarından mahrum kalıyor, hatta arkadaşlarını bile göremiyor. Refah göz açıp kapayana kadar parçalanıp gidiyor, tıpkı bahar bulutlarının geçişi, güz yapraklarının düşüşü gibi. Akrabamız Yucun nispeten zorluk yaşamadı. Ama daha yakınlarımıza bakalım. Zhen ailesi pek çok açıdan bizim gibi. Onlar da Saray’a olan hizmetlerinden dolayı yüceltildiler. Yaşam tarzları her zaman bizimkine çok yakındı. Onları sık sık görürdük. Hatırlıyorum da birkaç yıl önce, başkenttelerken, saygılarını iletmek için hizmetkârlarını bize göndermişlerdi. Hepsi iyi görünüyorlardı. Ama üzerinden çok geçmeden mülklerine el kondu, kim bilir şimdi ne hâldeler. Epeydir onlardan haber almıyoruz. Kalbim onlarla.”

“İnci meselesi nedir?” diye sordu Jia She. Jia Zheng ve Feng Ziying, Anne İnci’yi anlattılar ona.

“Bizim korkmamıza gerek yok.” dedi Jia She, önceki konuya devam ederek. “Bize bir şey olmaz.”

“Elbette öyle.” dedi Feng. “Saray’da haklarınızı koruyan Majesteleri, kıskanılacak bağlantılarınız, bir sürü ilişkiniz ve büyük hanımefendiden genç kuşaklara kadar kusursuz bir aileniz olduğu sürece…”

“Olabilir.” dedi Jia Zheng sert bir şekilde. “Ama bizim saygıdeğerliğimiz, yetenek ve başarı eksikliğimizle fazlasıyla dengeleniyor. Ödünç alınmış zamanları yaşıyoruz, bir gün hepsi tükenecek.”

“Bu tatsız konuya bir son verelim.” dedi Jia She. “Biraz daha içelim.”

Öyle yaptılar ve birkaç turdan sonra yemek servis edildi. Yemeğin ardından çay geldi ve Feng’ın uşağı içeri girip kulağına bir şeyler fısıldadı. Feng izin istedi.

“Ne dedin sen öyle?” diye sordu Jia She uşağa.

“Kar yağıyor, efendim. İlk saat de vurdu.”

Jia Zheng bir hizmetkârı dışarı gönderdi, geri gelen adam yerdeki karın iki santimden fazla olduğunu bildirdi.

“Umarım malzemeleriniz iyice paketlenmiştir.” dedi Jia Zheng.

“Tabii.” dedi Feng. “Unutmayın, fikrinizi değiştirirseniz, fiyatları tekrar konuşabiliriz.”

“Aklımda tutarım.” dedi Jia Zheng.

“O zaman sizden haber bekliyorum. Hava soğudu. Lütfen siz hiç çıkmayın. Hoşça kalın.”

Jia She ve Jia Zheng, Jia Lian’e Feng Ziying’i kapıya kadar geçirmesini söylediler.

Devamı için gelecek bölümü oku.

93. BÖLÜM

Zhen ailesinin bir hizmetkârı Jia ailesine sığınmak ister.

Demir Eşik Tapınağı’nda bir skandal açığa çıkar.

Feng Ziying gidince Jia Zheng kapıdaki adamlardan birini çağırttı.

“Bugün Linan Dükü bir ziyafet için davetiye göndermiş. Ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu.

“Araştırdım, efendim.” dedi hizmetkâr. “Çok özel bir kutlama değil; genç bir aktör topluluğunun Nanan Prensi’nin konağına gelişi için verilen bir ziyafetmiş. Birinci sınıf bir toplulukmuş. Dük o kadar beğenmiş ki iki günlük oyun sergileterek dostlarını eğlendirmek istemiş. Arkadaşları arasındaki gayriresmî bir parti olacakmış, hediye göndermeyi gerektirecek bir şey değil.”

Hizmetkâr konuşurken, Jia She geldi.

“Gidecek misin?” diye sordu kardeşine.

“Gitmem lazım.” dedi Jia Zheng. “Dük her zaman çok candan olmuştur.”

Kapıdan başka bir görevli daha geldi.

“Bakanlıktan bir memur geldi, efendim.” dedi Jia Zheng’a. “Yarın büroya gitmenizi rica ediyor. Başbakanın sizinle önemli bir işi varmış, her zamankinden biraz daha erken orada olmanızı istemiş.”

Jia Zheng kısa bir cevapla onayladı. Sonra Rong gayrimenkullerinin kiralarını toplamakla görevli iki hizmetkâr geldi. Saygılarını sunduktan sonra secde ettiler ve bir kenarda esas duruşta beklediler.

“Siz Hao Köyü’nden misiniz?” diye sordu Jia Zheng.

“Evet, efendim.”

Jia Zheng onların işiyle ilgili başka bir şey sormayıp, Jia She ile konuşmaya devam etti. Bir süre sonra kendi dairelerine döndüler. Hizmetkârlar fenerlerle Jia She’ya eşlik ettiler.

Onlar gidince, Jia Lian kira toplayan adamlara döndü.

“Siz neden geldiniz?”

“Onuncu ayın kiralarını elimizden geldiğince hızla topladık.” dedi biri. “Yarın buraya ulaşmış olur ama şehrin dışında problem yaşadık. Devriyeler arabalarımıza el koydular, içindekileri yere döktüler. Ağzımızı açtırmadılar. Sevk edilenin ticari mallar değil, Rong Konağı’nın kira ürünleri olduğunu açıklamaya çalıştım ama hiç aldırmadılar. Ben arabacıya devam etmesini söyleyince, polislerden biri onu dövüp iki arabaya el koydu. Ben size rapor vermek için önden geldim, efendim. Şimdi birisini kent yamenine gönderip mallarımızı geri aldırmanız gerekiyor. Eğer bu eşkıya devriyelerine hadlerini bildirebilirseniz, herkes için büyük bir iyilik yapmış olursunuz. Hiç bilmiyorsunuz, efendim, tüccarlar onlardan neler çekiyorlar. Mallarını yere döküyorlar, alıp gidiyorlar; zavallı arabacı karşı çıkmaya yeltenirse beynini patlatıyorlar.”

“Bu ne kadar akıl almaz bir şey!” diye bağırdı Jia Lian. Hemen bir not yazdı ve adamlarından birine verdi. “Al bunu, arabalara el koymakla görevli yamene götür. Hemen mallarımızı ve arabalarımızı geri almamız lazım. En ufak bir şeyimizin kaybolmasına bile tahammül edemeyiz.”

Sonra Zhou Rui’i çağırttı ama adamın dışarıda olduğunu öğrenince, Lai Wang’ı istedi. O da öğle yemeğinden sonra çıkmış ve henüz dönmemişti.

“Tembel herifler! Lazım olduklarında bulunmazlar! Yıl boyu bizim cebimizden yiyip içip, boş boş geziyorlar.”

Adamlarına onları hemen bulmalarını söyleyen Jia Lian dairesine dönüp yattı.

***

Ertesi sabah Linan Dükü’nden bir hatırlatma mesajı geldi.

“Ben bakanlıkta olacağım.” dedi Jia Zheng ağabeyine. “Jia Lian de el konan mallarla ilgilenmek için burada kalacak. Sen en iyisi Baoyu’yü yanına alıp git.”

Jia She başını salladı.

“Tamam.”

Jia Zheng, Baoyu’yü çağırttı ve Linan Dükü’nün tiyatro gösterisine amcasıyla beraber gideceğini söyledi. Çok heyecanlanan Baoyu üstünü değiştirdi, yanında götürmek üzere üç hizmetkârını seçti: Mingyan, Saohong, Chuyao. Jia She’ya saygılarını sunmak için dışarı çıktı. Arabalarına binip dükün konağına gittiler. Konaktaki kapı görevlisi geldiklerini bildirmek için içeri gitti ve kısa bir süre sonra geri gelip onlara eşlik etti. Jia She, Baoyu’yü avluya doğru yönlendirdi. Neşeli bir kalabalık doldurmuştu avluyu. Düke saygılarını sundular ve öteki misafirlerle selamlaştılar; sonra oturup keyifli bir sohbete dâhil oldular. Çok geçmeden tiyatro topluluğunun idarecisi, fil dişi bir tablette oyun programını getirdi. Bir dizini yere koyup selamladı.

“Sevdiğiniz oyunları seçer misiniz, beyler?” dedi.

Herkes kıdem sırasına göre seçimini yaparken, sıra Jia She’ya geldi. O da seçtikten sonra, Baoyu’yü gören idareci, yanına gidip nazikçe selamladı.

“Efendi Bao, listemizden iki oyun seçme nezaketinde bulunur mu?” dedi.

Baoyu adamın yüzünü inceledi. Pudra beyazı yanakları, ruj kadar kırmızı dudaklarıyla sudan yeni çıkmış lotus kadar parlak, esintide salınan yeşim ağacı kadar zarifti. Eski dostu Jiang Yuhan’dı! Kendi tiyatro topluluğuyla kente geldiğini duymuştu. Hatta neden kendisini görmeye gelmediğini merak etmişti. Böyle resmî bir topluluk içinde karşılaşınca, hemen ayağa fırlayamadı. Sadece, “Ne zaman geldin?” diye sormakla yetindi.

Jiang hızla sağına soluna bakıp gizlice gülümseyerek fısıldadı.

“Burada olduğumu biliyorsunuzdur.”

Baoyu sohbeti sürdürmeye çekindi ve aklı karışmış bir şekilde listeden oyun seçimini yaptı. Jiang sahneye dönünce, misafirler onun hakkında konuşmaya başladılar.

“Kim o?” diye sordu birisi.

“Genç kız rollerini oynardı.” dedi bir başkası. “Artık bunun için fazla büyüdüğünden idareci olmuş. Prensin tiyatro topluluğunu yönetiyor. Ondan önce genç erkek rollerini de oynuyordu. Çok para kazanmış, birkaç dükkânı var. Ama sahneden uzak duramıyor, tiyatro topluluğu yönetmeye başlamış.”

“Şimdiye kadar evlenmiş olmalı.” dedi bir başkası.

“Yok.” dedi biri. “Bu konuda sert görüşleri var. Evliliğin bir kere yapılacak bir şey olduğunu, bir ömür boyu süreceğini, ciddiye alınması gerektiğini düşünüyor. Eşinin zengin ya da fakir, soylu ya da aşağı tabakadan olması önemli değilmiş; kendi yeteneklerine uygun olması yetermiş. Bu yüzden hâlâ bekâr.”

“Acaba bu harika delikanlıyla evlenecek şanslı kız kim olacak?” diye merak etti Baoyu.

O sırada gösteri başladı. Shensi’den batıya kadar kunqu, daha gürültülü gaoqiang, yiqiang ve bangzi gibi çok çeşitli oyunlar sergilendi.10 Muhteşem bir gösteriydi. Öğlen masalar hazırlandı; şarap ve yiyecek servisi yapıldı. Öğleden sonraki programda yer alan bir iki oyunun ardından Jia She gitmek üzere hareketlendi. Ama Dük yanına gelip, kalması için ısrar etti.

“Daha çok erken.” dedi. “Hem Jiang Yuhan’ın, en önemli eserleri olan Çiçek Kraliçesi’nden bir sahne sergileyeceğini duydum.”

Baoyu bunu duyunca, amcası biraz daha kalsın diye için için dua etti. Jia She tekrar oturdu.

Kısa süre sonra Çiçek Kraliçesi’ne sıra geldi. Jiang Yuhan, yağ satıcısı Efendi Qin rolünü oynuyordu. Sarhoş bir çiçekçi kızla oturduğu sahnede, sevgi dolu bir yakınlıkla, beraber içerek düet yapıyorlardı. Baoyu kızla pek ilgilenmiyor, erkek kahramandan gözlerini alamıyordu. Jiang Yuhan’ın ses tınısı, net telaffuzu ve ritim duygusuyla şarkısını söyleyişinden büyülenmişti. Bu performansın sonunda, Jiang Yuhan’ın hiç şüphesiz çok duygulu ve sıradan olanlarla karşılaştırılamayacak kadar eşsiz bir aktör olduğunu anladı. Müzik Kitabı’nda yazanlar geldi aklına: “İçeride kıpırdanan duygular seste vücut bulur. Bu ses sanatla biçimlenince müzik çıkar ortaya.”

“Gerçek müzik âşıklarının sesi tanımayı ve müziğin özüne inmeyi çok önemsemelerine şaşmamak lazım!” diye düşündü. “Ben de esasını kavramalıyım. Şiir duyguları ifade eder ama müzik insanın özüne değer. Bundan sonra bu konuda ciddiyetle çalışmam gerek.”

Bu sefer ev sahibine engelleme fırsatı vermeden gitmek üzere kalkan Jia She, onu hülyalarından uyandırdı. Baoyu’nün, amcasının peşine düşmekten başka seçeneği yoktu.

Eve vardıklarında Jia She doğru kendi dairesine giderken, Baoyu de bakanlıktan yeni dönen babasına rapor vermeye gitti. Jia Zheng, Jia Lian’le el konan malları hakkında konuşuyordu.

“Bugün bir adamımızla not gönderdim.” diyordu Jia Lian. “Ama kent mandarini yerinde değilmiş. Memuru, beyefendinin bu konudan haberi olmadığını ve böyle bir emir vermediğini söylemiş. Bunun, polis kuvvetlerindeki bazı serserilerin korkunç bir yolsuzluğu ve dolandırıcılığı olduğunu belirtmiş. Bunlar Jiaların malları olduğundan, hemen konuyla ilgilenip suçluları bulacağına söz vermiş; arabaları ve malları yarına kadar iade edeceğini garanti etmiş. Tek bir şeyimiz kaybolmuşsa, efendisine bildirmemizi, gerekli tedbirin mutlaka alınacağını söylemiş. Ama şimdi efendisi yerinde olmadığından, bizden sabırlı olup bu olayla kendisini sıkıntıya sokmamamızı istemiş.”

“Özel bir emir almadan bunu yapmaya kim cüret edebilir?” dedi Jia Zheng.

“Anlamadın galiba, amca.” dedi Jia Lian. “Bu tür şeyler her zaman oluyor. Herhâlde yarın mallarımızı geri alırız.” Bu konu bitince Jia Lian odadan çıktı. Baoyu, babasına dükün evinde olanları anlattı. Jia Zheng ona birkaç soru sordu, sonra da Büyükanne Jia’ya gönderdi.

Jia Lian, önceki gün kayıplara karışan iki hizmetkârı unutmamıştı. Jia Zheng’ın yanından ayrılınca, bütün çalışanların toplanması için talimat verdi. Bu sefer çabuk karşılık aldı. Önce genel bir azarlamayla giriş yaptıktan sonra, başkâhya Lai Da’yı çağırdı.

“Bütün çalışanların listesini getirip yoklama yap. Sonra bir bildiri yaz. Eğer tek bir kişinin izin almadan ortadan kaybolduğunu, çağrıldığı anda gelmediğini ya da başka türden bir ihmal görürsem, suçluyu derhâl kırbaçlatıp kovacağımı herkesin bilmesini istiyorum.”

“Emredersiniz, efendim!” dedi Lai Da birkaç kere. Derhâl gidip bunları dışarıda toplanan hizmetkârlara iletti. Hepsi konuyu dikkate aldı.

***

Çok geçmeden ana kapıda beklenmedik bir hareketlilik oldu. Keçeden bir şapka, mavi pamuklu bir ceket, deri yamalı ayakkabı giymiş, güçlü kuvvetli bir adam gelip, kapı görevlilerinin önünde eğilerek selam verdi. Görevliler adamı tepeden tırnağa inceleyip, nereden geldiğini sordular.

“Güneydeki Zhen ailesinden.” dedi adam. “Efendimden bir mektup getirdim, lütfen Sör Zheng’a verir misiniz?”

Adamın Zhen ailesinden geldiğini öğrenen kapı görevlileri ayağa kalkıp ona yer verdiler.

“Yorgunsundur. Otur. Mektubunu teslim edeceğiz.”

İçlerinden biri hemen gidip Jia Zheng’a adamın geldiğini bildirdi ve mektubu verdi. Jia Zheng açıp okumaya başladı.

Sevgili Zheng,

Kuşaklar boyunca iki aile yakın bir arkadaşlık ve karşılıklı anlayış içinde yaşadı. Biz sizin şanlı ailenize hep büyük bir saygı besledik. Çirkin kabahatim için bin ölüm cezası bile yetmezdi ama istisnai bir merhamet lütfuyla, daha hafif bir ceza alarak sınıra sürgüne gönderildim. Hiçbir şeyimiz kalmadı, ailemiz dağıldı. Uşağımızın oğlu Bao Yong yıllarca bana çok iyi hizmet etti. Çok büyük bir beceriye sahip olmasa da dürüst ve güvenilir bir gençtir. Eğer onu alıp evinizde bir iş verebilirseniz, size sonsuz bir minnet duyarım. Mektubumun amacı budur, ilk fırsatta tekrar yazarım.

Dostunuz Zhen Yingjia

Jia Zheng gülümsedi.

“Bizimkiler bize fazlayken şimdi Zhenler kendilerininkini göndermek istiyor.” diye düşündü yüksek sesle. “Ama Zhenlerin tavsiye ettiği birisini geri çeviremeyiz, bir yer bulmamız lazım.”

Kapı görevlisine döndü.

“Adamı bana gönderin ve kalacağı bir yer ayarlayın. İşe yarayacağı bir pozisyon vardır.” dedi.

Kapı görevlisi gidip Bao Yong’u getirdi. Delikanlı kendisini yere atıp, Jia Zheng’ın önünde üç kere secde ettikten sonra ayağa kalktı.

“Efendim selamlarını yolladı.” Tek dizini yere koyup, “Bao Yong da saygılarını sunuyor, efendim.” dedi.

Jia Zheng, Zhen Yingjia’yı sordu ve Bao Yong’u inceledi. Yaklaşık bir buçuk metre boyunda, geniş omuzlu, güçlü yapılı, gür kaşlı, yumru gözlü, uzun sakallı, esmer tenli biriydi. Kolları yanlarında, saygılı bir şekilde duruyordu.

“Doğduğundan beri Zhenlerle misin, yoksa birkaç yıldır mı hizmet ediyorsun?” diye sordu Jia Zheng.

“Doğduğumdan beri, efendim.”

“Neden şimdi ayrılmak istiyorsun?”

“Ben istemedim, efendim. Beyefendi ısrar etti, tıpkı onlara olduğu gibi size de hizmet edebileceğimi söyledi. Bu yüzden geldim.”

“Efendin ve ailesi düştükleri bu güç durumu hiç hak etmediler.”

“Böyle şeyleri söylemek belki bana düşmez ama efendim çok iyi bir insan. Herkese karşı çok dürüst olduğundan bunlar başına geldi.”

“Ama dürüstlük çok büyük bir erdemdir.”

“Çok fazlası her zaman işe yaramıyor. Bazıları bundan rahatsız oluyorlar.”

“Eğer durum buysa, adaletin yerini bulacağından eminim.” dedi Jia Zheng gülerek.

Bao Yong tam bir şey diyecekken, Jia Zheng devam etti.

“Efendinin Baoyu adında bir oğlu olduğunu duydum, doğru mu?”

“Doğru, efendim.”

“Derslerine çalışıyor mu peki?”

“Çok ilginç bir soru, efendim. Bu tuhaf bir hikâye. Efendi Baoyu bazı açılardan babasına benziyor. Çok dürüst biri. Son zamanlara kadar hayatını kız kardeşleri ve kuzenleriyle oynamaya adamıştı. Beyefendi ve hanımefendiden birkaç kere dayak yedi ama pek faydası olmadı. Bir iki yıl önce, hanımefendi başkente gittiğinde, Efendi Bao çok ciddi şekilde hastalandı. Uzun bir süre hayatından umut kesildi. Babası da neredeyse endişeden ölecekti. Cenaze kıyafetleri bile hazırlanmıştı. Sonra çok şükür iyileşti. Ayağa kalkınca, bir kemer altından geçtiğini, orada bir kadınla karşılaştığını, kadının kendisine dolaplarla dolu bir tapınak gösterdiğini söyledi. Bu dolaplarda bir sürü kayıt defteri varmış. Sonra kızlarla dolu bir odaya girmiş, meğer onlar hayalet ve iskeletmiş. Çok korkup çığlık atınca uyanmış. Bu olaydan sonra babası onu doktora gösterdi ve yavaş yavaş iyileşti. Bu sefer kız kardeşleri ve kuzenleriyle dilediğince oynamasına göz yumuldu. Ama tamamen değişeceği kimin aklına gelirdi ki! Artık eski oyunlarından zevk almaz oldu. Şimdi işi gücü dersler ve kitaplar. Kimse ilgisini dağıtamıyor. Aile işlerinde babasına yardım etmeyi de öğreniyor.”

Jia Zheng sessizce düşüncelere daldı.

“Şimdi gidebilirsin. Sana uygun bir iş çıktığında, bir görev vereceğiz.” dedi sonra.

“Teşekkür ederim, efendim.” dedi Bao Yong ve odadan çıktı. Hizmetkârlar ona kalacağı yeri gösterdiler. Bu konuyu burada bırakıyoruz.

***

Birkaç gün sonra Jia Zheng erkenden kalkıp, ana kapıdan çıkarak Bakanlığa giderken, kapı görevlileriyle hizmetkârların toplanıp sohbet ettiklerini fark etti. Sanki kendisine söyleyecekleri bir şey varmış gibi fısıldaşıp mırıldanıyorlar ama doğrudan söyleyemiyorlardı. Birisini yanına çağırdı.

“Neler oluyor öyle? Köşelerde fısıldaşmalar da ne?” diye sordu.

“Söylemeye cesaret edemedik, efendim…” dedi hizmetkâr.

“Neyi?” dedi Jia Zheng.

“Şey, efendim. Bu sabah kalkıp kapıyı açtığımda, üzerinde kötü şeyler yazan bir kâğıdın kapıya sıkıştırıldığını gördüm.”

“Neymiş? Nasıl şeyler?”

“Sudaki Ay Manastırı’nda olan rezilliklerle ilgili.”

“Göster bakayım!”

“Almaya çalıştım ama o kadar sıkı yapıştırılmış ki çıkaramadım. Yazılanları kopyalayıp kâğıdı oradan kazıdım. Li De bir tane daha buldu. Bana gösterdi, onda da aynı şeyler yazıyordu. Durum bu, efendim.”

Adamdan kâğıdı alan Jia Zheng okumaya başladı.

Jia Qin şanslı bir genç,Aile tapınağının sorumlusu.Onca kızın arasında tek erkek,İçkisi, kumarı, fuhşu!Serserinin teki orayı yöneterek,Rong Konağı’nı rezil edecek!

Jia Zheng öfkeden köpürdü. Başı döndü, gözleri yuvalarından fırladı. Kapıdaki görevlilere bu konudan kimseye söz etmemelerini tembihledi ve başka bir not var mı diye etrafın didik didik aranmasını emretti. Hemen Jia Lian’i çağırttı.

“Söylesene, Demir Eşik Tapınağı’nda kalan rahibeler ve Taocu rahibe adaylarının durumlarını bizzat kontrol ettin mi hiç?” diye sordu.

“Bizzat kendim etmedim.” dedi Jia Lian. “Orası genç Qin’in sorumluluğunda.”

“Sence bu işi becerebilecek durumda mı?”

“Böyle sorduğuna göre, yanlış bir şey yaptı herhâlde?” dedi Jia Lian.

“Baksana şuna!”

Jia Lian notu okudu.

“Rezalet bu!” diye bağırdı.

Tam o sırada Jia Rong, üzerinde “Jia Zheng’ın dikkatine! Çok özel ve gizli!” yazan bir zarfla geldi.

Jia Zheng zarfı açınca, önceki notta yazanların olduğu imzasız bir mektup buldu.

“Lai Da’ya söyleyin, derhâl üç, dört arabayla Sudaki Ay Manastırı’na gidip bütün rahibe adaylarını buraya getirsin. Bu tamamen sır olarak saklanmalı. Saray’dan çağrıldıklarını söylesin.”

Emri alan Lai Da hemen gitti.

***

Yirmi dört Budist ve Taocu rahibe adayı tapınağa ilk geldiklerinde, yaşlı rahibelerin nezaretine verilmişlerdi. Onlardan günlük derslerini alıyorlar ve dualarını ezberliyorlardı. Aylar geçtikçe ve İmparator Eşi onları bir kere bile çağırtmayınca, çalışmalarını giderek gevşettiler. Üstelik büyüyorlar ve hayatın daha çok farkına varıyorlardı. Jia Qin genç bir hayalperestti. Fangguan gibi güzel aktrislerin bir manastıra kapanma kararlarını geçici bir heves olarak görüyordu. Kız onun Sudaki Ay Manastırı’ndaki tek ilgi odağı hâline geldi. Ama onun çok ciddi olduğunu ve kendisinin arzularına boyun eğmeye hiç yanaşmadığını gördü şaşkınlık içinde. Sonra tekrar ilgisi tapınağa yöneldi. Oradaki genç rahibe adaylarından ikisi, Budist Qinxiang ile Taocu Hexian çok çekici ve sıcakkanlı kızlardı. Onunla şarkı söyleyerek ya da müzik çalarak hoş saatler geçiriyorlardı.