banner banner banner
İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği
İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği
Оценить:
 Рейтинг: 0

İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği

Kezalik hükûmet, Arap edebiyat ve yayımcılığını korumasına alarak sahip çıkmalıdır. Bunlar kendisi için oldukça önemli bir enstrüman özelliğindedir.

Yahudi milletperverliğini diriltmek amacıyla oluşturulan “siyonizm” her şeyden önce İbrani lisanının diriltilmesini programına dâhil ediyor. O hâlde bizim Arapçayı unutmamız, affı kabul edilmeyen bir hatadır.

Arapça yalnız paralar üzerinde ya da dualar, niyazları yüklenmiş bir resmî dil olarak kalmamalıdır. Her Müslüman iki dilli “bilingue” olmalı ve Türkçe ya da Farisi ile beraber Arapçayı da kendi lisanı olarak kabul etmeye alışmalıdır.

Arapların kesin bir istatistiğini yapmak zannederim ki mümkün değildir; herhâlde oldukça zorlu ve masraflıdır. Hristiyan yayınlarındaki sayılara o kadar da güvenilemez. Araplar da Avrupalı yöntemlerle istatistik yapmadıklarından onların ifadelerinden de bir şey çıkmaz. Bir de Arap ile Kuzey Afrikalıları ayırmak zor bir iştir.

Arapların çeşitliliği de birbirinden farklıdır. Lehçeleri de birbirine uymayanlardandır. Bundan dolayı bu yönlerin de ayrıca ve uzun uzadıya incelenmesi gerekir.

Kaç çeşit Arap vardır? Bunların birbirinden farkı nedir? Ahlaki yapısı, âdetleri, kime tabi oldukları, karakteristik özellikleri, lehçeleri, hisleri hangi derecelerde birbirinden ayrıdır? İşte geniş bir tartışma zemini!

Muhterem okurlarımıza, bu konuda gereken açıklamaları vermediğimizden dolayı üzüntü içerisindeyiz; beraber bir istatistik tecrübesi yapacağız.

Arapların asıl ortaya çıktığı ve yaşamlarını sürdürdükleri yer, şüphesiz, Hicaz topraklarıdır. Güneyde Yemen, Kuzeyde Suriye, bütün Arap adaları, Irak Acemi, Irak Arabı, bütün kuzey Afrika, coğrafya itibarıyla Arap memleketini teşkil eder. Bu geniş ülkede halkın çoğunluğu Araptır. Ve bağımsızlık söz konusu olsa muazzam bir imparatorluk, yeknesak, tek vücut bir hükûmet yapısını oluşturur.

Hicaz vilayetinin nüfusu bir milyon olsa gerektir. Yemen’in nüfusu, Hüseyin Hilmi Paşa hazretlerinin sözlerine dayanarak altı, orada valilik görevinde bulunan Tevfik Beyefendi’nin fikrine göre üç milyondur. Asir, Aden ve İmam Yahya’ya tabi Sa’de ve Şihr [Ash Shihr, kül-Şihr] vesaire ile İngiltere ve Türkiye arasında tampon bölge olan “dokuz nahiye” de dâhil olursa eskilerin “bahtiyar Arabistan” dedikleri bu kıtanın nüfusu zannederim ki beş milyonu bulur. Bunun dışında Hazretmevt, Muskat, Umman, Bahreyn, Kuveyt, Uzele, Şemer, Rebiğ, Hali, Necd vesairenin nüfusu beş milyonu çok fazla geçmez diye tahmin ediyorum. Bu araziden Hicaz, siyaseten Osmanlı’ya tabi olsa da Amerika’nın nüfuzunu kabul etmemek inkârdır. Celile emirliklerinin her çeşit tesirin dışında, Osmanlı hanedanına sadık, İngiltere ve Fransa’nın girişimlerinden uzak bir şeriflik mevkisi olarak kalmasını ummaktayız. Hükûmet-i seniyye bu yönüyle asla işin hakikatine varmanın ötesinde durmamalı ve Hicaz meselesini önemli sorunlardan kabul etmelidir. Çünkü Hicaz, bugün yarın, bir kayıp olabilir. Hicaz hattı da bir gelecek meselesidir. İngiltere bunun önemini kavramış ülkelerdendir. Ve Akabe meselesini tam da bu yüzden ortaya çıkarmıştır. Hicaz iyi kullanmak şartıyla devlet için büyük bir kuvvettir. Suistimal ile maazallah, saltanat ve Hazreti Halifenin ve onun yönetimindeki İslamiyet’in harap olmasına neden olabilir. Fas’ta hilafet iddiasında bulunan Sadat İdrisiyye’nin Fransa tabiiyetine dâhil olabildiklerini ve bunun fevkalade fena bir suistimal teşkil ettiğini devlet ileri gelenlerimiz asla unutmamalıdırlar. Mekke’nin konumu hassastır. Hayatı diğer bölgelerin hayatına kıyas kabul etmez.

Oradan bir şey beklenmez, orası beslenmelidir. İngiltere, Aden hinterlandı kabul ettiği “dokuz nahiye”nin[21 - Hadramut vadisinde yer alan birbirinden farklı nüfus istatistiğine sahip şeyhliklerden oluşan bölge genel olarak Nevâhî-i Tis’a (Dokuz nahiye) tabiriyle anılır. (ç.n.)] şeyhlerine hükümdar muamelesi yapıyor. Biz bunlara vesairlerine bir prens muamelesi bile yapmazsak yerimizi elbette en çok lütufta bulunanlar alır. Zaten İngiltere Hükûmeti “en çok İslam tabakasına sahip bir devlet olmak itibarıyla” oralarda pek ilerisini gören bir şekilde davranıyor. Arabistan Şibhe adasını âdeta kuşatma altında bulunduruyor. Suveyş ve Tur Sina bilfiil onun elindedir. Tur’un idaresi, Mısır’da, dâhiliye nezaretinden alınıp başkanlığı İngiliz komutanı olan Cihadiye nezaretine bağlanmıştır. Kablolar kendilerinindir. Şab Denizi’nin çıkış kapısının mülkü Yemenlilerdedir. Perim adası “ki bab el-Mendeb’in ortasındadır” hükmü altına alınmıştır. Aden günden güne bariston yağı damlası gibi genişliyor. Orası dünyanın en mühim noktalarından biri hâline gelmiştir. Oradan İngiltere’nin hedefi Yemen’dir. Yemen, İngiltere sayesinde silahlandırılmıştır. Hazretmevt[22 - Hadramut, Hadramevt ya da Hazretmevt olarak anılan Arabistan yarımadasının güney sahillerinde dar bir şerit hâlinde uzanan bölge. (ç.n.)] Büyük-Britanya’nın denetimi altındadır. Sevahildeki Khuriya Muriya adaları, uzaktaki Sokotra Adası, karşıdaki Somali, yani Berberi bölgesi dahi kendisinindir.

Farisi Denizi’ne gelince: Orada İngiltere tamamen serbest bir şekilde kendi nüfuzuyla etki ediyor. Bu denizde zabıta görevi, kablo, fenerler, ticaret, kılavuzluk hep İngiltere’nindir. Bahreyn Adası ise bir süre önce her nasılsa bizden İngiltere’ye bağlı bir biçime geçmiştir. Mütevazi Acem sahili Rusya ile olan anlaşma üzerine İngiltere’nin nüfuz mıntıkasını oluşturmaktadır.

İngiltere, Akabe meselesiyle Hicaz hattını sahip olduğu önemden düşürmek istediği gibi Kuveyt meselesiyle de Bağdat hattını tahrip etmek istemiştir. Onun için Kuveyt ve belki daha öteleri, Katar vesaire, İngiliz resmî entrikasının meşru mülkü olarak kabul ettiği mıntıkadır.

İngiltere’nin mülkümüz olan bu yerlerde resmî anlamda gözü vardır. Bunu iyice bilmemiz gerekmektedir. Zannederim ki birçok büyük devlet ile İngiltere arasında imzalanan gizli anlaşmalar gereğince -vaktiyle İngiliz ve Fransız anlaşmalarıyla Trablus İtalya’ya bırakıldığı gibi- buraları da İngiltere’ye bırakılmıştır.

Muskat’ta da Fransız nüfuzu geçerlidir. Burası Fransa kaçakçılarının devletlerinin himaye ettiği resmî bir depodur.

Bu bölgeden olanca silah vesaire gibi ticareti yasak eşyalar serbestçe Arap memleketlerine geçiyor. Bahr-i Ahmer (Kızıldeniz)’de Kamran ve Fersan adalarının mevkileri de sorunludur.

Asir’de İdrisi’nin nüfuzu geçerlidir. İtalya savaşından beri üzülerek belirtmeliyim ki Asir önem kazanmıştır. Hicaz’a yakın bulunmasından dolayı Asir meselesi[23 - İdrisiyye tarikatının kurucusu Hicaz’da Asir Meselesi’ne neden olmuştur. (ç.n.)] son derece önemlidir. Yemen’in şekli endişe vericidir. İmam ile imzalanan uzlaşma zannetmem ki orada huzurumuzu gerektirsin. Seyyid Yahya, bir sözleşme belgesi gereğince bağımsız bir emir olarak kabul ediliyor ve Yemen vilayetinde kendisinin nüfuzu onaylanıyor. Bağımsızlığına binaen bu İmam, yarın öbür gün İngiltere, Fransa ya da İtalya ile bir sözleşme imzalarsa yahut bu devletlerden biri bağımsız olan bu devlete girme küstahlığında bulunursa iş büyük devletler hukukunun bakış açısından ne olacak? Ve benzeri…

Yemen’de Zeydî[24 - Zeydiyye: Hazreti Hüseyin’in evlatlarından Zeyyad bin Ali Zeynülabidin’in etbaına verilen isim, Şii kollarından biri. (ç.n.)] mezhebi Hilafet’in perspektifinden oldukça büyük bir maddesel engel teşkil eder; çünkü Zeydî mezhebi gereğince Osmanlıların hilafetine itibar edilmemektedir.

Bunların arasında İbn Reşid, İbn Suud vesaire ileri gelenlerin tebaasına dâhil olan ya da getirtilmiş olan mevcudiyetimiz itibarıyla zaruri olan bu hususta bir etkinliğimiz olmazsa bu bölgeler er geç Kuveyt gibi İngiltere himayesine dâhil olur ve yine er geç Halep ya da Musul vilayetleri sınırında İngiltere ile komşu oluruz. İngiltere’nin ne gibi yöntemlerle hangi ince, ayrıntılı ve geçerli sebeplerle müstemleke ve sömürgeleri hayata geçirdiğini pekâlâ biliyoruz. Onun için dikkatli davranmalıyız. Tekrar edelim: Büyük-Britanya, Kabe-i Muazzama’yı, bundan hareketle İslam hilafetini ve onun yönetiminde Osmanlı saltanatını kuşatması altına almıştır. Bugün İngiltere politikası açıktan açığa aleyhimizedir. Rusya ile uzlaşması sonucunda bu hükûmet bugün tekrar ederek söylediğimiz üzere Lord Biskonfild’in bilimsel yaklaşımını terk etmiş, mevcudiyetimize taraftar olarak bulunduğu konumundan çoktan çıkmıştır. İltifat etmeyi bilen Rusya bizim varlığımıza karşı hangi vaziyette bulunursa İngiltere ve her ikisinin ulağı ya da kuryesi olan Fransa da o konumdadır.

Suriye’yi yanılmıyorsam bedel olarak verilen karşılık olmak üzere İngiltere, Fransa’ya bırakıyor. Maalesef Fransız misyonerlerinin, onlara yoldaşlık etmesini cana minnet bilen Suriye Hristiyanları bu mübarek kıtayı bozmuşlardır. Ahlak, Suriye’de oldukça düşüştedir. İslamiyetin verdiği dayanıklılık olmazsa Şam, Beyrut ve Lübnan kadar bozulacak idi. Lübnan, ara bozan, fitnelikte muazzam bir dağdır. Hele bir limana sahip olması bu eyaleti Fransa’ya bütün bütün bağlamıştır. Fransa’nın büyük arzusu, Suriye’yi Tunuslaştırmaktır. Aşağı yukarı o havali de zemin de müsait bulunuyor. Fransızlık Suriye’ye oldukça etkili olmuş, nüfuz etmiştir. Devletimizin bu Arap meselesiyle biraz daha uğraşmasını candan istirham ederiz.

Beyrut, Suriye -yani Şam- kısmen Halep vilayetleri ile Lübnan dağı ve civarını coğrafya itibarıyla Suriye olarak adlandırıyor, kabul ediyoruz. Buralarda üç buçuk milyon kadar Arap yerleşik olsa gerektir. Hristiyan Arapların Batı ailesine daha fazla yaklaştırılması ve bunların politikasına o kadar da terk edilmemeleri, ahlaklarının saflaştırılması cidden arzu olunur.

Avrupalılar nüfuz ve bölgeye girişimde bulunma politikasında bunları arzu ettikleri gibi kullanıyorlar. Bunlar da aldıkları misyon ve papaz terbiyesi ile Suriye’nin bağımsızlığına ya da yarı bağımsızlığına taraftar bulunuyorlar. Çünkü Suriye bizden siyasal açıdan ya da idari anlamda ayrılacak ve bağımsız bir eyalet ya da devlet teşkil edecek olursa onlar diğer Müslüman Suriyelilere nispetle güya daha terk edilmiş olduklarından memuriyetlere eşit bir şekilde geçebileceklerini umuyorlar. Onun içindir ki bunlar devletimize, sadakat yoksunluğu ile Müslümanları tahrik ediyor, bağımsızlık fikirlerini yayıyorlar. Arap hilafeti meselesini de çıkaran bunlardır. Suriyeliler iyi bilmelidirler ki memleketleri bizden ayrılırsa bağımsız olmaz, ikinci bir Fas ya da Cezayir olur.

Suriyeli Hristiyanların kulağı delik insan cemaati olan Kıptilerin Mısır’da oynadıkları rolü oynamak istiyorlar. Hakikaten, Mısır’da Kıptiler halkın yüzde beşini oluşturdukları hâlde memuriyetlerin çoğunluğunu işgal ediyorlar.

Filistin de Arap asıllıların memleketlerindendir. Filistin bizim verdiğimiz değere göre Kudüs sancağıyla ona komşu olan kazalar, Nablus vesairededir. Nüfusu yarım milyon olması gerekiyor. Burası çeşitli ve birbirinden farklı yabancı ihtirasların ve İsraillilerin cilvegâhıdır. Filistin Hristiyanlığın dahi mukaddes toprakları olduğundan uluslararası bir öneme sahiptir. Bu uluslararası önemi bir dereceye kadar Osmanlı idaresi altında bulunmasından kaynaklanmaktadır. Her türlü fesat, fitne, entrika, dedikodu Filistin’de geçerlidir. Her din, her mezhep, her devlet, her misyon, hatta gruplar bu mübarek topraklarda rekabete koyulmuştur.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 760 форматов)