banner banner banner
Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri
Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri
Оценить:
 Рейтинг: 0

Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri


Daha sonra Muhsin Bey aday olmaya karar vermiş. Henüz adaylık sürecine girilmeden önce o da seçilebilirliğini test ediyor, bir gün bana telefon açtı. Benim de aday olmayacağım kamuoyuna yansımıştı. “Ben bu seçimde bağımsız aday olmak istiyorum, siz ne yapacaksınız?” diye sordu. Kendisine “Bu seçimde kesinlikle aday değilim (Aday olmayacağım ama bir yandan da beni ikna etmeye çalışıyorlar, Erdoğan, “Aday olman lazım.” diyor, Gül benim adıma para yatırdı.) ama aday olsam bile senin aleyhine konuşmam. Kesinlikle aday olmuyorum, aday olmadığım için de Sivas’ta seçim kampanyasına gelmeyeceğim.” dedim. O tarihte partinin MKYK üyesiyim. “İlle Sivas’a uğraman gerekir, konuşma yaparsam senin lehine konuşurum.” dedim. O da Sivas ağzı ile “Sağ ol gardaş, ben de bunu bekliyordum senden.” dedi. Öylece telefon görüşmemiz bitti. Devamında seçimde aday olmadım ve Sivas’a da seçimde hiç gitmedim. Adalet ve Kalkınma Partisi adayları bana çok baskı yaptı, defalarca aradılar. “Gelmen lazım, şuraya uğraman lazım, her gittiğimiz yerde seni soruyorlar, ‘Niye bıraktı?’ diyorlar.” şeklinde talepler aldım. “Bir destek versen şu kadar milletvekili çıkaracağız.” şeklinde telefonlar geldi. Özellikle 4. ve 5. sıradaki adayların çok büyük baskısı oldu.

2007’de o Meclise girdi, ben Meclis dışında kaldım.

Temmuz 2007 ve Mart 2009 arasındaki süreçte bir görüşme, diyaloğunuz oldu mu?

Pek bir diyaloğumuz olmadı. Çünkü o dönemde ben de üniversiteye hoca olarak döndüm. Bir sene siyasetten uzak bir dönemim oldu. Mümkün olduğu kadar da uzak durmaya çalışıyordum. Aktif siyaset yapanlarla görüşme trafiğine girmek istemiyordum, bir parti kurma düşüncem de yoktu. Ama ben de sürdüremez oldum. Muhsin Bey’in “Yapmamız gerekiyordu.” sözünün daha sonra kendim milletvekilliğini bıraktıktan sonra zorluğunu anladım. Çünkü partililerin bakışı değişiyor. Genel başkan talimat veriyor, MKYK’ya girerken bazı üyeler “Şener artık istifa etmeli.” diye demeç verdi en sonunda. O MKYK’ya katılmayacaktım, odamdan (Üniversitedeki odam.) izliyorum, 2-3 kişi “Şener istifa etsin.” diye konuşma yaptılar. “Allah Allah!” dedim, “Bu nereden çıkıyor?” derken, yukarıdan talimat alma durumları olduğunu düşündüm. Rastgele bir MKYK üyesi başka birine “İstifa etsin.” demez. O toplantıya katılmayacaktım “Ama madem bırakmamı istiyorlar, gideyim istifa edeyim de rahat edeyim.” dedim. O toplantıya gittim. Hiç kimse partisinden öyle istifa etmemiştir. Partinin MKYK toplantısında istifa dilekçemi verdim, veda konuşmasını yaptım. Başbakan beni salonun dış kapısına kadar yolcu etti, oradan da genel sekretere talimat verdi, binanın dış kapısına kadar yolcu etmesini istedi. Bazen o zorunluluklar oluyormuş, Muhsin Bey kendi ayrıldığını söylediğinde kavramış gibi olsam da tam anlayamamıştım.

“Eğilmeyenler Hep Tehdit Altındadır”

28 Şubat sürecinde dik duruş sergileyen bir Yazıcıoğlu var. 2009’da öldü-öldürüldü. Hâlâ aydınlatılamadı. Geride kalan 12 yıl düşünüldüğünde “Muhsin Yazıcıoğlu olsa bunlar olmazdı, yaşanmazdı.” denilen şeyler var. Size göre öldürüldü mü?

Siyasette keskin ve tavizsiz görüntüsü olanlar, eğilme özelliği olmayan siyasetçiler bu ülkede her zaman bilinmeyen bazı yerlerin tehdidi altındadır. Görünmeyen tehdidin altındadır. Ben vefatıyla ilgili gelişmeleri izlediğimde, bunun bir kaza olma ihtimalini zayıf görüyorum. Neden? Oradaki gazetecinin (İsmail Güneş) telefonunun çalıştığı belli. Kazadan sonra arıyor. Hepsinin telefonu var. Birinin telefonunun açık olduğu kesin ortada, arama yapmış çünkü. Durumunu anlatmış. Bildiğim kadarıyla helikopterlerde, uçakta olduğu gibi telefon kapatma yok. Böyle bir gerekliliğin olmadığı hava aracında, öyle anlaşılıyor ki hepsinin telefonu çalışıyor. Telefondan sinyal almanın, yer tespitinin mümkün olduğunu düşünüyorum. Yer tespiti yapılmadığına göre, niye yapılmadığını da sormak gerekiyor. Üstelik o bölgeye aramaya giden vatandaşların yolu çevriliyor, resmî aramalar başka yerlerde yapılıyor. Bunları birlikte düşündüğümüzde, vefatı ile ilgili hâlâ soru işaretlerinin var olduğu düşüncesindeyim. Ama bunun arkasındaki neden nedir, bunu birileri planladı ise niye yapmıştır, bu konuda hiçbir kanaatim yoktur. Özel anlamda bir duyumum da yoktur.

BİLAL HABEŞİ ÖZKAYNAR KİMDİR?

Yazıcıoğlu’nun 2007-2009 yılları arasında TBMM’deki özel kalem müdürü. BBP kurulduğu günden beri yanında oldu. Meclis danışmanlığını yaptı. Kritik görüşmelerinin bazılarına şahitlik etti.

MECLİS DANIŞMANI BİLAL HABEŞİ ÖZKAYNAR:

“Öyle Görüntüler ki Yer Yerinden Oynar!”

Aslen Sivaslıyım. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun son kez seçildiği 2007’den itibaren Meclis danışmanlığını yaptım. Ondan öncesinde rahmetli Başkan ile 1992’de Milliyetçi Çalışma Partisinden (MÇP) ayrıldığında birlikte hareket ettik. Partinin kurulma aşamasında çok uğraştık, il il gezdik. Rahmetli Başkan vefat edene kadar 1992’den itibaren her şartta, her ortamda yanındaydım. Son dönemde de genel başkan danışmanıydım. 2007 seçimlerinde yine Sivas’ta beraberdik. Her seçimde yanındaydım. 1995’te de Orhan Kavuncu’nun (Adana Milletvekili) danışmanlığını yaptım. Bu sebeple Başkan ile çok anım oldu. Çok paylaşımlarımız oldu. Arabada diz dize gidip geldiğimiz zamanlarımız oldu.

“Askerlerin, İş Adamlarının, Siyasetçilerin, Sanatçıların Görüntüleri”

Yazıcıoğlu’na Türkiye’nin her yerinden, kurumlardan bilgi/belge gelirdi. Sizin şahit olduğunuz bu tür bir olay var mı?

En ilginçlerinden bir tanesini paylaşmak istiyorum. Bir gün rahmetli Başkan’a birileri bir çuval kaset, CD, görüntü getirdi. Birileri işte, bu kayıtları yapanlar ya da ele geçirenler. Bu kayıtların, görüntülerin başka ellere geçebilme endişesiyle, yanlış ellere geçebilme endişesiyle başkana teslim etmek istediler. “Bunlar çok tehlikeli görüntüler. Bir şekilde kaydedildi, bir şekilde ele geçirildi. Bunun içinde sanatçılar var, siyasetçiler var, iş adamları var, devlet adamları var, askerler var. İşte insanların zaaflarından, zafiyetlerinden faydalanılarak kimi oyunla, tezgâhla kimi de takiple elde edilen görüntüler. Bu görüntülerin her biri Türkiye’nin gündemini değiştirip sallayacak nitelikte. Bunları emanet edecek kimseyi bulamıyoruz. Bizde de kalamayacak. En güvenli olarak sizi biliyoruz. Size teslim etmek istiyoruz.” dediler. Başkan da “Ben kimsenin uçkurunun bekçisi, kayıtçısı değilim. Gidin ne yapıyorsanız yapın! Beni bunlara bulaştırmayın.” dedi. Onlar da “Başkan’ım bunlar çok kritik. Çok insanı zora, sıkıntıya sokacak. Türkiye’de gündemi değiştirecek, yerle bir edecek belgeler, görüntüler.” dediler.

Ne oldu, almadı mı bu dosyaları?

Bu konuşmaya ben şahidim. Sonra Genel Başkan’ı ikna ettiler. Genel Başkan’ın zaafını biliyorsunuz. Duyarlı, “devlet” dediğiniz zaman, “millet” dediğiniz zaman Genel Başkan bütün direncini indirir. Bütün kurallarını değiştirir. Onun için kendi siyasi ikbalinden, geleceğinden vazgeçerdi. Kazanacağı yerde bile bırakırdı.

“Görüntüler Bizim Devlet Adamlarımızın”

Başkan öyle deyince duyarlılığından dolayı aldık. Ama sonrasını, akıbetini bilmiyorum. Başkan onları kime emanet etti? Emanet edeceği kimse de yoktu onu biliyorum. Bir gün partiden çıktık, Yılma Durak ile beraber Kurtuluş’taki camide cuma namazını kıldık. Yılma Durak da oradaydı. “Şuradan Kızılay Başkanı’nın yanına bir ziyarete gidelim.” dedi. Yılma Durak’ın ablası ölmüştü, onun için söyledi. Kızılay binası da partiye yakın. Oradan çıktık, Kızılay binasına gittik. Kızılay Başkanı, Yılma Durak, ben, bir Kızılay Yönetim Kurulu üyesi partili bir arkadaş vardı. Orada Başkan’ım aynısını söyledi: “Bana öyle CD’ler, öyle görüntüler teslim edildi ki Türkiye’de yer yerinden oynar. Ama maalesef bu görüntüler bizim devlet adamlarımızın. Devlete zarar geleceği için bunlar kalacak. Bunların çıkmaması lazım. Bunlar da bana teslim edildi.” dedi.

Bu görüntüler 2010’lu yıllarda çıkan kasetler mi? Başka var mıydı?

Muhtemelen bazıları vardı ki ara ara bunlar çıktı. Deniz Baykal çıktı. MHP’ye yapılan operasyon. Bunlar ara ara çıktı, çıkıyor da. Belki bazılarınınki başka ellerde ki çok rahat baskı yapıyorlar. Bunlar üzerinden dizayn ediyorlar.

“Çeçenler Paraya Sıkışınca Geliyorlardı”

Mecliste soru önergelerini verdim, konuşma metinlerini yazdım. Kosova üzerine yoğunlaştı. Dostluk Grubu başkanı olmuştu. Hatta Kosova bağımsızlığını ilan etmeden 1-2 gün önce telefon ettiler. “Biz bağımsızlığımızı ilan ediyoruz.” dediler ve onun üzerine ben gündem dışı söz almıştım. Başkan, Kosova’nın bağımsızlığı ile ilgili gündem dışı konuştu. Rahmetli Başkan’ın bir lafı vardı: “Evlad-ı diyar”. O topraklarla bağlantıları vardı. Oralara çok değer veriyordu, önem veriyordu. Biliyorsunuz Çeçenler ne zaman paraya sıkışsa koşup geliyorlardı. Parasal olarak yardım istiyorlardı. Çünkü onların paraya ihtiyacı vardı, adama ihtiyacı yoktu. Onun dışında da halk nezdinde oluyordu, vatandaş nezdinde özel duygusal anlar, duyarlı anlar oluyordu.

“Erdoğan: Beni Hep Uyardı, Haklı Çıktı…”

Dağlıca baskınında Başkan Almanya’daydı. Olayı Almanya’da öğrenmişti. Apar topar geldi, aldık. “Beni Başbakan ile görüştürün.” dedi. O zaman Sayın Tayyip Erdoğan başbakandı. Aradık, Mecliste görüştüler. Mecliste uyarılarda bulundu. Hatta özel kalemde Mehmet Şimşek (bakan) falan da bekliyordu. Onları beklettiler, genel başkan görüştü. Tayyip Erdoğan’ın, Başkan’ın cenaze taziyesine gittiğinde Gülefer Hanım’a bir sözü var. Der ki, “Muhsin Bey benim kardeşim gibiydi. Beni birçok defa uyardı ve uyarılarında da hep haklı çıktı.”

O dönemde asker ile Erdoğan arasında ilişki kurdu mu?

“Erdoğan’la Asker Arasında Mesaj Getirip Götürdü”

Dağlıca baskınından sonra biliyorsunuz bir tezkere çıktı ve o tezkere uzun süre kararnameye dönüşmedi. Asker geldi, Başkan’dan randevu istediler. Dışarıda bir yerde TSK yetkilileriyle Başkan görüştü. “Başkan’ım tezkere çıktı. Dağlıca’nın cevabını vermek istiyoruz. Ancak bu tezkerenin kararnameyle devredilmesi lazım. Yetkilendirilmemiz lazım. Sayın Başbakan bizi yanlış anlar. Anlayamaz. Siz bizi anlıyorsunuz. Dilimizden anlıyorsunuz. Sayın Başbakan’ın da dilinden anlıyorsunuz. Siz gidip bir anlatın. Bu kararnamenin bir an evvel çıkması ve bizim bir an evvel operasyona gitmemiz lazım. Önümüz kış. O hatta da bir sıkıntı, tedirginlik, söylem var niye asker hâlâ operasyon yapmıyor diye.” mesajını ilettiler. Rahmetli Başkan onun üzerine Tayyip Erdoğan ile görüştü. Askerin talebini iletti. Çıktıktan sonra bana aktardı. Başbakan da “Ben askerin ne kadar kuvvetle gireceğini, nereye kadar gideceğini, nerede duracağını bilmem lazım. Bu bilgileri bana vermeleri lazım. Bu bilgileri bana verirlerse bende gereğini hazırlarım, yaparım.” demiş. Rahmetli onun üzerine tekrar askerlerle görüştü ve “Başbakan ne kadar kuvvetle gireceğinizi, nereye kadar gideceğinizi, nerede duracağınızı bilmek istiyor.” dedi. Onlar da “Biz o kuvveti söyleriz. Nereye kadar gideceğimizi, nerede duracağımızı hükûmet, Sayın Başbakan belirler. Barzani’nin adamlarıyla karşılaşırız. Amerikan kuvvetleriyle karşılaşırız, durun derse dururuz. Bu sınırı belirleyecek olan hükûmet. Yoksa terörist nereye kadar giderse biz de oraya kadar gideriz. Bizim kararlılığımız o.” dediler. Rahmetli Başkan tekrar gitti, onların fikirlerini, görüşlerini iletti. Ondan sonra da o kararname çıkmıştı. Ben bunu biliyorum. Çünkü o dönem hâlâ askerle Başbakan aynı dili konuşmuyordu. Birbirlerinin dilinden anlamıyorlardı. Başbakan’a bir nevi tercümanlık yaptı. Çünkü Başkan askerin dilinden de, Tayyip Erdoğan’ın dilinden de anlıyordu. Orada öyle bir görev, üstlendi ve yaptı.

“Benimle Türkeş’in Arasını Açan Onlar…”

Bir gün Mecliste akşam gecikmişti. Başkan’ın arkadaşlarından birisi geldi. “Başkan’ım falancalarla görüştüm. Onlar MHP’den ayrılmasaydı, niye ayrıldı, diye size sitem ediyorlar.” dedi. Başkan o zaman döndü “Beni Türkeş’e, Türkeş’i de bana dolduran onlar. Başkan’ım bir an evvel ayrılalım, çıkalım yoksa burada kan akacak diyen onlar. Türkeş’ten bana laf taşıyan ‘Türkeş seni harcayacak, partide bitirecek.’ diyen onlar. Türkeş’e de gidip ‘Partiyi elinden alacak. Partiyi eline geçirecek.’ diyen onlar. Benimle Türkeş’in arasını açan onlar. O noktaya onlar getirdi.” dedi. Başkan’ın o döneme ait üzüntüsünü hissettim. Başkan genelde yaptıklarından pişman olmazdı. Öyle bir özelliği vardı. Çünkü yaptığı her şeyi inanarak yapardı. Ama öyle bir “keşke”sini o zaman söyledi.

BÜLENT ARINÇ KİMDİR?

1980 öncesinde MSP Manisa il başkanı. 12 Eylül Darbesi’nden sonra MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasında idamla yargılanan bazı ülkücülerin avukatlığını yaptı. 1995’te RP’den milletvekili seçildi. RP’den grup başkan vekilliği yaptı. 2001’de AK Parti’nin kurucusu oldu. TBMM başkanlığı, başbakan yardımcılığı görevlerinde bulundu.

22. DÖNEM TBMM BAŞKANI BÜLENT ARINÇ:

“Yaşasa İktidarı Hizaya Sokabilecek Güçte İdi…”

Muhsin Bey’e öncelikle Cenabıallah’tan rahmet diliyorum. Muhsin Bey şehidimizdir. Sadece benim değil, Türkiye’de siyaset yapan insanların da ortak değeridir. Mart 2009 seçimleri öncesinde elim bir kazada vefat ettiğini biliyorum. O tarihteki gayret ve çabalarımız kaderin önüne geçemedi. Hepimiz büyük bir şaşkınlık ve üzüntü içinde, helikopter kazası ve sonrasındaki gelişmeleri çok iyi takip ettik. Hatta baştan bir hatıra olarak söyleyeyim; başta Tayyip Erdoğan ve hükûmetimiz, partinin ileri gelenleri fevkalade üzüntü duymuşlardı. Özellikle birkaç gün arandı, bulunamadı. Karlar içinde cesedine ulaşılınca hepimiz büyük bir matemin içine girmiştik.

“Tayyip Bey ‘Komisyona Sen Başkan Ol’ Dedi”

Kazayı araştırma komisyonunda sizin başkan olmanız gündeme gelmişti…

Ben o zaman TBMM başkanlığından ayrılmıştım. Sayın Erdoğan benim o zaman MYK toplantılarına katılmamı istemişti. Bir MYK toplantısında varsa sorumluların kim olduğunun ve kazayı meydana getiren sebeplerin araştırılması için o zamanki grup başkan vekillerinden bir araştırma komisyonu kurulmasını istedi. Tayyip Bey de “Çok iyi olur, bir an önce komisyon kuralım, mutlaka iyi bir hukukçu arkadaşımız olsun ki buradan netice alalım.” dedi. Herkes fikirlerini söyledi. Başbakanımız bana döndü, “Ağabey bu işi sen yapar mısın?” dedi. “Memnuniyetle yaparım.” dedim. 2009 Nisan ayında bu konuşmalar geçti. Komisyonun kurulması ve benim başkan olmamı planladılar. Fakat 1 Mayıs’ta ben hükûmette başbakan yardımcısı olarak görev aldım.

O içimde bir uktedir. Hatta eşinin de olduğu bir görüşmede bunu anlattım. Muhsin Bey’in ölümünün arkasında ne varsa, bunu çıkarmak bizim namus borcumuzdur. Bir taraftan adli yargı, bir taraftan idari araştırmalar, bu sözü de vermiştim. Bu söz ne kadar tutuldu, tutulmadı, orasında değilim. Ama biz Muhsin Bey’in böyle bir kazada vefat etmesinden büyük üzüntü duyduk. Kaderin önüne geçilmiyor.

İrtibatım şahsen vardı ama genel başkan olduğu dönemlerde, Ülkü Ocakları genel başkanı olduğu dönemlerde ve Ankara’da bulunduğu dönemde birbirimizle fazla irtibatımız olmadı. Manisa’daki ülkücü arkadaşlardan ve Ankara’da bulunup Muhsin Bey’le çalışan arkadaşlardan onun hakkında hep sitayişkâr sözler dinlemiştim.

İlk tanışmanız ne zaman oldu?

Özellikle 12 Eylül Darbesi sonrasındaki Mamak yargılamaları sırasındaki asil, cesur, kararlı davranışı o zaman efsane gibi anlatılırdı. Ülkücü gençler tarafından kendisi efsane olarak görülürdü. Onunla ilk yakın temasım, 1991 seçimleri sırasında oldu. O zaman RP-MÇP ve IDP beraber seçimlere girecekti. Ben GİK üyesiydim. İttifak çalışmalarının kısmen içinde bulundum. Manisa’dan ilk sırada aday oldum, ikinci sırada MÇP’den Akhisarlı bir arkadaşımız vardı. Ama Muhsin Bey’in de vekil seçildiği o dönemde Ankara’da yaşananları yakından gördüm.

Nasıl bir iz bıraktı sizde?

Bizim gözümüzde Muhsin Bey dindar bir insandı, ibadeti tam bir kişi idi. Millî ve manevi değerlere gönülden bağlı bir insandı. Basit bir siyasetçi profili yoktu. Bir gönüldaştı, idealist bir insandı. Siyaseti de Allah rızası ve milletin huzuru için yapmaya ant içmiş bir insandı. O seçimlerde 62 milletvekili çıktı, 19’u MÇP’ye, 3’ü de IDP’ye gitti. Sonra da onların içinde Muhsin Bey ve arkadaşları ayrıldılar ve Büyük Birlik Partisi’ni kurdu.

1991 seçimleri öncesinde kendisi hakkındaki kanaatim; herkesin saygı duyduğu, sözüne güvenilir, başı dik, hiçbir zaman kula kul olmayan… Başbuğ Türkeş’in emrinde ona hizmet etmiş ve güven vermiş bir insan. Ama onun her dediğine de evet diyebilecek bir kapasitede ve İslam’ın dışında kendisine bir şey dayatıldığı zaman buna isyan edecek bir profil görmüştüm.

1995 seçimlerinde ben de Parlamento’ya girdim. Ondan sonra dostluğumuz daha çok devam etti. Kendilerini zaman zaman Genel Merkezlerinde de ziyaret ettim. Birlikte olduğu arkadaşlarıyla da yakın temasımız vardı. Ağabey-kardeş ilişkimiz oluştu. Ülke ve memleket meselelerine bakışı ile aramızda hiçbir fark yoktu.

Bir örnek olsun diye söylüyorum; 1996’da biz DYP ile koalisyon yaptık. Gündeme ilk gelen konu Çekiç Güç konusu idi. Körfez Harekâtı sırasında karar verilen bir Çekiç Güç Operasyonu vardı. Fakat bu güç Türkiye’nin aleyhine çalışıyordu. Biz parti içinde buna karşı çıktık. Uzatılması gündeme gelmişti. Rahmetli Erbakan da aynı düşüncede idi ama ortağımız (DYP) Çekiç Güç’ün aynı şekilde devamını istiyordu. Parti içinde uzun uzun görüşmeler oldu. Sonra tezkere üzerindeki uzun görüşmelerde Erbakan parti adına benim konuşmamı istedi. İyi hazırlık yaptım ve konuşma gerçekleştirdim. Gruplar dışında da Muhsin Bey konuştu. Muhsin Bey konuşmasında sık sık “Bülent Bey’in dediği gibi.” diyerek… (Tutanaklar hâlâ açıklanmadı. Başkanlık Divanının kararı gerekiyor, AK Parti döneminde açmak için mücadele ettim, başarılı olamadım.) Sonra birbirimizi kutladık. Çekiç Güç’ü Keşif Güç hâline getirdik o toplantıdan sonra.

28 Şubat sürecinde REFAHYOL Hükûmeti’ne destek verdi…

28 Şubat sürecinde hepimiz aynı sıkıntıları çektik. Cesur bir şekilde müdafaalarını yaptı. “Namlusunu millete döndürmüş bir askere ben selam durmam.” veya “Tanka selam durmam.” dedi. Yeri geldi, “Türkiye laiklik ve şeriat tartışmalarında İran olmayacak ama Türkiye bir Suriye de olmayacak.” dedi. Birileri bu mesajı aldılar. Çok etkili oldu bu konuşmalar. Demek ki Türkiye’nin yaşadıklarını ve komşularıyla olan ilişkilerini ve Silahlı Kuvvetlerin komuta kademesindeki bazı generallerin ne yapmak istediğini onların anlayacağı dilden ortaya koymuştu.

“Ben Olsam Kapıyı Vurur, Çıkarım!”