banner banner banner
İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği
İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği
Оценить:
 Рейтинг: 0

İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği

Gerçekleşmekte olan işler, insanlığın hareketlerini eskiden beri pek çok değişimler ve dönüşümlere maruz bırakmıştır. Bunların eski şekillerini korumak ise mümkün değildir.

İslamiyet, esas itibarıyla yalnız bir dinden ibaret değildir. Aynı zamanda içyüze/batına ait bir din, bir mezhep, bir ahlaki örtü, bir yönetim şekli, bir yeni kanunlar düzeni, bir de felsefedir.

İslamiyet’in dünyayı kapsayan bir fazileti vardır: Esasları ve başlangıç usulleri o kadar geneldir ki onlara bağlı olarak her zamanın ihtiyaçlarına yeterli hükümler çıkarmak mümkün oluyor. Ayetler kesin din kuralları çerçevesinde, bugün, inanç sistemleri ile davranışları birbirinden ve bütün bütün ayırabiliriz. Bu büyük devrimler asla İslamiyet dışı olmamak üzere meydana gelebilir. Aksine bu ayrılık meseleleri, İslamiyetin en önemli gerekliliklerindendir.

İslamiyetin gerileme gibi bir duruma gelmesinin hakiki sebebi, başlangıç temellerindeki duraksamaya neden olan bu farklılıkları uygulayamamak özelinde yönetici ve ileri gelenlerin keyfi ve despot idareleri ile onlara bağlı ulemanın gösterdikleri sertlik ve şiddettir. Özgür insanlara yakışacak bir şekli olan İslamiyet’i bunlar despotlukla idare etmişler ve bugün yüzeysel ve uzaktan bakanların görecekleri bu dinî bir mutlakiyet eseri kabul etmek zorunda kalmışlardır.

Ayetlerde belirtilen dinî kuralların ve vicdani sorumlulukların dal budak salan parçaları bozulma ya da ayrılıkçılık değildir ve olamaz. Ayetlerin inanç sistemine ait olan taraflarından başkası “ki bunlar dünyaya ve cismani olana dair hükümlerdir” Peygamber dönemindeki medeni adalet uygulamaları ve hakkaniyet yoluna dönüş için koyulduklarından bunların bu zamana kısmen de olsa aidiyetleri yoktur.

İlerleme için, İslam’ın aslına ve temel kurallarına yaklaşmak için hükümleri bu biçimde ikiye ayırmaya mecburiyetimiz, mükellefiyetimiz vardır. Nebevi hayranlığı, herhâlde ümmet-i Muhammed’in aynı seviye-i medeniyede, aynı tabaka-i refahiyette kalması değildir, yükselişidir, diğer ümmetlere karşı yalnız varoluşunu korumak değil belki galebe ve üstün olmasıdır. Başka bir fikre kapılmış olmak Hazreti Muhammed gibi dine yeni ve güzel bir şekil verene iftiradır. Bu iyileştirme ve yenilemede dinsel bir kesinlik ve onay vardır. Bu da ayetler ve dinî hükümler ve kanunları ilk iş olarak en başta yakınlaştırmış olan Mecelle Ahkam Adliye maddelerine dayanarak konunun devamında ispat olunur:

“Meşakkat teysîri celb eder.” (Mecelle 17)[10 - Bir şeyde mevcut olan zorluklar, o işi kolaylaştıran etmenleri içerir. Meşakkat: Zorluk. Teysîr: (Yüsr’den) Kolaylık.]

“el-meşakkatü teclibü’t-teysîr.” (Eşbah)

“Bir iş dıyk oldukta müttesi‘ olur.” (Mecelle 18)[11 - Bir işte zorluk görülünce, o işte ruhsat ve fırsat verilir, kolaylık gösterilir. Bir işte darlık ve meşakkat görülünce, genişlik için izin verilir. Sıkıntılı işin sonucu ferahlatıcı olur. Bir iş daraldıktan sonra genişlemeye yüz tutar.]

“Bir iş daraldıysa genişler ve genişse daralacaktır.” (İmam Şafii) “Hacet umumi olsun hususi olsun zaruret menzilesine tenzil edilir.” (Mecelle 31)

“Zarar mümkün olduğu kadar defedilir.”[12 - Bir zararı ortadan kaldırmak için daha az zararlı bir tedbir araştırmak zorunluluğu hakkında hüküm. (Mecelle Külli kaideler, 66.)] (Kaide-i Külliye Mecelle)

“İnsanların örf ve âdetleri, uygulamalarına delildir, onlara uygun hareket edilmelidir.” (Mecelle 37)

“İnsanların gelenekleri kendisinin davranışlarının delilidir.” (Mecami)

“Zamanın değişmesi ile hükümlerin değişeceği inkâr olunamaz.” (Mecelle 39)

“Zamanın değişmesiyle ahkâmın değişimi inkâr edilemez.” (Mecami)

“İdare edilenler üzerindeki tasarruf onların menfaati ve işlerin gerekliliklerine göredir.”[13 - Raiyye üzerine tasarruf maslahata göredir. Raiyye: Devlet, idari meclisleri, bir otoritenin idaresi altındaki insanları ifade etmektedir. İdare edilen insanlar hakkında üzücü ya da sıkıntı verici kararlar uygulanamaz şeklinde de açıklanmaktadır. (ç.n.)] (Mecelle 58)

“Vakıf ve yetim malını şahitlerin açık izni olmadan alıp kullanan kimseler her hâlükârda malın tazminini ödemek zorundadır.”[14 - El konulan malın menfaatinin tazmini Mecelle hükmündeki gibi zorunlu değilken, yetim ve vakıf mallarına düşkün olan insanların bu hükmü kişisel menfaatlerine göre uygulamasının önüne geçilmek üzere, bu malların tazmini hakkında fetva verilmiştir. (ç.n.)] (Eşbah)

“Menfaatin kullanılması konusunda, Müslümanların genel menfaati gözetilerek karar kadıya bırakılmalıdır.” (Şerh Camii Kebir)

“Zarar ve mukabele bizzarar yoktur.” (Mecelle 19)[15 - Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yasaktır. (ç.n.)]

“İslam’da zarara zararla karşılık vermek yoktur.” (Hadis-i Şerif)

“Zorunluluklar, yasak olan şeyleri geçerli kılar.” (Mecelle 21)

“Zorunluluklar, yasak olanlara izin verir.” (el-Durr Muhtar ve Eşbâh) “İki kötülük çatıştığında, daha hafif karşılıkla, büyük zararın çaresine bakılır.” (Mecelle 28)

“İki kötülükten en az zararlı olan seçilir.” (Mecelle 29)

“Zarar mümkün olduğu kadar yok edilir.” (Mecami)

“Geleneklerin deliliyle hakiki mana terk edilir.” (Mecelle 40)

“Âdetin delaletiyle, manay-ı hakiki terk olunur.” (Mecami ve Menar)

“Örf olarak maruf olan şey şart kılınmış gibidir.” (Mecelle 43)

“Düzenli ve devamlı bir şekilde uygulanan adetler şart gibidir.” (Eşbah)

“Aslolan, örfle maruf olanın din kuralları tarafından şart kılınmış gibi olmasıdır.” (Reddü’l Muhtar)

“Örfle bilinen lafızla şart koşulmuş gibidir.” (Pirizade)

“Örf ile sabit olan kanun, şer’i delil ile sabit olmuş gibidir.”

“Örf ile sabit olan delil ile sabittir. Nas olmayan yerde örf, nas gibi güvenilir bir delildir.” (Muhammed Abidin)

“Âdetler, hükme esas kabul edilir.” (Mecelle 36)

“Âdet, muhakkemdir.” (Eşbah ve Mecami)

“İhtilaf durumundaki meselelerde âdetlere müracaat edilir. Çünkü âdet, delildir, onun üzerine hüküm bina olunur. Bu nedenle âdetin ve amellerin delilleriyle hakikat terk edilir.”

“Her iklim ve her asrın ehlinin örfü muteberdir.” (Bahri)

“Müslümanların güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir.” (Hadis-i Şerif)

Buradaki bütün kanunlar ile -ki din kurallarından alınmış bütün emirlerin ilkine dayanmaktadır- İslamî dindarlığın, vicdana dair ve dinî bütünlük ile dünyaya ait işleri bütün bütün ayırdığı, az bir dikkatle bakıldığında anlaşılır.

İnanca dair meseleler -tekrar edelim- sabittir, ilerleme ve gelişme anlamları dışındadır. Davranışlar ise zamanın durumuna bağlı olarak değişimi kabul eder, sabit değildir, gelişimseldir.

Fikrimizce bugün İslamiyet’te uygulanması gereken en önemli düzeltme, en davranışsal “reform” vicdan, gönül ile davranışsal işleri birbirinden ayırmaktır. İslam, ancak bu şekilde, dindarlığın hakiki içeriğine yakınlaşarak dünyaya ait tartışma ve kavgalara kalkışacak bir mertebeyi alacaktır. Bundan başka bir aydınlanma çaresi ve kurtuluş yoktur.

Zamanın ihtiyaçları karşısında nass[16 - Nass: Kur’an ayetlerinin delil olarak gösterildiği kesinlik. Felsefede tam karşılığı “dogma”dır. (ç.n.)] ve önceleri ortaya çıkan içtihad ve bir araya getirilip düzenlemesi ihmal edilmiş olan yukarıda düzgün bir şekilde sözünü ettiğimiz kanunların sağlamlığı ve İslam hukuku gereğince başka içtihada, başka bir sisteme müracaat etmeliyiz.

İyi düşünelim. İslam’ın temel ve esasına dönüş yapalım. Bugünkü örf ve yerleşmiş alışkanlıklar bizi büyüsünün etkisi altına almasın. Zaten ümmetin toplanması ve özellikle hilafet gerekliliği, yalnızca lüzumu buna dayanmaktadır.

Eğer davranışları şekillendiren ve değişmesi lazım gelen hükümlere kesinlik ve ulaşacağı son ve resmî şekli vermek gerekliliği olmasaydı Rahlet Risaletpenahi’den sonra nebevilik arzusuna kanaat getirmesi duygusunun ortaya çıkardığı Hilafet’in de gereği kalmazdı.

Hilafet kurumu ne için tesis edilmiştir? Çünkü hükümler ve insan davranış biçimleri zaman geçtikçe değişiklik gösterir. Dünya daima değişmektedir. Bu yeni hükümleri, işlerin yeniden düzenlenmesini ve düzeltilmesini gerektirir. Bu ise bir kuvvetin desteklenmesine bağlıdır.

Müslüman halk genel oylama ile halifeyi serbestçe seçer ve ona biat ederler. Ve kanun yapma gücünün yani bütün toplumun onayladığı kanunların uygulama yetkisiyle onu yükseltirler. Hâlbuki ileri gelen cahil ulemanın zayıf iddiaları ve garip tarafıyla içtihat kapılarının kapanması gerekseydi topluluğa da halifelik kurumuna da ihtiyaç kalmazdı.

Madem ki hükümler ve davranışsal işler her dakika değişiklik gösteriyor, bir derecede duramıyor demek ki onları düzenleyen kanunların, nizamların da değiştirilmesi doğaldır. İşte bu olgunlaşmış bilgiye dayanan İslamiyet inanç toplulukları ve halifelik yöntemlerini değiştirmeye meşrutiyete ve müşaveret vadisinde kurulmuş olan meşrutiyet olarak tanınan İngiltere ve Fransa’ya doğru ilerlemiştir.

Din inanç sistemini şekillendiren kanunların, değişiminin kabulü ve dönüştürülmesi işlerinin kabiliyetli kimseler tarafından gerçekleştirildiğinden tereddüt edilmesin.

Bu gibi düzenlemeler, Risaletpenahi çağında, Kur’an’ın metin düzenlenmesinde bile vuku bulmuştur.

Din hukuku yöntemi gereğince değişiklik demek, silmek anlamını içermektedir. Silmek, din kanunlarına dayanan bir hükmün karşıtlığının kendisinden daha kolay uygulanabilir olduğunun yerleşik bir delili demektir.

Silmek, yazı yöntemlerinde görüldüğü üzere, hem akıl itibarıyla caizdir zira çağıyla uzlaşmak, barışçıl inananların değiştirebileceği ilişiksiz benzerlikler içerir (Yahudilik, İseviye tayfasının dışındakilere göre caiz değildir.) hem aktarım itibarıyla caizdir, nitekim kardeşlerin nikâhlanması Hazreti Adem dönemi din kurallarında caiz iken, sonrasındaki çeşitli din kuralları ile silinmiştir.